Aziz Başkan’ın heykelini dikelim!
27 aĞUSTOS 2006
Bu filmi bir kaç kere görmüştüm. Kemal Sunal filmleri gibi. Dön dolaş yine göster. İş yapıyor... Demek ki kuralarda Fenerbahçe’ye çıkan rakipleri küçümseme filmi de iş yapıyor ki her seferinde aynı numarayla karşılaşıyoruz. Sonra bilinen final...
Tam diyorduk ki, “Yahu Dinamo Kiev için çantada keklik diyordunuz. Ne oldu? Hani Zico acayip iyi futbol oynatıyordu; n’aber? Bir de transfer tamam, diyordunuz, şimdi santrfor yok diye tepiniyorsunuz. Bu nasıl iş? İnsan biraz özeleştiri yapmasını bilir. En azından susar!” Dün sabah yeni kuraların yorumlarıyla uyandık yine... “Fenere lokum gibi rakip!”, “Tur garanti!”, “Düğün gibi kura!” “FB ile BJK’nin işleri kolay!” vs...
Fener’in Randers ile oynayacağı maçların ertesindeki başlıkları görür gibiyim: “Ne de olsa Danimarka takımı... Danimarka 14 yıl önce Avrupa Şampiyonu olmuştu, kolay mı?.. Zico takımı korkak oynattı. Bütün suç Aziz Yıldırım’da..”
İki gün sonra Aziz Yıldırım Başkan’dan bir numara!.. Hemen nasıl da ‘heykeli dikilesi bir başkan’ olduğu konusunda yazılar..
Şu sıra da öyle değil mi? Sen ha bire Şampiyonlar Ligi’nin kapısından tornistan yap. Sıradan takımlara elen.. Sonra dünkü gazetelerdeki manşetler: “Fener yönetiminden ekonomik başarı!”, “Fener kâr etti!”.. Neymiş? Anelka’yı aldıklarından bir milyon fazlasına satmışlar. Bakın, “Anelka yanlış transferdi” haberi nasıl da “Anelka ekonomik başarıydı” haberi haline geliveriyor. Keşke Fener 10 milyon dolar zarar etseydi de Şampiyonlar Ligi’ne katılabilseydi...
Aziz Bey’in heykelini ne için dikerler bilmem ama ben olsam iletişim yönetimindeki başarısından dolayı dikerdim. Bir çok kuruluş başarılarını başarıyla anlatamazken, Aziz Başkan’ın başarısızlıkları başarıymış gibi gösterecek bir iletişim başarısını sergilemekteki başarısı, her türlü başarının üzerinde bir başarı performansıdır.. Onun için de heykeli hak eder.
Fikir süper, ya uygulama?..
Bir yandan Milliyet gazetesinde çalışırken, bir yandan da bir yıllık bir pratik eğitimden sonra 1978’de sınavını verip Goethe Enstitüsü’nde hocalığa başlamıştım. Aldığım sertifikanın adı biraz uzundu: Lehrer für Deutsch als Fremdsprache (‘Yabancı Dil Olarak’ Almanca Hocası)... Goethe Enstitüsü o sıralarda Alman Lisesi’nin sınıflarını kullanıyordu. Haftada 5 gün toplam 20 saat, İstanbul Erkek Lisesi’ne geçmeden 3 yıl okuduğum lisenin sınıflarında ders anlatmak, sınav yapmak, çok heyecan vericiydi..
Goethe Enstitüsü’nün dünya üzerindeki ağı kendi ülkem adına son derece kıskandığım bir sistemdi. Sadece ülkenin dilini değil kültürünü de öğretiyorlardı. Hem de üstüne para alarak... Yani misyonerce değil...
“Neden bizde olmaz bu işler?” diye hayıflanır; nedeni milli mutabakatları sağlayamamamızda arardım. Öyle ya adam Goethe demiş, akan sular durmuş. Biz ne diyeceğiz? Nazım Hikmet mi, Necip Fazıl mı? Yahya Kemal mi, Cemil Meriç mi?..
Dün bizim gazetenin gündeminde okuyunca gözlerime inanamadım. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Enstitüsü modelini uygulamak üzere atağa geçmiş. Yunus Emre Vakfı adını verdikleri kuruluşla, benzer bir kültür ağı kuracaklarmış.. Kültürel, toplumsal ve politik yaşama ilişkin bilgilerle Türkiye'yi tüm yönleriyle tanıtacak ve yabancılara Türkçe öğretecek vakfın mütevelli heyetinin başkanlığını Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül yapacakmış. Vakfın yönetiminde ise üst düzey bürokratlar yer alacakmış. İşte zurna zırt derse, burada der.. Eğer fikirde sağlanmış olan ittifak yönetimde de sürdürülmezse, çocuk ölü doğar. Tüm milletin dünyadaki uzantısı olması gereken ve Goethe’de böyle çalışan model, bizde yönetime ‘sen ben bizim oğlan’ getirilerek, hükümetin daha da vahimi Ak Parti’nin ‘enstrümanı’ haline çevrilir ki, yazık olur...
Haydi hayırlısı bakalım
Aradan neredeyse 40 sene geçmiş olsa da benim eski takımın ne yaptığını göz ucuyla izlerim. Nuri Çolakloğlu, Cengiz ve Tuba Çandar, Gün Zileli, İpek ve Oral Çalışlar, Şahin Alpay, Ömer Madra, Atıl ve Füsun Ant, Ömer Özerturgut, Yıldırım Dağeli, Lütfi ve Ferai Tınç vb... Zeka ve bilgi düzeylerimizle paralellik içinde seyreden tekamül düzeylerimizi kaydetmenin özel bir toplumsal lezzeti vardır.. Bizimkileri farklı bir yere koyarım ne hikmetse..
Apayrı bir yerlere koyduğum biri de tabii ki Doğu Perinçek’tir.. Dünkü Yeni Şafak gazetesindeki Perinçek haberini okurken anılarım beni 70’lerin başına, çekilen acıların ortasına kadar götürdü. Yeni Şafak’ın başlığı şöyle: “Perinçek Dümeni Sağa Kırdı!” Doğu Perinçek Yeni Şafak’ı ziyarete gitmiş. Gider. İP Başkanı olarak görevi. Şöyle demiş: “Programımızda Hz. Muhammed’in bir çok yönünü gözler önüne sereceğiz. Toplum bizim bu duyarlılığımızı bilmiyor. Artık bu yönümüzü de ortaya çıkaracağız!” Hey gidi günler hey!..
Bu arada CHP Lideri Baykal'ın da Perinçek’i yalnız bırakmak niyetinde olmadığını vurgulamakta yarar var. Baykal, bir süredir uygulamaya koyduğu "sağ seçmene de açılım" politikasının altyapısını oluşturacak ve seçimde kullanılacak bir dizi paketi uygulamaya koymaya başladı. CHP, böylece yıllardır merkez sağın "oy deposu" olarak görülen seçmen kitlesine de yönelmiş. Bu çerçevede harekete geçen grup yönetimi uzman milletvekillerinin oluşturduğu komisyon tarafından hazırlanan; çiftçi ve köylülere yönelik 52 maddelik bir "vaat paketi" hazırlanmış!.. İnsanın, “Haydi hayırlı tıraşlar!..” diyesi geliyor..
Bugün Brunch günü!
Hani tartışılıyor ya, magazin nasıl olmalı falan.. Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nda ben de bir keresinde racon kesmiştim. Dikkat edilecek iki husus vardı.
Bir: Ortalama Türk seyircisinin kalitesiz, cavalacoz, ‘Neşeli Cahiliye’ kültürü kıvamında, cinsel gönderme ağırlık, seviyesiz ürünlerden hoşlandığı tamamen yalandı!.. Çünkü bütün iş yapmış olan diziler bunun tersini gösteriyordu..
İki: Aslında ‘magazin nasıl olmalı’ sorusunun yanıtı gözümüzün önünde duruyordu: Gazetelerin üzerlerinde Cumartesi, Pazar yazan eklerine alıcı gözle bir bakıldığında görülecek şey magazindi! İşte olması geren gerçek magazin oydu..
Ben de bu eklerin sadık bir okuruyum. En beğendiğim ise, belki biraz da ‘kuzguna yavrusu’ misali bizim Brunch... Tasarımıyla, içeriğiyle tek kelimeyle mükemmel.. Küçücük bir yatırımla, rahatlıkla bağımsız bir dergi haline gelebilir ve yatırımcı mantıkla dayanılabilirse, şu anda piyasada bulunan tirajları 10 bini zar zor geçen, adı da içeriği de ithal, İstanbul Dükalığındaki ecnebiler için ecnebiler tarafından çıkarılan dergilerin tümüne aslanlar gibi kafa tutar... Bugün Brunch günü.. Afiyet olsun..
Tam diyorduk ki, “Yahu Dinamo Kiev için çantada keklik diyordunuz. Ne oldu? Hani Zico acayip iyi futbol oynatıyordu; n’aber? Bir de transfer tamam, diyordunuz, şimdi santrfor yok diye tepiniyorsunuz. Bu nasıl iş? İnsan biraz özeleştiri yapmasını bilir. En azından susar!” Dün sabah yeni kuraların yorumlarıyla uyandık yine... “Fenere lokum gibi rakip!”, “Tur garanti!”, “Düğün gibi kura!” “FB ile BJK’nin işleri kolay!” vs...
Fener’in Randers ile oynayacağı maçların ertesindeki başlıkları görür gibiyim: “Ne de olsa Danimarka takımı... Danimarka 14 yıl önce Avrupa Şampiyonu olmuştu, kolay mı?.. Zico takımı korkak oynattı. Bütün suç Aziz Yıldırım’da..”
İki gün sonra Aziz Yıldırım Başkan’dan bir numara!.. Hemen nasıl da ‘heykeli dikilesi bir başkan’ olduğu konusunda yazılar..
Şu sıra da öyle değil mi? Sen ha bire Şampiyonlar Ligi’nin kapısından tornistan yap. Sıradan takımlara elen.. Sonra dünkü gazetelerdeki manşetler: “Fener yönetiminden ekonomik başarı!”, “Fener kâr etti!”.. Neymiş? Anelka’yı aldıklarından bir milyon fazlasına satmışlar. Bakın, “Anelka yanlış transferdi” haberi nasıl da “Anelka ekonomik başarıydı” haberi haline geliveriyor. Keşke Fener 10 milyon dolar zarar etseydi de Şampiyonlar Ligi’ne katılabilseydi...
Aziz Bey’in heykelini ne için dikerler bilmem ama ben olsam iletişim yönetimindeki başarısından dolayı dikerdim. Bir çok kuruluş başarılarını başarıyla anlatamazken, Aziz Başkan’ın başarısızlıkları başarıymış gibi gösterecek bir iletişim başarısını sergilemekteki başarısı, her türlü başarının üzerinde bir başarı performansıdır.. Onun için de heykeli hak eder.
Fikir süper, ya uygulama?..
Bir yandan Milliyet gazetesinde çalışırken, bir yandan da bir yıllık bir pratik eğitimden sonra 1978’de sınavını verip Goethe Enstitüsü’nde hocalığa başlamıştım. Aldığım sertifikanın adı biraz uzundu: Lehrer für Deutsch als Fremdsprache (‘Yabancı Dil Olarak’ Almanca Hocası)... Goethe Enstitüsü o sıralarda Alman Lisesi’nin sınıflarını kullanıyordu. Haftada 5 gün toplam 20 saat, İstanbul Erkek Lisesi’ne geçmeden 3 yıl okuduğum lisenin sınıflarında ders anlatmak, sınav yapmak, çok heyecan vericiydi..
Goethe Enstitüsü’nün dünya üzerindeki ağı kendi ülkem adına son derece kıskandığım bir sistemdi. Sadece ülkenin dilini değil kültürünü de öğretiyorlardı. Hem de üstüne para alarak... Yani misyonerce değil...
“Neden bizde olmaz bu işler?” diye hayıflanır; nedeni milli mutabakatları sağlayamamamızda arardım. Öyle ya adam Goethe demiş, akan sular durmuş. Biz ne diyeceğiz? Nazım Hikmet mi, Necip Fazıl mı? Yahya Kemal mi, Cemil Meriç mi?..
Dün bizim gazetenin gündeminde okuyunca gözlerime inanamadım. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Enstitüsü modelini uygulamak üzere atağa geçmiş. Yunus Emre Vakfı adını verdikleri kuruluşla, benzer bir kültür ağı kuracaklarmış.. Kültürel, toplumsal ve politik yaşama ilişkin bilgilerle Türkiye'yi tüm yönleriyle tanıtacak ve yabancılara Türkçe öğretecek vakfın mütevelli heyetinin başkanlığını Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül yapacakmış. Vakfın yönetiminde ise üst düzey bürokratlar yer alacakmış. İşte zurna zırt derse, burada der.. Eğer fikirde sağlanmış olan ittifak yönetimde de sürdürülmezse, çocuk ölü doğar. Tüm milletin dünyadaki uzantısı olması gereken ve Goethe’de böyle çalışan model, bizde yönetime ‘sen ben bizim oğlan’ getirilerek, hükümetin daha da vahimi Ak Parti’nin ‘enstrümanı’ haline çevrilir ki, yazık olur...
Haydi hayırlısı bakalım
Aradan neredeyse 40 sene geçmiş olsa da benim eski takımın ne yaptığını göz ucuyla izlerim. Nuri Çolakloğlu, Cengiz ve Tuba Çandar, Gün Zileli, İpek ve Oral Çalışlar, Şahin Alpay, Ömer Madra, Atıl ve Füsun Ant, Ömer Özerturgut, Yıldırım Dağeli, Lütfi ve Ferai Tınç vb... Zeka ve bilgi düzeylerimizle paralellik içinde seyreden tekamül düzeylerimizi kaydetmenin özel bir toplumsal lezzeti vardır.. Bizimkileri farklı bir yere koyarım ne hikmetse..
Apayrı bir yerlere koyduğum biri de tabii ki Doğu Perinçek’tir.. Dünkü Yeni Şafak gazetesindeki Perinçek haberini okurken anılarım beni 70’lerin başına, çekilen acıların ortasına kadar götürdü. Yeni Şafak’ın başlığı şöyle: “Perinçek Dümeni Sağa Kırdı!” Doğu Perinçek Yeni Şafak’ı ziyarete gitmiş. Gider. İP Başkanı olarak görevi. Şöyle demiş: “Programımızda Hz. Muhammed’in bir çok yönünü gözler önüne sereceğiz. Toplum bizim bu duyarlılığımızı bilmiyor. Artık bu yönümüzü de ortaya çıkaracağız!” Hey gidi günler hey!..
Bu arada CHP Lideri Baykal'ın da Perinçek’i yalnız bırakmak niyetinde olmadığını vurgulamakta yarar var. Baykal, bir süredir uygulamaya koyduğu "sağ seçmene de açılım" politikasının altyapısını oluşturacak ve seçimde kullanılacak bir dizi paketi uygulamaya koymaya başladı. CHP, böylece yıllardır merkez sağın "oy deposu" olarak görülen seçmen kitlesine de yönelmiş. Bu çerçevede harekete geçen grup yönetimi uzman milletvekillerinin oluşturduğu komisyon tarafından hazırlanan; çiftçi ve köylülere yönelik 52 maddelik bir "vaat paketi" hazırlanmış!.. İnsanın, “Haydi hayırlı tıraşlar!..” diyesi geliyor..
Bugün Brunch günü!
Hani tartışılıyor ya, magazin nasıl olmalı falan.. Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nda ben de bir keresinde racon kesmiştim. Dikkat edilecek iki husus vardı.
Bir: Ortalama Türk seyircisinin kalitesiz, cavalacoz, ‘Neşeli Cahiliye’ kültürü kıvamında, cinsel gönderme ağırlık, seviyesiz ürünlerden hoşlandığı tamamen yalandı!.. Çünkü bütün iş yapmış olan diziler bunun tersini gösteriyordu..
İki: Aslında ‘magazin nasıl olmalı’ sorusunun yanıtı gözümüzün önünde duruyordu: Gazetelerin üzerlerinde Cumartesi, Pazar yazan eklerine alıcı gözle bir bakıldığında görülecek şey magazindi! İşte olması geren gerçek magazin oydu..
Ben de bu eklerin sadık bir okuruyum. En beğendiğim ise, belki biraz da ‘kuzguna yavrusu’ misali bizim Brunch... Tasarımıyla, içeriğiyle tek kelimeyle mükemmel.. Küçücük bir yatırımla, rahatlıkla bağımsız bir dergi haline gelebilir ve yatırımcı mantıkla dayanılabilirse, şu anda piyasada bulunan tirajları 10 bini zar zor geçen, adı da içeriği de ithal, İstanbul Dükalığındaki ecnebiler için ecnebiler tarafından çıkarılan dergilerin tümüne aslanlar gibi kafa tutar... Bugün Brunch günü.. Afiyet olsun..