İrtibatı keselim…
01 mart 2024 z raporu
Teknolojik gelişmelerin yol açtığı kaderdir; bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken diğer yandan da bizi, ağır yan etkileriyle başa çıkmaya zorlarlar… Örneğin, yaşamlarımıza hız ve erişimin kolaylaşması gibi müthiş faydalar sağlayan cep telefonlarının uzun süre kulakta tutulması, yaydıkları manyetik radyasyon nedeniyle, beyni ısıtmak gibi zararlı ve garip sonuçlar doğurur. Otomobiller, uçaklar uzakları yakın kılarken, karbondioksit emisyonu nedeniyle küresel ısınma ve iklim değişikliğini tetiklerler...
Bu çelişkinin dünyadaki en keskin sonuçları pandemiden bu yana yaşanmış; daha da ivmelenen teknolojik gelişmeler ve kullanımların yaygınlaşmasıyla, iş-ilişki-iletişim dünyasındaki alışkanlıkları torpillemiş, yerle bir etmiştir. ‘Uzaktan çalışma’ nedeniyle bugün bazı sektörler, ofislerde çalıştıracak eleman bulmakta zorlanmaktadırlar.
Bir başka açıdan bakıldığında; teknolojinin ilerlemesinin hayatın maddi yanını zenginleştirdiği, ancak manevi yanını ‘kuruttuğu’ da gözlemlenmektedir. Malumunuz, insanlar giderek yalnızlaşmaktadırlar…
Yapay zekâ temelli uygulamalar sağladıkları kolaylıklarla insanı mutlu etmeye hizmet edecekken, tam tersi, tedirginliğe neden olup bizi, her türden ilişkinin maneviyatını yok etme tehlikesiyle baş başa bırakıyorlar. Sinema tarihinde konu edilen yüksek teknoloji soyutlamalarını bir hatırlayalım… Bu filmler çoğunlukla ‘insanın yok olmasına yol açacak olaylarla’ bezenmişse bunun elbette bir sebebi, psikolojik ve sosyolojik arka planı olmalı…
Bu arka planda insana ‘aracılık etmesi’ gereken ‘araçların’ başlı başına birer ‘amaç’ hâline gelmesinin payı çok büyüktür. Tıpkı, araç olarak ihdas edilmiş paranın amaç hâline geldiğinde insan hayatında ‘çok şeylere’ mal olması gibi…
Bu doğrultuda yürütülen iki çalışma, teknolojiyle ilişkimizde dikkatli olmamız gerektiğine işaret ediyor…
Örneğin, şu hibrit çalışma meselesi… Youthall,“Türkiye’de İK’nın Geleceği: 2024 İK Trendleri” araştırmasını yayınlamış. Pandemi ile hayatımıza giren hibrit çalışma modeli; iş dünyasındaki yerini sağlamlaştırıyormuş. Katılımcıların %88 gibi büyük bir çoğunluğu “Hibrit çalışma modeli verimliliği artırıyor” demiş; keza katılımcıların %57,6’sı esnek çalışma saatleri ve uzaktan çalışma imkânlarının sağlanması beklentisi içindeymiş. %75,2’si hibrit sistemin esnek çalışmaya olanak sağladığını söyleyerek iş-yaşam dengesini tesis ettiğini savunmuş. %64,8’i ise ulaşım stresini azaltırken konforu artırdığını düşünüyormuş.
Araştırmacılar; hibrit çalışma modelinin 2024 yılında da esneklik, konfor, kariyer fırsatlarına erişim ve sağlık açısından sağladığı avantaj nedeniyle çalışanların en çok tercih ettiği çalışma modeli olacağını öne sürmüşler.
Malumunuz bazı ülkeler ‘haftada dört gün çalışma’ sistemini denemeye başladılar. Yüksek enerji maliyetleri, faiz oranları ve derin işgücü eksikliği nedeniyle ekonomisi durgunlaşan Almanya da onlardan biri… 45 şirketin katılımıyla 6 ay sürecek uygulamada; verimliliği artırdığı, tükenmişlik sendromunu ve stresi azalttığı söylenen ‘haftada dört gün çalışma sistemi’ ile üç günlük hafta sonunun çalışanları daha mutlu, daha sağlıklı ve daha üretken yapıp yapmayacağı analiz edilecekmiş.
Koca koca ülkelerin bu sisteme razı olmasını yaratan şartlarda teknolojinin yanlış kullanımının, araç olmaktan çıkıp amaç hâline gelerek insanı dinlendiren değil, yoran bir vasıtaya dönüşmüş olmasının etkisi azımsanmamalı… Çünkü elektronik postalar bile gece gündüz yağarken, onu da aşan bir tempoya sahip mesajlaşma programları nedeniyle anında cevap bekleyen taleplerin yığıldığı bir çalışma ortamında nefes almak zor… Her ne kadar çalışanlara hâlâ cazip gelse de (bkz. yukarıdaki araştırma)…
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gül Esra Atalay, bu bağlamda önemli bir konuya parmak basmış ve sanal dünyanın yeni bazı görgü kurallarını gerektirdiğini belirtmiş. Atalay, dijital iletişimin imkânlarını kullanırken sırf yapabiliyoruz diye, başka hiçbir faktörü hesaba katmadan diğer insanlara istediğimiz her an ulaşamaya çalışmanın, mesaj atmanın, aramanın profesyonel mesafeyi bozduğunu, sınırları ihlal ettiğini ifade etmiş. Çalışanların şu sıra en önemli şikâyet konusu olan ‘iş-özel yaşam ayrımının’ bu şekilde bulanıklaştığını belirten Atalay, “Bu alanda bilinçlenme şart” demiş.
Görünen o ki, teknolojinin kuşattığı hayattan kurtulma isteği yeni haklar ve hukuki düzenlemeleri de doğuracak. Bu bağlamda, Fransa ve İrlanda gibi bazı ülkeler çalışanlarını korumak için ‘irtibatı kesme hakkı’nı yasal olarak düzenlemeye başlamışlar.
Ez cümle, teknoloji çok şeyi değiştiriyor olabilir. Ancak insanın temel ihtiyaçları yerli yerinde kalmaya devam ediyor… O nedenle, hayatın her alanında olduğu gibi bu konuda da rehberlik edecek ‘denge’ unsurunu gözetmekte yarar var. Ve de mesai dışında mecbur değilsek irtibatı kesmekte…
Bu çelişkinin dünyadaki en keskin sonuçları pandemiden bu yana yaşanmış; daha da ivmelenen teknolojik gelişmeler ve kullanımların yaygınlaşmasıyla, iş-ilişki-iletişim dünyasındaki alışkanlıkları torpillemiş, yerle bir etmiştir. ‘Uzaktan çalışma’ nedeniyle bugün bazı sektörler, ofislerde çalıştıracak eleman bulmakta zorlanmaktadırlar.
Bir başka açıdan bakıldığında; teknolojinin ilerlemesinin hayatın maddi yanını zenginleştirdiği, ancak manevi yanını ‘kuruttuğu’ da gözlemlenmektedir. Malumunuz, insanlar giderek yalnızlaşmaktadırlar…
Yapay zekâ temelli uygulamalar sağladıkları kolaylıklarla insanı mutlu etmeye hizmet edecekken, tam tersi, tedirginliğe neden olup bizi, her türden ilişkinin maneviyatını yok etme tehlikesiyle baş başa bırakıyorlar. Sinema tarihinde konu edilen yüksek teknoloji soyutlamalarını bir hatırlayalım… Bu filmler çoğunlukla ‘insanın yok olmasına yol açacak olaylarla’ bezenmişse bunun elbette bir sebebi, psikolojik ve sosyolojik arka planı olmalı…
Bu arka planda insana ‘aracılık etmesi’ gereken ‘araçların’ başlı başına birer ‘amaç’ hâline gelmesinin payı çok büyüktür. Tıpkı, araç olarak ihdas edilmiş paranın amaç hâline geldiğinde insan hayatında ‘çok şeylere’ mal olması gibi…
Bu doğrultuda yürütülen iki çalışma, teknolojiyle ilişkimizde dikkatli olmamız gerektiğine işaret ediyor…
Örneğin, şu hibrit çalışma meselesi… Youthall,“Türkiye’de İK’nın Geleceği: 2024 İK Trendleri” araştırmasını yayınlamış. Pandemi ile hayatımıza giren hibrit çalışma modeli; iş dünyasındaki yerini sağlamlaştırıyormuş. Katılımcıların %88 gibi büyük bir çoğunluğu “Hibrit çalışma modeli verimliliği artırıyor” demiş; keza katılımcıların %57,6’sı esnek çalışma saatleri ve uzaktan çalışma imkânlarının sağlanması beklentisi içindeymiş. %75,2’si hibrit sistemin esnek çalışmaya olanak sağladığını söyleyerek iş-yaşam dengesini tesis ettiğini savunmuş. %64,8’i ise ulaşım stresini azaltırken konforu artırdığını düşünüyormuş.
Araştırmacılar; hibrit çalışma modelinin 2024 yılında da esneklik, konfor, kariyer fırsatlarına erişim ve sağlık açısından sağladığı avantaj nedeniyle çalışanların en çok tercih ettiği çalışma modeli olacağını öne sürmüşler.
Malumunuz bazı ülkeler ‘haftada dört gün çalışma’ sistemini denemeye başladılar. Yüksek enerji maliyetleri, faiz oranları ve derin işgücü eksikliği nedeniyle ekonomisi durgunlaşan Almanya da onlardan biri… 45 şirketin katılımıyla 6 ay sürecek uygulamada; verimliliği artırdığı, tükenmişlik sendromunu ve stresi azalttığı söylenen ‘haftada dört gün çalışma sistemi’ ile üç günlük hafta sonunun çalışanları daha mutlu, daha sağlıklı ve daha üretken yapıp yapmayacağı analiz edilecekmiş.
Koca koca ülkelerin bu sisteme razı olmasını yaratan şartlarda teknolojinin yanlış kullanımının, araç olmaktan çıkıp amaç hâline gelerek insanı dinlendiren değil, yoran bir vasıtaya dönüşmüş olmasının etkisi azımsanmamalı… Çünkü elektronik postalar bile gece gündüz yağarken, onu da aşan bir tempoya sahip mesajlaşma programları nedeniyle anında cevap bekleyen taleplerin yığıldığı bir çalışma ortamında nefes almak zor… Her ne kadar çalışanlara hâlâ cazip gelse de (bkz. yukarıdaki araştırma)…
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gül Esra Atalay, bu bağlamda önemli bir konuya parmak basmış ve sanal dünyanın yeni bazı görgü kurallarını gerektirdiğini belirtmiş. Atalay, dijital iletişimin imkânlarını kullanırken sırf yapabiliyoruz diye, başka hiçbir faktörü hesaba katmadan diğer insanlara istediğimiz her an ulaşamaya çalışmanın, mesaj atmanın, aramanın profesyonel mesafeyi bozduğunu, sınırları ihlal ettiğini ifade etmiş. Çalışanların şu sıra en önemli şikâyet konusu olan ‘iş-özel yaşam ayrımının’ bu şekilde bulanıklaştığını belirten Atalay, “Bu alanda bilinçlenme şart” demiş.
Görünen o ki, teknolojinin kuşattığı hayattan kurtulma isteği yeni haklar ve hukuki düzenlemeleri de doğuracak. Bu bağlamda, Fransa ve İrlanda gibi bazı ülkeler çalışanlarını korumak için ‘irtibatı kesme hakkı’nı yasal olarak düzenlemeye başlamışlar.
Ez cümle, teknoloji çok şeyi değiştiriyor olabilir. Ancak insanın temel ihtiyaçları yerli yerinde kalmaya devam ediyor… O nedenle, hayatın her alanında olduğu gibi bu konuda da rehberlik edecek ‘denge’ unsurunu gözetmekte yarar var. Ve de mesai dışında mecbur değilsek irtibatı kesmekte…