Ritim bozukluğu...
08 Ağustos 2024 - Yeni şafak
Lafı dolandırmayalım... Durum ciddi... Türkiye’de devlet kurumlarının tamamına yakını saldırı altında... Hem de en iyi iş yapanlar, en gurur duyulacaklar dâhil...
Silahlı Kuvvetler mesela; Türk Tabipler Birliği Başkanı Fincancı Hanım, “TSK kimyasal silah kullanıyor” demedi mi?!
Rekor turist sayılarına imza atan Turizm Bakanlığı, ihracatı uçuran, dış ticaret açığını kapatan Ticaret Bakanlığı, pandemide harikalar yaratan Sağlık Bakanlığı, uyuşturucu mafyasına, terör örgütlerine, kara para aklayanlara kök söktüren İçişleri Bakanlığı, kamu diplomasisi konusunda büyük gayret gösteren İletişim Başkanlığı, Türkiye’nin makro ekonomik düzeydeki görünümünün düzelmesini sağlayan finans profesyonelleri...
Hepsi ateş altındalar...
Hele de TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)... Fakat, çuvaldıza sarılmadan önce, işe iğneyle başlasak nasıl olur?..
Bizim teşhisimiz, TÜİK, ritim bozukluğuna kurban gitmek üzere... Oysa bilumum saldırıya karşı kendini, yani halkın hizmetindeki bir devlet kurumu olarak itibarını korumasının en önemli yollarından biri bu ritim meselesidir...
Hayatın ve hayattaki şeylerin ritmi vardır... Bu ritim işin doğalını, olması gerekeni, hayatın sürdürülebilirliğini sağlayan en kritik ve aslında en standart atmosferi tanımlar... Tıpkı kalp gibi... O ritimin üstünde ya da altında kalmak bir bozukluktur... Kısa süre içinde tedavi edilmez, normale dönülmezse hastayı kaybederiz... Ya da trafiğin ritmini düşünelim... Olağan akışı bozan araçlar ya bir kazaya neden olur ya da kendileri bu kazanın kurbanı...
İletişimin de ritmi vardır... “Doymak bilmeyen kanaldır” derler onun için... Sürekli beslenmek ister, gri alan, açık köşe, boşluğa tahammülü yoktur... Kanalı siz doyurmaz, uygun ritimde doldurmazsanız, önüne gelen iyi ya da kötü niyetlilerin attıkları çerle, çöple dolar ve kanalizasyon hâline gelir... Başka bir deyişle hakikate değil, şüpheye, endişeye, tezvirata, itibar suikasına teslim olur...
İşte TÜİK tam da bu dertten musdarip... Bir saldırıdır gidiyor... “Kurum, Avrupa standartlarına uyumluluk konusunda 2005 yılından beri her yıl Avrupa Birliği’nin İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından denetleniyor” diyorsunuz. “Öyle olsa ne yazar, enflasyon hesabında kullandığı ürün listesini gizliyor” diye işkembeden cevap veriyorlar... “Artış oranını yalan yanlış açıklıyor” diye zıp zıp zıplıyorlar...
Peki, yıllardır sürdürülen bu ve benzeri saldırılar karşısında Kurum’un itibarını kim koruyacak?
Elbette, en yetkili isim, TÜİK Başkanı...
Ne yapmalı Başkan?
Kullandıkları yöntemi, bağımsız, uluslararası kuruluşlarca denetlendiklerini, kullanılan verinin kabul görmüş Avrupa ülkelerindekiyle paralel olduğunu açıklamalı... Ve bunu, düzenli aralıklarla, yani belli bir ritim içinde yapmalı...
Durum böyle mi?
Uzaktan, yakından ilgisi yok... Başkan Erhan Çetinkaya’ya medyada, yani en geniş halk kitlelerine ulaşabileceği mecrada daha önce ne zaman rastladık hatırlamıyoruz. Ancak, 8 Temmuz’da, geç de olsa son derece yerinde bir kararla ekonomi müdürleriyle bir araya gelmiş... Yeter mi, yetmez... Bunu bir ritme oturtmak, proaktif davranmak durumunda...
Peki ya içerik?..
Toplantıda kullandığı dil; genel halka ulaşabilmeli, dahası ‘şıp diye’ anlaşılabilmeli ve ikna edici olmalı... Öyle miydi?.. Bir iki örnek verelim; beraber anlamaya çalışalım:
“Enflasyon, 600 bin fiyatın ağırlıklı ortalaması alınarak toplulaştırıldığı bir hesaplamadır.” En temel konuda, saldırıların en çok yoğunlaştığı alanda verilen cevap bu. Anlayan beri gelsin...
Bir de “Madde fiyatlarının açıklanması için ekstra bir gün daha çalışma yapmak gerekiyor” var ki; “Çalışmaya eriniyoruz” anlamını çıkarmak o kadar kolay ki...
Kiralardı, vakıf üniversitelerinin ücretleriydi, uzman doktor muayenesiydi, gıda ürünlerinn fiyatlarıydı derken öyle rakamlar TÜİK’e mal ediliyor ki; “Halkla alay ediliyor” durumuna düşmemek elde değil...
Bir kez daha dile getirilim: Bu, sadece TÜİK meselesi değildir. Devletin kurumuna duyulan güvenin sarsılması, itibar kaybına uğranması meselesidir.
Günün sözü
“Ruhun gizli köşelerine giden yolu, ritim ve harmoni bulur.”
Platon
İletişim Aklı 52
İletişim Aklı, faaliyetleriyle ‘mevcut kaynaklar’ çerçevesinde en yüksek sonuçları hedefler. Ancak, sınırları olduğunu bilir; gerçekçi hareket eder, ‘reel politika’dan yanadır ve muhataplarını bu yönde aydınlatır.
Gözümüze takılanlar…
Bu fotoğrafın pek çok alt mesajı vardır. En baskın olanları millî birlik, CHP’de güç birliği, spora destek olarak sıralanabilir. “Ne yani; bu mesajları verdiler de kötü mü oldu” diye düşünenler haklı. Bunun hiç de kötü bir yanı yok, ancak çok yakında olabilir... Çünkü, medyada görünürlük hedefli bu türden PR numaraları, hedef kitlenin ‘samimiyet testi’ni geçemezlerse bizzat fotoğrafı verenlere zararı olur... Burada yaratılmak istenen algılama her ne ise, o konu üzerine uzun vadeli ve çeşitli aksiyonlarla desteklenen bir süreç planlanmamış, bu iş de ‘tek atımlık’ bir kurşun gibi orada kalmışsa, derhâl “show” olarak algılanacak ve eksi yazacaktır...
Silahlı Kuvvetler mesela; Türk Tabipler Birliği Başkanı Fincancı Hanım, “TSK kimyasal silah kullanıyor” demedi mi?!
Rekor turist sayılarına imza atan Turizm Bakanlığı, ihracatı uçuran, dış ticaret açığını kapatan Ticaret Bakanlığı, pandemide harikalar yaratan Sağlık Bakanlığı, uyuşturucu mafyasına, terör örgütlerine, kara para aklayanlara kök söktüren İçişleri Bakanlığı, kamu diplomasisi konusunda büyük gayret gösteren İletişim Başkanlığı, Türkiye’nin makro ekonomik düzeydeki görünümünün düzelmesini sağlayan finans profesyonelleri...
Hepsi ateş altındalar...
Hele de TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)... Fakat, çuvaldıza sarılmadan önce, işe iğneyle başlasak nasıl olur?..
Bizim teşhisimiz, TÜİK, ritim bozukluğuna kurban gitmek üzere... Oysa bilumum saldırıya karşı kendini, yani halkın hizmetindeki bir devlet kurumu olarak itibarını korumasının en önemli yollarından biri bu ritim meselesidir...
Hayatın ve hayattaki şeylerin ritmi vardır... Bu ritim işin doğalını, olması gerekeni, hayatın sürdürülebilirliğini sağlayan en kritik ve aslında en standart atmosferi tanımlar... Tıpkı kalp gibi... O ritimin üstünde ya da altında kalmak bir bozukluktur... Kısa süre içinde tedavi edilmez, normale dönülmezse hastayı kaybederiz... Ya da trafiğin ritmini düşünelim... Olağan akışı bozan araçlar ya bir kazaya neden olur ya da kendileri bu kazanın kurbanı...
İletişimin de ritmi vardır... “Doymak bilmeyen kanaldır” derler onun için... Sürekli beslenmek ister, gri alan, açık köşe, boşluğa tahammülü yoktur... Kanalı siz doyurmaz, uygun ritimde doldurmazsanız, önüne gelen iyi ya da kötü niyetlilerin attıkları çerle, çöple dolar ve kanalizasyon hâline gelir... Başka bir deyişle hakikate değil, şüpheye, endişeye, tezvirata, itibar suikasına teslim olur...
İşte TÜİK tam da bu dertten musdarip... Bir saldırıdır gidiyor... “Kurum, Avrupa standartlarına uyumluluk konusunda 2005 yılından beri her yıl Avrupa Birliği’nin İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından denetleniyor” diyorsunuz. “Öyle olsa ne yazar, enflasyon hesabında kullandığı ürün listesini gizliyor” diye işkembeden cevap veriyorlar... “Artış oranını yalan yanlış açıklıyor” diye zıp zıp zıplıyorlar...
Peki, yıllardır sürdürülen bu ve benzeri saldırılar karşısında Kurum’un itibarını kim koruyacak?
Elbette, en yetkili isim, TÜİK Başkanı...
Ne yapmalı Başkan?
Kullandıkları yöntemi, bağımsız, uluslararası kuruluşlarca denetlendiklerini, kullanılan verinin kabul görmüş Avrupa ülkelerindekiyle paralel olduğunu açıklamalı... Ve bunu, düzenli aralıklarla, yani belli bir ritim içinde yapmalı...
Durum böyle mi?
Uzaktan, yakından ilgisi yok... Başkan Erhan Çetinkaya’ya medyada, yani en geniş halk kitlelerine ulaşabileceği mecrada daha önce ne zaman rastladık hatırlamıyoruz. Ancak, 8 Temmuz’da, geç de olsa son derece yerinde bir kararla ekonomi müdürleriyle bir araya gelmiş... Yeter mi, yetmez... Bunu bir ritme oturtmak, proaktif davranmak durumunda...
Peki ya içerik?..
Toplantıda kullandığı dil; genel halka ulaşabilmeli, dahası ‘şıp diye’ anlaşılabilmeli ve ikna edici olmalı... Öyle miydi?.. Bir iki örnek verelim; beraber anlamaya çalışalım:
“Enflasyon, 600 bin fiyatın ağırlıklı ortalaması alınarak toplulaştırıldığı bir hesaplamadır.” En temel konuda, saldırıların en çok yoğunlaştığı alanda verilen cevap bu. Anlayan beri gelsin...
Bir de “Madde fiyatlarının açıklanması için ekstra bir gün daha çalışma yapmak gerekiyor” var ki; “Çalışmaya eriniyoruz” anlamını çıkarmak o kadar kolay ki...
Kiralardı, vakıf üniversitelerinin ücretleriydi, uzman doktor muayenesiydi, gıda ürünlerinn fiyatlarıydı derken öyle rakamlar TÜİK’e mal ediliyor ki; “Halkla alay ediliyor” durumuna düşmemek elde değil...
Bir kez daha dile getirilim: Bu, sadece TÜİK meselesi değildir. Devletin kurumuna duyulan güvenin sarsılması, itibar kaybına uğranması meselesidir.
Günün sözü
“Ruhun gizli köşelerine giden yolu, ritim ve harmoni bulur.”
Platon
İletişim Aklı 52
İletişim Aklı, faaliyetleriyle ‘mevcut kaynaklar’ çerçevesinde en yüksek sonuçları hedefler. Ancak, sınırları olduğunu bilir; gerçekçi hareket eder, ‘reel politika’dan yanadır ve muhataplarını bu yönde aydınlatır.
Gözümüze takılanlar…
- Ülkemizde son yılların en ‘flash’ gazetecilerinden biri, hiç şüphesiz İsmail Saymaz’dır... “Demokles’in Kılıcı” gibi, eleştirilecek bir şey buldu mu hiç beklemez; oradan oraya savrulur... Şu sıra ise kendi kriziyle baş başa kalmış durumda... İddia; Sözcü ile Halk TV arasında gidip gelirken, son olarak Halk TV’ye transferi için 3 yıllık kontrat karşılığında 1,5 milyon dolar alacağı ve bunun 500 bin dolarını da peşin istediği yönünde... Biz gazetecilerin çay-simitle idare etmesi gerektiğine inananlardan değiliz. Arz-talep çizgisi burada da geçerlidir; alan ve veren razıysa ücretlerdeki üst limit kimseyi ilgilendirmemelidir... Ancak, bu bir ‘dünya görüşü’ meselesidir ve doğru düzgün ifade edilmesi yerinde olur. Sayın Saymaz’a, zaman zaman eleştirse de (algı yönetimi vs.) bir halkla ilişkiler uzmanıyla çalışmasını tavsiye ederiz...
- Halkla ilişkilerin, iletişim yönetimi mesleğinin itibarına çomak sokan “spin doctor” kavramı çokça merak edilir... Yabancı bir kavram olması nedeniyle her zaman kolaylıkla anlaşılmaz... Biz de spin doctor müessesinin nasıl çalıştığını bu kez anlatmayı değil, göstermeyi tercih ettik... İmamoğlu, Yavaş ve Özel’in Türkiye-Çin voleybol maçını izlemek için kol kola Fransa’ya gitmeleri ve tribünden ‘fotoğraf vermeleri’ bu işin tipik bir örneği sayılabilir.
Bu fotoğrafın pek çok alt mesajı vardır. En baskın olanları millî birlik, CHP’de güç birliği, spora destek olarak sıralanabilir. “Ne yani; bu mesajları verdiler de kötü mü oldu” diye düşünenler haklı. Bunun hiç de kötü bir yanı yok, ancak çok yakında olabilir... Çünkü, medyada görünürlük hedefli bu türden PR numaraları, hedef kitlenin ‘samimiyet testi’ni geçemezlerse bizzat fotoğrafı verenlere zararı olur... Burada yaratılmak istenen algılama her ne ise, o konu üzerine uzun vadeli ve çeşitli aksiyonlarla desteklenen bir süreç planlanmamış, bu iş de ‘tek atımlık’ bir kurşun gibi orada kalmışsa, derhâl “show” olarak algılanacak ve eksi yazacaktır...