‘İklim’ değişmiyor!..
01 aralık 2024 z raporu
Dünya Ekonomik Forumu’nun anketine göre; ekonomik durgunluk, enflasyon ve sosyal uyumun erozyonu gibi ekonomik ve toplumsal riskler önümüzdeki iki yıl içerisinde G20 ülkelerindeki en büyük riskler arasında yer alıyormuş.
“Yönetici Görüşleri Anketi” (Executive Opinion Survey), 2023 yılı Nisan ve Ağustos ayları arasında 110’dan fazla ülkeden 11.000’den fazla yönetici ve liderin görüşlerini ortaya koymuş. Orta Doğu’daki mevcut çatışmaların öncesinde bile, giderek birbirine daha fazla bağımlı hâle gelen ekonomik ve toplumsal risklerin, artan küresel siyasi gerilimler ve birçok büyük ekonomide devam eden enflasyon ortamı karşısında, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı G20 ülkelerindeki en büyük endişeler olarak algılandığı vurgulanmış.
Bütün bu bilgileri Lobby İletişim’den Fatih Kalkan’ın gönderdiği basın bülteninden öğreniyoruz… Ankete göre, bu yıl en yaygın olarak belirtilen risk ekonomik durgunluk. Bu risk, G20 ülkelerinin 13’ünde en üst sıradaki risk olarak belirlenmiş. Enflasyon, işgücü ve/veya yetenek eksikliği, enerji arzı eksikliği, sosyal uyumun ve refahın erozyonu riskleri de G20 ülkeleri için kısa vadedeki en önemli beş risk arasında yer almış.
Geçen yılki verilerin devamı olarak, olağanüstü hava koşulları ve iklim değişikliği adaptasyonunda başarısızlık gibi çevresel riskler, bu yılın G20 ülkelerinin ilk beş risk sıralamasında hak ettiği yeri alamamış.
Bulgular, gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olan piyasalar arasındaki endişelerin ortaklaştığını gösteriyor. “Ekonomik durağanlık” tüm bölgelerde en büyük risk olarak gösterilirken, “olağanüstü hava koşulları” bu yıl tüm yüksek gelirli, üst orta gelirli, alt orta gelirli ve düşük gelirli ülke gruplarında ilk 10’a giren tek çevresel risk olmuş.
Risk, strateji ve insan kaynakları alanlarında hizmet veren Marsh McLennan’ın Avrupa CCO’su Carolina Klint şunları söylemiş: “Akut bir hâle gelmiş ekonomik ve toplumsal riskler, G20 iş dünyası liderlerini endişelendirmeye devam ediyor. Şirketler, öncelikli riskleri doğru bir şekilde ele alırken, önemli teknolojik riskleri göz ardı ederek kuruluşlarını, refahlarını ve içinde bulundukları toplulukları derinden etkileyebilecek, giderek daha karmaşık hâle gelen siber ve yapay zekâ ile ilgili tehditlere karşı savunmasız kalabileceklerini de unutmamalıdırlar.”
Bütün bunlar bana, okuduğum, daha doğrusu dinlediğim son zamanlarda Almanya’nın ‘En çok satanlar’ listesinde yer alan “Zwischen Welten” (Dünyalar Arasında) adlı romandaki bir bölümü hatırlattı. Yazarları Juli Zeh ve Simon Urban…
Üniversite yıllarında ev arkadaşlığı yapan iki genç, yıllar sonra tesadüfen karşılaşırlar. Stephan gazeteci olmuştur. Theresa ise babasının çiftliğini yönetmektedir. Roman, ağırlıklı olarak ikisinin eposta yazışmalarından oluşuyor. Theresa iklim değişikliği ve küresel ısınmanın çiftliğe verdiği zararlardan söz edince Stephan, bu konuda gazete için bir ek hazırladıklarını belirtir. Konuyu daha kapsamlı ele alabilmek için Stephan yanlarına iki çevre aktivistini de alarak çalışmaya koyulur. Tüm gazete çalışanlarının katıldığı bir toplantıda aktivistlerden biri, konuşmalarıyla odaya bomba gibi düşer. “İlkim değişikliği” ve “Küresel ısınma” ifadelerine çok sert, ‘ezber bozan’ itirazları vardır: “Ortada iklim değişikliği, küresel ısınma falan yok! Ortada bir felaket var! Onu da yaratan sizlersiniz! İklimi siz değiştiriyorsunuz, yer küreyi siz ısıtıyorsunuz. O, kendi kendine ısınıp değişmiyor!”
“Dâhiyane olan basit olanı bulmaktır” demiş Einstein… Aktivist gencin ağzından dökülen o basit cümle, aslında küresel ısınma ve iklim değişikliği ile nasıl mücadele edileceğinin de anahtarını sunuyor… Dünyanın önde gelen ve çevre felaketinde hatırı sayılı payı olan ülkelerin görüşlerini ortaya koyan geniş çaplı araştırmalarda dahi önceliğini kaybetmesi ise bir başka işaret…
Önce özneyi, başka bir deyişle faili doğru tespit etmek gerekir…
“Yönetici Görüşleri Anketi” (Executive Opinion Survey), 2023 yılı Nisan ve Ağustos ayları arasında 110’dan fazla ülkeden 11.000’den fazla yönetici ve liderin görüşlerini ortaya koymuş. Orta Doğu’daki mevcut çatışmaların öncesinde bile, giderek birbirine daha fazla bağımlı hâle gelen ekonomik ve toplumsal risklerin, artan küresel siyasi gerilimler ve birçok büyük ekonomide devam eden enflasyon ortamı karşısında, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı G20 ülkelerindeki en büyük endişeler olarak algılandığı vurgulanmış.
Bütün bu bilgileri Lobby İletişim’den Fatih Kalkan’ın gönderdiği basın bülteninden öğreniyoruz… Ankete göre, bu yıl en yaygın olarak belirtilen risk ekonomik durgunluk. Bu risk, G20 ülkelerinin 13’ünde en üst sıradaki risk olarak belirlenmiş. Enflasyon, işgücü ve/veya yetenek eksikliği, enerji arzı eksikliği, sosyal uyumun ve refahın erozyonu riskleri de G20 ülkeleri için kısa vadedeki en önemli beş risk arasında yer almış.
Geçen yılki verilerin devamı olarak, olağanüstü hava koşulları ve iklim değişikliği adaptasyonunda başarısızlık gibi çevresel riskler, bu yılın G20 ülkelerinin ilk beş risk sıralamasında hak ettiği yeri alamamış.
Bulgular, gelişmiş ekonomiler ile gelişmekte olan piyasalar arasındaki endişelerin ortaklaştığını gösteriyor. “Ekonomik durağanlık” tüm bölgelerde en büyük risk olarak gösterilirken, “olağanüstü hava koşulları” bu yıl tüm yüksek gelirli, üst orta gelirli, alt orta gelirli ve düşük gelirli ülke gruplarında ilk 10’a giren tek çevresel risk olmuş.
Risk, strateji ve insan kaynakları alanlarında hizmet veren Marsh McLennan’ın Avrupa CCO’su Carolina Klint şunları söylemiş: “Akut bir hâle gelmiş ekonomik ve toplumsal riskler, G20 iş dünyası liderlerini endişelendirmeye devam ediyor. Şirketler, öncelikli riskleri doğru bir şekilde ele alırken, önemli teknolojik riskleri göz ardı ederek kuruluşlarını, refahlarını ve içinde bulundukları toplulukları derinden etkileyebilecek, giderek daha karmaşık hâle gelen siber ve yapay zekâ ile ilgili tehditlere karşı savunmasız kalabileceklerini de unutmamalıdırlar.”
Bütün bunlar bana, okuduğum, daha doğrusu dinlediğim son zamanlarda Almanya’nın ‘En çok satanlar’ listesinde yer alan “Zwischen Welten” (Dünyalar Arasında) adlı romandaki bir bölümü hatırlattı. Yazarları Juli Zeh ve Simon Urban…
Üniversite yıllarında ev arkadaşlığı yapan iki genç, yıllar sonra tesadüfen karşılaşırlar. Stephan gazeteci olmuştur. Theresa ise babasının çiftliğini yönetmektedir. Roman, ağırlıklı olarak ikisinin eposta yazışmalarından oluşuyor. Theresa iklim değişikliği ve küresel ısınmanın çiftliğe verdiği zararlardan söz edince Stephan, bu konuda gazete için bir ek hazırladıklarını belirtir. Konuyu daha kapsamlı ele alabilmek için Stephan yanlarına iki çevre aktivistini de alarak çalışmaya koyulur. Tüm gazete çalışanlarının katıldığı bir toplantıda aktivistlerden biri, konuşmalarıyla odaya bomba gibi düşer. “İlkim değişikliği” ve “Küresel ısınma” ifadelerine çok sert, ‘ezber bozan’ itirazları vardır: “Ortada iklim değişikliği, küresel ısınma falan yok! Ortada bir felaket var! Onu da yaratan sizlersiniz! İklimi siz değiştiriyorsunuz, yer küreyi siz ısıtıyorsunuz. O, kendi kendine ısınıp değişmiyor!”
“Dâhiyane olan basit olanı bulmaktır” demiş Einstein… Aktivist gencin ağzından dökülen o basit cümle, aslında küresel ısınma ve iklim değişikliği ile nasıl mücadele edileceğinin de anahtarını sunuyor… Dünyanın önde gelen ve çevre felaketinde hatırı sayılı payı olan ülkelerin görüşlerini ortaya koyan geniş çaplı araştırmalarda dahi önceliğini kaybetmesi ise bir başka işaret…
Önce özneyi, başka bir deyişle faili doğru tespit etmek gerekir…