Bir müsekkin etkisidir ki sormayın gitsin
05.07.2014 Yeni Şafak
Günlerdir Ekmel Bey’in var olup olmadığını hâlâ net olarak anlayamadığımız iletişim stratejisi hakkında yazıp duruyoruz ya, Taha Bey’in programına konuk olacağını öğrendiğimizde açıkçası heyecanlandık. Nihayet kafasındakileri açık açık anlatacaktı:
“Türkiye’nin geleceğine talibim. Kapitalizmin önünün açıldığı, liberalizmin zincirlerinin kırıldığı, asker ve sivil bürokrasinin siyasi otorite üzerindeki vesayetinin ortadan kalktığı, küresel finans sıkıntılarına rağmen kamu ve özel sektör dünyasının önünün açıldığı bir ekonomi yönetiminin stabiliteyi sağlama konusunda ileri adımlar attığı, ilmin irfana tabi olduğu, yoksullukta değil refahta adaletin egemen olduğu yeni Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olmaya adayım.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle “Bozok Yaylası’nın Yiğidi” ya… Öyle bir yiğide böyle bir söylem yakışmaz mıydı?
Oysa ne yiğit vardı ortada ne söylem. Söylentilere gönderme yaparak Coca Cola ile simgelenen merkezden teklif gelmediğinden, Arap diktatörlerinin sonbaharına, devletin tepesinde sigorta atmaması gerektiğinden, siyasette ‘kavga’ değil ‘ihtilaf’tan söz edilebileceğine, Parlamenter Sistem’in Başkanlık Sistemi’ne olan üstünlüğüne, dünyaya din eğitimi üzerine fen tahsili görmüş biri olarak baktığına, Atatürk’ü inkâr etmenin Türk tarihini inkâr etmek anlamına geldiğine, Güneydoğu meselesinde çözümden yana olmayanın savaştan yana sayılacağına kadar pek çok ‘steril’ bakış açısının buluştuğu bir söylemdi bu.
Ekmel Bey, ‘seçilmiş davranış biçimi’ sergilemek yerine ‘kendiniz gibi olun efendim’ uyarısını dikkate almış olmalı ki, naturasının gereği olan huzur, program boyunca da bir yoga ya da reiki atmosferi sundu izleyiciye. Bir müsekkin etkisidir ki sormayın gitsin.
Entonasyon ayarı düşük, vücut dilinden yoksun, inişi çıkışı, heyecanı olmayan bir stüdyo ortamında Taha Bey’in meraklı ve heyecanlı yaklaşımı olmasa uyuyup gitmek isten değil.
Diğer yandan meslek gereği olağanüstü bir Ortadoğu bilgisi. ‘Olağanüstü’yü enformasyon anlamında kullanıyoruz; bilgelik değil. Aman Allahım o ne ayrıntı? Bir Dışişleri Bakanı seçiyor olsak tereddütsüz şansı var, diyeceğiz.
Ancak Ortadoğu meselesinin dışındaki tüm konularda sergilenen bu ‘regresif’ tutumun sonucu olarak izlediğimiz ve bir ‘Yurttaşlık Bilgisi’ dersinden daha fazlasını talep edilmesine neden olan bu ‘mefkûresizlik’, seçmenin somut ‘vaat beklentisi’ne ne yazık ki açık bir yanıt vermekten çok uzaktır.
Veya bir başka ifadeyle sanki bir transformasyon yaşamamış bir Türkiye’nin Cumhurbaşkanı adayının açıklamalarını izlemişcesine bir ‘açlık hali’… İnsandan başlayarak sermayeye uzanan bir göç hareketinin dinamizmi bu memlekette yaşanmamış olabilir mi? Yaşandıysa Ekmel Bey’in olup bitenden habersiz olması mümkün müdür?
“Sana ne be adam CHP-MHP’nin adayından?” diye soranlara alışkınım. Bana şu:
Her yazıda bir kere söylüyoruz. Amentü gibi bir kere daha tekrarlayalım:
İktidar ve muhalefet arasında kuvvetlerin dengede durması, demokrasinin gücüne işaret eder. İktidar ciddi bir hata yaptığı takdirde eğer bir sonraki genel seçimde devrileceğini bilir; ensesinde muhalefetin soğuk nefesini hissederse demokrasi daha sağlıklı çalışır. Örneğin Almanya’da SPD ve CDU, Amerika’da Demokratlar ve Cumhuriyetçiler her an birbirlerinin alternatifi olurlar. Türkiye’de ise dokuz seçimdir kazanamayan ve kazanamayışlarının sebebini de halkın cehaletinde arayan bir muhalefetle yaşayıp gidiyoruz. Ne soğuk nefes, ne de sıcak… Nefesi tükenmiş bir muhalefet. Eğer ‘çoğunlukculuk’ gibi yine halkın anlamadığı, merak da etmediği, yanından bile geçmediği bir kavramı dikkate almamakla mevcut iktidarı suçlayacak, ‘otoriter popülizm’ gibi oksimoron tanımlarla oyalanacaksanız, zaten bu kadar ‘derinler’e inecek mecali olduğu algısını da vermeyen Ekmel Bey’in vaktini ve parasını heba etmenin ne manası vardı, diye sormadan edemiyor insan.
Ancak olup bitenlere rağmen yiğidin hakkını vermek ve siyasi iletişim adına değil ama Ekmel Bey’in bizzat şahsına artı puan olarak eklenmesi gereken şu olumlu özelliğini belirtmek durumundayız. Ekmel Bey, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’dan olumlu ifadelerle söz ederek, özellikle Başbakan aleyhine ağzına geleni söylemeyi marifet saymış muhalefet liderlerine açık bir ders de vermiştir. İletişimin ‘negatifler’ üzerine inşa edildiğinde hedeflere yürümek şöyle dursun ard arda çakılmasının kaçınılmaz olduğunu bizim muhalefetimiz bir türlü öğrenemedi. Ekmel Bey, öğretir inşallah.
“Türkiye’nin geleceğine talibim. Kapitalizmin önünün açıldığı, liberalizmin zincirlerinin kırıldığı, asker ve sivil bürokrasinin siyasi otorite üzerindeki vesayetinin ortadan kalktığı, küresel finans sıkıntılarına rağmen kamu ve özel sektör dünyasının önünün açıldığı bir ekonomi yönetiminin stabiliteyi sağlama konusunda ileri adımlar attığı, ilmin irfana tabi olduğu, yoksullukta değil refahta adaletin egemen olduğu yeni Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olmaya adayım.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle “Bozok Yaylası’nın Yiğidi” ya… Öyle bir yiğide böyle bir söylem yakışmaz mıydı?
Oysa ne yiğit vardı ortada ne söylem. Söylentilere gönderme yaparak Coca Cola ile simgelenen merkezden teklif gelmediğinden, Arap diktatörlerinin sonbaharına, devletin tepesinde sigorta atmaması gerektiğinden, siyasette ‘kavga’ değil ‘ihtilaf’tan söz edilebileceğine, Parlamenter Sistem’in Başkanlık Sistemi’ne olan üstünlüğüne, dünyaya din eğitimi üzerine fen tahsili görmüş biri olarak baktığına, Atatürk’ü inkâr etmenin Türk tarihini inkâr etmek anlamına geldiğine, Güneydoğu meselesinde çözümden yana olmayanın savaştan yana sayılacağına kadar pek çok ‘steril’ bakış açısının buluştuğu bir söylemdi bu.
Ekmel Bey, ‘seçilmiş davranış biçimi’ sergilemek yerine ‘kendiniz gibi olun efendim’ uyarısını dikkate almış olmalı ki, naturasının gereği olan huzur, program boyunca da bir yoga ya da reiki atmosferi sundu izleyiciye. Bir müsekkin etkisidir ki sormayın gitsin.
Entonasyon ayarı düşük, vücut dilinden yoksun, inişi çıkışı, heyecanı olmayan bir stüdyo ortamında Taha Bey’in meraklı ve heyecanlı yaklaşımı olmasa uyuyup gitmek isten değil.
Diğer yandan meslek gereği olağanüstü bir Ortadoğu bilgisi. ‘Olağanüstü’yü enformasyon anlamında kullanıyoruz; bilgelik değil. Aman Allahım o ne ayrıntı? Bir Dışişleri Bakanı seçiyor olsak tereddütsüz şansı var, diyeceğiz.
Ancak Ortadoğu meselesinin dışındaki tüm konularda sergilenen bu ‘regresif’ tutumun sonucu olarak izlediğimiz ve bir ‘Yurttaşlık Bilgisi’ dersinden daha fazlasını talep edilmesine neden olan bu ‘mefkûresizlik’, seçmenin somut ‘vaat beklentisi’ne ne yazık ki açık bir yanıt vermekten çok uzaktır.
Veya bir başka ifadeyle sanki bir transformasyon yaşamamış bir Türkiye’nin Cumhurbaşkanı adayının açıklamalarını izlemişcesine bir ‘açlık hali’… İnsandan başlayarak sermayeye uzanan bir göç hareketinin dinamizmi bu memlekette yaşanmamış olabilir mi? Yaşandıysa Ekmel Bey’in olup bitenden habersiz olması mümkün müdür?
“Sana ne be adam CHP-MHP’nin adayından?” diye soranlara alışkınım. Bana şu:
Her yazıda bir kere söylüyoruz. Amentü gibi bir kere daha tekrarlayalım:
İktidar ve muhalefet arasında kuvvetlerin dengede durması, demokrasinin gücüne işaret eder. İktidar ciddi bir hata yaptığı takdirde eğer bir sonraki genel seçimde devrileceğini bilir; ensesinde muhalefetin soğuk nefesini hissederse demokrasi daha sağlıklı çalışır. Örneğin Almanya’da SPD ve CDU, Amerika’da Demokratlar ve Cumhuriyetçiler her an birbirlerinin alternatifi olurlar. Türkiye’de ise dokuz seçimdir kazanamayan ve kazanamayışlarının sebebini de halkın cehaletinde arayan bir muhalefetle yaşayıp gidiyoruz. Ne soğuk nefes, ne de sıcak… Nefesi tükenmiş bir muhalefet. Eğer ‘çoğunlukculuk’ gibi yine halkın anlamadığı, merak da etmediği, yanından bile geçmediği bir kavramı dikkate almamakla mevcut iktidarı suçlayacak, ‘otoriter popülizm’ gibi oksimoron tanımlarla oyalanacaksanız, zaten bu kadar ‘derinler’e inecek mecali olduğu algısını da vermeyen Ekmel Bey’in vaktini ve parasını heba etmenin ne manası vardı, diye sormadan edemiyor insan.
Ancak olup bitenlere rağmen yiğidin hakkını vermek ve siyasi iletişim adına değil ama Ekmel Bey’in bizzat şahsına artı puan olarak eklenmesi gereken şu olumlu özelliğini belirtmek durumundayız. Ekmel Bey, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’dan olumlu ifadelerle söz ederek, özellikle Başbakan aleyhine ağzına geleni söylemeyi marifet saymış muhalefet liderlerine açık bir ders de vermiştir. İletişimin ‘negatifler’ üzerine inşa edildiğinde hedeflere yürümek şöyle dursun ard arda çakılmasının kaçınılmaz olduğunu bizim muhalefetimiz bir türlü öğrenemedi. Ekmel Bey, öğretir inşallah.