Theo’yu hep önemsedim...
27 OCAK 2012
On gün kadar önce bu sütunlarda, tarihi yenilenlerin değil yenenlerin yazdığına işaret etmek için “Tarih bizi savurup attı” diyen film kahramanı vesilesiyle üstaddan sözetmiştim. Geçtiğimiz Cumartesi günü de bir grup arkadaşımızla birlikte ikinci yılına girdiğimiz ‘Sinema Muhabbetleri’ toplantımızda ‘Ulis’in Bakışı’ndan bir bölüm izledik. O sahnede kahramanın (Harvey Keitel) bindiği taksinin şoförü, Yunanistan Arnavutluk sınırından karlı dağlara bakarak şöyle diyordu:
“Yunanistan ölüyor. Yunan halkı olarak ölüyoruz. Bizim devrimiz kapandı. Taşlar ve heykeller arasında yaşadığımız 3 bin yıldan sonra artık ölüyoruz. Yolun sonuna geldik. Yunanistan ölecekse bir an önce ölmeli! Çünkü can çekişme ne kadar uzarsa ölüm de o kadar acılı olur. Ey tabiat çok yalnızsın değil mi? Ben de senin kadar yalnızım!
Hep merak eder dururum Sokrates’ten, Aristo’dan, Platon’dan, bugünün Yunanistan’ına ne kaldığını... Büyük Mısır medeniyetinden bugünün Mısırlılarına kalan mirası nerede arayıp da bulacağımızı... Osmanlı’nın ilim ve irfanıyla ortaya çıkan ama tevarüs ettiremediğimiz kültürel tutum ve davranışları... Tam da ekonomik krizin atmosferini yansıtan bir film çekerken hayatını kaybeden Angelopoulos’un Ulis’in Bakışı’nda şoföre söylettiği ‘Yunanistan ölüyor’ cümlesinde, sanki yanıtı tam da verilemeyen bu sorularımın hüznü gizliydi.
***
Koca koca okulların, akademilerin ‘disiplin kurulları’na ya da ‘yönetmelikler’e körü körüne bağlılık nedeniyle ellerinden ne büyük değerleri kaçırdığını düşündüğümde de aklıma Angelopoulos gelir. (Bir de Rodin tabii.) Mükemmelin, iyinin düşmanı olduğunu bilmeyen, yazılı kurallara mükemmellik derecesinde uyum talep etmenin maliyetlerini önceden göremeyen yönetimlerin, bu bedeli ödemeden ve de neden oldukları tahribatın hiç mi hiç farkına varmadan konumlarını sürdürmeleri de her zaman dikkatimi çekmiştir. Hukuk öğrenimi gören Angelopoulos, son sınıfta okulu bırakmış ve Paris’e gidip ünlü sinema okulu IDHEC’e kaydolmuş. Bir yılın sonunda disiplinsizlik gerekçesiyle okuldan atılmasının bedeli de herhalde kimseden sorulmamıştır. Okuldan niye atılmış? Kafasındaki 360 derecelik panoramik çekimi hocaya anlatırken iletişim kazası yaşamış da ondan. Sonuçta IDHEC, ‘Mezunlarımız arasında Theo Angelopoulos da vardır’ demek onurundan yoksun kalmış.
***
Çok acılı bir hayat elbette onunkisi. Dan Fainaru’nun derlediği (Agora Kitaplığı) ‘Theo Angelopoulos’ adlı kitaptan altını çizdiğim şu cümlesi bile o’nun duygu dünyasındaki derinliğin kaynağının nerelere uzandığını anlamaya yeter de artar bile:
“Yunan iç savaşında ailem komünist ve anti-komünist olarak ikiye bölünmekle kalmayıp, babam hapsedildi ve ölüme mahkum edildi; ben dokuz yaşımdayken annem onu teşhis etmek için beni cesetlerle dolu bir odaya soktu.”
Askerlikteki ‘görülmüştür’ damgalı mektuplar gibi ‘yaşanmıştır’ mühürlü bir büyük hayatın içinden gelip geçen Theo Angelopulos’un Yunanistan ve Türkiye’ye dair söylediklerini de belleğimizde saklamakta yarar var:
“Biz Batı’ya ait değiliz. Doğu Avrupa’nın da parçası değiliz- biz bir çağdaş uygarlığın kavşağında yaşıyoruz. Bununla birlikte Ortadoğu’da stratejik bir noktada yaşıyoruz ve Amerikan politikası açısından önemliyiz.”
***
Theo Angelopoulos’un benim nezdimdeki asıl önemi neydi, diye düşündüğümde bulduğum yanıt şöyle: ‘Her türlü ortodoks ideolojiye karşıyım.’ diyerek, tasallutlara, zamanla göğsümüze bir tahta gibi oturarak, yüreğimizden gelip geçen her duyguyu suntalaştıran tasallutlara, mükemmellik kanunlarına uzak durmasıyla üstadı önemsedim. Çok önemsedim. Özellikle de uzay duygusunun bizzat kendisi olarak gördüğüm Eleni Karaindrou’yu bize armağan ettiği için... Sessizliğin bile müzikal olmasını dileyen ve iletişim dünyasına da şu tespitini armağan eden yönetmenimizi saygıyla, sevgiyle uğurlayalım:
“Bir ifade ortamını umutsuz bir iletişim çığlığına dönüştürdüğünüz takdirde iyi bir şey yapılabileceğine inanmıyorum.”
“Yunanistan ölüyor. Yunan halkı olarak ölüyoruz. Bizim devrimiz kapandı. Taşlar ve heykeller arasında yaşadığımız 3 bin yıldan sonra artık ölüyoruz. Yolun sonuna geldik. Yunanistan ölecekse bir an önce ölmeli! Çünkü can çekişme ne kadar uzarsa ölüm de o kadar acılı olur. Ey tabiat çok yalnızsın değil mi? Ben de senin kadar yalnızım!
Hep merak eder dururum Sokrates’ten, Aristo’dan, Platon’dan, bugünün Yunanistan’ına ne kaldığını... Büyük Mısır medeniyetinden bugünün Mısırlılarına kalan mirası nerede arayıp da bulacağımızı... Osmanlı’nın ilim ve irfanıyla ortaya çıkan ama tevarüs ettiremediğimiz kültürel tutum ve davranışları... Tam da ekonomik krizin atmosferini yansıtan bir film çekerken hayatını kaybeden Angelopoulos’un Ulis’in Bakışı’nda şoföre söylettiği ‘Yunanistan ölüyor’ cümlesinde, sanki yanıtı tam da verilemeyen bu sorularımın hüznü gizliydi.
***
Koca koca okulların, akademilerin ‘disiplin kurulları’na ya da ‘yönetmelikler’e körü körüne bağlılık nedeniyle ellerinden ne büyük değerleri kaçırdığını düşündüğümde de aklıma Angelopoulos gelir. (Bir de Rodin tabii.) Mükemmelin, iyinin düşmanı olduğunu bilmeyen, yazılı kurallara mükemmellik derecesinde uyum talep etmenin maliyetlerini önceden göremeyen yönetimlerin, bu bedeli ödemeden ve de neden oldukları tahribatın hiç mi hiç farkına varmadan konumlarını sürdürmeleri de her zaman dikkatimi çekmiştir. Hukuk öğrenimi gören Angelopoulos, son sınıfta okulu bırakmış ve Paris’e gidip ünlü sinema okulu IDHEC’e kaydolmuş. Bir yılın sonunda disiplinsizlik gerekçesiyle okuldan atılmasının bedeli de herhalde kimseden sorulmamıştır. Okuldan niye atılmış? Kafasındaki 360 derecelik panoramik çekimi hocaya anlatırken iletişim kazası yaşamış da ondan. Sonuçta IDHEC, ‘Mezunlarımız arasında Theo Angelopoulos da vardır’ demek onurundan yoksun kalmış.
***
Çok acılı bir hayat elbette onunkisi. Dan Fainaru’nun derlediği (Agora Kitaplığı) ‘Theo Angelopoulos’ adlı kitaptan altını çizdiğim şu cümlesi bile o’nun duygu dünyasındaki derinliğin kaynağının nerelere uzandığını anlamaya yeter de artar bile:
“Yunan iç savaşında ailem komünist ve anti-komünist olarak ikiye bölünmekle kalmayıp, babam hapsedildi ve ölüme mahkum edildi; ben dokuz yaşımdayken annem onu teşhis etmek için beni cesetlerle dolu bir odaya soktu.”
Askerlikteki ‘görülmüştür’ damgalı mektuplar gibi ‘yaşanmıştır’ mühürlü bir büyük hayatın içinden gelip geçen Theo Angelopulos’un Yunanistan ve Türkiye’ye dair söylediklerini de belleğimizde saklamakta yarar var:
“Biz Batı’ya ait değiliz. Doğu Avrupa’nın da parçası değiliz- biz bir çağdaş uygarlığın kavşağında yaşıyoruz. Bununla birlikte Ortadoğu’da stratejik bir noktada yaşıyoruz ve Amerikan politikası açısından önemliyiz.”
***
Theo Angelopoulos’un benim nezdimdeki asıl önemi neydi, diye düşündüğümde bulduğum yanıt şöyle: ‘Her türlü ortodoks ideolojiye karşıyım.’ diyerek, tasallutlara, zamanla göğsümüze bir tahta gibi oturarak, yüreğimizden gelip geçen her duyguyu suntalaştıran tasallutlara, mükemmellik kanunlarına uzak durmasıyla üstadı önemsedim. Çok önemsedim. Özellikle de uzay duygusunun bizzat kendisi olarak gördüğüm Eleni Karaindrou’yu bize armağan ettiği için... Sessizliğin bile müzikal olmasını dileyen ve iletişim dünyasına da şu tespitini armağan eden yönetmenimizi saygıyla, sevgiyle uğurlayalım:
“Bir ifade ortamını umutsuz bir iletişim çığlığına dönüştürdüğünüz takdirde iyi bir şey yapılabileceğine inanmıyorum.”