"Bize bir şey olmaz"
07 MAYIS 2006
Geçen iki hafta Evliya Çelebi gibiydik. Önce Deniz Harp Okulu. Ardından Eskişehir Anadolu Üniversitesi . Sonra da Bursa Ticaret ve Sanayi Odası. Deniz Harp Okulu, Deniz Lisesi ve Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu öğrencileri de komutanları da bir harikaydı. En az emirkomuta ve disiplin kadar akıl ve zeka ile karşılaştık. Gururlandık. Eskişehir`de Marketing Kulübü`nün düzenlediği `Kampüste Marketing` etkinliklerinde ise muhteşem bir üniversite gençliği vardı karşımızda. En azından bizim şirkette Anadolu İletişim mezunlarının neden diğer fakülte mezunlarından daha fazla olduğunu yerinde görerek anladık. O zıpkın gibi gençleri yetiştiren hocaları kutlamak gerek.
Bursa`da ise 4. Girişimcilik Kongresi`nde Mustafa Erdoğan ile Güven Borça`nın katıldıkları bir paneli yönettik. İkinci günde bize her panele hariçten gazel okuma izni verildi. Derinliği tartışılmaz, buna rağmen keyfi yerinde bir zirve idi. BTSO salonlarını doldurup taşıran Bursalı iş adamları, yönetici ve gençlerin öğrenme heyecanı ve neşesi görülmeye değerdi.
Bu üç buluşma da moralimizi düzeltti. Bu ülkeye evvel Allah hiçbir şey olmaz! duygusunu bir kez daha yaşadık. İstanbul`a ya da Ankara`ya gömülüp, insanlardan uzaklaşıp sadece iş ya da siyaset dünyasına kilitlenip kalınca bazen insana `dar` gelebiliyor. Bu durumlarda her ne kadar zaman fukaralığı çeksek de, yolu ülke dinamiklerinin içinden geçirmekte büyük yarar var. En azından ümit ve umut depolamak için...
Yarış hızlandı
Opet, Akpet ve Petrol Ofisi`nin tatlı reklam rekabeti herkese yarıyor. Bir anda üç milli petrolcümüz olduğunu fark eden tüketici tercihte zorlanacak. Akpet bunların içinde atağa yeni kalktı. Aytemiz`den Akpet`e geçiş fikri de, zamanlaması da, konsepti de iyi. Reklamlarda sergilenen güç ve hız ile istasyon sayısının artışındaki hızı senkron edebilirlerse iletişim riski alma aşamasına kısa zamanda gelebilecekler gibi gözüküyor.
Opet, yoluna Cem Yılmaz ve esprili diyalogları ile devam ediyor. GİTT`in son derece başarılı maketlerinin dağıtım hızı ise olması gerektiği gibi değil...
Petrol Ofisi son reklamı ile risk aldı. Bir anda start finish düzlüğünde öne çıkmış gibi. Yaylı dörtlüsü eşliğinde Milli Marş... Olur mu? Bal gibi olurmuş... Ben olsam bu kadar çok değeri birden simgeleyen bir sembolü kullanmakta tereddüt ederdim. Nitekim bazı çatlak sesler çıkmadı değil. Ama Türkiye`de bütün ölçümlemelerin milliyetçiliğin değer olarak güç kazandığını gösterdiği bir dönemde bu riski almaya değermiş. Bu aşamadan sonra bazıları kalkıp reklam filmini sansürlemek isteseler bile bu, Petrol Ofisi`ne yarar.
Keşke parayla satsalardı
Bir kaç kez bu köşeden ısrar edip, Reklamlarda kullanılan şu sempatik organların maskotlarını çıkarın! diye neredeyse Pınar`a yalvardık... Sonunda oldu. Paketi gördüğümde nasıl sevindiğimi anlatamam. Tam sağına soluna bakıp, çevremdekilere nasıl sempatik olduklarını gösteriyordum ki, kutudaki basın bülteni gözüme ilişti. O da ne? Markete gidiyorsunuz süt, yoğurt, peynir ve ayran grubundaki ürünlerden alıyorsunuz, ürünlerin üzerindeki puanları topluyorsunuz ve 100 puanınız olunca kemik, beyin ve bağırsak el kuklalarından birini alıyorsunuz. Bütün dünya `müşteriye hayatı nasıl kolaylaştırırım` diye kafa patlatırken, Pınar`ın bu fırsatı karmaşıklığa mahkum etmesine ne demeli?.. Parayla satılsa belki de çok daha iyi hissedebilirdim.
Geçen iki hafta Evliya Çelebi gibiydik. Önce Deniz Harp Okulu. Ardından Eskişehir Anadolu Üniversitesi . Sonra da Bursa Ticaret ve Sanayi Odası. Deniz Harp Okulu, Deniz Lisesi ve Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu öğrencileri de komutanları da bir harikaydı. En az emirkomuta ve disiplin kadar akıl ve zeka ile karşılaştık. Gururlandık. Eskişehir`de Marketing Kulübü`nün düzenlediği `Kampüste Marketing` etkinliklerinde ise muhteşem bir üniversite gençliği vardı karşımızda. En azından bizim şirkette Anadolu İletişim mezunlarının neden diğer fakülte mezunlarından daha fazla olduğunu yerinde görerek anladık. O zıpkın gibi gençleri yetiştiren hocaları kutlamak gerek.
Bursa`da ise 4. Girişimcilik Kongresi`nde Mustafa Erdoğan ile Güven Borça`nın katıldıkları bir paneli yönettik. İkinci günde bize her panele hariçten gazel okuma izni verildi. Derinliği tartışılmaz, buna rağmen keyfi yerinde bir zirve idi. BTSO salonlarını doldurup taşıran Bursalı iş adamları, yönetici ve gençlerin öğrenme heyecanı ve neşesi görülmeye değerdi.
Bu üç buluşma da moralimizi düzeltti. Bu ülkeye evvel Allah hiçbir şey olmaz! duygusunu bir kez daha yaşadık. İstanbul`a ya da Ankara`ya gömülüp, insanlardan uzaklaşıp sadece iş ya da siyaset dünyasına kilitlenip kalınca bazen insana `dar` gelebiliyor. Bu durumlarda her ne kadar zaman fukaralığı çeksek de, yolu ülke dinamiklerinin içinden geçirmekte büyük yarar var. En azından ümit ve umut depolamak için...
Yarış hızlandı
Opet, Akpet ve Petrol Ofisi`nin tatlı reklam rekabeti herkese yarıyor. Bir anda üç milli petrolcümüz olduğunu fark eden tüketici tercihte zorlanacak. Akpet bunların içinde atağa yeni kalktı. Aytemiz`den Akpet`e geçiş fikri de, zamanlaması da, konsepti de iyi. Reklamlarda sergilenen güç ve hız ile istasyon sayısının artışındaki hızı senkron edebilirlerse iletişim riski alma aşamasına kısa zamanda gelebilecekler gibi gözüküyor.
Opet, yoluna Cem Yılmaz ve esprili diyalogları ile devam ediyor. GİTT`in son derece başarılı maketlerinin dağıtım hızı ise olması gerektiği gibi değil...
Petrol Ofisi son reklamı ile risk aldı. Bir anda start finish düzlüğünde öne çıkmış gibi. Yaylı dörtlüsü eşliğinde Milli Marş... Olur mu? Bal gibi olurmuş... Ben olsam bu kadar çok değeri birden simgeleyen bir sembolü kullanmakta tereddüt ederdim. Nitekim bazı çatlak sesler çıkmadı değil. Ama Türkiye`de bütün ölçümlemelerin milliyetçiliğin değer olarak güç kazandığını gösterdiği bir dönemde bu riski almaya değermiş. Bu aşamadan sonra bazıları kalkıp reklam filmini sansürlemek isteseler bile bu, Petrol Ofisi`ne yarar.
Keşke parayla satsalardı
Bir kaç kez bu köşeden ısrar edip, Reklamlarda kullanılan şu sempatik organların maskotlarını çıkarın! diye neredeyse Pınar`a yalvardık... Sonunda oldu. Paketi gördüğümde nasıl sevindiğimi anlatamam. Tam sağına soluna bakıp, çevremdekilere nasıl sempatik olduklarını gösteriyordum ki, kutudaki basın bülteni gözüme ilişti. O da ne? Markete gidiyorsunuz süt, yoğurt, peynir ve ayran grubundaki ürünlerden alıyorsunuz, ürünlerin üzerindeki puanları topluyorsunuz ve 100 puanınız olunca kemik, beyin ve bağırsak el kuklalarından birini alıyorsunuz. Bütün dünya `müşteriye hayatı nasıl kolaylaştırırım` diye kafa patlatırken, Pınar`ın bu fırsatı karmaşıklığa mahkum etmesine ne demeli?.. Parayla satılsa belki de çok daha iyi hissedebilirdim.