Senaryo bu ya…
05 kasım 2024 yeni şafak
Şöyle bir senaryo düşünsek… Adı üstünde ‘senaryo’; yani ‘fiction’ (kurgu)… Hayal ürünü işte…
Dünya üzerinde 160 ülkede ‘operasyon’ yapan ve bu ülkelerin kaderlerini, kendi çıkarları doğrultusunda belirlemeye çalışan, önce oluşturduğu iç karışıklıklar, ardından bunları engellemek bahanesiyle düzenlediği askeri müdahalelerle meşhur Amerika, bizim buralar için de çalışmalara başlamış olsa…
Bölgedeki hem enerji koridorlarını hem de Kalkınma Yolu gibi ticaret kadar bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri de güçlendirecek geçişleri kontrol altına almak, bölgedeki jandarması İsrail’in Lebensraum (Yaşam Alanı) genişletme çabalarına ivme kazandırmak, öte yandan da Rusya ve Çin’in bölgeye sarkmasını engellemek adına, Türkiye’nin bazı illeri ile Kuzey Irak ve yine Suriye’nin kuzeyini içeren bir bölgeyi ‘sözde’ Kürdistan için gözüne kestirse…
Bunun ilk aşaması olarak da PKK, YPG, PYD, SDG’yi askeri ve siyasi açıdan madden ve manen dibine kadar desteklese ve Türkiye’nin güney sınırı boyunca bir koridor gibi Irak’tan başlayıp Akdeniz’e uzanacak ‘yapay’ bir devleti kurdurmaya çalışsa…
Bu amaçla, bölgeye iki savaş gemisini, onları korumakla görevli çeşitli yan unsurları, nükleer denizaltıları gönderse…
Mevcut stratejiye ve uygulamalara karşı çıkan, ayağına çelme takmaya çalışan başta Türkiye olmak üzere bazı bölge ülkeleriyle ilgili çeşitli kontrol mekanizmalarını oluşturmak üzere planlar yapsa…
E bunu öyle “yaptım oldu” diyerek hayata geçiremeyeceği, önce Türkiye’den büyük tepki alacağı için başka birtakım siyasi planları ve ayak oyunlarını da devreye soksa…
Senaryo bu ya; mesela, ülkemizde bir siyasi partiyi bu ‘davanın sözcüsü’ olarak konumlasa… Bunu yalnızca marjinal grupların desteğiyle yapamayacağından başka siyasi partilerden de ‘destek’ devşirse… İktidar partilerine yanaşamayacağına göre, bu desteği ana muhalefetten almaya çalışsa, onları ‘davanın sözcüsü’ olarak konumladıkları siyasi partinin hamisi hâline getirmeye çalışsa… Liderlerini, seçim taktikleri çerçevesinde ‘uzlaşılar’ adına o küçük, terör örgütleriyle sımsıkı bağları bulunan partiyle ‘dem’lese…
Bu süreçte, ana muhalefet partisi içindeki vatansever unsurların şiddetle karşı çıkmalarına neden olacak bir saldırganlıkla, liderlerini mevcut iktidara karşı terör örgütlerinin safında yer almaları için provoke etse…
Finalde ise esas amacına ulaşmaya çalışsa; yani, bir iç savaşı tetiklese, sonra da ülkedeki kaosu bahane ederek 15 Temmuz 2016’da elde edemediği hedeflere ulaşmak için “Ülkedeki huzuru sağlamak, barış, demokrasi getirmek ve kendi vatandaşlarının can güvenliğini koruma altına almak” bahanesiyle askeri müdahalede bulunsa…
Çok mu abartılı bir senaryo olurdu?..
Günün sözü
“Türk, Türk’ün ne olacağı konusunda Batı’nın kendi zihninde yarattığı görüntüye bir türlü uymayarak Batılıyı hep şaşırtmıştır.”
İngiliz tarihçi Arnold Toynbee,
“Türkiye Bir Devletin Yeniden Doğuşu” kitabından
Gözümüze takılanlar…
Dünya üzerinde 160 ülkede ‘operasyon’ yapan ve bu ülkelerin kaderlerini, kendi çıkarları doğrultusunda belirlemeye çalışan, önce oluşturduğu iç karışıklıklar, ardından bunları engellemek bahanesiyle düzenlediği askeri müdahalelerle meşhur Amerika, bizim buralar için de çalışmalara başlamış olsa…
Bölgedeki hem enerji koridorlarını hem de Kalkınma Yolu gibi ticaret kadar bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri de güçlendirecek geçişleri kontrol altına almak, bölgedeki jandarması İsrail’in Lebensraum (Yaşam Alanı) genişletme çabalarına ivme kazandırmak, öte yandan da Rusya ve Çin’in bölgeye sarkmasını engellemek adına, Türkiye’nin bazı illeri ile Kuzey Irak ve yine Suriye’nin kuzeyini içeren bir bölgeyi ‘sözde’ Kürdistan için gözüne kestirse…
Bunun ilk aşaması olarak da PKK, YPG, PYD, SDG’yi askeri ve siyasi açıdan madden ve manen dibine kadar desteklese ve Türkiye’nin güney sınırı boyunca bir koridor gibi Irak’tan başlayıp Akdeniz’e uzanacak ‘yapay’ bir devleti kurdurmaya çalışsa…
Bu amaçla, bölgeye iki savaş gemisini, onları korumakla görevli çeşitli yan unsurları, nükleer denizaltıları gönderse…
Mevcut stratejiye ve uygulamalara karşı çıkan, ayağına çelme takmaya çalışan başta Türkiye olmak üzere bazı bölge ülkeleriyle ilgili çeşitli kontrol mekanizmalarını oluşturmak üzere planlar yapsa…
E bunu öyle “yaptım oldu” diyerek hayata geçiremeyeceği, önce Türkiye’den büyük tepki alacağı için başka birtakım siyasi planları ve ayak oyunlarını da devreye soksa…
Senaryo bu ya; mesela, ülkemizde bir siyasi partiyi bu ‘davanın sözcüsü’ olarak konumlasa… Bunu yalnızca marjinal grupların desteğiyle yapamayacağından başka siyasi partilerden de ‘destek’ devşirse… İktidar partilerine yanaşamayacağına göre, bu desteği ana muhalefetten almaya çalışsa, onları ‘davanın sözcüsü’ olarak konumladıkları siyasi partinin hamisi hâline getirmeye çalışsa… Liderlerini, seçim taktikleri çerçevesinde ‘uzlaşılar’ adına o küçük, terör örgütleriyle sımsıkı bağları bulunan partiyle ‘dem’lese…
Bu süreçte, ana muhalefet partisi içindeki vatansever unsurların şiddetle karşı çıkmalarına neden olacak bir saldırganlıkla, liderlerini mevcut iktidara karşı terör örgütlerinin safında yer almaları için provoke etse…
Finalde ise esas amacına ulaşmaya çalışsa; yani, bir iç savaşı tetiklese, sonra da ülkedeki kaosu bahane ederek 15 Temmuz 2016’da elde edemediği hedeflere ulaşmak için “Ülkedeki huzuru sağlamak, barış, demokrasi getirmek ve kendi vatandaşlarının can güvenliğini koruma altına almak” bahanesiyle askeri müdahalede bulunsa…
Çok mu abartılı bir senaryo olurdu?..
Günün sözü
“Türk, Türk’ün ne olacağı konusunda Batı’nın kendi zihninde yarattığı görüntüye bir türlü uymayarak Batılıyı hep şaşırtmıştır.”
İngiliz tarihçi Arnold Toynbee,
“Türkiye Bir Devletin Yeniden Doğuşu” kitabından
Gözümüze takılanlar…
- Akıllı temizlik robotları markası Roborock, ‘amiral gemisi’ olarak tanımladığı S8 MaxV Ultra modelini, dayanıklılığını ve performansını mümkün olan en zorlu ortamlardan birinde test etmek için uzaya göndermiş. Markanın felsefesi “sınırların ötesinde temizlik” olarak ifade ediliyormuş (Ahmet Hakan Cankurt, Wasd). Bu aksiyonun, ifade edilen felsefe ile yüzde 100 uyumlu olduğu çok açık. Ancak, yapılan iletişim aksiyonunun hedef kitlesi doğru seçilmediyse, örneğin paydaşlar değil de nihai tüketici hedeflendiyse çok yazık…
- Logitech, doğum veya evlat edinme yoluyla yeni anne-baba olan tüm ebeveynler için asgari 18 hafta tam ücretli izin hakkı tanıyormuş. Firmanın tüm çalışanlarının yılda toplam 8 iş günü ekstra izin hakkı varmış. Evden çalışmalar için masa, sandalye ve monitör gibi ofis ekipmanlarının ücretini firma karşılıyormuş. Haftada 2 gün ofiste, 3 gün evde çalışmak mümkünmüş, Ağustos ayında ise istedikleri yerden çalışmışlar. Spor salonu üyelikleri, spor ekipmanı satın alımları, diyetisyen ücretleri, zihinsel sağlık uygulamaları masrafları gibi harcamalar, spor desteği kapsamında karşılanıyormuş. Terapi ve koçluk hizmetleri derken bu liste uzayıp gidiyor (Çağla Karadere, A&B). Çalışan araştırmalarına göre; esenlik (wellbeing), iş-özel hayat dengesi gibi konular son yıllarda hiç olmadığı kadar önem kazanmış durumda. Logitech’inki kadar kapsamlı bir çalışmanın iletişimine ilk kez tanıklık ediyoruz. Yine de çalışan memnuniyetini sağlayacak önceliklerin; ücret politikası, iş yerinde yükselme, adalet gibi konular olduğunu akıldan çıkarmamak gerek.
- İletişim sektöründe 50 yıldır hizmet veren A&B İletişim’in, kurucusu Prof. Dr. Alâeddin Asna anısına hayata geçirdiği sempozyumlar dizisinin sekizincisi Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi iş birliğiyle “Halkla İlişkilerde Anlam, Anlamda Halkla İlişkiler” başlığıyla düzenlenecekmiş (Nüket Aziz). Alâeddin Hoca, Türkiye’deki çok az sayıda ‘elini taşın altına koymuş’ iletişim akademisyenlerindendi. Halkla İlişkilerin hak ettiği itibarı kazanması ve uygulamalı bir bilim olarak algılanmasında belki de en büyük paya sahip, bir bilim ve uygulama ustasıydı. Üzerimizde hakkı vardır; ruhu şad olsun.
- Çevrim içi seyahat acentesi Tatildukkani.com, “Kızıl Goncalar” dizisinin ana reklam sponsoru olmuş (Serra Akyıldız, Contact Plus). Biz, bugüne kadar ‘sponsorluk’ bilirdik… Bu basın bülteniyle ‘reklam sponsorluğu’ ve ‘ana’ kavramıyla müşerref olduk… Pazarlama İletişimi aklında böyle bir şey var herhâlde… Kızıl Goncalar gibi tartışmalı bir diziye adını yazdırmak cesurca bir iş… Bilinçli ve iş hedefleri ile bağlantılıysa ne âlâ... Değilse, “Tut kelin perçeminden” dedirtir…