Enstitü Sosyal ‘dünyada ilk’e imza attı
26 nisan 2025 yeni şafak
Enstitü Sosyal, dünyanın ilk “Dijital Dünyada Çocuk Hakları Sözleşmesi”ni hazırlamış.
Dört dile çevrilen Sözleşme, çocukların dijital dünyadaki haklarına yönelik farkındalık oluşturmayı amaçlıyormuş. Böylece dijital haklarını koruyabilecek duruma gelene kadar çocukların güvenliğini sağlamak ve dijital dünyada onların üstün yararını gözeten sürdürülebilir bir iş birliği çerçevesi sunuyormuş.
Sözleşmede, “Her çocuğun bilgi ve iletişim teknolojilerinden güvenli, adil ve anlamlı şekilde yararlanma hakkının korunması” ile “Çocukların yer aldığı içeriklerde şiddet, nefret söylemi, zorbalık, müstehcenlik, bahis, kumar gibi çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal bütünlüğüne zarar verecek unsurlara yer verilemeyeceği” gibi 13 madde yer almış.
Her 23 Nisan, bize, milletimizin bağımsızlık sevdasının verdiği güveni, geleceğe duyulan heyecanı, ülkemizi daha da ileri taşıyacak genç kuşakların, çocukların yetişiyor oluğunu hatırlatır. Umut ve özgüven tazeler…
Çok değil, üç gün önce 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık. Kutladık ama onu bir merasimin ötesine taşımak, anlamına hizmet, umut ve güven verenler arasına katılmak da mümkün. Çocukların ve Türkiye’nin geleceği için Sözleşme’yi imzalamak isteyenler https://enstitusosyal.org/imza adresine başvurabilirler.
Depreme ve dezenformasyona hazırlıklı mıyız?
Çarşamba gününden, yani 6,2 şiddetindeki depremden beri gündem belli… Yaşanan deprem, beklenen deprem, Türkiye’nin deprem riskleri, yapı stoğunun durumu, önlemler, yapılanlar, eksikler…
Bu arada bir de yalancılar var tabii… Her kriz zamanında mutlaka ortaya çıkan, kafaların karışık, işlerin yoğun olduğu dönemlerde kendine siyasi, maddi ya da başka türden çıkar devşirmeye çalışan, aynı anda kurumları, sorumluları yıpratmaya uğraşan…
Bu haftanın büyük yalanı “Depreme, Boğaz’daki ABD gemisi neden oldu… HAARP sistemi ile deprem tetiklendi” iddiasıydı…
Olaylar şöyle gelişti: Sosyal medyada ABD savaş gemisi USS Nitze’nin Boğaz’da olduğu iddiaları yayıldı. Bazı emekli mankenler, uzmanlıkları gereği(!) bu doğrultuda açıklama yaptılar. Bu arada geminin Dolmabahçe açıklarında ve Yalova’da görüldüğünü savunan Yenilik Partisi Genel Başkanı Öztürk Yılmaz da geminin varlığıyla deprem arasında bağlantı olabileceğini öne sürmüş ve “Deprem tetikleyen gizli bir teknoloji mi var?” diye sormuş.
Neyse ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM), sosyal medyada güncelmiş gibi dolaşıma sokulmuş gemi fotoğraflarının 2023 yılına ait olduğunu, son dönemde Türk karasularında faaliyet göstermediği açıkladı... Ayrıca HAARP (High-frequency Active Auroral Research Program - Yüksek Frekanslı Etkin Kutup Işıkları Araştırma Programı) gibi sistemlerle depremin tetiklenmesinin bilimsel temeli bulunmadığı vurguladı.
Amaçlarına ulaşamayınca bir gemi daha bulmuş bu müfteriler; bu kez “İstanbul’da yaşanan depremin, GPS SATURN gemisinin demirlediği noktada faya açtığı sondaj sonucu tetiklenmiş olabileceği” yalanını yaymaya başlamışlar. Fotoğraflarla da desteklemeyi ihmal etmemişler…
DMM buna da düzeltmiş… Tabii ki iddia yalanmış; GPS SATURN gemisi, Karadeniz’de Bulgaristan dolaylarında 340 gündür demirlemiş vaziyetteymiş.
Görseller de Jack-Up Sondaj Platformu’nun Aralık 2018’de İstanbul Boğazı’ndan geçişi sırasında kaydedilmiş.
Deprem konusunda hazırlık yapmamız gereken pek çok husus var. Yalancılar, iftiracılar, kötü niyetliler ve dezenformasyon bunlardan biri olmamalıydı; ancak durum bu!
Acil müdahale ‘marka’ kurtarır
Tam da bunun örneği Çarşamba günü, ülkemizin bayrak taşıyıcı markası Türk Hava Yolları’nın (THY) iradesiyle yaşandı… Depremin ardından İstanbul dışına çıkmak isteyenler artınca, bilet fiyatlarının tırmandığına, bin lira olan ücretin 4 bin liraya çıktığına dair ilk haber henüz önümüze düşmüştü ki; THY’nin açıklaması geldi… THY Basın Müşaviri Yahya Üstün aracılığıyla yapılan duyuruda; ilâve seferler düzenleneceği, ayrıca 1.750 lira yurt içi ‘tavan fiyat’ belirlediği ifade edildi.
İşte bu kadardı… Gereken yapılmıştı. Daha da önemlisi tam vaktinde yapılmıştı… Böyle dönemlerde ‘kritik başarı faktörü’ zamanlamadır… Söz konusu deprem gibi bir kriz durumuysa, doğru zaman ‘hemen’dir… Yoksa “Halkın zor zamanında kâr hırsıyla hareket ediyorlar…” algısı ya da şüphesi yerleştikten sonra itibarı toparlamak pek kolay olmaz.
EspressoLab’in iletişimi bir ‘vaka’
Özgür Özel’in neredeyse ‘boykotun sembolü’ hâline getirmeye çalıştığı EspressoLab, 23 Nisan depreminde dikkat çeken ve anlamlı bir harekete imza attı. Marka, müstakil mağazalarının deprem sebebiyle evine giremeyen tüm vatandaşlara açık olduğunu, ayrıca kahve, çay ve suyun ‘ikram’ edileceğini açıkladı… Havaya yazı yazmamak, ‘mış gibi’ yapmamak için de açıklamalarında bahsettikleri 22 müstakil mağazanın bilgilerini paylaştı…
EspressoLab’in, Özel’in ‘boykot’ çağrısıyla başlayan süreçteki ‘kriz iletişimi yönetimi’ bir vaka olarak incelenmelidir…
Hatırlanacağı gibi ilk açıklamaları “Biz neden boykot edildiğimizi anlamadık” idi… Aslında o sırada çağrıyı yapanlar dışında kimse anlamamıştı… Ortak bir duyguyu, düşünceyi yakalayan firma bu ifadeyle dahi, pek çok kişiyle bağlantı kurmayı başarabilmişti. Ayrıca siyasetle işleri olmadığını ve iddia edildiği gibi gizli ortakları bulunmadığını da söylüyorlardı… İletişim açısından doğru bir metindi…
Firma, ardından, hedef kitlesiyle olan bağını güçlendirmek için üniversite öğrencilerine yüzde 20 indirim açıklamış… Depremdeki hamlesiyle de mesajını vermiş: “Birlikte Güçlüyüz”…
EspressoLab şu ana kadar iki şeyi çok doğru yaptı; kesintisiz iletişim ve tüm iletişim aksiyonlarının temelinde aynı ortak temanın kullanılması.
Bu ortak tema, duygusal vaat; Özgür Özel’in ayrıştırma, bir Türk markasını karalama çabasına rağmen, “Birliktelik” vurgusudur. Böyle devam ederlerse, hedef kitlelerini korumanın da ötesine geçebilirler.
Dört dile çevrilen Sözleşme, çocukların dijital dünyadaki haklarına yönelik farkındalık oluşturmayı amaçlıyormuş. Böylece dijital haklarını koruyabilecek duruma gelene kadar çocukların güvenliğini sağlamak ve dijital dünyada onların üstün yararını gözeten sürdürülebilir bir iş birliği çerçevesi sunuyormuş.
Sözleşmede, “Her çocuğun bilgi ve iletişim teknolojilerinden güvenli, adil ve anlamlı şekilde yararlanma hakkının korunması” ile “Çocukların yer aldığı içeriklerde şiddet, nefret söylemi, zorbalık, müstehcenlik, bahis, kumar gibi çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal bütünlüğüne zarar verecek unsurlara yer verilemeyeceği” gibi 13 madde yer almış.
Her 23 Nisan, bize, milletimizin bağımsızlık sevdasının verdiği güveni, geleceğe duyulan heyecanı, ülkemizi daha da ileri taşıyacak genç kuşakların, çocukların yetişiyor oluğunu hatırlatır. Umut ve özgüven tazeler…
Çok değil, üç gün önce 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık. Kutladık ama onu bir merasimin ötesine taşımak, anlamına hizmet, umut ve güven verenler arasına katılmak da mümkün. Çocukların ve Türkiye’nin geleceği için Sözleşme’yi imzalamak isteyenler https://enstitusosyal.org/imza adresine başvurabilirler.
Depreme ve dezenformasyona hazırlıklı mıyız?
Çarşamba gününden, yani 6,2 şiddetindeki depremden beri gündem belli… Yaşanan deprem, beklenen deprem, Türkiye’nin deprem riskleri, yapı stoğunun durumu, önlemler, yapılanlar, eksikler…
Bu arada bir de yalancılar var tabii… Her kriz zamanında mutlaka ortaya çıkan, kafaların karışık, işlerin yoğun olduğu dönemlerde kendine siyasi, maddi ya da başka türden çıkar devşirmeye çalışan, aynı anda kurumları, sorumluları yıpratmaya uğraşan…
Bu haftanın büyük yalanı “Depreme, Boğaz’daki ABD gemisi neden oldu… HAARP sistemi ile deprem tetiklendi” iddiasıydı…
Olaylar şöyle gelişti: Sosyal medyada ABD savaş gemisi USS Nitze’nin Boğaz’da olduğu iddiaları yayıldı. Bazı emekli mankenler, uzmanlıkları gereği(!) bu doğrultuda açıklama yaptılar. Bu arada geminin Dolmabahçe açıklarında ve Yalova’da görüldüğünü savunan Yenilik Partisi Genel Başkanı Öztürk Yılmaz da geminin varlığıyla deprem arasında bağlantı olabileceğini öne sürmüş ve “Deprem tetikleyen gizli bir teknoloji mi var?” diye sormuş.
Neyse ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM), sosyal medyada güncelmiş gibi dolaşıma sokulmuş gemi fotoğraflarının 2023 yılına ait olduğunu, son dönemde Türk karasularında faaliyet göstermediği açıkladı... Ayrıca HAARP (High-frequency Active Auroral Research Program - Yüksek Frekanslı Etkin Kutup Işıkları Araştırma Programı) gibi sistemlerle depremin tetiklenmesinin bilimsel temeli bulunmadığı vurguladı.
Amaçlarına ulaşamayınca bir gemi daha bulmuş bu müfteriler; bu kez “İstanbul’da yaşanan depremin, GPS SATURN gemisinin demirlediği noktada faya açtığı sondaj sonucu tetiklenmiş olabileceği” yalanını yaymaya başlamışlar. Fotoğraflarla da desteklemeyi ihmal etmemişler…
DMM buna da düzeltmiş… Tabii ki iddia yalanmış; GPS SATURN gemisi, Karadeniz’de Bulgaristan dolaylarında 340 gündür demirlemiş vaziyetteymiş.
Görseller de Jack-Up Sondaj Platformu’nun Aralık 2018’de İstanbul Boğazı’ndan geçişi sırasında kaydedilmiş.
Deprem konusunda hazırlık yapmamız gereken pek çok husus var. Yalancılar, iftiracılar, kötü niyetliler ve dezenformasyon bunlardan biri olmamalıydı; ancak durum bu!
Acil müdahale ‘marka’ kurtarır
Tam da bunun örneği Çarşamba günü, ülkemizin bayrak taşıyıcı markası Türk Hava Yolları’nın (THY) iradesiyle yaşandı… Depremin ardından İstanbul dışına çıkmak isteyenler artınca, bilet fiyatlarının tırmandığına, bin lira olan ücretin 4 bin liraya çıktığına dair ilk haber henüz önümüze düşmüştü ki; THY’nin açıklaması geldi… THY Basın Müşaviri Yahya Üstün aracılığıyla yapılan duyuruda; ilâve seferler düzenleneceği, ayrıca 1.750 lira yurt içi ‘tavan fiyat’ belirlediği ifade edildi.
İşte bu kadardı… Gereken yapılmıştı. Daha da önemlisi tam vaktinde yapılmıştı… Böyle dönemlerde ‘kritik başarı faktörü’ zamanlamadır… Söz konusu deprem gibi bir kriz durumuysa, doğru zaman ‘hemen’dir… Yoksa “Halkın zor zamanında kâr hırsıyla hareket ediyorlar…” algısı ya da şüphesi yerleştikten sonra itibarı toparlamak pek kolay olmaz.
EspressoLab’in iletişimi bir ‘vaka’
Özgür Özel’in neredeyse ‘boykotun sembolü’ hâline getirmeye çalıştığı EspressoLab, 23 Nisan depreminde dikkat çeken ve anlamlı bir harekete imza attı. Marka, müstakil mağazalarının deprem sebebiyle evine giremeyen tüm vatandaşlara açık olduğunu, ayrıca kahve, çay ve suyun ‘ikram’ edileceğini açıkladı… Havaya yazı yazmamak, ‘mış gibi’ yapmamak için de açıklamalarında bahsettikleri 22 müstakil mağazanın bilgilerini paylaştı…
EspressoLab’in, Özel’in ‘boykot’ çağrısıyla başlayan süreçteki ‘kriz iletişimi yönetimi’ bir vaka olarak incelenmelidir…
Hatırlanacağı gibi ilk açıklamaları “Biz neden boykot edildiğimizi anlamadık” idi… Aslında o sırada çağrıyı yapanlar dışında kimse anlamamıştı… Ortak bir duyguyu, düşünceyi yakalayan firma bu ifadeyle dahi, pek çok kişiyle bağlantı kurmayı başarabilmişti. Ayrıca siyasetle işleri olmadığını ve iddia edildiği gibi gizli ortakları bulunmadığını da söylüyorlardı… İletişim açısından doğru bir metindi…
Firma, ardından, hedef kitlesiyle olan bağını güçlendirmek için üniversite öğrencilerine yüzde 20 indirim açıklamış… Depremdeki hamlesiyle de mesajını vermiş: “Birlikte Güçlüyüz”…
EspressoLab şu ana kadar iki şeyi çok doğru yaptı; kesintisiz iletişim ve tüm iletişim aksiyonlarının temelinde aynı ortak temanın kullanılması.
Bu ortak tema, duygusal vaat; Özgür Özel’in ayrıştırma, bir Türk markasını karalama çabasına rağmen, “Birliktelik” vurgusudur. Böyle devam ederlerse, hedef kitlelerini korumanın da ötesine geçebilirler.