Yumuşak Güç’, ‘Sert Gücü’ döver…
17 eylül 2015 yeni şafak
Almanya'da medya alanında verilen uluslararası ödüllerin en saygınlarından biri, Potsdam'da M100 Sanssouci Colloquiumadıyla düzenlenen etkinlikler çerçevesinde her yıl sahibini bulur. Bu yılki ödülü alan İtalyan gazeteci – yazar Roberto Saviano, “Bu ödülü, Türkiye'de gözaltında bulunan Ahmet Altan ve Mehmet Altan'a ithaf ediyorum” demiş.
Avrupa'nın önde gelen yazarları ve gazetecilerinin davetli olduğu ödül törenine, Almanya Şansölyesi Angela Merkel de katılmış. Merkel, törende yaptığı konuşmada, Türkiye'deki gelişmelere dikkat çekerek -beklenildiği üzere- basın ve ifade özgürlüğünün durumunu eleştirmiş.
Ülkesinde Mafya ile ilgili yazdığı kitap nedeniyle tehdit edilen ve bu nedenle polis koruması altında yaşamını sürdüren Saviano, ödülü kabul konuşması için çıktığı kürsüde ithaf gerekçesini dünyaya duyurmuş…
Altan kardeşlerin gözaltına alınması üzerine dış dünyada buna benzer reaksiyonlar artarak devam edeceğe benzer.
Burada iki tür tavır alınabilir… 1. Batı zaten bize karşı önyargılı, deyip kulağımızın üstüne yatar ve bildiğimizi okuruz. 2. Acaba bu çelişkiyi 'yönetebilecek' bir yol var mı, diye düşünüp aklı devreye sokabiliriz…
Bu noktada çoğu okurumuzun bildiği bazı gerçekleri bir daha ifade etmekten, üzerine de bir tutam meslekî ukalalık koymaktan zarar gelmez…
Bir ülkeden çıkan markaların itibarına, o ülkenin marka değeri ya çarpan etkisi yapar; ya da bölen etkisi. Bu nedenle mesela Bangladeş'te 1 dolara satılan bir tişörtü alıp, üzerine Türkiye'den bir markanın etiketini koyarsanız, bunu 5 -10 dolara satabilirsiniz. Ancak aynı tişörtü sizinle aynı fiyata, yani 1 dolara Bangladeş'ten alan bir Fransız markası üzerine kendi etiketini koyarsa, onu 100 dolara satabilir…
Aradaki farkı oluşturan unsura dünyada 'Softpower' deniyor. TürkçeyeYumuşak Güç olarak tercüme edilmiş. Ne var bu 'Softpower'ın içinde?
İtibarınızın dünyadaki yerini gösteren 'Yumuşak Güç Endeksi' adlı 'rating' sıralamasında konumumuz nasıl oluşuyor?
Yayınlanan ve alıntılanan bilimsel eser sayınızla, patent sayınızla, yargı sisteminizle, bilim ve sanat alanında alınan ödüllerle, özgürlüklerinizle, ülkenizde darbelerin yapılıp yapılamayacağıyla ve bunlar gibi daha pek çok parametre ile… Bunların toplanması ile o endeksteki yeriniz ortaya çıkar…
Ülke itibarını oluşturan iki seren direğinden biri, ülkenin 'Yumuşak Güç Endeksi'ndeki yeri ise, diğeri de ekonomik gücünü gösteren Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla'sıdır. Bunu da örneğin G-20 içinde yer almakla ölçümlemek mümkündür.
Bir ülkenin marka değeri tabii ki bu iki endekste birden üst sıralarda yer almakla artabilir. Ancak, hangi seren direği marka değerini daha güçlü bir şekilde etkiler sorusunun yanıtı çok nettir: Yumuşak Güç konusundaki başarıları… İsviçre G20'de yoktur ancak 'Yumuşak Güç Endeksi' sıralamasında o kadar yukarıdadır ki, İsviçre markaları dünya pazarlarında G20 içinde yer alan pek çok ülke markasından daha büyük değer payı alırlar…
Ülkemizin 'Yumuşak Güç Endeksi' sıralamasındaki yeri konusunda burada defalarca naçizane görüşümüzü belirtmiştik. Zoru başarmış, Cumhuriyet tarihinin en büyük kazanımlarına ulaşmış AK Parti hükümetleri, okyanusları geçip nehirlerde boğulmamalılar, demiştik…
Altan kardeşlerin gözaltı süreleri ve tutuklu yargılanmaları meselesi de gelip bir üst yapı konusuna, 'softpower' algısı alanına bizi kilitlemek üzeredir.
14 Temmuz gecesi, FETÖ'nün yönetiminde hareket ettiği ayan beyan bilinen, biri kapandı mı diğeri mantar gibi biten, 'Kaçak - Göcek' iş yapan kanallardan birinde Nazlı Ilıcak ve Mehmet Altan'ın birlikte sundukları ve Ahmet Altan'ın konuk olarak katıldığı programın tamamını, kendimi tutup YouTube'dan izledim.
Üzüldüm… Bu kadar sığlığı, miyopluğu, kör döğüşü gibi salvolarla Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelen saldırı yoğunluğunu, muhtemel darbelerle ilgili ileri sürülen tahmin ve analizleri, benzer bir abartılı saldırı sistematiği içine girmiş Batı basını ile aynı tondan hakaret düzeyi ile milletin değerlerini hiçe sayışı ve nihayet tutuklanma ve hapse atılma talebi varmış gibi bunun altını defalarca çizmelerini sonuna kadar yadırgadım; her ikisine de yakıştıramadım…
Ancak yadırgadığım bir şey daha vardı. Hiçbir kimse beni Altan kardeşlerin böyle bir ortamda ülkeyi terk edip kaçacakları konusunda ikna edemezdi. Normal pasaportu ile elini kolunu sallayarak ülke dışına çıkmış ve oradan saldırıya geçmiş olan bir Can Dündar vakası yoktu ortada. Olsaydı ne olacaktı ki? Can Dündar kendisine edeceğini etmişti; etkisi de yakında giderek zalacaktı.
Tutuklu yargılama, bizim sınırlı hukuki bilgi ve görgümüze göre, zanlının ülkeyi terk etmesi, izini kaybettirmesi, delilleri karartması ihtimalini engellemek için başvurulan bir yöntemdir… Altan'lar konusunda karartacak pek bir delilden de söz edilemez ki… Her şey ortada ve kayıt altındadır zaten. O halde bu ve benzeri vakalarda gözaltı süresini bir iki günle sınırlayıp tutuksuz yargılama aşamasına geçmek için ne engel vardır; anlaşılması mümkün değildir…
Her ikisinin de gözaltında bunca zaman tutulması, Türkiye'nin 'Yumuşak Gücü' adına hiç de hayırlı değildir. Olacak iş değil ya, tutun ki kaçıp gittiler... Ne olabilirdi ki?..
Başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve milletimizin, sonra alçak darbecilerin karşısına dikilmiş tüm kurum ve kişilerin kahramanlığı ile kurtarılmış olan ülkemizi, demokrasimizi, milletimizin etkin irade beyanını tam dünyaya nasıl anlatırız, diye düşünüp planlar yaptığımız bir dönemde, bu tür yol kazalarının onca ağırlığını ülkenin ve onu yönetenlerin omuzlarına yüklemek, en başta Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve canını dişine takmış çalışan hükümetin üyelerine karşı büyük haksızlıktır.
Yumuşak gücü yönetmekteki hatalar, emek zahmet oluşturulan 'Sert Gücün' zaferlerini de ne yazık ki gölgeler….
Avrupa'nın önde gelen yazarları ve gazetecilerinin davetli olduğu ödül törenine, Almanya Şansölyesi Angela Merkel de katılmış. Merkel, törende yaptığı konuşmada, Türkiye'deki gelişmelere dikkat çekerek -beklenildiği üzere- basın ve ifade özgürlüğünün durumunu eleştirmiş.
Ülkesinde Mafya ile ilgili yazdığı kitap nedeniyle tehdit edilen ve bu nedenle polis koruması altında yaşamını sürdüren Saviano, ödülü kabul konuşması için çıktığı kürsüde ithaf gerekçesini dünyaya duyurmuş…
Altan kardeşlerin gözaltına alınması üzerine dış dünyada buna benzer reaksiyonlar artarak devam edeceğe benzer.
Burada iki tür tavır alınabilir… 1. Batı zaten bize karşı önyargılı, deyip kulağımızın üstüne yatar ve bildiğimizi okuruz. 2. Acaba bu çelişkiyi 'yönetebilecek' bir yol var mı, diye düşünüp aklı devreye sokabiliriz…
Bu noktada çoğu okurumuzun bildiği bazı gerçekleri bir daha ifade etmekten, üzerine de bir tutam meslekî ukalalık koymaktan zarar gelmez…
Bir ülkeden çıkan markaların itibarına, o ülkenin marka değeri ya çarpan etkisi yapar; ya da bölen etkisi. Bu nedenle mesela Bangladeş'te 1 dolara satılan bir tişörtü alıp, üzerine Türkiye'den bir markanın etiketini koyarsanız, bunu 5 -10 dolara satabilirsiniz. Ancak aynı tişörtü sizinle aynı fiyata, yani 1 dolara Bangladeş'ten alan bir Fransız markası üzerine kendi etiketini koyarsa, onu 100 dolara satabilir…
Aradaki farkı oluşturan unsura dünyada 'Softpower' deniyor. TürkçeyeYumuşak Güç olarak tercüme edilmiş. Ne var bu 'Softpower'ın içinde?
İtibarınızın dünyadaki yerini gösteren 'Yumuşak Güç Endeksi' adlı 'rating' sıralamasında konumumuz nasıl oluşuyor?
Yayınlanan ve alıntılanan bilimsel eser sayınızla, patent sayınızla, yargı sisteminizle, bilim ve sanat alanında alınan ödüllerle, özgürlüklerinizle, ülkenizde darbelerin yapılıp yapılamayacağıyla ve bunlar gibi daha pek çok parametre ile… Bunların toplanması ile o endeksteki yeriniz ortaya çıkar…
Ülke itibarını oluşturan iki seren direğinden biri, ülkenin 'Yumuşak Güç Endeksi'ndeki yeri ise, diğeri de ekonomik gücünü gösteren Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla'sıdır. Bunu da örneğin G-20 içinde yer almakla ölçümlemek mümkündür.
Bir ülkenin marka değeri tabii ki bu iki endekste birden üst sıralarda yer almakla artabilir. Ancak, hangi seren direği marka değerini daha güçlü bir şekilde etkiler sorusunun yanıtı çok nettir: Yumuşak Güç konusundaki başarıları… İsviçre G20'de yoktur ancak 'Yumuşak Güç Endeksi' sıralamasında o kadar yukarıdadır ki, İsviçre markaları dünya pazarlarında G20 içinde yer alan pek çok ülke markasından daha büyük değer payı alırlar…
Ülkemizin 'Yumuşak Güç Endeksi' sıralamasındaki yeri konusunda burada defalarca naçizane görüşümüzü belirtmiştik. Zoru başarmış, Cumhuriyet tarihinin en büyük kazanımlarına ulaşmış AK Parti hükümetleri, okyanusları geçip nehirlerde boğulmamalılar, demiştik…
Altan kardeşlerin gözaltı süreleri ve tutuklu yargılanmaları meselesi de gelip bir üst yapı konusuna, 'softpower' algısı alanına bizi kilitlemek üzeredir.
14 Temmuz gecesi, FETÖ'nün yönetiminde hareket ettiği ayan beyan bilinen, biri kapandı mı diğeri mantar gibi biten, 'Kaçak - Göcek' iş yapan kanallardan birinde Nazlı Ilıcak ve Mehmet Altan'ın birlikte sundukları ve Ahmet Altan'ın konuk olarak katıldığı programın tamamını, kendimi tutup YouTube'dan izledim.
Üzüldüm… Bu kadar sığlığı, miyopluğu, kör döğüşü gibi salvolarla Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelen saldırı yoğunluğunu, muhtemel darbelerle ilgili ileri sürülen tahmin ve analizleri, benzer bir abartılı saldırı sistematiği içine girmiş Batı basını ile aynı tondan hakaret düzeyi ile milletin değerlerini hiçe sayışı ve nihayet tutuklanma ve hapse atılma talebi varmış gibi bunun altını defalarca çizmelerini sonuna kadar yadırgadım; her ikisine de yakıştıramadım…
Ancak yadırgadığım bir şey daha vardı. Hiçbir kimse beni Altan kardeşlerin böyle bir ortamda ülkeyi terk edip kaçacakları konusunda ikna edemezdi. Normal pasaportu ile elini kolunu sallayarak ülke dışına çıkmış ve oradan saldırıya geçmiş olan bir Can Dündar vakası yoktu ortada. Olsaydı ne olacaktı ki? Can Dündar kendisine edeceğini etmişti; etkisi de yakında giderek zalacaktı.
Tutuklu yargılama, bizim sınırlı hukuki bilgi ve görgümüze göre, zanlının ülkeyi terk etmesi, izini kaybettirmesi, delilleri karartması ihtimalini engellemek için başvurulan bir yöntemdir… Altan'lar konusunda karartacak pek bir delilden de söz edilemez ki… Her şey ortada ve kayıt altındadır zaten. O halde bu ve benzeri vakalarda gözaltı süresini bir iki günle sınırlayıp tutuksuz yargılama aşamasına geçmek için ne engel vardır; anlaşılması mümkün değildir…
Her ikisinin de gözaltında bunca zaman tutulması, Türkiye'nin 'Yumuşak Gücü' adına hiç de hayırlı değildir. Olacak iş değil ya, tutun ki kaçıp gittiler... Ne olabilirdi ki?..
Başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve milletimizin, sonra alçak darbecilerin karşısına dikilmiş tüm kurum ve kişilerin kahramanlığı ile kurtarılmış olan ülkemizi, demokrasimizi, milletimizin etkin irade beyanını tam dünyaya nasıl anlatırız, diye düşünüp planlar yaptığımız bir dönemde, bu tür yol kazalarının onca ağırlığını ülkenin ve onu yönetenlerin omuzlarına yüklemek, en başta Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve canını dişine takmış çalışan hükümetin üyelerine karşı büyük haksızlıktır.
Yumuşak gücü yönetmekteki hatalar, emek zahmet oluşturulan 'Sert Gücün' zaferlerini de ne yazık ki gölgeler….