Ali Saydam: "Halkla ilişkiler bir ikna aracıdır"
halklailiskiler.com 09 Temmuz 2012
İstanbul markası hakkında neler söylersiniz? Türkiye markasını çalıştık yapamadık.
AS: İstanbul çok güzel marka olabilecek bir şey ama bu konuya kim kafa patlatıyor, kim kafa patlatması lazım ve yapıyor mu? İstanbul markasının sahibinin kim olması lazım? Vali mi? Belediye Başkanı mı? Herkes mi? Bir tane öncü olması, “lead” etmesi lazım, lideri olması lazım. Kimdir o? Belediye Başkanı olması lazım normalde. Vilayet de belki olabilir ama vilayet devlete bağlı olduğu için çok serbest değil, bütçesi kısıtlı, parası yok. Belediye özgür ve çok daha hızlı hareket edebilir, Roma’da Paris’te Belediye Başkanları bu işe sahip çıkar.
İstanbul Belediyesi’nin İstanbul markası ile ilgili bir projesi var mı? Ben bilmiyorum. İstanbul Belediyesi’nin bir marka danışmanlığı aldığını duydun mu? Bir marka danışmanlık heyeti var mı? Ortada TÜHİD var İDA var, sizlerle bir toplantı yaptı mı? Bir de Reklamcılar Derneği var. İletişim disiplinlerini toplayabilir ve diyebilir ki Belediye Başkanı ve onun atayacağı bir koordinatör nezdinde İstanbul markasını yöneteceğiz, buyurun beraber bir çalışma grubu kuralım, buradan strateji ve politika belgesi çıkaralım, oradan bir uygulama çıkaralım. İstanbul’un bayrağı yok mesela, dünyadaki bütün şehirlerin bayrağı vardır. İstanbul’un bayrağı belediyenin bayrağı mıdır? Belediyenin var bayrağı.
Yani Kız Kulesi’dir.
AS: Kız kulesi midir? Belediye’nin bayrağı Kız Kulesi değil. Bende katılırım. Acaba Topkapı Sarayı mı bilemiyorum. İstanbul’un bayrağı yok oradan başlıyor iş. İstanbul diye bir marka vardı yetti mi mesela. Diyorlar ki, kıtaların birleştiği yer, Where the continents meet, yetmiyor yani. 3 semavi dinin buluştuğu yer. Bunlar yetmiyor.
Dünya kenti olmaya çalışıyoruz, finans merkezi olmaya çalışıyoruz, Orta Doğu’nun lideri olmaya çalışıyoruz. Bu durumda ne yapmamız lazım?
AS: Başka vaatler gerekiyor. Bir ülke politikası olması lazım. Çöldeki Dubai’nin esamesi okunur İstanbul’un yanında.
Ali Saydam; "İstanbul markasının sahibi Belediyedir"Türkiye markasıyla ilgili bir çalıştay vardı yıllar önce hatırlarsanız, 13 STK ile sunulan. Orada bir İletişim Bakanlığı olması lazım demiştim, ki bir merkezden yönetilsin, herkes bir şey yapıyor ne olduğu belli değil. Bana çok şiddetli karşı çıkıldı.
AS: Şu anda tam sizin dediğinizi yapıyorlar, yol alıyorlar. Kamu diplomasi koordinatörlüğü birkaç toplantı düzenledi İstanbul’da. Bir tanesine ben katıldım, bir tanesine bizim endüstri genel koordinatörü Prof. Dr. Ali Murat Vural katıldı ve aynen sizin söylediğiniz tartışıldı, “Nasıl yapalım bunu, süreci nasıl yönetelim, koordinasyonu nasıl sağlayalım?”. Türkiye markası halledilirse İstanbul markası da hallolur.
İstanbul markasının sahibi bana sorarsanız Belediyedir, seçilmiş olması lazım. Bazı belediye başkanları bu konuda canla başla çalışıyor. Bana sorarsanız Beyoğlu ve Şişli çok çalışıyor ama Şişli markasından çok daha önde Beyoğlu markası bana göre. Yani Beyoğlu nerden nereye gelmiş bakın son 10 senede. Ben korkardım çıkmaya şimdi kızım benim Asmalımescit’ten çıkmıyor. Beşiktaş da bana sorarsanız gayet iyi adımlar atıyor. Ama dediğimiz gibi koordinasyon, proje, hedef, program gerekiyor.
Ali Saydam; "İstanbul markasını yönetimi çok geniş çerçevede alınmalı ve yönetilmelidir"Şaşırıp duruyorlar ya 60 milyon turist çekiyormuş Paris tek başına, Türkiye’nin toplamından fazla. İstanbul neden 60 milyon turist çekmesin. İşte bunu yönetebilmek lazım. Gel diyebilmek için bir şeyler vaat etmek lazım. Neye gelecek? Kıtaların birleştiği yer güzel, dinlerin birleştiği yere niye gelsin? Bana sorarsanız Muhteşem Yüzyıl, Topkapı Sarayı ve harem dairesine insanları çekmek için muhteşem bir dizi. Hiç beğenmeyebilirsiniz, size hitap etmeyebilir ama tipik bir örnektir bu, o film sonrasında Türkiye’de böyle enteresan “Beyaz Gölge” diye bir dizi oynadı, Türkiye’de basketbol gelişti. NPQ diye bir dergi yayınlıyoruz onun Amerika’daki editörü diyor ki “Amerikan Dışişleri, Amerikan silahlı kuvvetlerini bir ülkeye göndermesi çok pahalı oluyor o yüzden Hollywood’a yoluyor çok daha etkili oluyor”. Bizim Türk dizilerimizin Ortadoğu’da ve diğer Türk Cumhuriyetleri’nde, Sovyetlerde ve Balkanlardaki iletişim görevini kimse yapamamıştır. O nedenle İstanbul markasını yönetimi çok geniş çerçevede alınmalı ve yönetilmelidir.
Her zaman söylemez miyiz İstanbul ile ilgili bir kitap olsun bir film olsun.
AS: Bunun koordine edilmesi gerekir. Yabancılar yapıyor, Katarda bir vakıf “İstanbul’un Fethi” diye Fatih Sultan Mehmet’in hayatını hazırlıyor, ilan etti, basın toplantısı yaptı. Bunu Türkiye’de bir vakfın yapması gerekirdi, bize düşerdi. Fakat her zaman da böyle olmuyor. Napoléon filmlerini ille de Fransızlar yapmadı ilk filmi Amerikalılar çektiler “Desire” adıyla çok güzel filmdir. Ama keşke bizim koordinasyonumuz da olsa bu iş.
Ali saydam kaç senedir bu mesleğin içindesiniz?
AS: 1978 başlangıç. 34 yıl.
Yeniden bu mesleği seçer miydiniz?
AS: Tabi ki asla başka bir iş yapmazdım.
Sizi en mutlu eden şey nedir?
AS: Beni en çok mutlu eden aklın ve duygunun oluşturduğu bir fikrin uygulandığı zaman başarılı olması.
Ali Saydam; "En gurur duyduğum şey Bersay İletişim Enstitüsü"Peki en çok gurur duyduğunuz çalışmanız neydi?
AS: Bersay İletişim Enstitüsü kesinlikle. Kar amacı gütmemesine rağmen ki bilakis diğer şirketlerimizin kazancı buraya akıyor, iletişim öğrencilerine master ve doktora bursu veriyor. TÜSİAD 1 öğrenciye vermiş burs biz 6 öğrenciye veriyoruz demek ki TÜSİAD’ın altı misli kuvvetli burs kapasitesi var enstitünün. Hedef 100 öğrenci.
TÜHİD’in de 15 bursiyeri bulunuyor.
AS: Bunun çok yararı olduğunu düşünüyorum. Bersay İletişim Enstitüsü sadece ofislere kitap yayınlıyor, benim kitaplarımı da yayınlıyor, makaleler yayınlıyor, blogları var, yazarları var, Haluk Şahin bizde yazıyor. O yüzden benim en gurur duyduğum bu hayatta, çocuklarım hariç tabi, onları ben tek başıma yapmadım, Enstitüyü de tek başıma yapmadım, arkadaşlarımızla birlikte oluşturduk. En gurur duydum şey bu.
Meslek hayatınız boyunca geçen süreçte sizi en çok üzen şey neydi?
As: En çok üzen bir tane olay anlatayım. Müşteri ilişkilerini anlayana kadar onu şahsi aldım. O beni çok üzerdi. Bunun en yukarıdaki örneği kendimi kaybettiğim ama reaksiyon vermediğim hadise şöyleydi; bir etkinlik oldu bizde, etkinliğin oluşmasında fikir de bizden çıktı. Gazetelerde haber çıktı, o şirketin kurumsal iletişim direktörü beni aradı ve dedi ki “Bu haber küçük çıkmış aynı haber lütfen yarın daha büyük aynı gazetede çıksın”. Bu benim bu meslekte duyduğum en ilginç söz oldu, kendimi en aşağılanmış hissetim şey oldu. Böyle ahlaksız teklifleri, yani bunu karşılayan da bazı kendini ajans diyen kuruluşlar olduğunu biliyoruz. Çıkarttığım haber kadar para alırım falan filan gibi bunlar medya nezdinde de bizim itibarımızı iki paralık eden davranışlar.
O gazeteciyi düşün bu haberi niye yazayım? Bunlar beni çok üzen şeyler ve sonuçta oradan dönüyor medya gezileri alaya alınıyor. O gazetecilerin hiçbirinin seyahatlere ve yemeklere ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Biraz kendimize de çuvaldızı batırmakta fayda var. Burada kendimizi konumlandırma, kendi iletişimimizi doğru yönetme problemiz var.
Çok teşekkürler…
Devamı ...
AS: İstanbul çok güzel marka olabilecek bir şey ama bu konuya kim kafa patlatıyor, kim kafa patlatması lazım ve yapıyor mu? İstanbul markasının sahibinin kim olması lazım? Vali mi? Belediye Başkanı mı? Herkes mi? Bir tane öncü olması, “lead” etmesi lazım, lideri olması lazım. Kimdir o? Belediye Başkanı olması lazım normalde. Vilayet de belki olabilir ama vilayet devlete bağlı olduğu için çok serbest değil, bütçesi kısıtlı, parası yok. Belediye özgür ve çok daha hızlı hareket edebilir, Roma’da Paris’te Belediye Başkanları bu işe sahip çıkar.
İstanbul Belediyesi’nin İstanbul markası ile ilgili bir projesi var mı? Ben bilmiyorum. İstanbul Belediyesi’nin bir marka danışmanlığı aldığını duydun mu? Bir marka danışmanlık heyeti var mı? Ortada TÜHİD var İDA var, sizlerle bir toplantı yaptı mı? Bir de Reklamcılar Derneği var. İletişim disiplinlerini toplayabilir ve diyebilir ki Belediye Başkanı ve onun atayacağı bir koordinatör nezdinde İstanbul markasını yöneteceğiz, buyurun beraber bir çalışma grubu kuralım, buradan strateji ve politika belgesi çıkaralım, oradan bir uygulama çıkaralım. İstanbul’un bayrağı yok mesela, dünyadaki bütün şehirlerin bayrağı vardır. İstanbul’un bayrağı belediyenin bayrağı mıdır? Belediyenin var bayrağı.
Yani Kız Kulesi’dir.
AS: Kız kulesi midir? Belediye’nin bayrağı Kız Kulesi değil. Bende katılırım. Acaba Topkapı Sarayı mı bilemiyorum. İstanbul’un bayrağı yok oradan başlıyor iş. İstanbul diye bir marka vardı yetti mi mesela. Diyorlar ki, kıtaların birleştiği yer, Where the continents meet, yetmiyor yani. 3 semavi dinin buluştuğu yer. Bunlar yetmiyor.
Dünya kenti olmaya çalışıyoruz, finans merkezi olmaya çalışıyoruz, Orta Doğu’nun lideri olmaya çalışıyoruz. Bu durumda ne yapmamız lazım?
AS: Başka vaatler gerekiyor. Bir ülke politikası olması lazım. Çöldeki Dubai’nin esamesi okunur İstanbul’un yanında.
Ali Saydam; "İstanbul markasının sahibi Belediyedir"Türkiye markasıyla ilgili bir çalıştay vardı yıllar önce hatırlarsanız, 13 STK ile sunulan. Orada bir İletişim Bakanlığı olması lazım demiştim, ki bir merkezden yönetilsin, herkes bir şey yapıyor ne olduğu belli değil. Bana çok şiddetli karşı çıkıldı.
AS: Şu anda tam sizin dediğinizi yapıyorlar, yol alıyorlar. Kamu diplomasi koordinatörlüğü birkaç toplantı düzenledi İstanbul’da. Bir tanesine ben katıldım, bir tanesine bizim endüstri genel koordinatörü Prof. Dr. Ali Murat Vural katıldı ve aynen sizin söylediğiniz tartışıldı, “Nasıl yapalım bunu, süreci nasıl yönetelim, koordinasyonu nasıl sağlayalım?”. Türkiye markası halledilirse İstanbul markası da hallolur.
İstanbul markasının sahibi bana sorarsanız Belediyedir, seçilmiş olması lazım. Bazı belediye başkanları bu konuda canla başla çalışıyor. Bana sorarsanız Beyoğlu ve Şişli çok çalışıyor ama Şişli markasından çok daha önde Beyoğlu markası bana göre. Yani Beyoğlu nerden nereye gelmiş bakın son 10 senede. Ben korkardım çıkmaya şimdi kızım benim Asmalımescit’ten çıkmıyor. Beşiktaş da bana sorarsanız gayet iyi adımlar atıyor. Ama dediğimiz gibi koordinasyon, proje, hedef, program gerekiyor.
Ali Saydam; "İstanbul markasını yönetimi çok geniş çerçevede alınmalı ve yönetilmelidir"Şaşırıp duruyorlar ya 60 milyon turist çekiyormuş Paris tek başına, Türkiye’nin toplamından fazla. İstanbul neden 60 milyon turist çekmesin. İşte bunu yönetebilmek lazım. Gel diyebilmek için bir şeyler vaat etmek lazım. Neye gelecek? Kıtaların birleştiği yer güzel, dinlerin birleştiği yere niye gelsin? Bana sorarsanız Muhteşem Yüzyıl, Topkapı Sarayı ve harem dairesine insanları çekmek için muhteşem bir dizi. Hiç beğenmeyebilirsiniz, size hitap etmeyebilir ama tipik bir örnektir bu, o film sonrasında Türkiye’de böyle enteresan “Beyaz Gölge” diye bir dizi oynadı, Türkiye’de basketbol gelişti. NPQ diye bir dergi yayınlıyoruz onun Amerika’daki editörü diyor ki “Amerikan Dışişleri, Amerikan silahlı kuvvetlerini bir ülkeye göndermesi çok pahalı oluyor o yüzden Hollywood’a yoluyor çok daha etkili oluyor”. Bizim Türk dizilerimizin Ortadoğu’da ve diğer Türk Cumhuriyetleri’nde, Sovyetlerde ve Balkanlardaki iletişim görevini kimse yapamamıştır. O nedenle İstanbul markasını yönetimi çok geniş çerçevede alınmalı ve yönetilmelidir.
Her zaman söylemez miyiz İstanbul ile ilgili bir kitap olsun bir film olsun.
AS: Bunun koordine edilmesi gerekir. Yabancılar yapıyor, Katarda bir vakıf “İstanbul’un Fethi” diye Fatih Sultan Mehmet’in hayatını hazırlıyor, ilan etti, basın toplantısı yaptı. Bunu Türkiye’de bir vakfın yapması gerekirdi, bize düşerdi. Fakat her zaman da böyle olmuyor. Napoléon filmlerini ille de Fransızlar yapmadı ilk filmi Amerikalılar çektiler “Desire” adıyla çok güzel filmdir. Ama keşke bizim koordinasyonumuz da olsa bu iş.
Ali saydam kaç senedir bu mesleğin içindesiniz?
AS: 1978 başlangıç. 34 yıl.
Yeniden bu mesleği seçer miydiniz?
AS: Tabi ki asla başka bir iş yapmazdım.
Sizi en mutlu eden şey nedir?
AS: Beni en çok mutlu eden aklın ve duygunun oluşturduğu bir fikrin uygulandığı zaman başarılı olması.
Ali Saydam; "En gurur duyduğum şey Bersay İletişim Enstitüsü"Peki en çok gurur duyduğunuz çalışmanız neydi?
AS: Bersay İletişim Enstitüsü kesinlikle. Kar amacı gütmemesine rağmen ki bilakis diğer şirketlerimizin kazancı buraya akıyor, iletişim öğrencilerine master ve doktora bursu veriyor. TÜSİAD 1 öğrenciye vermiş burs biz 6 öğrenciye veriyoruz demek ki TÜSİAD’ın altı misli kuvvetli burs kapasitesi var enstitünün. Hedef 100 öğrenci.
TÜHİD’in de 15 bursiyeri bulunuyor.
AS: Bunun çok yararı olduğunu düşünüyorum. Bersay İletişim Enstitüsü sadece ofislere kitap yayınlıyor, benim kitaplarımı da yayınlıyor, makaleler yayınlıyor, blogları var, yazarları var, Haluk Şahin bizde yazıyor. O yüzden benim en gurur duyduğum bu hayatta, çocuklarım hariç tabi, onları ben tek başıma yapmadım, Enstitüyü de tek başıma yapmadım, arkadaşlarımızla birlikte oluşturduk. En gurur duydum şey bu.
Meslek hayatınız boyunca geçen süreçte sizi en çok üzen şey neydi?
As: En çok üzen bir tane olay anlatayım. Müşteri ilişkilerini anlayana kadar onu şahsi aldım. O beni çok üzerdi. Bunun en yukarıdaki örneği kendimi kaybettiğim ama reaksiyon vermediğim hadise şöyleydi; bir etkinlik oldu bizde, etkinliğin oluşmasında fikir de bizden çıktı. Gazetelerde haber çıktı, o şirketin kurumsal iletişim direktörü beni aradı ve dedi ki “Bu haber küçük çıkmış aynı haber lütfen yarın daha büyük aynı gazetede çıksın”. Bu benim bu meslekte duyduğum en ilginç söz oldu, kendimi en aşağılanmış hissetim şey oldu. Böyle ahlaksız teklifleri, yani bunu karşılayan da bazı kendini ajans diyen kuruluşlar olduğunu biliyoruz. Çıkarttığım haber kadar para alırım falan filan gibi bunlar medya nezdinde de bizim itibarımızı iki paralık eden davranışlar.
O gazeteciyi düşün bu haberi niye yazayım? Bunlar beni çok üzen şeyler ve sonuçta oradan dönüyor medya gezileri alaya alınıyor. O gazetecilerin hiçbirinin seyahatlere ve yemeklere ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Biraz kendimize de çuvaldızı batırmakta fayda var. Burada kendimizi konumlandırma, kendi iletişimimizi doğru yönetme problemiz var.
Çok teşekkürler…
Devamı ...