Konyalı’da her şey var, bir şey eksik
10 EYLÜL 2006
Cuma akşamları önce yemek sonra sinema programına bayağı ısındık. Bu kez Kanyon’un içindeki Konyalı’ya gittik yemeğe. Yemek öncesi nefis bir gösteri izledik. Nerede? Kanyon’un ortasındaki açık ‘pist’te... Arjantin tangoları eşliğinde onlarca genç çift dans ediyordu. Hepsi şık, hepsi iyi eğitimli, hepsi belli ki bir süre tango dersi almışlar.. Kanyon yönetiminin yerinde olsam bu tango organizasyonunu örneğin her Cuma yapar, bu etkinliği de adam gibi duyururdum. Üst katlardaki balkonlardan ve zemindeki kafelerde oturan binlerce insanın bu müthiş ziyafetten etkilenmemesi mümkün değildi. Nitekim bütün Kanyon alkış ve tezahürattan inledi...
Biraz da bu ziyafetin etkisiyle Konyalı’nın Türk ve Osmanlı seçeneklerinden oluşan ömre bedel mutfağı ile kendimizi şımarttık. Gelelim tavsiyelere: 1. Öncelikle korkmayın. Restoranın havası birinci sınıf olmasına rağmen, eğer içki içmezseniz, adam başına yaklaşık 30 – 40 YTL arasında çıkmak mümkün. Biz 5 kişi 215 YTL ödedik. Mutlaka cam kenarında oturmaya çalışın. Her zaman deniz manzarası olmaz. Kendinizi uygarlığın ortasında hissetmek, başka bir zenginlik olabilir. 2. Her şey mükemmel de, oradan etli kurufasulye yemeden çıkanın –Aydın Boysan’ın tabiriyle- katli vaciptir... Oysa domatesli pilavdan bir iki puan düştüm. Çünkü lezzeti mükemmel olmasına rağmen kısmen kırılmıştı. 3. Aydın Boysan ağabeyin yine kulakları çınlasın imtihan sorusu tabii ki cacık’tı.. Tam puanı verdik cacığa. Koyuluğu, sarımsak miktarı, zeytin yağı, nane ve dereotu miktarı, salatalığın doğranma inceliği ‘benchmark’ gibiydi. 4. Şerbetlerden tatmadan çıkarsanız, o günü boşa geçirmiş sayın kendinizi 5. Tam puan alan diğer yemekler arasında pazı dolması, imam bayıldı, yoğurtlu ‘döğme’ çorbası, iç pilav, süt tatlıları, portakal rahiyalı baklava vardı.
Peki Konyalı’nın başarılı olmadığı ne var? Tabii ki iletişimi. O merdivenden değil de karşıdaki asansörden çıksaydım, ben Konyalı’nın sadece Sirkeci’de ve Topkapı şubesinde boy gösterdiğini bilmeye devam edecektim ve yazık olacaktı...
Hande Ataizi yanlış yere bakıyor
Dün bir gazetede manşetti. Hande Ataizi demiş ki: “Evlenirsem cazibemi kaybederim!” Ataizi, iki yıldır birlikte olduğu Mert Bey’le evliliği düşünmediğini anlatırken bu veciz görüşü ileri sürmüş. Bir insanla, ömür boyu, hayatında başka hiç kimse olmadan yaşamak zorunluluğu ters geliyormuş Hande Hanım’a..
Bu benim başıma hep gelir. Habertürk’teki programda da Özlem Gürses vicdansızca Ak Parti’ye saldırınca, kendimi iktidar partisini savunurken bulurum.. Şimdi de öyle. Evlilik müessesini savunmak zorunda kalacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama cazibe ile evliliği ters orantıya koyan bir mantıkla karşılaşınca yapacak bir şey yok..
Ataizi’ne göre evlenmiş ve hatta bol bol çocuk yapmış ve böylece cazibesini tamamen kaybetmiş starlardan bazıları şöyle: Catherine Zeta Jones, Angelina Jolie, Demi Moore, Susan Sarandon, Celine Dion, Madonna, Britney Spears, Victoria Beckham, Nicole Kidman, Jenifer Lopez..
İyi mi?
Bunlar evlenince işsiz mi kalmışlar?
Hande Ataizi başka bir şey demek istiyor da biz anlamıyoruz herhalde.. Acaba, ne demek istediği sözlerinin ikinci kısmının arkasında mı gizli?..
Ataizi bir de, “Etrafımda o kadar kötü evlilikler görüyorum ki!” demiş. İşte orada haklı. Biraz da kültür ve değerleri aynı, saygı – şefkat – dostluk üçgenini bozmamayı başarmış çiftlere baksa, rahat edecek aslında..
Bu trene binilir
Sanki beni duydular. Ya da çok önceden planlamışlardı da; biz yeni görüyoruz.. Pek çok kişinin ıslığına yerleşmiş olsa da Turkcell-im reklamlarına hafiften sıkılıyorum ya, “Al sana hüngür müngür bir Cello-Can reklamı!” demişler sanki... Duygusal mı, duygusal; şirin mi, şirin..
İnsanların satın alma kararlarında duygusal faktörlerin en ağırlıklı rolü oynadığı yıllardır biliniyor. Fakat bilmek ile uygulamak arasındaki o kısacık ama zor yolun kolay kolay aşılamadığı da biliniyor..
Kapsama alanı reklamları zaten Turkcell’in her zaman kuvvetli yanı olmuştur. Tren de makinisti de bizi alıp götürüyor.. Lokomotif sürücüsü rolünde Yetkin Dikinciler belli ki, gelecekte kendinden sık sık söz ettirmeye devam edecek. Babam ve Oğlum’da Salim, Gözyaşı Çetesi’nde Cevahir rollerinde çizdiği zıt tiplerdeki başarısından belliydi. Bu kısacık reklam filmine bile özel bir ağırlık getirmiş.
Turkcell iletişim konusunda yakalamış olduğu sağlam çizgiye dönmüş neyse. Algılama ve itibar yönetimi açısından burada durdukça karada ölüm yok..
Bu kadarı kadı kızında da olur
Algida iletişim işini aslında çok iyi bilir. Uluslararası bir kuruluş olmasına rağmen Türk damak tadını hiç ihmal etmez. Son Carte d’Or kampanyası bunun bir örneği. Biraz Coca-Cola’ya benzetirim ben onları. Yerlilik, temel iletişim stratejilerinin en önemli belirleyenidir.
Hani Batı’da yaptırdıkları, bize tamamen ters reklam filmlerini ucuz olsun diye tercüme ettirip piyasaya süren ‘uyanıklar’ var ya, işte onlar Algida gibilerine bıyık altında gülüyor olabilirler. Markayı kimin daha iyi yönettiği zaman içinde belli olur. Hiç merak etmesinler.
Başta müziği (Kim ne derse desin, aşk için) her karesiyle bizden olan ‘tatlı yiyelim tatlı konuşalım’ kampanyasının hiç mi eleştirilecek yanı yok. Var! Bir: PR ayağı eksik.. Çok başarılı bir PR şirketiyle çalışan Algida bu kez galiba bütçeye PR desteği koymamış. Ya da bana rastlamadı. İki: Türk tatlılarının altı çok çiziliyor. Bu tadı dondurmada birebir tutturmak kolay değil. Tadanlar marka vaadi ile gerçeğin bazı ürünlerde tam üst üste gelmediğini söylüyorlar (örneğin ekmek kadayıfı)..
Bu kadar hata kadı kızında da olur. 2006 yazını iletişim açısından başarıyla geçen Algida’yı kutluyorum.
Biraz da bu ziyafetin etkisiyle Konyalı’nın Türk ve Osmanlı seçeneklerinden oluşan ömre bedel mutfağı ile kendimizi şımarttık. Gelelim tavsiyelere: 1. Öncelikle korkmayın. Restoranın havası birinci sınıf olmasına rağmen, eğer içki içmezseniz, adam başına yaklaşık 30 – 40 YTL arasında çıkmak mümkün. Biz 5 kişi 215 YTL ödedik. Mutlaka cam kenarında oturmaya çalışın. Her zaman deniz manzarası olmaz. Kendinizi uygarlığın ortasında hissetmek, başka bir zenginlik olabilir. 2. Her şey mükemmel de, oradan etli kurufasulye yemeden çıkanın –Aydın Boysan’ın tabiriyle- katli vaciptir... Oysa domatesli pilavdan bir iki puan düştüm. Çünkü lezzeti mükemmel olmasına rağmen kısmen kırılmıştı. 3. Aydın Boysan ağabeyin yine kulakları çınlasın imtihan sorusu tabii ki cacık’tı.. Tam puanı verdik cacığa. Koyuluğu, sarımsak miktarı, zeytin yağı, nane ve dereotu miktarı, salatalığın doğranma inceliği ‘benchmark’ gibiydi. 4. Şerbetlerden tatmadan çıkarsanız, o günü boşa geçirmiş sayın kendinizi 5. Tam puan alan diğer yemekler arasında pazı dolması, imam bayıldı, yoğurtlu ‘döğme’ çorbası, iç pilav, süt tatlıları, portakal rahiyalı baklava vardı.
Peki Konyalı’nın başarılı olmadığı ne var? Tabii ki iletişimi. O merdivenden değil de karşıdaki asansörden çıksaydım, ben Konyalı’nın sadece Sirkeci’de ve Topkapı şubesinde boy gösterdiğini bilmeye devam edecektim ve yazık olacaktı...
Hande Ataizi yanlış yere bakıyor
Dün bir gazetede manşetti. Hande Ataizi demiş ki: “Evlenirsem cazibemi kaybederim!” Ataizi, iki yıldır birlikte olduğu Mert Bey’le evliliği düşünmediğini anlatırken bu veciz görüşü ileri sürmüş. Bir insanla, ömür boyu, hayatında başka hiç kimse olmadan yaşamak zorunluluğu ters geliyormuş Hande Hanım’a..
Bu benim başıma hep gelir. Habertürk’teki programda da Özlem Gürses vicdansızca Ak Parti’ye saldırınca, kendimi iktidar partisini savunurken bulurum.. Şimdi de öyle. Evlilik müessesini savunmak zorunda kalacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama cazibe ile evliliği ters orantıya koyan bir mantıkla karşılaşınca yapacak bir şey yok..
Ataizi’ne göre evlenmiş ve hatta bol bol çocuk yapmış ve böylece cazibesini tamamen kaybetmiş starlardan bazıları şöyle: Catherine Zeta Jones, Angelina Jolie, Demi Moore, Susan Sarandon, Celine Dion, Madonna, Britney Spears, Victoria Beckham, Nicole Kidman, Jenifer Lopez..
İyi mi?
Bunlar evlenince işsiz mi kalmışlar?
Hande Ataizi başka bir şey demek istiyor da biz anlamıyoruz herhalde.. Acaba, ne demek istediği sözlerinin ikinci kısmının arkasında mı gizli?..
Ataizi bir de, “Etrafımda o kadar kötü evlilikler görüyorum ki!” demiş. İşte orada haklı. Biraz da kültür ve değerleri aynı, saygı – şefkat – dostluk üçgenini bozmamayı başarmış çiftlere baksa, rahat edecek aslında..
Bu trene binilir
Sanki beni duydular. Ya da çok önceden planlamışlardı da; biz yeni görüyoruz.. Pek çok kişinin ıslığına yerleşmiş olsa da Turkcell-im reklamlarına hafiften sıkılıyorum ya, “Al sana hüngür müngür bir Cello-Can reklamı!” demişler sanki... Duygusal mı, duygusal; şirin mi, şirin..
İnsanların satın alma kararlarında duygusal faktörlerin en ağırlıklı rolü oynadığı yıllardır biliniyor. Fakat bilmek ile uygulamak arasındaki o kısacık ama zor yolun kolay kolay aşılamadığı da biliniyor..
Kapsama alanı reklamları zaten Turkcell’in her zaman kuvvetli yanı olmuştur. Tren de makinisti de bizi alıp götürüyor.. Lokomotif sürücüsü rolünde Yetkin Dikinciler belli ki, gelecekte kendinden sık sık söz ettirmeye devam edecek. Babam ve Oğlum’da Salim, Gözyaşı Çetesi’nde Cevahir rollerinde çizdiği zıt tiplerdeki başarısından belliydi. Bu kısacık reklam filmine bile özel bir ağırlık getirmiş.
Turkcell iletişim konusunda yakalamış olduğu sağlam çizgiye dönmüş neyse. Algılama ve itibar yönetimi açısından burada durdukça karada ölüm yok..
Bu kadarı kadı kızında da olur
Algida iletişim işini aslında çok iyi bilir. Uluslararası bir kuruluş olmasına rağmen Türk damak tadını hiç ihmal etmez. Son Carte d’Or kampanyası bunun bir örneği. Biraz Coca-Cola’ya benzetirim ben onları. Yerlilik, temel iletişim stratejilerinin en önemli belirleyenidir.
Hani Batı’da yaptırdıkları, bize tamamen ters reklam filmlerini ucuz olsun diye tercüme ettirip piyasaya süren ‘uyanıklar’ var ya, işte onlar Algida gibilerine bıyık altında gülüyor olabilirler. Markayı kimin daha iyi yönettiği zaman içinde belli olur. Hiç merak etmesinler.
Başta müziği (Kim ne derse desin, aşk için) her karesiyle bizden olan ‘tatlı yiyelim tatlı konuşalım’ kampanyasının hiç mi eleştirilecek yanı yok. Var! Bir: PR ayağı eksik.. Çok başarılı bir PR şirketiyle çalışan Algida bu kez galiba bütçeye PR desteği koymamış. Ya da bana rastlamadı. İki: Türk tatlılarının altı çok çiziliyor. Bu tadı dondurmada birebir tutturmak kolay değil. Tadanlar marka vaadi ile gerçeğin bazı ürünlerde tam üst üste gelmediğini söylüyorlar (örneğin ekmek kadayıfı)..
Bu kadar hata kadı kızında da olur. 2006 yazını iletişim açısından başarıyla geçen Algida’yı kutluyorum.