Yeri gelmişken
26.12.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Üç Bakan istifa etti...
'Geç kaldılar!'...
Merkez Bankası Başkanı 'Yanılmışım!' dedi...
'Yanılmasaydı!'...
Kriz anlarında Doktor, Avukat, Mühendis nasıl işlerini yapmalılarsa, Ebru Gündeş de işini yaptı ve TV programındaki görevini sürdürdü...
'Hayır, yanlış yaptı! Evine kapanıp dışarıya adımını atmamalıydı!'...
İnsaf vicdanın yelkenidir...
Rahmetli Cemil Meriç'in hiç unutmadığım ve yazılarımda sık sık alıntıladığım 'İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar' tespitindeki manayı, içinden geçmekte olduğumuz şu olağanüstü hassas günlerde çok daha iyi hissedebiliyoruz.
Bu yılın 8 Ağustos günü burada, bu sütunlarda yazmış olduğumuz bir yazıyı, bugün bir kez daha okuma ihtiyacı duydum; belki siz de duyarsınız: 'Başbuğ'u yaktılar' diye başlamışız yazıya ve şöyle sürdürmüşüz...
'Ergenekon davası sonucunda açıklanan kararlara ilişkin duygularım bu konuda tezahürat yapanları anlamakta zorluk çeken bir mahiyet arz ediyor. Sıkıntılıyım... Kendimi, düşüncelerimi, duygularımı vicdanımın terazisinde tartmaya çalışıyorum. Bazılarımızın 'postal yalayıcısı' diye eleştirmesine neden olacak kadar ülke ve bölge gerçekleri açısından önemsediğim Silahlı Kuvvetler'in itibar ve onuruna değer verilmesini savunduğum halde 'Vesayet Rejimi' denen durumu hiçbir zaman desteklememişim...
Silahlı Kuvvetler'deki pek çok üst rütbeli subay gibi darbelerin karşısında, sivil seçilmiş iktidardan yana olmuşum...
12 Eylül Anayasası'na 'Evet, diyelim de gitsinler' numarasını yememiş, zarfın oyun rengini göstermesine aldırış etmeden 'Hayır' oyu atan %8'in içinde kalmışım.
28 Şubat sürecinde çevremdeki eşin dostun uyarısını değil vicdanımın sesini dinlemiş, mağdurların yanında olmuşum; hem de fiilen sahada... Bu desteği yıllarca da sürdürmüşüm...
Öyleyse şimdi sevinmem lazım değil mi? Dedikleri gibi 'Vesayet rejimi yıkılıyor... Hesap soruluyor...'
Ama hayır.. Sevinemiyorum... Tam tersine içimde bir keder... Her zaman ifade ettiğim gibi 'soft issue'lardaki (yumuşak konular, 'daha akıllı güç', Başbakan'ın yalnız bırakılması vs.) zaaflarını eleştirmeme rağmen, tarihin gerektirdiği gelişim - dönüşüm adına ve de memleket için doğru işler yaptığına inandığım iktidarın, 'vesayetsiz yaşayamayanlar' tarafından değil, 'kamu vicdanı'nda algılanması boyutunda içimde bir sıkıntı... Bugünün ötesinde, gelecek zamanların ruhuyla bugünler konusunda yüzleşilmesi boyutunda da...
Sıkıntımın nedenini bizim gazetenin dünkü manşeti bir miktar özetliyor olabilir mi acaba?
'Başbuğ'u yaktılar'...
Ya da yine bizim gazetenin internet sayfasında yayınlanan Genelkurmay'ın Ergenekon Duruşması kararlarıyla ilgili açıklamasındaki 'ses tonu' mu?..
Binlerce ordu mensubunun, binlerce tutuklu yakınının ve tüm araştırmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin açık ara en güvenilir kuruluşu çıkması yolunda görüş beyan eden milyonlarca insanın ve bu bağlamda ülkenin kahir çoğunluğunun ortak ruhi şekillenmesi ve vicdanının ve burun deliklerinin 'sızladığını' hissetmem mi?
Sayın Başbakan da Sayın Cumhurbaşkanı da araştırmaya, ölçümlemeye, kamu oyu ve vicdanının sesini dinlemeye en yatkın politikacılardır. Bu realiteyi de herhalde tespit ediyorlardır... Bu noktada bir 'spazm çözücü'ye ihtiyaç olduğunu görüyorlardır... Kamu vicdanında Bu 'gönül daralmasının' çözümünü mutlaka bulacaklarına inanıyorum...
Yeni yasa mıdır; Sayın Cumhurbaşkanı'nın af yetkisini çalıştırması mıdır?... Yoksa bütün tabloyu etkileyecek farklı bir iletişim atağı mıdır, bilemem... Çalışmak lazım... Mutlaka bulunur... Yapılacak en yanlış şey, 'Genelkurmay Başkanı'nın 'sadece teşebbüs etmeyi düşündü, planladı' suçlamasıyla mahkum edilişini, rütbelerinin sökülüp, er seviyesine indirildikten sonra demir parmaklıklar arkasına atılışını, avını yerken zevkten ağlayan 'timsahın göz yaşları' içinde oturup seyreden' bir iktidar olarak tarihe geçmeyi kabullenmektir...'
Köşe yazılarının kaderidir, 'yeri geldiğinde' tekrarlanması; ya da içinden alıntılarla geçmiş değerlendirmenin hatırlatılması.
'Başbuğ'u yaktılar' diyen bu yazımdan aşağı yukarı 10 gün önce de Hollwood ünlüleri arasında Türkiye'nin Başbakanı aleyhinde imza toplayarak The Times gazetesine verilen ilanla ilgili olarak 'Habaset erbabı size saldırıyorsa doğru yoldasınız' diye yazmışım.
Demek ki Amerika'da imzalar toplanmış ve ardından Ergenekon Davası'nın sonuçları gelmiş gündeme...
'Son gülen iyi güler' diye eğleniyor ya bazı arkadaşlarımız. Doğrudur. Ancak atalarımız aynı zamanda 'Güleriz ağlanacak halimize' diye de neşelenenleri biraz olsun rahat bırakmaz.
Gülsek de ağlasak da, böylesi dönemlerde ihtiyacımız olan tek duygudur 'insaf'...
Üç Bakan istifa etti...
'Geç kaldılar!'...
Merkez Bankası Başkanı 'Yanılmışım!' dedi...
'Yanılmasaydı!'...
Kriz anlarında Doktor, Avukat, Mühendis nasıl işlerini yapmalılarsa, Ebru Gündeş de işini yaptı ve TV programındaki görevini sürdürdü...
'Hayır, yanlış yaptı! Evine kapanıp dışarıya adımını atmamalıydı!'...
İnsaf vicdanın yelkenidir...
Rahmetli Cemil Meriç'in hiç unutmadığım ve yazılarımda sık sık alıntıladığım 'İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar' tespitindeki manayı, içinden geçmekte olduğumuz şu olağanüstü hassas günlerde çok daha iyi hissedebiliyoruz.
Bu yılın 8 Ağustos günü burada, bu sütunlarda yazmış olduğumuz bir yazıyı, bugün bir kez daha okuma ihtiyacı duydum; belki siz de duyarsınız: 'Başbuğ'u yaktılar' diye başlamışız yazıya ve şöyle sürdürmüşüz...
'Ergenekon davası sonucunda açıklanan kararlara ilişkin duygularım bu konuda tezahürat yapanları anlamakta zorluk çeken bir mahiyet arz ediyor. Sıkıntılıyım... Kendimi, düşüncelerimi, duygularımı vicdanımın terazisinde tartmaya çalışıyorum. Bazılarımızın 'postal yalayıcısı' diye eleştirmesine neden olacak kadar ülke ve bölge gerçekleri açısından önemsediğim Silahlı Kuvvetler'in itibar ve onuruna değer verilmesini savunduğum halde 'Vesayet Rejimi' denen durumu hiçbir zaman desteklememişim...
Silahlı Kuvvetler'deki pek çok üst rütbeli subay gibi darbelerin karşısında, sivil seçilmiş iktidardan yana olmuşum...
12 Eylül Anayasası'na 'Evet, diyelim de gitsinler' numarasını yememiş, zarfın oyun rengini göstermesine aldırış etmeden 'Hayır' oyu atan %8'in içinde kalmışım.
28 Şubat sürecinde çevremdeki eşin dostun uyarısını değil vicdanımın sesini dinlemiş, mağdurların yanında olmuşum; hem de fiilen sahada... Bu desteği yıllarca da sürdürmüşüm...
Öyleyse şimdi sevinmem lazım değil mi? Dedikleri gibi 'Vesayet rejimi yıkılıyor... Hesap soruluyor...'
Ama hayır.. Sevinemiyorum... Tam tersine içimde bir keder... Her zaman ifade ettiğim gibi 'soft issue'lardaki (yumuşak konular, 'daha akıllı güç', Başbakan'ın yalnız bırakılması vs.) zaaflarını eleştirmeme rağmen, tarihin gerektirdiği gelişim - dönüşüm adına ve de memleket için doğru işler yaptığına inandığım iktidarın, 'vesayetsiz yaşayamayanlar' tarafından değil, 'kamu vicdanı'nda algılanması boyutunda içimde bir sıkıntı... Bugünün ötesinde, gelecek zamanların ruhuyla bugünler konusunda yüzleşilmesi boyutunda da...
Sıkıntımın nedenini bizim gazetenin dünkü manşeti bir miktar özetliyor olabilir mi acaba?
'Başbuğ'u yaktılar'...
Ya da yine bizim gazetenin internet sayfasında yayınlanan Genelkurmay'ın Ergenekon Duruşması kararlarıyla ilgili açıklamasındaki 'ses tonu' mu?..
Binlerce ordu mensubunun, binlerce tutuklu yakınının ve tüm araştırmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Türkiye'nin açık ara en güvenilir kuruluşu çıkması yolunda görüş beyan eden milyonlarca insanın ve bu bağlamda ülkenin kahir çoğunluğunun ortak ruhi şekillenmesi ve vicdanının ve burun deliklerinin 'sızladığını' hissetmem mi?
Sayın Başbakan da Sayın Cumhurbaşkanı da araştırmaya, ölçümlemeye, kamu oyu ve vicdanının sesini dinlemeye en yatkın politikacılardır. Bu realiteyi de herhalde tespit ediyorlardır... Bu noktada bir 'spazm çözücü'ye ihtiyaç olduğunu görüyorlardır... Kamu vicdanında Bu 'gönül daralmasının' çözümünü mutlaka bulacaklarına inanıyorum...
Yeni yasa mıdır; Sayın Cumhurbaşkanı'nın af yetkisini çalıştırması mıdır?... Yoksa bütün tabloyu etkileyecek farklı bir iletişim atağı mıdır, bilemem... Çalışmak lazım... Mutlaka bulunur... Yapılacak en yanlış şey, 'Genelkurmay Başkanı'nın 'sadece teşebbüs etmeyi düşündü, planladı' suçlamasıyla mahkum edilişini, rütbelerinin sökülüp, er seviyesine indirildikten sonra demir parmaklıklar arkasına atılışını, avını yerken zevkten ağlayan 'timsahın göz yaşları' içinde oturup seyreden' bir iktidar olarak tarihe geçmeyi kabullenmektir...'
Köşe yazılarının kaderidir, 'yeri geldiğinde' tekrarlanması; ya da içinden alıntılarla geçmiş değerlendirmenin hatırlatılması.
'Başbuğ'u yaktılar' diyen bu yazımdan aşağı yukarı 10 gün önce de Hollwood ünlüleri arasında Türkiye'nin Başbakanı aleyhinde imza toplayarak The Times gazetesine verilen ilanla ilgili olarak 'Habaset erbabı size saldırıyorsa doğru yoldasınız' diye yazmışım.
Demek ki Amerika'da imzalar toplanmış ve ardından Ergenekon Davası'nın sonuçları gelmiş gündeme...
'Son gülen iyi güler' diye eğleniyor ya bazı arkadaşlarımız. Doğrudur. Ancak atalarımız aynı zamanda 'Güleriz ağlanacak halimize' diye de neşelenenleri biraz olsun rahat bırakmaz.
Gülsek de ağlasak da, böylesi dönemlerde ihtiyacımız olan tek duygudur 'insaf'...