Sükût ‘bazen’ altındır…
30 mayıs 2024 yeni şafak
Bir vakadan çok sayıda ders her zaman çıkmaz… Bu kez öyle değil. A Millî Kadın Voleybol Takımı’mızın başına gelen seyahat macerasından iletişim boyutunda çıkarılacak derslerin haddi hesabı yok…
Medyaya yansıması şöyle: A Millî Kadın Voleybol Takımı oyuncularının Milletler Ligi maçları için ABD’ye tarifeli uçakla ve ekonomi sınıfında gönderilmesi tepki çekti. Türk Hava Yolları (THY) ve Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF) birbirlerini suçlayarak sorumluluktan kaçtılar.
Taraflar birbirlerini suçlayadursun, olay halk deyişiyle tam da “Sen ağa, ben ağa, bu ineği kim sağa” durumuna döndü… Sonuçta 1.90 civarındaki boylarıyla voleybolcu kızlar, nispeten daha dar koltuk mesafesi olan ekonomi sınıfında 13 saat uçmak zorunda kalmışlar mı? Kalmışlar…
Bazı gerçekler var: 1. TVF’nin özel uçak kiralayacak ya da doğrudan ‘business class’ bilet alabilecek yetkisi ve bütçesi yok. 2. THY, biletleri bir yıl önceden satışa çıkarıyor; uçakların ve pilotların programını bir ay önceden belirliyor. 3. THY ile TVF arasındaki sponsorluk sözleşmesine göre; ekonomi sınıfından business’a son anda ve ancak yer varsa ‘upgrade’ mümkün olabiliyor. Bu olayda da business doluymuş. 4. TVF, maç takvimi çok öncesinden bilinse de seyahatten (26 Mayıs) sadece 9 gün önce (17 Mayıs) THY’ye talepte bulunuyor. 5. Olay, sporcuların sosyal medyadaki paylaşımlarıyla duyuluyor.
Gelelim çıkarılacak derslere… Bu işte bir numaralı muhatap ve sorumlu kimdir? Tabii ki TVF… Yani kriz, kimin krizidir? Sorunun yanıtı çok net: TVF’nin…
O hâlde krizi kimin yönetmesi, hem krizi hem de krizin iletişimini kimin yönetmesi lazım? TVF Başkanı’nın… Bilindiği üzere kriz yönetimi ile krizin iletişiminin yönetimi iki farklı uzmanlık alanıdır. Voleybolcular sosyal medyada TVF’den çekinip THY’yi ‘mention’ etseler bile bu olaya ilk aşamada THY atlamamalıydı. Bir anda bütün okları üstüne çekmemeliydi (“Kendi Krizine Neden Olmamalısın”, Algılama Yönetimi s.401 vd.)… TVF, krizi yönetmemiş, üstünden atmaya çalışmıştır. Sözünü ettiğimiz makaleyi onların da okumasında yarar vardır.
Hele Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Sayın Uraloğlu’nun hiç gerek yokken devreye girmesini, THY Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat ile bizzat görüştüğünü, sorunu “İletişimsizlik” olarak tanımladığını ve millî voleybolcuların ABD dönüşlerini ‘business’ta yapacakları şeklindeki açıklamasını, iletişim yönetiminin neresine yerleştireceğimizi tespit etmekte ve anlamakta zorluk çektiğimizi itiraf etmeliyim… Bir anda olay, aynı anda üç kuruma birden hasar verir hâle gelmiştir: THY, TVF, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı…
En büyük endişem ise konuyu Cumhurbaşkanı’mıza taşıyıp bir de ondan beyanat aldırarak krizi iyice büyütmeleridir…
İletişim Aklı (6):
Gözümüze takılanlar…
Medyaya yansıması şöyle: A Millî Kadın Voleybol Takımı oyuncularının Milletler Ligi maçları için ABD’ye tarifeli uçakla ve ekonomi sınıfında gönderilmesi tepki çekti. Türk Hava Yolları (THY) ve Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF) birbirlerini suçlayarak sorumluluktan kaçtılar.
Taraflar birbirlerini suçlayadursun, olay halk deyişiyle tam da “Sen ağa, ben ağa, bu ineği kim sağa” durumuna döndü… Sonuçta 1.90 civarındaki boylarıyla voleybolcu kızlar, nispeten daha dar koltuk mesafesi olan ekonomi sınıfında 13 saat uçmak zorunda kalmışlar mı? Kalmışlar…
Bazı gerçekler var: 1. TVF’nin özel uçak kiralayacak ya da doğrudan ‘business class’ bilet alabilecek yetkisi ve bütçesi yok. 2. THY, biletleri bir yıl önceden satışa çıkarıyor; uçakların ve pilotların programını bir ay önceden belirliyor. 3. THY ile TVF arasındaki sponsorluk sözleşmesine göre; ekonomi sınıfından business’a son anda ve ancak yer varsa ‘upgrade’ mümkün olabiliyor. Bu olayda da business doluymuş. 4. TVF, maç takvimi çok öncesinden bilinse de seyahatten (26 Mayıs) sadece 9 gün önce (17 Mayıs) THY’ye talepte bulunuyor. 5. Olay, sporcuların sosyal medyadaki paylaşımlarıyla duyuluyor.
Gelelim çıkarılacak derslere… Bu işte bir numaralı muhatap ve sorumlu kimdir? Tabii ki TVF… Yani kriz, kimin krizidir? Sorunun yanıtı çok net: TVF’nin…
O hâlde krizi kimin yönetmesi, hem krizi hem de krizin iletişimini kimin yönetmesi lazım? TVF Başkanı’nın… Bilindiği üzere kriz yönetimi ile krizin iletişiminin yönetimi iki farklı uzmanlık alanıdır. Voleybolcular sosyal medyada TVF’den çekinip THY’yi ‘mention’ etseler bile bu olaya ilk aşamada THY atlamamalıydı. Bir anda bütün okları üstüne çekmemeliydi (“Kendi Krizine Neden Olmamalısın”, Algılama Yönetimi s.401 vd.)… TVF, krizi yönetmemiş, üstünden atmaya çalışmıştır. Sözünü ettiğimiz makaleyi onların da okumasında yarar vardır.
Hele Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Sayın Uraloğlu’nun hiç gerek yokken devreye girmesini, THY Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Bolat ile bizzat görüştüğünü, sorunu “İletişimsizlik” olarak tanımladığını ve millî voleybolcuların ABD dönüşlerini ‘business’ta yapacakları şeklindeki açıklamasını, iletişim yönetiminin neresine yerleştireceğimizi tespit etmekte ve anlamakta zorluk çektiğimizi itiraf etmeliyim… Bir anda olay, aynı anda üç kuruma birden hasar verir hâle gelmiştir: THY, TVF, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı…
En büyük endişem ise konuyu Cumhurbaşkanı’mıza taşıyıp bir de ondan beyanat aldırarak krizi iyice büyütmeleridir…
İletişim Aklı (6):
- İletişim Aklı, tüm faaliyetlerinde “Güven iyidir, kontrol daha iyi” ilkesini çalıştırır. Önüne gelen her bilgiyi kontrol eder, emin olmadan ne basın bültenlerinde kullanır ne de konuşma metinlerinde…
- İletişim Aklı, yalnızca kampanyalarda değil, her türlü ilişki biçiminde de hedef kitlenin kültür ve değerlerine uygun davranması gerektiğini, üç davranış özelliğine sahip olması gerektiğini bilir: Nezaket, zarafet, nezahet…
- İletişim Aklı’nın bilgeliği önce dinlemesi gerektiğini bilmesinden gelir. Müşterisinin talepleri kadar ifade edilmeyen ihtiyaçlarını da böylece tespit eder. Anlayış ve empati ile süreci yönetir.
Gözümüze takılanlar…
- AgeSA’nın bir önceki reklamına bayılmıştık; hani “Büyünce ne olacaksın” diyen BES filmi… Yeni BES reklamı onu da aşmış. Barış Manço’nun “Cacık” şarkısındaki ‘hıyar’ metaforu çok iyi kullanılmış. Gözünden yaş gelerek gülüyor insan… Hem sempatik hem de ikna edici… Yönetmeni, prodüksiyon şirketini ve emeği geçen tüm yetkilileri kutluyoruz. İlle de bir sorun arayacaksak çok riskli olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak bilindiği üzere, risk almadan yol alınmaz…
- Salı akşamı bir ziyafete davetliydik… Hem de ne ziyafet!.. Dünya çapında dört marka bir araya gelmişti: İş Bankası, Plácido Domingo, Murat Karahan, Elena Stikhina… İş Bankası’na iletişim hizmeti veren Lobby PR’dan arkadaşımız Gül Mumcu hanım iyi ki bizi de davetliler listesine almış. Konser sonrasında kendisine yolladığım mesajda şöyle dedim: “Bu temaşayı kaçırsaydık çok yazık olurmuş…” Programı herhâlde İş Sanat yapmış… Banka’nın kuruluşunun 100. yılı ancak bu kadar görkemli bir gösteriyle kutlanabilirdi. Sadece solistler değil, şef Carlo Tenan yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası da muhteşem bir performans sergiledi. Toplumun her kesiminden davetliler yoğun şehir trafiğine rağmen bu ‘olayı’ kaçırmak istememişlerdi. Tam kapasitesi 6.500 kişi olarak belirtilen Volkswagen Arena tıklım tıklım doluydu… İş Bankası’nı gönülden kutluyoruz. İlle de öküz altında buzağı aramamız gerekiyorsa; dört husus dile gelebilir: 1. Esas olarak Verdi ve Puccini’nin eserlerinden oluşan programdaki 19 parçadan yalnızca biri Türk bestesiydi; o da bir pop şarkısı. Bestesi Şehrazat’a ait “Kıyamam” ile Karahan, salonu yıktı geçti. Neyse ki Murat Karahan mükemmel hazırlanmıştı da Zeki Müren’in “Senede Bir Gün” ve “Yaralı Gönül” parçalarını bis bölümünde seslendirdiği gibi Domingo’nun da eşlik etmesini sağlayarak konseri daha da büyüleyici kıldı. Keşke programa unutulmaz Türk klasiklerinden de parçalar eklenseymiş. 2. Böyle bir etkinlikte İş Bankası’nın 100. yılıyla ilgili bir konuşma yapılmamış, 3. 100 yılın hikâyesine dair bir film gösterilmemiş, 4. Davetlilere, Banka’nın tarihini anlatan bir ‘prestij kitabı’ takdim edilmemiş olması; kadı kızında bile olabilecek güzellik hatalarından sayılabilir.