“Ne mutlu!..”
06 temmuz 2024 yeni şafak
Beden ve işaret dili, iletişim ve ilişki yönetiminde mesajı ‘adrese teslim etme’ konusundaki en etkili silahlardandır. Tarih boyunca pek çok örneğine rastlamak mümkündür.
Merih Demiral kardeşimizin EURO 2024’te Avusturya’yı 2-1 yendiğimiz maçta ikinci golün ardından sevinirken ‘bozkurt’ işareti yapması da mesajı iletme görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Nitekim Demiral, maç sonrası verdiği beyanatta, bozkurt işaretinin kendisi için ne anlama geldiğini çok içten bir şekilde ifade etmiş ve verdiği mesaja sahip çıkmıştır.
Beden ve işaret dilleri, yalana, sahteliğe, -mış gibi yapmaya müsaade etmez; mesajı, hiçbir kirliliğe ve yanlış anlaşılmaya uğratmayacak şekilde karşı tarafa iletir.
1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin “Yeter! Söz Milletin” sloganını bugün trafik polislerinin elleriyle yaptığı ‘dur’ işaretine benzer görselle ifade etmesi tarihe geçmiştir. Tıpkı Turgut Özal’ın “Dört Eğilim” adını verdiği politikasını iki elini başının üzerinde kavuşturarak anlatması gibi…
Daha da eskilere gidecek olursak, 1914’te İngilizleri askere çağıran “Ülkenin ordusuna katıl” yazılı afişteki ya da 1917’de Amerikalıların gençleri askerliğe davet eden “Sam Amca”nın tereddütsüz bir yüz ifadesiyle ve sanki ona kim bakıyorsa özellikle o kişiyi gösteriyormuş gibi işaret parmağıyla ‘gönderdiği’ mesajın yerini nokta atışıyla bulması da pek meşhurdur.
Gelelim Hitler’e… “Nazi selamı” desek, yeterli olacaktır herhâlde… Kendisini “Heil Hitler” (Yaşa Hitler) diye selamlayan kitle ve kişiler kollarını ileriye doğru uzatırken, Adolf bey kolunu geriye doğru götürerek kendi kendini selamlardı. Küçük adam, büyük ego…
Allah’a yakarmak için elleri semaya açmak, Hristiyanların istavroz çıkarması gibi daha pek çok sembolik hareketi saymak mümkündür…
Bu arada beden ve işaret dili, kültüre içkin bir konudur. Yani, millî bir meseledir… Her işaret, her ülkede aynı anlama gelmez…
Bozkurt kavramını sadece bir siyasi görüşe indirgemek cehaletin göstergesi sayılabilir. Kökeni, “Ergenekon Destanı”na kadar gitmektedir… Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında “Ne Mutlu Türküm Diyene” söyleminde vücut bulan ‘üst kimlik milliyetçiliği’nin simgesi hâline gelmiştir.
Avrupa’nın Demiral’a verdiği tepkiyi anlayabilmek (asla onaylamak değil) mümkündür… Özetle, “Kişi kendinden bilir işi” benzeri bir durumun içindedirler… Kendi faşist kökenlerinin yeniden hortlamasından o kadar ödleri kopuyor, faşist gelenekleri o kadar hafif bir uykuda, kimliklerinin o kadar büyük bir parçası ki; birden panik içinde “Ben yapmadım, o yaptı!” diye bağırıveriyorlar.
Biz yazımızı Demiral’ın dediği gibi, “Ne mutlu Türküm diyene!” sözleriyle bitirelim… “Ne mutlu Türk olana!” diye değil…
Günün sözü
“Bilelim ki; millî benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar."
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
İletişim Aklı 38
İletişim Aklı, ‘sosyal paydaşlık’ konusunda önemli ve farklı bir bakış açısı sağlamaktan yanadır. Bu hedef kitleyle iletişimden çok, ilişki odaklı (bkz. İletişim Aklı 23 ve 29) bir yaklaşım çerçevesinde hareket etmeye özen gösterir. Herkese aynı şeyi, aynı kanaldan, aynı tarzda, aynı zamanda, aynı projeler çerçevesinde söyleyemeyeceğini bilir.
Gözümüze takılanlar…
Merih Demiral kardeşimizin EURO 2024’te Avusturya’yı 2-1 yendiğimiz maçta ikinci golün ardından sevinirken ‘bozkurt’ işareti yapması da mesajı iletme görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Nitekim Demiral, maç sonrası verdiği beyanatta, bozkurt işaretinin kendisi için ne anlama geldiğini çok içten bir şekilde ifade etmiş ve verdiği mesaja sahip çıkmıştır.
Beden ve işaret dilleri, yalana, sahteliğe, -mış gibi yapmaya müsaade etmez; mesajı, hiçbir kirliliğe ve yanlış anlaşılmaya uğratmayacak şekilde karşı tarafa iletir.
1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin “Yeter! Söz Milletin” sloganını bugün trafik polislerinin elleriyle yaptığı ‘dur’ işaretine benzer görselle ifade etmesi tarihe geçmiştir. Tıpkı Turgut Özal’ın “Dört Eğilim” adını verdiği politikasını iki elini başının üzerinde kavuşturarak anlatması gibi…
Daha da eskilere gidecek olursak, 1914’te İngilizleri askere çağıran “Ülkenin ordusuna katıl” yazılı afişteki ya da 1917’de Amerikalıların gençleri askerliğe davet eden “Sam Amca”nın tereddütsüz bir yüz ifadesiyle ve sanki ona kim bakıyorsa özellikle o kişiyi gösteriyormuş gibi işaret parmağıyla ‘gönderdiği’ mesajın yerini nokta atışıyla bulması da pek meşhurdur.
Gelelim Hitler’e… “Nazi selamı” desek, yeterli olacaktır herhâlde… Kendisini “Heil Hitler” (Yaşa Hitler) diye selamlayan kitle ve kişiler kollarını ileriye doğru uzatırken, Adolf bey kolunu geriye doğru götürerek kendi kendini selamlardı. Küçük adam, büyük ego…
Allah’a yakarmak için elleri semaya açmak, Hristiyanların istavroz çıkarması gibi daha pek çok sembolik hareketi saymak mümkündür…
Bu arada beden ve işaret dili, kültüre içkin bir konudur. Yani, millî bir meseledir… Her işaret, her ülkede aynı anlama gelmez…
Bozkurt kavramını sadece bir siyasi görüşe indirgemek cehaletin göstergesi sayılabilir. Kökeni, “Ergenekon Destanı”na kadar gitmektedir… Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında “Ne Mutlu Türküm Diyene” söyleminde vücut bulan ‘üst kimlik milliyetçiliği’nin simgesi hâline gelmiştir.
Avrupa’nın Demiral’a verdiği tepkiyi anlayabilmek (asla onaylamak değil) mümkündür… Özetle, “Kişi kendinden bilir işi” benzeri bir durumun içindedirler… Kendi faşist kökenlerinin yeniden hortlamasından o kadar ödleri kopuyor, faşist gelenekleri o kadar hafif bir uykuda, kimliklerinin o kadar büyük bir parçası ki; birden panik içinde “Ben yapmadım, o yaptı!” diye bağırıveriyorlar.
Biz yazımızı Demiral’ın dediği gibi, “Ne mutlu Türküm diyene!” sözleriyle bitirelim… “Ne mutlu Türk olana!” diye değil…
Günün sözü
“Bilelim ki; millî benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar."
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
İletişim Aklı 38
İletişim Aklı, ‘sosyal paydaşlık’ konusunda önemli ve farklı bir bakış açısı sağlamaktan yanadır. Bu hedef kitleyle iletişimden çok, ilişki odaklı (bkz. İletişim Aklı 23 ve 29) bir yaklaşım çerçevesinde hareket etmeye özen gösterir. Herkese aynı şeyi, aynı kanaldan, aynı tarzda, aynı zamanda, aynı projeler çerçevesinde söyleyemeyeceğini bilir.
Gözümüze takılanlar…
- Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nda, 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı’nın 2030 yılına kadar gerçekleştirilemeyeceği belirtilmiş. Raporda; belirlenen hedeflerin sadece yüzde 16’sında ilerleme kaydedildiği ifade edilmiş. İnsanlığın temiz hava ve su gibi ortak mal ve hizmetlere ihtiyaç duyduğu açıklanan raporda, kaliteli eğitime erişim gibi alanlara küresel finansmanın önceliklendirilmesi gerektiği vurgulanmış. 2030 yılına kadar dünya genelinde yaklaşık 600 milyon insanın açlık çekeceğine ve obezite oranlarının artacağına dikkat çekilen çalışmada, hayvansal bazlı protein tüketimini sınırlandırmak, verimliliği artıracak yatırımlar yapmak ve ormansızlaşmayı durdurmak için kapsayıcı, sağlam ve şeffaf izleme sistemleri uygulamak konusunda tüm paydaşların acil ve koordineli şekilde eyleme geçmesi gerektiği kaydedilmiş.
- Kadın giyim markası Penti; yeni bir iş modeli tasarlamış. Buna göre kumaş atıklarından geri dönüşüm ile alışveriş çantası üretirken, geri dönüşüme uygun olmayan atıkların farklı sektörlerde kullanılmasını sağlayacakmış. Bazı mağazalarına yerleştirdiği kutularla da herkesin bu sürdürülebilirlik hareketine katkıda bulunmasına aracılık edecekmiş (Funda Afşar, Golin). Markaların bu türden aksiyonları son derece umut verici… Ancak çoğunlukla kampanya başladığında iletişimi yapılıyor, ardından çıt çıkmıyor. Oysa beklenen etkiyi uyandıracak olan; sürdürülebilirlik ve diğer sorumluluk projelerinde hem firmaların konuyu sahiplendiğini hem de bu tür çalışmaların uzun yıllar sürerek ‘fark yarattığını’ göstermektir…
- 2023 yılında global oyun pazarı piyasa değeri 185 milyar dolar civarındaymış. Mobil oyun pazarı 2024 yılının ilk çeyreğinde yüzde 20 oranında büyümüş ve sektördeki mobil oyun reklam harcamaları 80 milyar doları geçmiş. Dijital Pazarlama Okulu Kurucusu Yasin Kaplan, sektörde bu denli rekabet artarken dijital pazarlama stratejilerini planlı şekilde uygulamak önemli, demiş (Yasin Görmez). Peki iş dünyamız video oyun sektörüne çeşitli yollarla reklam verilebildiğinin farkında mı acaba? Bunlar bir çırpıda; ürün yerleştirme, statik ya da dinamik (internet bağlantısı olmaksızın görünen ve değişmeyen ya da demografiye, reklam verenin ihtiyacına göre değişen), “advergames” denen bir ürünü/hizmeti tanıtmak için sunulanlar ya da internet ortamındaki bağlantılar aracılığıyla ilgili platforma yönlendirme amacı taşıyan reklamlar olabilir. 2020 Amerikan başkanlık seçimlerinde Obama’nın çevrim içi bir video oyununa reklam verdiğini de hatırlatalım…