CEO’lar out CRO’lar ve CSO’lar in
15 Eyül 2006 - Marketing Türkiye
Dünya globalleştikçe meslekler ve bu mesleklere yön veren mevkiler de değişmektedir. Bugün 7 yaşında çocuğun bile bildiği CEO kavramı taş çatlasa 15 yıl önce hayatımıza girdi. Ancak “benim oğlum-kızım şimdi manager, büyüyünce CEO olacak” diye hava atan aileler için kötü bir haberim var. İş dünyasının yeni yeni tanıştığı iki görev tanımı CEO’luğun pabucunu dama atıyor. Bu kavramlar, Chief Risk Officer ve Chief Security Officer.
Bunlardan CRO’yu Türkiye’de ilk hayata geçiren Sabancı Holding olmuş. Dr. Tamer Saka 2003’ten bu yana holdingin “risk-kazanç dengesini” tutturmak ile meşgul. Rekabetin her geçen gün yoğunlaşması ve acımasızlığının özellikle büyük grupların dikkatlerini kurumsal yönetim ve kurumsal risk yönetimine kaydırdığını belirten Tamer Saka, kurumsal risk yönetimi kavramını da “bir kuruluşun yönetim kurulu tarafından oluşturulan stratejisini etkileyecek potansiyel olayların belirlenmesi ve risk alma isteği seviyesindeki risklerin yönetilmesi için tasarlanmış sistematik süreç” olarak tanımlıyor.
CRO hakkında yabancı kaynakları şöyle bir incelemek bile kurumsal risk yönetiminin özellikle çok uluslu firmalarda “olmazsa olmaz” görev tanımı haline geldiğini görmek için yeterli. Özellikle iletişim değerinin anlaşılması, firmaların yaptıkları yatırıma daha dikkatli bir pencereden bakmalarını, “yaptım oldu” düşüncesinden uzaklaşmalarını sağlıyor. Özellikle halka açık şirketlerde hissedarlarına mümkün olan en yüksek değeri sağlama amacına ulaşmada aracı görev üstlenen CRO’nun başında bulunduğu kurumsal risk yönetimi anlayışının şirketlere “sürdürülebilir büyüme ve kârlılık” maratonunda kayıtsız şartsız destek sağladığı gün gibi aşikar.
Sabancı Grubu’na 2005 yılında Avrupa genelinde “yılın kurumsal risk yönetim programı” ödülünü kazandıran Tamer Saka kurumsal risk yöneticisinin belli başlı görev alanlarını şöyle sıralıyor:
- Kurumun tüm faaliyetleri hissedarların risk alma isteği seviyesi ile paralel olmalıdır
- Risk yönetimi risk almak değildir. Doğru riski doğru maliyetle üstlenme sanatıdır
- Şirketlerin performansı nihai olarak riske göre ayarlanmış getiri esasına göre hesaplanmalıdır
Tabii bir de CSO’lar var. Günümüzde “şirket güvenliği” denince akla sadece çalışanların ya da şirketin fiziksel güvenliği gelmiyor. Örneğin elektronik saldırılar şirketler için fiziksel tehditlerden çok daha büyük bir güvenlik sorunu haline gelmiş durumda. Özellikle finansal hizmetler, bankacılık ve medya sektöründe faaliyet gösterenler CSO istihdam etmeye başladı. CSO’nun görev tanımı içinde işlerin aksamadan sürekliliğini sağlamak, kayıpları önlemek, gizlilik ve sahteciliği engellemek gibi konular bulunuyor. CSO’lar genellikle askeri ve istihbarat geçmişi olan kişiler arasından seçiliyor. Ancak güçlü ve sıkı bağlantıları olan, ikna yeteneğine sahip bu yöneticilerin elbette iş hayatını ve iş süreçlerini de yakından takip etmeleri gerekiyor. CSO’ların görev tanımları içine bir de iletişim güvenliği, yani kendi ayağına ateş etmenin engellenmesi ve başkalarının açtığı ateşin önlenmesi de eklense ne iyi olur...
Tesco’dan ‘helal’ işler
Türkiye’de de faaliyet gösteren İngiliz süper market zinciri Tesco ile ilgili internette rastladığım bir haber çok ilginçti doğrusu. Ben sadece bizim medyanın Ramazan ayı geldiğinde Müslüman bir ülkede yaşadığını hatırladığını zannederdim. Oysa Tesco bizimkileri suya götürüp susuz getirecek bir kıvraklık sergilemiş...
Ramazan ayı münasebetiyle 'helal' çikolata çıkarmış. Bu helallik, ‘helal’ malzemeler kullanılarak yapılan üretimden geliyormuş.
Tesco’nun helal çikolatalarından biri portakallı diğeri karamelli olacakmış. Bu amaçla, Londra'da İslami kurallara uygun gıda ürünleri üreten ve pazarlayan Ummah Gıda adlı şirketle işbirliğine gidilmiş.
Ummah Gıda şirketinin Genel Müdürü Halid Şerif, BBC'ye yaptığı açıklamada, 'helal' malzemeler kullanılarak üretilen çikolataların, piyasada satılan diğer ürünler kadar lezzetli olduğunu söylemiş. Şerif, bu amaçla, üretilecek yeni çikolatalarda hayvansal yağların ve üretimdeki makinelerin temizlenmesinde alkolün kullanılmadığını vurgulamış. Helal çikolata, Tesco'nun Bradford, Batley, Slough, Watford ve Brent Park şubelerinde satılacakmış.
Ne var bu haberde? Şu var: Tesco-Kipa Türkiye’de İslami hassasiyetler konusunda benzer stratejiler mi izliyor, yoksa işi daha ‘mutedil’ mi geçiştiriyor? Tabii ki ikincisi. Yoksa bizim medya çoktan tefe koyup çalardı Tesco’yu. O halde neden İngiltere’de oyunu farklı oynuyor? Yoksa İngiltere Türkiye’den daha mı koyu Müslüman bir ülke oldu da bizim haberimiz mi yok?..
Benzer tabloları Coca-Cola da çizer. Bunun ‘eyyamcılıkla’ ilgisi yoktur. ‘Etno-marketing’ gibi şık kavramlarla da açıklanması gerekmez. Daha çok ‘hedef kitlenin değerleriyle uyum içinde olma’ ilkesi ile ilişkilendirilebilir.
Öğreneceğim ne kadar çok şey var
İş dünyasının içinde bulunanlar iyi bilir. Varsa yoksa hedeflerin tutması, gelecek planları, hesaplar, çalışanlar, müşteriler... Başka konular pek itibar görmez. Örneğin, hobisi olanların ortaya çıkardıkları ürünler ve özel ilgi alanlarına ilişkin haberler neredeyse hiç ilgi çekmez, bilinmez... Bırakın başka bir şirkette çalışan bir arkadaşınızınkini, aynı şirkette çalıştığınız patronunuzun ya da iş arkadaşınızın günün birinde kitap yazması, bir müzik grubunun üyesi olması, bir tiyatro oyununda rol alması ya da enteresan bir hayvan beslemesi haberi, sizin için bir sürpriz olabilir.
Oysaki hepimizin hayatında iş saatlerinin dışında gerek bireysel gelişim için gerekse tamamen zevk amaçlı uğraştığımız ne kadar çok hobimiz var.
Geçenlerde postadan çıkan kitapları görünce Lowe Tanıtım Ajans Başkanı sevgili Nesteren Davutoğlu ne iyi yapmış da bunu bir ürün haline getirmiş, dedim. Üç ayrı günlük: “Norveç Defteri”, “Afrika Defteri”, “Balkanlar Defteri”.
Üçü de birbirinden ilginç ve özel seyahat anıları. Sevgili Nesteren her zaman olduğu gibi farklılığını göstermiş ve hiç de bildiğimiz gibi bir kitap çıkarmamış ortaya. Kartpostallardan seçmeler, belli ki albümünde önemli yere koyacağı fotoğraflar ve el yazısı ile alınmış notlar.
Kıskandım doğrusu. Biz ikincisinin doğum sancısını bir yıldır çekerken, sen üçünü birden aynı anda çıkar; hem de onca işinin arasında zaman bulup oralara git... Demek zaman yönetiminde öğreneceğim çok şey var.
Her şey İstanbul için
Zenginler İstanbul’da sanatı keşfetti. Şimdi bu cümleye bakıp da “bu ülkenin zenginleri 70 yıldır sanatı keşfetmişti” diyenleri düşünerek yineleyelim: Zenginler, sanatı, sonuç odaklı toplumsal sorumluluk çalışmalarının ve İstanbul markasının bir parçası olarak keşfetti...
Önce İstanbul Modern’in açılışı sonra Picasso ve Rodin sergilerinin iletişim fırtınası, iş dünyasının kurumsal sosyal sorumluluk pusulalarını müzelere daha fazla ağırlık vermeye yönlendirdi. 1995’te açtığı müze ile herkese örnek olan ve Rahmi Koç’un annesi Sadberk Hanım’ın adını taşıyan müze ile başlayan bu akım, ardından Eczacıbaşı ailesini, Pera Müzesi’nin kurucusu İnan Kıraç’ı ve Sabancı ailesini getirdi.
İmkanı olan bir kişinin müze açması, firmaların sosyal sorumluluk alanına yatırım yapmasından daha farklı. Milton Friedman’ın kuramına göre kurumsal sosyal sorumluluk kavramı aslında şirketlerin kanun çerçevesinde kârlarını en üst düzeye çıkarabilmeleri için kullandıkları bir araç.
Ancak söz konusu bir ‘kişi’ olunca benim bu kurama katılmam zor. İsmini verdiği üniversiteye 10 yıl içinde şahsi servetinden 300 milyon dolar kaynak ayıracağını açıklayan Kadir Has’ın bundan kişisel bir beklentisi olabilir mi? Böyle düşünenler varsa, bir hafta sonu üniversitenin bulunduğu Cibali bölgesini ziyaret etsinler de üniversitenin orayı nasıl etkilediğini görsünler.
Aynısı Bilgi Üniversitesi için de geçerli. Kuştepe ve Dolapdere semtlerini cümle içinde bile görünce tüyleri diken diken olan ailelerin çocuklarını ciddi paralara oraya göndermesi, bu kurumun verdiği eğitim kadar, bulunduğu bölgeyi rehabilite etme çalışmalarını bizzat yürütmesinin çıktısıdır.
İstanbul’un kent markasının yönetilmesinde büyük katma değer getiren bu girişimler ne kadar desteklense azdır...
Bunlardan CRO’yu Türkiye’de ilk hayata geçiren Sabancı Holding olmuş. Dr. Tamer Saka 2003’ten bu yana holdingin “risk-kazanç dengesini” tutturmak ile meşgul. Rekabetin her geçen gün yoğunlaşması ve acımasızlığının özellikle büyük grupların dikkatlerini kurumsal yönetim ve kurumsal risk yönetimine kaydırdığını belirten Tamer Saka, kurumsal risk yönetimi kavramını da “bir kuruluşun yönetim kurulu tarafından oluşturulan stratejisini etkileyecek potansiyel olayların belirlenmesi ve risk alma isteği seviyesindeki risklerin yönetilmesi için tasarlanmış sistematik süreç” olarak tanımlıyor.
CRO hakkında yabancı kaynakları şöyle bir incelemek bile kurumsal risk yönetiminin özellikle çok uluslu firmalarda “olmazsa olmaz” görev tanımı haline geldiğini görmek için yeterli. Özellikle iletişim değerinin anlaşılması, firmaların yaptıkları yatırıma daha dikkatli bir pencereden bakmalarını, “yaptım oldu” düşüncesinden uzaklaşmalarını sağlıyor. Özellikle halka açık şirketlerde hissedarlarına mümkün olan en yüksek değeri sağlama amacına ulaşmada aracı görev üstlenen CRO’nun başında bulunduğu kurumsal risk yönetimi anlayışının şirketlere “sürdürülebilir büyüme ve kârlılık” maratonunda kayıtsız şartsız destek sağladığı gün gibi aşikar.
Sabancı Grubu’na 2005 yılında Avrupa genelinde “yılın kurumsal risk yönetim programı” ödülünü kazandıran Tamer Saka kurumsal risk yöneticisinin belli başlı görev alanlarını şöyle sıralıyor:
- Kurumun tüm faaliyetleri hissedarların risk alma isteği seviyesi ile paralel olmalıdır
- Risk yönetimi risk almak değildir. Doğru riski doğru maliyetle üstlenme sanatıdır
- Şirketlerin performansı nihai olarak riske göre ayarlanmış getiri esasına göre hesaplanmalıdır
Tabii bir de CSO’lar var. Günümüzde “şirket güvenliği” denince akla sadece çalışanların ya da şirketin fiziksel güvenliği gelmiyor. Örneğin elektronik saldırılar şirketler için fiziksel tehditlerden çok daha büyük bir güvenlik sorunu haline gelmiş durumda. Özellikle finansal hizmetler, bankacılık ve medya sektöründe faaliyet gösterenler CSO istihdam etmeye başladı. CSO’nun görev tanımı içinde işlerin aksamadan sürekliliğini sağlamak, kayıpları önlemek, gizlilik ve sahteciliği engellemek gibi konular bulunuyor. CSO’lar genellikle askeri ve istihbarat geçmişi olan kişiler arasından seçiliyor. Ancak güçlü ve sıkı bağlantıları olan, ikna yeteneğine sahip bu yöneticilerin elbette iş hayatını ve iş süreçlerini de yakından takip etmeleri gerekiyor. CSO’ların görev tanımları içine bir de iletişim güvenliği, yani kendi ayağına ateş etmenin engellenmesi ve başkalarının açtığı ateşin önlenmesi de eklense ne iyi olur...
Tesco’dan ‘helal’ işler
Türkiye’de de faaliyet gösteren İngiliz süper market zinciri Tesco ile ilgili internette rastladığım bir haber çok ilginçti doğrusu. Ben sadece bizim medyanın Ramazan ayı geldiğinde Müslüman bir ülkede yaşadığını hatırladığını zannederdim. Oysa Tesco bizimkileri suya götürüp susuz getirecek bir kıvraklık sergilemiş...
Ramazan ayı münasebetiyle 'helal' çikolata çıkarmış. Bu helallik, ‘helal’ malzemeler kullanılarak yapılan üretimden geliyormuş.
Tesco’nun helal çikolatalarından biri portakallı diğeri karamelli olacakmış. Bu amaçla, Londra'da İslami kurallara uygun gıda ürünleri üreten ve pazarlayan Ummah Gıda adlı şirketle işbirliğine gidilmiş.
Ummah Gıda şirketinin Genel Müdürü Halid Şerif, BBC'ye yaptığı açıklamada, 'helal' malzemeler kullanılarak üretilen çikolataların, piyasada satılan diğer ürünler kadar lezzetli olduğunu söylemiş. Şerif, bu amaçla, üretilecek yeni çikolatalarda hayvansal yağların ve üretimdeki makinelerin temizlenmesinde alkolün kullanılmadığını vurgulamış. Helal çikolata, Tesco'nun Bradford, Batley, Slough, Watford ve Brent Park şubelerinde satılacakmış.
Ne var bu haberde? Şu var: Tesco-Kipa Türkiye’de İslami hassasiyetler konusunda benzer stratejiler mi izliyor, yoksa işi daha ‘mutedil’ mi geçiştiriyor? Tabii ki ikincisi. Yoksa bizim medya çoktan tefe koyup çalardı Tesco’yu. O halde neden İngiltere’de oyunu farklı oynuyor? Yoksa İngiltere Türkiye’den daha mı koyu Müslüman bir ülke oldu da bizim haberimiz mi yok?..
Benzer tabloları Coca-Cola da çizer. Bunun ‘eyyamcılıkla’ ilgisi yoktur. ‘Etno-marketing’ gibi şık kavramlarla da açıklanması gerekmez. Daha çok ‘hedef kitlenin değerleriyle uyum içinde olma’ ilkesi ile ilişkilendirilebilir.
Öğreneceğim ne kadar çok şey var
İş dünyasının içinde bulunanlar iyi bilir. Varsa yoksa hedeflerin tutması, gelecek planları, hesaplar, çalışanlar, müşteriler... Başka konular pek itibar görmez. Örneğin, hobisi olanların ortaya çıkardıkları ürünler ve özel ilgi alanlarına ilişkin haberler neredeyse hiç ilgi çekmez, bilinmez... Bırakın başka bir şirkette çalışan bir arkadaşınızınkini, aynı şirkette çalıştığınız patronunuzun ya da iş arkadaşınızın günün birinde kitap yazması, bir müzik grubunun üyesi olması, bir tiyatro oyununda rol alması ya da enteresan bir hayvan beslemesi haberi, sizin için bir sürpriz olabilir.
Oysaki hepimizin hayatında iş saatlerinin dışında gerek bireysel gelişim için gerekse tamamen zevk amaçlı uğraştığımız ne kadar çok hobimiz var.
Geçenlerde postadan çıkan kitapları görünce Lowe Tanıtım Ajans Başkanı sevgili Nesteren Davutoğlu ne iyi yapmış da bunu bir ürün haline getirmiş, dedim. Üç ayrı günlük: “Norveç Defteri”, “Afrika Defteri”, “Balkanlar Defteri”.
Üçü de birbirinden ilginç ve özel seyahat anıları. Sevgili Nesteren her zaman olduğu gibi farklılığını göstermiş ve hiç de bildiğimiz gibi bir kitap çıkarmamış ortaya. Kartpostallardan seçmeler, belli ki albümünde önemli yere koyacağı fotoğraflar ve el yazısı ile alınmış notlar.
Kıskandım doğrusu. Biz ikincisinin doğum sancısını bir yıldır çekerken, sen üçünü birden aynı anda çıkar; hem de onca işinin arasında zaman bulup oralara git... Demek zaman yönetiminde öğreneceğim çok şey var.
Her şey İstanbul için
Zenginler İstanbul’da sanatı keşfetti. Şimdi bu cümleye bakıp da “bu ülkenin zenginleri 70 yıldır sanatı keşfetmişti” diyenleri düşünerek yineleyelim: Zenginler, sanatı, sonuç odaklı toplumsal sorumluluk çalışmalarının ve İstanbul markasının bir parçası olarak keşfetti...
Önce İstanbul Modern’in açılışı sonra Picasso ve Rodin sergilerinin iletişim fırtınası, iş dünyasının kurumsal sosyal sorumluluk pusulalarını müzelere daha fazla ağırlık vermeye yönlendirdi. 1995’te açtığı müze ile herkese örnek olan ve Rahmi Koç’un annesi Sadberk Hanım’ın adını taşıyan müze ile başlayan bu akım, ardından Eczacıbaşı ailesini, Pera Müzesi’nin kurucusu İnan Kıraç’ı ve Sabancı ailesini getirdi.
İmkanı olan bir kişinin müze açması, firmaların sosyal sorumluluk alanına yatırım yapmasından daha farklı. Milton Friedman’ın kuramına göre kurumsal sosyal sorumluluk kavramı aslında şirketlerin kanun çerçevesinde kârlarını en üst düzeye çıkarabilmeleri için kullandıkları bir araç.
Ancak söz konusu bir ‘kişi’ olunca benim bu kurama katılmam zor. İsmini verdiği üniversiteye 10 yıl içinde şahsi servetinden 300 milyon dolar kaynak ayıracağını açıklayan Kadir Has’ın bundan kişisel bir beklentisi olabilir mi? Böyle düşünenler varsa, bir hafta sonu üniversitenin bulunduğu Cibali bölgesini ziyaret etsinler de üniversitenin orayı nasıl etkilediğini görsünler.
Aynısı Bilgi Üniversitesi için de geçerli. Kuştepe ve Dolapdere semtlerini cümle içinde bile görünce tüyleri diken diken olan ailelerin çocuklarını ciddi paralara oraya göndermesi, bu kurumun verdiği eğitim kadar, bulunduğu bölgeyi rehabilite etme çalışmalarını bizzat yürütmesinin çıktısıdır.
İstanbul’un kent markasının yönetilmesinde büyük katma değer getiren bu girişimler ne kadar desteklense azdır...