NATO kafalar…
11 temmuz 2024 yeni şafak
Çocukluğumdan beri duyarım; argoda ‘taş kafa’ ya da ‘beyinsiz’ yerine kullanılır: “NATO kafa, NATO mermer!”
Uzun yıllar, bu deyişin NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı) ile ne ilgisi olabilir diye düşünüp durmuştum. Yine de NATO sözcüğünün pejoratif anlamda kullanılması hiç rahatsız etmiyordu… Öyle ya, NATO’ya, CENTO’ya ve ABD dümen suyunda hareket eden bilumum uluslararası kuruluşa karşıydık!.. Hele de NATO’ya!
Tabii şimdi ‘arama motorları’ imdada yetişiveriyor… Efendim, Yunanca’dan geliyormuş. Orijinali; “Na to kefali, na to mermari” (İşte kafa, işte mermer) imiş… Bu sözü ilk defa bir Yunanlı milletvekilinin Parlamento’da kullandığı iddia ediliyor. Trakya üzerinden de bize, NATO diye intikal etmiş…
Bu gerçeği bilmeme rağmen, ne zaman “Nato kafa, nato mermer!” sözünü duysam, olayı NATO’ya bağlamak gelir içimden… NATO’ya hâlâ inanan bir beyin, ancak mermer gibi taşlaşmış, kıvrımsız ve lobsuz olabilirdi çünkü…
Geçmişe oranla sanki bu sefer durum farklı… Türkiye, “NATO Liderler Zirvesi”ne çok daha farklı bir algıyla katılıyor. Genellikle ülkemiz aleyhine yanlı analizlerine rastladığım Alman vakfı SWP’de (Stiftung Wissenschaft und Politik - Bilim ve Siyaset Vakfı) yayınlanan bir makaleye göz atalım isterseniz…
4 Temmuz’da Yaşar Aydın imzasıyla yayınlanan yazıda; NATO meselesine ‘Türkiye’nin Avrupa için önemi’ açısından yaklaşılıyor. Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, İran, Mısır, Etiyopya, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ortak olduğu BRICS’e bizim de her an üye olabileceğimizi açıklamasına dikkat çekilmiş. Gelin buna bir de Astana’daki “24’üncü Devlet Başkanları Zirvesi” vesilesiyle Türkiye’nin “Şanghay İşbirliği Örgütü”ne katılabileceğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ima edilmesini, Türk Devletleri Teşkilatı’nın hızla gelişmesini, ülkemizin “İslam İşbirliği Teşkilatı”nı sürekli motive ederek harekete geçirmeye çalışmasını ekleyin…
SWP’deki makalede, ‘Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri’ çerçevesinde 3 aşamalı bir gelişme öngürülüyor: 1. AB’nin, NATO’ya alternatif savunma birliği PESCO’ya (Permanent Structured Cooperation - Daimi Yapısal İş birliği Savunma Anlaşması) Türkiye’nin mutlaka alınması; 2. Avrupa’da savunma sanayine en ciddi yaptırımları yapmış olması nedeniyle bir güç odağı hâline gelen Türkiye’nin, zaten üyesi olduğu European Sky Shield Initiative’deki (Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi) konumunun güçlendirilmesi; 3. F35 projesine Türkiye’nin derhal dâhil edilmesi.
Yeni Zelanda, Avustralya ve Japonya, üye olmamalarına rağmen “Küresel Ortak” sıfatıyla, NATO’ya davetliydiler. Kuzey Atlantik’te yer almayan bu ülkelerin ortak özelliklerinden biri de ABD’nin ‘düşman’ ilan ettiği Çin’i coğrafi olarak çevrelemeleri… Bu durumunu, ABD’nin Çin’i zayıflatmak üzere bir ‘dünya savaşı’ hazırlığı olarak yorumlayan AB üyeleri elbette rahatsız… Bu Türkiye için de böyle…
Biz, bütün dünya meselelerine, pergelin sabit ucunu Türkiye’ye koyarak ve millî bağımsızlık, bölünmez bütünlük çerçevesinden baktığımız için NATO konusunu sadece ve sadece ülkemizin ve bölgemizin çıkarları açısından değerlendirmekten yanayız. ABD ve AB çıkarları açısından değil…
Günün sözü
“Adaletin olmadığı yerde egemenlik, örgütlü hırsızlık değildir de nedir?”
St. Augustine
İletişim Aklı 40
İletişim Aklı, başta ‘çalışanlar’, eğer devlet söz konusuysa ‘halk’ olmak üzere sosyal paydaşlarını (müttefiklerini) kaynak değil, kıymet olarak görür. Onları kaynakmış gibi tüketmeye değil, kıymet oldukları bilinciyle çoğaltmayı, geliştirmeyi ve aralarındaki ilişkiyi karşılıklı ‘haz ve tatmin’ düzeyinde yönetmeyi bilir.
Gözümüze takılanlar…
Uzun yıllar, bu deyişin NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı) ile ne ilgisi olabilir diye düşünüp durmuştum. Yine de NATO sözcüğünün pejoratif anlamda kullanılması hiç rahatsız etmiyordu… Öyle ya, NATO’ya, CENTO’ya ve ABD dümen suyunda hareket eden bilumum uluslararası kuruluşa karşıydık!.. Hele de NATO’ya!
Tabii şimdi ‘arama motorları’ imdada yetişiveriyor… Efendim, Yunanca’dan geliyormuş. Orijinali; “Na to kefali, na to mermari” (İşte kafa, işte mermer) imiş… Bu sözü ilk defa bir Yunanlı milletvekilinin Parlamento’da kullandığı iddia ediliyor. Trakya üzerinden de bize, NATO diye intikal etmiş…
Bu gerçeği bilmeme rağmen, ne zaman “Nato kafa, nato mermer!” sözünü duysam, olayı NATO’ya bağlamak gelir içimden… NATO’ya hâlâ inanan bir beyin, ancak mermer gibi taşlaşmış, kıvrımsız ve lobsuz olabilirdi çünkü…
Geçmişe oranla sanki bu sefer durum farklı… Türkiye, “NATO Liderler Zirvesi”ne çok daha farklı bir algıyla katılıyor. Genellikle ülkemiz aleyhine yanlı analizlerine rastladığım Alman vakfı SWP’de (Stiftung Wissenschaft und Politik - Bilim ve Siyaset Vakfı) yayınlanan bir makaleye göz atalım isterseniz…
4 Temmuz’da Yaşar Aydın imzasıyla yayınlanan yazıda; NATO meselesine ‘Türkiye’nin Avrupa için önemi’ açısından yaklaşılıyor. Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika, İran, Mısır, Etiyopya, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ortak olduğu BRICS’e bizim de her an üye olabileceğimizi açıklamasına dikkat çekilmiş. Gelin buna bir de Astana’daki “24’üncü Devlet Başkanları Zirvesi” vesilesiyle Türkiye’nin “Şanghay İşbirliği Örgütü”ne katılabileceğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ima edilmesini, Türk Devletleri Teşkilatı’nın hızla gelişmesini, ülkemizin “İslam İşbirliği Teşkilatı”nı sürekli motive ederek harekete geçirmeye çalışmasını ekleyin…
SWP’deki makalede, ‘Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri’ çerçevesinde 3 aşamalı bir gelişme öngürülüyor: 1. AB’nin, NATO’ya alternatif savunma birliği PESCO’ya (Permanent Structured Cooperation - Daimi Yapısal İş birliği Savunma Anlaşması) Türkiye’nin mutlaka alınması; 2. Avrupa’da savunma sanayine en ciddi yaptırımları yapmış olması nedeniyle bir güç odağı hâline gelen Türkiye’nin, zaten üyesi olduğu European Sky Shield Initiative’deki (Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi) konumunun güçlendirilmesi; 3. F35 projesine Türkiye’nin derhal dâhil edilmesi.
Yeni Zelanda, Avustralya ve Japonya, üye olmamalarına rağmen “Küresel Ortak” sıfatıyla, NATO’ya davetliydiler. Kuzey Atlantik’te yer almayan bu ülkelerin ortak özelliklerinden biri de ABD’nin ‘düşman’ ilan ettiği Çin’i coğrafi olarak çevrelemeleri… Bu durumunu, ABD’nin Çin’i zayıflatmak üzere bir ‘dünya savaşı’ hazırlığı olarak yorumlayan AB üyeleri elbette rahatsız… Bu Türkiye için de böyle…
Biz, bütün dünya meselelerine, pergelin sabit ucunu Türkiye’ye koyarak ve millî bağımsızlık, bölünmez bütünlük çerçevesinden baktığımız için NATO konusunu sadece ve sadece ülkemizin ve bölgemizin çıkarları açısından değerlendirmekten yanayız. ABD ve AB çıkarları açısından değil…
Günün sözü
“Adaletin olmadığı yerde egemenlik, örgütlü hırsızlık değildir de nedir?”
St. Augustine
İletişim Aklı 40
İletişim Aklı, başta ‘çalışanlar’, eğer devlet söz konusuysa ‘halk’ olmak üzere sosyal paydaşlarını (müttefiklerini) kaynak değil, kıymet olarak görür. Onları kaynakmış gibi tüketmeye değil, kıymet oldukları bilinciyle çoğaltmayı, geliştirmeyi ve aralarındaki ilişkiyi karşılıklı ‘haz ve tatmin’ düzeyinde yönetmeyi bilir.
Gözümüze takılanlar…
- Türk Patent ve Marka Kurumu’nun (TÜRKPATENT) verisine göre, 25 yıl öncesine kadar yalnızca bir faydalı model ve patent başvurusu olan Çanakkale, 2023’te bu sayıyı 800’e çıkarmış. Şehrin marka başvurusu 45, tasarım alanındaki başvuru sayısı ise 5 kattan fazla artmış. 15 üründe coğrafi işarete sahip şehrin, tescil aşamasında 4 ürünü daha varmış. Verileri değerlendiren Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz; “Çanakkale’yi son yıllarda bu aşamaya hızlıca getiren en büyük itici güçlerden birinin 2022 yılında açılan 1915 Çanakkale Köprüsü olduğuna inanıyorum. Çanakkale’den ekonomide yeni açılımlar ve rekorlar bekleyebiliriz” demiş (Seda Kal). Köprü’nün sadece Çanakkale’ye değil, Marmara Bölgesi’ne, ulusal ve uluslararası taşımacılığa, ticarete ve turizme faydasını anlamayanlar, bunu da anlamamakta direnirlerse, anlarız…
- Türk Telekom’un dijital müzik platformu Muud’da Haziran ayının listeleri açıklanmış. Hande Yener’in “Ben Senin Delinim” parçası Muud kullanıcılarının geçen ay en çok paylaştığı şarkı, Taylor Swift ise en çok dinlenen yabancı sanatçı olmuş. Halk genelinin beğeni, eğilim ve taleplerini anlamak için bu türden listeleri, en az araştırmalar kadar önemsiyoruz. Karşıda bir anketör, dolayısıyla kendini nasıl temsil ettiğiyle ilgili bir endişe olmadan ortaya çıkan bu sonuçlar mutlaka ciddiye alınmalı. Siyaset ve iletişim başta olmak üzere halka hitap edecek çalışmalarla iştigal edenler bu ve benzer kaynakları atlamamalılar…
- Yıldız Holding, “Uluslararası EŞİT ÜCRET Derneği” (EQUAL- SALARY Foundation) tarafından kadın ve erkek çalışanları arasındaki “eşit işe eşit ücreti” belgeleyen kurumlara verilen sertifikayı almaya hak kazanmış (Fatma Kaytez, Lorbi). Derneğin tanınmamasını bir kenara bırakırsak, tam iletişimi yapılacak konu. Neden mi? “İşveren markası” ya da “Çalışan markası” denilen, arasındaki ayrımı kullananların dahi bilmediği bir kavramın altını dolduracağına inanılan faaliyetlerle kıyaslanınca o kadar net anlaşılıyor ki! Kadın ve erkek çalışanlar için adil bir sistem ortaya konulduğu apaçık görülüyor. Dolayısıyla firmanın itibarına doğrudan etki edecek bir unsur olarak değer kazanıyor. Anlaşılmaz, çalışanlarda, halkta karşılığı olmayan yabancı kültürlerden kopyalanmış sertifikaların peşinde koşanlara örnek olabilir.