İnadına, AVM'lere gideceğiz
14 eKİM 2014
Birkaç yerden duyar hale geldik. Hem de sözüne itibar edilen, yetkili ve de etkili kişilerden... 'Şu sıralar AVM'lere gitmeyin!' ... Aynı uyarıyı bazı işadamlarımız da dile getirdi... Onlar da 'Ne kadar süre gitmeyelim?' diye sorduklarında şu cevabı alıp şaşakalmışlar:
-'Silahlar tamamen susana kadar'.
Yani Ortadoğu'da silahlar uzunca bir süre susmazsa, -ki susacak gibi görünmüyor,- Türkiye ekonomisini çökertmeyi aklından geçirenlerin değirmenine ilanihaye su taşınması isteniyor demektir.
Bu bahis çerçevesinde Sayın Cumhurbaşkanı'nın Rize konuşmasında altını çizdiği 'Doğu'ya yatırımı engelleyen faktörler'ü de ayrı bir gerçek olarak kayda geçelim. Ne diyordu Cumhurbaşkanı:
'Eğer bölgeye bugün yatırımcı gelmiyorsa, sizin adınıza konuşanlar yüzünden gelmiyor. Adam ne yapacak? Fabrika açıp da gelip o fabrikanın yakılmasını mı bekleyecek. Devletin bankalarını yakıp yıkacaksın, bankamatikleri yakıp yıkacaksın, sonra da utanmadan, sıkılmadan, 'Burada banka yok mu?' diyeceksin. Okulları, hastaneleri, huzurevlerini yakıyorsunuz. Çocukların kaldığı pansiyonları yakıyorsunuz. Siz nasıl bir siyasetçisiniz?'
Gelelim üçüncü gerçeğe:
'Gezi' ile olmadı, '17 Aralık-25 Aralık'larla olmadı, 'Faiz lobisi'nin ataklarıyla da olmadı; o zaman oldurabilmenin tek yolu var:
Nasıl olur ya da ne yaparız da ekonomiyi sarsarız?
Bir önceki yazımızda değindiğimiz 'Baba' filminin o ünlü cümlesini bir kez daha hatırlayalım:
'Parayı takip et, gerçeği bulursun...'
'Para', demiştik; 'bu bölgede petrol ve enerji hatları demektir'. Unutmuşuz. Buna bir de silahı eklemek lazım. Özetle, 'Bizim buralarda parayı, silahı takip et, gerçeği bulursun.'
Çözüm Süreci'ne ilişkin olarak 'Barışın tadını herkes aldı' diyen Cem Küçük'le Sabah'ın online sitesinde dün yayınlanan röportajı, paranın ve silahın izini sürmek adına okumanızı tavsiye ederim. Suriye'de olup bitenlerin etkilerinin Türkiye'ye nasıl yansıtılmak istendiğini bölgedeki dinamiklerin ilişkisi açısından ve bizim penceremizden bakarak gördüğünüz zaman ekonominin de neden çökertilmek istendiğini anlamak kolaylaşıyor.
O halde ne yapmak lazım?
Alışverişi canlı tutmak, üretimi desteklemek, ihracatı kuvvetlendirmek, Doların artışını ve enflasyonun yükselişini kontrol altına almak, bölgenin tek ve son asude ülkesi Türkiye'yi sıkıntıya sokmak isteyen habaset erbabına karşı en güçlü silahtır aslında.
Bunun için inadına AVM'leri doldurmak lazım. İnadına Doğu'ya yatırım yapmak lazım. İnadına Türk-Kürt kardeşliğine sahip çıkmak lazım ve inadına Çözüm Süreci'ni, özgürlükleri ve demokrasiyi savunmak lazım. Hem de IŞİD'e herkesten önce bizim bulaşmamız konusunda akıllar veren aklı evvellerin tahriklerine kapılmadan...
Aynı eğitim, farklı kariyer
Pazar günü İstanbul Lisesi'nde bir yandan bu yıl öğrenime başlayan öğrencilerle bütün İstanbul Liseli Vakıf ve derneklerle ve de o öğrencilerin arkasında durdukları için başarılarında büyük payları olan velilerle 'Hoş geldiniz' toplantısında bir araya geldik.
1 milyon 270 bin kişinin içinden yaklaşık ilk 300'e giren çok da alışık olmadığımız başkalıkta öğrenciler bunlar. Gençliklerinin henüz başındaki bu akıllı çocukların karşısında hayli yıllanmış bir İstanbul Erkek Lisesi mezunu olarak kürsüye çıktığımızda 'Bizim dönemimizde...' diye lafa başlayan bir amcanın 'uyutacağı'nın ya da onların bize sadece terbiye gereği kulak verip tahammül edeceklerinin elbette farkındaydım.
Benim kafamda tartıştığım soruları pekâlâ eski okulumun yeni öğrencileriyle de paylaşabilirim diye düşündüm. Kurguyu ona göre yaptım... Sorduğum, büyüklerin dahi yanıtlamakta zorlanabilecekleri hayli kazık sorulardan biri şuydu:
'Yeni öğrenime başladığınız bu okulda hepiniz aynı derslerden sorumlu olacaksınız. Mezuniyetinizin ardından üniversite yıllarında da aynı üniversitelerde okuyanlarınız, aynı hocaların aynı derslerini görecek ve aynı sınavlardan geçecekler. Peki iş hayatına atıldığınızda nasıl olacak da aynı eğitimlerin tornasından geçiyor olmanıza rağmen bazılarınız ipi göğüsleyecek ve fersah fersah öne geçecek de, bazılarınız toplumun kreması içinde yer almalarına rağmen, sıradanlığın sınırları içinde kalma duygusunu yaşayacak ve yaşatacaklar?.. Kısaca net soru şu: Farkı yaratan farklılık sizce nedir?'
Çocuklar cin gibiler... 'Yaratıcılık', dediler... Çok yakın. 'Sosyalleşme' dediler... Çok yakın. 'Derinleşme' dediler; çok çok yakın... Ama hiçbiri 'yanıt anlamında' tam yeterli değildi... Fazla acı çektirmeden sonucu söyledim çocuklara:
Farkı yaratan 3 neden 3 'E' harfi ile başlıyordu:
Entelektüellik, Estetik ve Eğlence...
Bu üçünü iş hayatında, genç arkadaşlarımın yanıtladığı gibi derinlikli, yaratıcı ve sosyalleşmiş bir ortamda yaşamayı, geliştirmeyi bilenler, aynı eğitimi alsalar da, farklı sonuçlara ulaşabiliyorlar... 'Vicdan' da o zaman derinleşiyor zaten. Yani farkı yaratan, meslekî mükemmeliyet niyeti üzerine yerleşmiş 'beşeri mükemmeliyet', yani o 'derinleşmiş vicdan' duyarlılığı...
Sunum başlığımız şöyleydi:
'İstanbul Liseli olmak bir kaderdir.'
Altında da Heraklitos'tan alıntı:
'Karakterim kaderimdir'
Yabancı kültürlerle hal-hamur olmuş Türk gençleri mi yetiştireceğiz; yoksa yabancı kültürlerle özdeşleşmiş ecnebi Türk aydınları mı? İstanbul Lisesi her zaman ilkini yaptı. Bu da oradan yetişenlerin karakterini oluşturdu.
O karakterleri de kaderlerini belirledi.
Bunu anlattık çiçeği burnunda Sarı – Siyahlı'lara.
Şehrin Cazla Düeti
Her yıl Akbank Caz Festivali başlarken televizyonlara ve sinemalara verdikleri reklam filmlerine dikkat kesilir ve hepsini de ilgiyle izlerim. Sadece beğenmekle kalmam; aynı zamanda hem yaratıcı ve hem de –daha da ötesi- etkili bulurum.
'Şehrin Caz Hali' sloganıyla düzenlenen iletişim çalışmaları, bu yıl 24. kez karşımızda.
TBWA/İstanbul reklam ajansının hazırladığı filmde İstanbul'u temsil eden simge olarak bu kez iki öğe seçilmiş:
Haydarpaşa Garı'nın bol ışıklı gece hâli ve Kadıköy İskelesi'nde yolcu almak üzere bekleyen şehir hatları vapuru. Rıhtımda ise zenci bir saksafon ustası... Nağmelerini denize doğru gönderiyor usta ve cevabı vapurdan geliyor... Kaptandan...
Filmin devamında vapurun düdüğünü kullanarak nağmeleşmeye katılan sempatik kaptanla usta cazcının düetini izliyoruz. Arkada Kadıköy'ün o minik körfezinin olağanüstü, ışıl ışıl görüntüsüyle...
Cazı sevdirmek kolay iş değildir... Bazı şeyler vardır sanki doğuştan sevilir. Çikolata gibi, patates kızartması gibi... Bazılarını ise sevmeyi öğrenmek gerekir. Klasik müzik, bale, opera gibi, caz gibi...
Bu film de cazı sevmeyi öğreten yanıyla hayranlık uyandırıyor. Sanki 'Bu festivale gelmezsen çok şey kaybedersin!' der gibi... Bu kadar sıcak, şefkatli, dostça, eğlenceli özendirme de olur muymuş?
Olmuş işte...
-'Silahlar tamamen susana kadar'.
Yani Ortadoğu'da silahlar uzunca bir süre susmazsa, -ki susacak gibi görünmüyor,- Türkiye ekonomisini çökertmeyi aklından geçirenlerin değirmenine ilanihaye su taşınması isteniyor demektir.
Bu bahis çerçevesinde Sayın Cumhurbaşkanı'nın Rize konuşmasında altını çizdiği 'Doğu'ya yatırımı engelleyen faktörler'ü de ayrı bir gerçek olarak kayda geçelim. Ne diyordu Cumhurbaşkanı:
'Eğer bölgeye bugün yatırımcı gelmiyorsa, sizin adınıza konuşanlar yüzünden gelmiyor. Adam ne yapacak? Fabrika açıp da gelip o fabrikanın yakılmasını mı bekleyecek. Devletin bankalarını yakıp yıkacaksın, bankamatikleri yakıp yıkacaksın, sonra da utanmadan, sıkılmadan, 'Burada banka yok mu?' diyeceksin. Okulları, hastaneleri, huzurevlerini yakıyorsunuz. Çocukların kaldığı pansiyonları yakıyorsunuz. Siz nasıl bir siyasetçisiniz?'
Gelelim üçüncü gerçeğe:
'Gezi' ile olmadı, '17 Aralık-25 Aralık'larla olmadı, 'Faiz lobisi'nin ataklarıyla da olmadı; o zaman oldurabilmenin tek yolu var:
Nasıl olur ya da ne yaparız da ekonomiyi sarsarız?
Bir önceki yazımızda değindiğimiz 'Baba' filminin o ünlü cümlesini bir kez daha hatırlayalım:
'Parayı takip et, gerçeği bulursun...'
'Para', demiştik; 'bu bölgede petrol ve enerji hatları demektir'. Unutmuşuz. Buna bir de silahı eklemek lazım. Özetle, 'Bizim buralarda parayı, silahı takip et, gerçeği bulursun.'
Çözüm Süreci'ne ilişkin olarak 'Barışın tadını herkes aldı' diyen Cem Küçük'le Sabah'ın online sitesinde dün yayınlanan röportajı, paranın ve silahın izini sürmek adına okumanızı tavsiye ederim. Suriye'de olup bitenlerin etkilerinin Türkiye'ye nasıl yansıtılmak istendiğini bölgedeki dinamiklerin ilişkisi açısından ve bizim penceremizden bakarak gördüğünüz zaman ekonominin de neden çökertilmek istendiğini anlamak kolaylaşıyor.
O halde ne yapmak lazım?
Alışverişi canlı tutmak, üretimi desteklemek, ihracatı kuvvetlendirmek, Doların artışını ve enflasyonun yükselişini kontrol altına almak, bölgenin tek ve son asude ülkesi Türkiye'yi sıkıntıya sokmak isteyen habaset erbabına karşı en güçlü silahtır aslında.
Bunun için inadına AVM'leri doldurmak lazım. İnadına Doğu'ya yatırım yapmak lazım. İnadına Türk-Kürt kardeşliğine sahip çıkmak lazım ve inadına Çözüm Süreci'ni, özgürlükleri ve demokrasiyi savunmak lazım. Hem de IŞİD'e herkesten önce bizim bulaşmamız konusunda akıllar veren aklı evvellerin tahriklerine kapılmadan...
Aynı eğitim, farklı kariyer
Pazar günü İstanbul Lisesi'nde bir yandan bu yıl öğrenime başlayan öğrencilerle bütün İstanbul Liseli Vakıf ve derneklerle ve de o öğrencilerin arkasında durdukları için başarılarında büyük payları olan velilerle 'Hoş geldiniz' toplantısında bir araya geldik.
1 milyon 270 bin kişinin içinden yaklaşık ilk 300'e giren çok da alışık olmadığımız başkalıkta öğrenciler bunlar. Gençliklerinin henüz başındaki bu akıllı çocukların karşısında hayli yıllanmış bir İstanbul Erkek Lisesi mezunu olarak kürsüye çıktığımızda 'Bizim dönemimizde...' diye lafa başlayan bir amcanın 'uyutacağı'nın ya da onların bize sadece terbiye gereği kulak verip tahammül edeceklerinin elbette farkındaydım.
Benim kafamda tartıştığım soruları pekâlâ eski okulumun yeni öğrencileriyle de paylaşabilirim diye düşündüm. Kurguyu ona göre yaptım... Sorduğum, büyüklerin dahi yanıtlamakta zorlanabilecekleri hayli kazık sorulardan biri şuydu:
'Yeni öğrenime başladığınız bu okulda hepiniz aynı derslerden sorumlu olacaksınız. Mezuniyetinizin ardından üniversite yıllarında da aynı üniversitelerde okuyanlarınız, aynı hocaların aynı derslerini görecek ve aynı sınavlardan geçecekler. Peki iş hayatına atıldığınızda nasıl olacak da aynı eğitimlerin tornasından geçiyor olmanıza rağmen bazılarınız ipi göğüsleyecek ve fersah fersah öne geçecek de, bazılarınız toplumun kreması içinde yer almalarına rağmen, sıradanlığın sınırları içinde kalma duygusunu yaşayacak ve yaşatacaklar?.. Kısaca net soru şu: Farkı yaratan farklılık sizce nedir?'
Çocuklar cin gibiler... 'Yaratıcılık', dediler... Çok yakın. 'Sosyalleşme' dediler... Çok yakın. 'Derinleşme' dediler; çok çok yakın... Ama hiçbiri 'yanıt anlamında' tam yeterli değildi... Fazla acı çektirmeden sonucu söyledim çocuklara:
Farkı yaratan 3 neden 3 'E' harfi ile başlıyordu:
Entelektüellik, Estetik ve Eğlence...
Bu üçünü iş hayatında, genç arkadaşlarımın yanıtladığı gibi derinlikli, yaratıcı ve sosyalleşmiş bir ortamda yaşamayı, geliştirmeyi bilenler, aynı eğitimi alsalar da, farklı sonuçlara ulaşabiliyorlar... 'Vicdan' da o zaman derinleşiyor zaten. Yani farkı yaratan, meslekî mükemmeliyet niyeti üzerine yerleşmiş 'beşeri mükemmeliyet', yani o 'derinleşmiş vicdan' duyarlılığı...
Sunum başlığımız şöyleydi:
'İstanbul Liseli olmak bir kaderdir.'
Altında da Heraklitos'tan alıntı:
'Karakterim kaderimdir'
Yabancı kültürlerle hal-hamur olmuş Türk gençleri mi yetiştireceğiz; yoksa yabancı kültürlerle özdeşleşmiş ecnebi Türk aydınları mı? İstanbul Lisesi her zaman ilkini yaptı. Bu da oradan yetişenlerin karakterini oluşturdu.
O karakterleri de kaderlerini belirledi.
Bunu anlattık çiçeği burnunda Sarı – Siyahlı'lara.
Şehrin Cazla Düeti
Her yıl Akbank Caz Festivali başlarken televizyonlara ve sinemalara verdikleri reklam filmlerine dikkat kesilir ve hepsini de ilgiyle izlerim. Sadece beğenmekle kalmam; aynı zamanda hem yaratıcı ve hem de –daha da ötesi- etkili bulurum.
'Şehrin Caz Hali' sloganıyla düzenlenen iletişim çalışmaları, bu yıl 24. kez karşımızda.
TBWA/İstanbul reklam ajansının hazırladığı filmde İstanbul'u temsil eden simge olarak bu kez iki öğe seçilmiş:
Haydarpaşa Garı'nın bol ışıklı gece hâli ve Kadıköy İskelesi'nde yolcu almak üzere bekleyen şehir hatları vapuru. Rıhtımda ise zenci bir saksafon ustası... Nağmelerini denize doğru gönderiyor usta ve cevabı vapurdan geliyor... Kaptandan...
Filmin devamında vapurun düdüğünü kullanarak nağmeleşmeye katılan sempatik kaptanla usta cazcının düetini izliyoruz. Arkada Kadıköy'ün o minik körfezinin olağanüstü, ışıl ışıl görüntüsüyle...
Cazı sevdirmek kolay iş değildir... Bazı şeyler vardır sanki doğuştan sevilir. Çikolata gibi, patates kızartması gibi... Bazılarını ise sevmeyi öğrenmek gerekir. Klasik müzik, bale, opera gibi, caz gibi...
Bu film de cazı sevmeyi öğreten yanıyla hayranlık uyandırıyor. Sanki 'Bu festivale gelmezsen çok şey kaybedersin!' der gibi... Bu kadar sıcak, şefkatli, dostça, eğlenceli özendirme de olur muymuş?
Olmuş işte...