En iyisi bana yazı yazdırmamaları...
01 Ekim 2007 - Marketing Türkiye
Onbeş gün önceki (15 Eylül) Marketing Türkiye’de çok önemli bir konu vardı. Başlık şöyleydi: “PR’ın ticari etiği!”
“Tamam” dedim içimden “Neşteri tümörlü bölgeye sokmuşlar; habis parçaları temizleyip çıkaracaklar”...
Bu beklentimin nedeni başlıktaki “etik” sözcüğü idi... Marketing Türkiye bazen yapar bunu. Kimsenin gözünün yaşına bakmaz; sorar sorgular. Daha ilk başta yayın kurulunda konuşmuştuk. “Bizden rahatsız olanlar varsa bilin ki doğru yoldayız.” En büyük okur cezası, ilgisizliktir çünkü...
O başlıktan beklentim bu yüzden yüksekti. Öyle ya, bir sektörün ya da firmanın ‘etik’ kodlarının bir numarası, ‘şeffaf ve açık muhasebe sistemi’ olmalıydı. ‘Şeffaf’; isteyen baktığı zaman her yanını görüyor... ‘Açık’; kimse sormadan kalkıp kendin açıklıyorsun.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, PR şirketlerinin yıllık gelirlerinin yayınlanmasını, ödedikleri vergilere göre sıralanmalarını, belki de diğer ülkelerdeki şirketlerle karşılaştırmaları bekliyordum.
Bunu ICCO’ya bağlı İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği’ne (İDA) üye 15 büyük ajans dışında taahhüt eden pek yok. O 15 şirket uluslararası hizmet standartlarına göre denetlenmeyi kabullenmişler. Her ne kadar şimdilik dördü denetimden geçmiş olsa da, programa almışlar hazırlanıyorlar. İDA’ya üye olmanın ön koşulu bu. Peki diğerleri. Yüzden fazla aktif PR şirketi?.. Kağıt üzerinde binlerce PR firması?.. Onların durumu ne?
Söyleyeyim. Bir keresinde TÜHİD bunlardan müşteri sayılarını ve yıllık cirolarını istedi. Aralarındaki deve dişi gibi ‘duayen’ diye bilinenleri dahil, İDA üyeleri hariç, istenen rakamları vermediler; veremediler... Hâlâ da veremezler. Şu anki ve bundan önceki TÜHİD Başkanları orada; açın sorun...
Dilerseniz sorgulamayı daha da ileri götürün: “İştigal alanını PR olarak kaydettirmiş birkaç bin şirketten kaç tanesi Uluslararası Muhasebe Sistemine (UMS) göre tutuyor kayıtlarını?”
Sayıları bir elin beş parmağını geçerse, bir iki kişiye değil sektörün tamamına Hüsrev’de kuru fasulyeler benden... Bırakın UMS’yi, ücretlerinin tamamını brüt üzerinden resmen gösteren ‘muhtasar’ı tam olarak ödeyen kaç şirket var, diye sorun. 5 elin parmaklarının sayısını geçerse Hüsrev sözüm yine geçerlidir...
Oysa PR şirketlerinin hizmet verdikleri şirketler, bu işi çoktan aşmışlar. 20 yıl falan öndeler. Para konusunda etik olmadıktan sonra, hiçbir alandaki etik söyleminize kimse kulak asmaz. Gülüp geçerler.
“PR’ın ticari etiği!”.. Ne güzel laf. Aferin yazıyı hazırlayan arkadaşımız Özlem Terzi’ye. Elinden geleni yapmış. Ancak sektör neşteri, yerine vuracağına yine devletten, hükümetten beklentilerini sıralamakla yetinmiş. Özetle fikri sorulan PR’cıların çoğunluğu “Kurumlar Vergisi düşürülsün!” demişler. Tamam düşürülsün. Hiçbir itirazım yok. Peki o zaman siz UMS’ye geçecek misiniz? Mali yapınızı şeffaf ve açık hale getirecek misiniz? Şüphem var...
Sektörün geniş kesimleri ‘Denetlenmek korkusu’ yüzünden doğru dürüst bir araya gelemiyor. PR’ın TÜSİAD’ı İDA’nın üye sayısı 15!.. Hizmet bedelleri eciş bücüş. Reklam sektörünün belki 50’de biri. Oysa Masraflar reklam sektörü ile aynı. Kâr edemiyorlar bir türlü. Hem de dünyada rüzgârlar PR’dan yana eserken. Hem de bütün dünyada PR’cılar çok ciddi paralar kazanırken... Hem de Türkiye’de bu işi kitabına göre yapmasına rağmen ciddi para kazanan birkaç PR firması ‘benchmark’ olarak orada dururken...
Reklam dünyası sürekli olarak PR’a pasta payı kaybederken... Reklamcılar da bunu görüyorlar. PR departmanları kuruyorlar olmuyor. PR şirketi kuruyorlar olmuyor. PR şirketleri satın alıyorlar olmuyor. Olmuyor, olmuyor...
Hal böyleyken PR’cılar hâlâ ağlıyor ve hükümetten, devletten şefaat diliyorlarsa, ortada ciddi bir sektörel sorun var demektir. Oturup, ‘açıkça’ tartışmaları ve çözmeleri gereken bir sorun...
Aferin Özlem Terzi’ye... Tümörü alamamış. Ancak yarayı kanatmış. Şimdi sektörün önünde iki yol var. Bir: İDA’da bir araya gelip meseleyi ameliyat masasına yatırmak. İki: Beni derginin patronu Günseli Özen Ocakoğlu hanıma şikayet edip “Yazdırmayın şuna yazı!” demek... Sizce hangi yolu tercih edecekler?
Evet, bildiniz! Bence de ikinci yolu J...
İnsan Kaynakları etkinlik ‘tripleri’nde
Bayram ve yılbaşı yaklaşıyor ya. İç İletişimden ve İnsan Kaynaklarından sorumlu arkadaşlar etkinlik üzerine etkinlik planlama ‘tripleri’ içindeler. ‘Trip’ diyorum, çünkü ölçümlemeler gösteriyor ki, o etkinliklerin hiçbiri bir işe yaramıyor... Özellikle de artırmak için yola çıktıkları motivasyon konusunda yaya kalır bunlar...
Peki neden?
Önce mevcut duruma bir bakalım. Do’s (yapılacaklar) ve Don’ts (yapılmayacaklar) listesi de oradan çıkar zaten...
Standart hareketlerin hepsi naftalin kokar, hiçbir işe yaramaz ve bunları kafadan Don’ts listesine koyabilirsiniz. Nedir bunlar? Tavla, bowling, bilardo turnuvaları, çim saha futbol turnuvaları, ‘Biz bir takımız’ duygusu yaratacak oyunlar; insanların gruplar halinde ayaklarını birbirlerine bağlayıp yarıştırmak ve kazanan grubu ‘en uyumlu ekibi’ ilan etmek; point ball yarışması; ayın, yılın elemanı seçimi; çalışanların çocukları arasında düzenlenecek resim yarışması; kendin pişir kendi ye şeklinde hazırlanmış kurum içi yayın, bülten, dergi vs.; piknik, diskoda sabaha kadar dans; yıllık vizyon toplantıları...
Bunların hepsi Don’ts listesinde...
Gelelim Do’s listesine... Pazar koşulları, üretim biçimleri değiştikçe İnsanı Kaynak olarak gören yerden Kıymet olarak gören bir noktaya doğru başlayan hareket bütü ilişki biçimlerini de belirledi.
Şimdilerde Do’s listesinden şunlar var: Katılımlı Dönüşüm Modeli; Ortak akılla bulunan inovatif katma değerle beraber kazanıp beraber harcama; Kurumsal süreçlerin birlikte ‘yeniden tasarımı’; paylaşımcı toplumsal sorumluluk projeleri; okunmak ve/veya saklanmak için ‘talep’ edilen kurum içi yayınlar; katılımlı web iletişimi; yeniden tasarlanmış TKY ile harmanlanmış performans değerlendirme sistemi ve kariyer planı ve nihayet ölçümleme... Ancak şunları ölçmemek: Motivasyon, Sadakat, çalışkanlık... Tersine şunları ölçmek ve ödüllendirmek: Entelektüel katma değer; Adanmışlık (commitment); Etkililik (Efficiency)...
Bana Kaynak ile Kıymet yönetimi arasındaki farkı soranlara minik bir kılavuz işte: Don’ts listesi İnsanı Kaynak olarak görenlerin yaptıkları iç iletişim modülleri; Do’s listesindekiler ise Kıymet olarak görenlerin... Çok açık değil mi?..
Aytaç markasına bir şey olmaz
Yıllar var. Bir gün Süleyman Yaşar’la sohbet ediyoruz. Söz başarılı bir şirkete ve onun patronuna geldi. Dedim ki “Galiba batıyorlar”. “Çoğul kullanma!” dedi Yaşar, “Kişiler batar, başarılı şirketler el değiştirir!”…
Aytaç’ın insanların dört bir yandan kömür ızgarasındaki sucuklara doğru hücum ettiği reklam filmini izlerken Süleyman Yaşar’ın sözleri geldi aklıma. Aytaç çok başarılı bir marka… Dağıtım ağı İsviçre saati gibi çalışıyor. Sucuk lezzeti bize uygun… Ancak arkasında Yimpaş var… Şimdi ne olacak? Hiçbir şey… Aytaç bomba gibi marka. Yimpaş içinden geçmekte olduğu fırtınada zor anlar yaşasa da, eğer iyi yönetirse Aytaç markası ona büyük destek olur. Yeter ki onu da aşağıya çekmesinler…
Çünkü iki marka yanyana gelince güçlü olan zayıfı yukarı, zayıf olan da güçlüyü aşağıya doğru çeker... Şöhret kullanımında da bu hususa özellikle dikkat etmek gerekmez mi?
“Tamam” dedim içimden “Neşteri tümörlü bölgeye sokmuşlar; habis parçaları temizleyip çıkaracaklar”...
Bu beklentimin nedeni başlıktaki “etik” sözcüğü idi... Marketing Türkiye bazen yapar bunu. Kimsenin gözünün yaşına bakmaz; sorar sorgular. Daha ilk başta yayın kurulunda konuşmuştuk. “Bizden rahatsız olanlar varsa bilin ki doğru yoldayız.” En büyük okur cezası, ilgisizliktir çünkü...
O başlıktan beklentim bu yüzden yüksekti. Öyle ya, bir sektörün ya da firmanın ‘etik’ kodlarının bir numarası, ‘şeffaf ve açık muhasebe sistemi’ olmalıydı. ‘Şeffaf’; isteyen baktığı zaman her yanını görüyor... ‘Açık’; kimse sormadan kalkıp kendin açıklıyorsun.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, PR şirketlerinin yıllık gelirlerinin yayınlanmasını, ödedikleri vergilere göre sıralanmalarını, belki de diğer ülkelerdeki şirketlerle karşılaştırmaları bekliyordum.
Bunu ICCO’ya bağlı İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği’ne (İDA) üye 15 büyük ajans dışında taahhüt eden pek yok. O 15 şirket uluslararası hizmet standartlarına göre denetlenmeyi kabullenmişler. Her ne kadar şimdilik dördü denetimden geçmiş olsa da, programa almışlar hazırlanıyorlar. İDA’ya üye olmanın ön koşulu bu. Peki diğerleri. Yüzden fazla aktif PR şirketi?.. Kağıt üzerinde binlerce PR firması?.. Onların durumu ne?
Söyleyeyim. Bir keresinde TÜHİD bunlardan müşteri sayılarını ve yıllık cirolarını istedi. Aralarındaki deve dişi gibi ‘duayen’ diye bilinenleri dahil, İDA üyeleri hariç, istenen rakamları vermediler; veremediler... Hâlâ da veremezler. Şu anki ve bundan önceki TÜHİD Başkanları orada; açın sorun...
Dilerseniz sorgulamayı daha da ileri götürün: “İştigal alanını PR olarak kaydettirmiş birkaç bin şirketten kaç tanesi Uluslararası Muhasebe Sistemine (UMS) göre tutuyor kayıtlarını?”
Sayıları bir elin beş parmağını geçerse, bir iki kişiye değil sektörün tamamına Hüsrev’de kuru fasulyeler benden... Bırakın UMS’yi, ücretlerinin tamamını brüt üzerinden resmen gösteren ‘muhtasar’ı tam olarak ödeyen kaç şirket var, diye sorun. 5 elin parmaklarının sayısını geçerse Hüsrev sözüm yine geçerlidir...
Oysa PR şirketlerinin hizmet verdikleri şirketler, bu işi çoktan aşmışlar. 20 yıl falan öndeler. Para konusunda etik olmadıktan sonra, hiçbir alandaki etik söyleminize kimse kulak asmaz. Gülüp geçerler.
“PR’ın ticari etiği!”.. Ne güzel laf. Aferin yazıyı hazırlayan arkadaşımız Özlem Terzi’ye. Elinden geleni yapmış. Ancak sektör neşteri, yerine vuracağına yine devletten, hükümetten beklentilerini sıralamakla yetinmiş. Özetle fikri sorulan PR’cıların çoğunluğu “Kurumlar Vergisi düşürülsün!” demişler. Tamam düşürülsün. Hiçbir itirazım yok. Peki o zaman siz UMS’ye geçecek misiniz? Mali yapınızı şeffaf ve açık hale getirecek misiniz? Şüphem var...
Sektörün geniş kesimleri ‘Denetlenmek korkusu’ yüzünden doğru dürüst bir araya gelemiyor. PR’ın TÜSİAD’ı İDA’nın üye sayısı 15!.. Hizmet bedelleri eciş bücüş. Reklam sektörünün belki 50’de biri. Oysa Masraflar reklam sektörü ile aynı. Kâr edemiyorlar bir türlü. Hem de dünyada rüzgârlar PR’dan yana eserken. Hem de bütün dünyada PR’cılar çok ciddi paralar kazanırken... Hem de Türkiye’de bu işi kitabına göre yapmasına rağmen ciddi para kazanan birkaç PR firması ‘benchmark’ olarak orada dururken...
Reklam dünyası sürekli olarak PR’a pasta payı kaybederken... Reklamcılar da bunu görüyorlar. PR departmanları kuruyorlar olmuyor. PR şirketi kuruyorlar olmuyor. PR şirketleri satın alıyorlar olmuyor. Olmuyor, olmuyor...
Hal böyleyken PR’cılar hâlâ ağlıyor ve hükümetten, devletten şefaat diliyorlarsa, ortada ciddi bir sektörel sorun var demektir. Oturup, ‘açıkça’ tartışmaları ve çözmeleri gereken bir sorun...
Aferin Özlem Terzi’ye... Tümörü alamamış. Ancak yarayı kanatmış. Şimdi sektörün önünde iki yol var. Bir: İDA’da bir araya gelip meseleyi ameliyat masasına yatırmak. İki: Beni derginin patronu Günseli Özen Ocakoğlu hanıma şikayet edip “Yazdırmayın şuna yazı!” demek... Sizce hangi yolu tercih edecekler?
Evet, bildiniz! Bence de ikinci yolu J...
İnsan Kaynakları etkinlik ‘tripleri’nde
Bayram ve yılbaşı yaklaşıyor ya. İç İletişimden ve İnsan Kaynaklarından sorumlu arkadaşlar etkinlik üzerine etkinlik planlama ‘tripleri’ içindeler. ‘Trip’ diyorum, çünkü ölçümlemeler gösteriyor ki, o etkinliklerin hiçbiri bir işe yaramıyor... Özellikle de artırmak için yola çıktıkları motivasyon konusunda yaya kalır bunlar...
Peki neden?
Önce mevcut duruma bir bakalım. Do’s (yapılacaklar) ve Don’ts (yapılmayacaklar) listesi de oradan çıkar zaten...
Standart hareketlerin hepsi naftalin kokar, hiçbir işe yaramaz ve bunları kafadan Don’ts listesine koyabilirsiniz. Nedir bunlar? Tavla, bowling, bilardo turnuvaları, çim saha futbol turnuvaları, ‘Biz bir takımız’ duygusu yaratacak oyunlar; insanların gruplar halinde ayaklarını birbirlerine bağlayıp yarıştırmak ve kazanan grubu ‘en uyumlu ekibi’ ilan etmek; point ball yarışması; ayın, yılın elemanı seçimi; çalışanların çocukları arasında düzenlenecek resim yarışması; kendin pişir kendi ye şeklinde hazırlanmış kurum içi yayın, bülten, dergi vs.; piknik, diskoda sabaha kadar dans; yıllık vizyon toplantıları...
Bunların hepsi Don’ts listesinde...
Gelelim Do’s listesine... Pazar koşulları, üretim biçimleri değiştikçe İnsanı Kaynak olarak gören yerden Kıymet olarak gören bir noktaya doğru başlayan hareket bütü ilişki biçimlerini de belirledi.
Şimdilerde Do’s listesinden şunlar var: Katılımlı Dönüşüm Modeli; Ortak akılla bulunan inovatif katma değerle beraber kazanıp beraber harcama; Kurumsal süreçlerin birlikte ‘yeniden tasarımı’; paylaşımcı toplumsal sorumluluk projeleri; okunmak ve/veya saklanmak için ‘talep’ edilen kurum içi yayınlar; katılımlı web iletişimi; yeniden tasarlanmış TKY ile harmanlanmış performans değerlendirme sistemi ve kariyer planı ve nihayet ölçümleme... Ancak şunları ölçmemek: Motivasyon, Sadakat, çalışkanlık... Tersine şunları ölçmek ve ödüllendirmek: Entelektüel katma değer; Adanmışlık (commitment); Etkililik (Efficiency)...
Bana Kaynak ile Kıymet yönetimi arasındaki farkı soranlara minik bir kılavuz işte: Don’ts listesi İnsanı Kaynak olarak görenlerin yaptıkları iç iletişim modülleri; Do’s listesindekiler ise Kıymet olarak görenlerin... Çok açık değil mi?..
Aytaç markasına bir şey olmaz
Yıllar var. Bir gün Süleyman Yaşar’la sohbet ediyoruz. Söz başarılı bir şirkete ve onun patronuna geldi. Dedim ki “Galiba batıyorlar”. “Çoğul kullanma!” dedi Yaşar, “Kişiler batar, başarılı şirketler el değiştirir!”…
Aytaç’ın insanların dört bir yandan kömür ızgarasındaki sucuklara doğru hücum ettiği reklam filmini izlerken Süleyman Yaşar’ın sözleri geldi aklıma. Aytaç çok başarılı bir marka… Dağıtım ağı İsviçre saati gibi çalışıyor. Sucuk lezzeti bize uygun… Ancak arkasında Yimpaş var… Şimdi ne olacak? Hiçbir şey… Aytaç bomba gibi marka. Yimpaş içinden geçmekte olduğu fırtınada zor anlar yaşasa da, eğer iyi yönetirse Aytaç markası ona büyük destek olur. Yeter ki onu da aşağıya çekmesinler…
Çünkü iki marka yanyana gelince güçlü olan zayıfı yukarı, zayıf olan da güçlüyü aşağıya doğru çeker... Şöhret kullanımında da bu hususa özellikle dikkat etmek gerekmez mi?