Bir müsteşarımızdan kültür dersleri...
07 EKİM 2014
AK Parti'nin son dönemdeki yeni metaforu 'Yeni Türkiye'den en çok niçin ümitleniyorum biliyor musunuz?..
Bu sorunun yanıtı biraz uzun.
AK Parti iktidara geldiğinde sık sık dile getirdiğimiz şu dört halkadan dördüyle de bir şekilde mücadele etmesi gerekiyordu: Cumhuriyet'e ayak bağı olmaya devam eden feodal kalıntılar; sanayi toplumunun bir türlü yerli yerine oturamamış alt ve üst yapısı; liberalizmin kör topal işleyen ve kökünü 24 Ocak kararlarından alan zaaf içindeki hal-i pür melali ve nihayet bilgi toplumunun çocukluk hastalıkları ve inşasındaki çarpıklıklar.
Ezcümle bizim '4 Halka' dediğimiz, imparatorluktan bu yana yaşanan süreçteki 'sekme' ve 'sapma'ların yerli yerine oturtulması.
Biz de AK Parti'nin iktidara geldiği günden bu yana dilimize pelesenk ettiğimiz bu 4 Halka'nın her birinde elde edilen büyük zaferlerin dışında bırakılmış, ihmal edilmiş bir başka alana dikkat çekmeye çalışıyoruz: 'Aman!' diyoruz, 'Üst yapı meselesi, yumuşak konular (soft issues), akıllı güç (smart power) ihmal edilirse 4 Halka'da elde edilmiş olan zaferleri koruyup kollamak ve perçinlemek hiç kolay olmayabilir!'
Kültür ve sanat alanındaki yetersizliğe, milli kültür politikasının bir türlü oluşturulamayışına dikkat çekmeye çalışıyor (Bkz: Halktan kopuk CHP politikalarıyla düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali) ve örneğin şiir dışında yedi sanat dalının hangi birinde örnek ve önder olacak eserlerin desteklenip desteklenmediğini sorgulayıp duruyoruz.
Yazılarımızda sık sık özellikle de milli politikalarımızın ve uluslar arası algımızın diğer ülkelerin halkları nezdinde benimsenmesini ve yayılmasını sağlamakla görevli Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nü kurma başarısını gösteren, ama ne yazık ki ona ciddi bütçeler ayıramayan ve de ayrılan bütçelerin yönlendirileceği kültür ve sanat payandalarını oluşturamayan bir devlet iletişim anlayışının eksikliğinden yanıp yakınıyoruz.
Nihayet Pazar günü içimizdeki yangına su serpen bir sesle karşılaştık: Yeni Şafak'ın Pazar ekinde Emeti Saruhan hanımefendinin imzasıyla mükemmel bir röportaj yayınlandı. Ayasofya ve ardından Topkapı Sarayı Müze müdürlük görevlerinden sonra Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı'na atanan Prof. Ahmet Haluk Dursun'un yukarıda sözünü ettiğimiz, bize sorarsanız ülkemiz var oluş nedeninin, bekasının, gelecek tasarımının ve alt yapıya verilmiş onca önemin garantisi olan ana meselelere büyük bir derinlik ve ciddiyetle eğildiğini görmek, inanın bir an olsun bize düşünsel yalnızlığımızı unutturdu.
Bir kere 'siyasilerden başka, hele de belli siyasilerden başka kimse bu tür konularda fikir serdedemez; etse bile üstüne vazife olmayan bir özeleştiriye kalkışırsa hemen susturulur' şeklindeki önyargılara rağmen bir bürokratın çıkıp bu kadar önemli bir meseleyi bu kadar vazıh bir ifadeyle anlatabilmesi gerçekten de her türlü takdirin üzerindedir.
'İmar ve inşaat işinde, yollarda, köprülerde kimse söz söyleyemiyor ama muhafazakârlar üç şeyi yapamadı; kültür, sanat ve çevre' diyen Haluk Dursun hocanın bazı tespitlerine birlikte bakalım:
'Sanat deyince ebru, hat, tasavvuf musikisinin çok kötü bir uyarlamasını anlıyor. Biraz ney, biraz popla folk karıştırarak tasavvuf müziği yaptık zannediyoruz. Büyük bestekâr yok. Bekir Sıtkı Sezgin çizgisini koyduktan sonra geriye bakıyorsunuz, tıkanma var orada da...'
'Ağaç dikme sayısıyla çevreye duyarlılığımız anlaşılmaz. Bu konuda hassasiyetin de olması lazım. Benim çok önemsediğim şey şehir parkınız var mı? Kaç metrekare, kaç dönüm. Bizde has bahçeler vardı. Bahçe yaptırmak diye bir vakıf türü var. Şehir parkını büyük bir proje olarak almak ve bu parkın peyzajını şehir ağaçları ve o bölgedeki ağaç kültürüne dayanarak yapmak gerek. Akar havuzlar, sersebiller, mutlaka su kültürünün güzel örnekleri olması lazım.'
Röportajın tamamını okumanızı özellikle tavsiye ederiz. Sadece röportajı mı? Hayır son haftalarda bizim ekonomi sayfaları gibi ciddi atağa kalkmış olan Pazar ekinin yakından takip edilmesinde yarar vardır. Yukarıda sözünü ettiğimiz sorunlar bu Pazar ekinde pek çok farklı kültürel alan için gündemimize taşınmaktadır.
Yoksa bu alanlar, (kültür, sanat ve çevre), insanlık adına değil ideolojik kara propaganda adına kullanmaya yeltenenlere göz göre göre teslim edilecek.
Hak yememek iltifata tabi olmamalı
Gençliğimizin eskimeyen şarkıcısı Füsun Önal geçenlerde çok ilginç bir tweet atmış. Mesajının içeriği o kadar önemli değil. Bana sorarsanız fenomeni çok daha önemli. Yani 21. Yüzyıl'da hâlâ fikrî mülkiyet haklarının teslim edilmiş olmasının takdir görmesi, üzücü. Bakın ne demiş Füsun Hanım:
'DeFacto (Online alışveriş) 3 gündür benim Flört adlı şarkımın müziğiyle reklam yayınlıyor. (Bu şarkı da Senden Başka gibi yabancı şarkıdır) Ve yayın öncesi, sözleşme yapıp teliflerini ödediler. Reklam da ödeme yapıldıktan sonra yayına girdi. Bellona'cılara kapak olsun, saygılı olmayı, kuralları öğrensinler DeFacto'dan.'
Ne var bunda? DeFacto serbest piyasa ekonomisini düzenleyen hukuk sisteminin gereklerini yerine getiriyor; adam gibi gidip telif ücretini ödüyor. Bunun sıradan bir uygulama haline gelmesi ve sonucunda takdir görmemesi doğal olanı. Kırmızı ışıkta durulduğunda kim kimi alkışlar ki?
Oysa bir dostumuzun dediği gibi 'Ülkemizde en büyük keyifle yenen şey ne yazık ki hâlâ haktır'...
En kolay yenen hak da ne yazık ki fikrî mülkiyet hakkıdır. Bu gerçeği ironik bir şekilde bize hatırlatan Füsun Hanım'a teşekkürlerimizi sunalım.
Bu sorunun yanıtı biraz uzun.
AK Parti iktidara geldiğinde sık sık dile getirdiğimiz şu dört halkadan dördüyle de bir şekilde mücadele etmesi gerekiyordu: Cumhuriyet'e ayak bağı olmaya devam eden feodal kalıntılar; sanayi toplumunun bir türlü yerli yerine oturamamış alt ve üst yapısı; liberalizmin kör topal işleyen ve kökünü 24 Ocak kararlarından alan zaaf içindeki hal-i pür melali ve nihayet bilgi toplumunun çocukluk hastalıkları ve inşasındaki çarpıklıklar.
Ezcümle bizim '4 Halka' dediğimiz, imparatorluktan bu yana yaşanan süreçteki 'sekme' ve 'sapma'ların yerli yerine oturtulması.
Biz de AK Parti'nin iktidara geldiği günden bu yana dilimize pelesenk ettiğimiz bu 4 Halka'nın her birinde elde edilen büyük zaferlerin dışında bırakılmış, ihmal edilmiş bir başka alana dikkat çekmeye çalışıyoruz: 'Aman!' diyoruz, 'Üst yapı meselesi, yumuşak konular (soft issues), akıllı güç (smart power) ihmal edilirse 4 Halka'da elde edilmiş olan zaferleri koruyup kollamak ve perçinlemek hiç kolay olmayabilir!'
Kültür ve sanat alanındaki yetersizliğe, milli kültür politikasının bir türlü oluşturulamayışına dikkat çekmeye çalışıyor (Bkz: Halktan kopuk CHP politikalarıyla düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali) ve örneğin şiir dışında yedi sanat dalının hangi birinde örnek ve önder olacak eserlerin desteklenip desteklenmediğini sorgulayıp duruyoruz.
Yazılarımızda sık sık özellikle de milli politikalarımızın ve uluslar arası algımızın diğer ülkelerin halkları nezdinde benimsenmesini ve yayılmasını sağlamakla görevli Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nü kurma başarısını gösteren, ama ne yazık ki ona ciddi bütçeler ayıramayan ve de ayrılan bütçelerin yönlendirileceği kültür ve sanat payandalarını oluşturamayan bir devlet iletişim anlayışının eksikliğinden yanıp yakınıyoruz.
Nihayet Pazar günü içimizdeki yangına su serpen bir sesle karşılaştık: Yeni Şafak'ın Pazar ekinde Emeti Saruhan hanımefendinin imzasıyla mükemmel bir röportaj yayınlandı. Ayasofya ve ardından Topkapı Sarayı Müze müdürlük görevlerinden sonra Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı'na atanan Prof. Ahmet Haluk Dursun'un yukarıda sözünü ettiğimiz, bize sorarsanız ülkemiz var oluş nedeninin, bekasının, gelecek tasarımının ve alt yapıya verilmiş onca önemin garantisi olan ana meselelere büyük bir derinlik ve ciddiyetle eğildiğini görmek, inanın bir an olsun bize düşünsel yalnızlığımızı unutturdu.
Bir kere 'siyasilerden başka, hele de belli siyasilerden başka kimse bu tür konularda fikir serdedemez; etse bile üstüne vazife olmayan bir özeleştiriye kalkışırsa hemen susturulur' şeklindeki önyargılara rağmen bir bürokratın çıkıp bu kadar önemli bir meseleyi bu kadar vazıh bir ifadeyle anlatabilmesi gerçekten de her türlü takdirin üzerindedir.
'İmar ve inşaat işinde, yollarda, köprülerde kimse söz söyleyemiyor ama muhafazakârlar üç şeyi yapamadı; kültür, sanat ve çevre' diyen Haluk Dursun hocanın bazı tespitlerine birlikte bakalım:
'Sanat deyince ebru, hat, tasavvuf musikisinin çok kötü bir uyarlamasını anlıyor. Biraz ney, biraz popla folk karıştırarak tasavvuf müziği yaptık zannediyoruz. Büyük bestekâr yok. Bekir Sıtkı Sezgin çizgisini koyduktan sonra geriye bakıyorsunuz, tıkanma var orada da...'
'Ağaç dikme sayısıyla çevreye duyarlılığımız anlaşılmaz. Bu konuda hassasiyetin de olması lazım. Benim çok önemsediğim şey şehir parkınız var mı? Kaç metrekare, kaç dönüm. Bizde has bahçeler vardı. Bahçe yaptırmak diye bir vakıf türü var. Şehir parkını büyük bir proje olarak almak ve bu parkın peyzajını şehir ağaçları ve o bölgedeki ağaç kültürüne dayanarak yapmak gerek. Akar havuzlar, sersebiller, mutlaka su kültürünün güzel örnekleri olması lazım.'
Röportajın tamamını okumanızı özellikle tavsiye ederiz. Sadece röportajı mı? Hayır son haftalarda bizim ekonomi sayfaları gibi ciddi atağa kalkmış olan Pazar ekinin yakından takip edilmesinde yarar vardır. Yukarıda sözünü ettiğimiz sorunlar bu Pazar ekinde pek çok farklı kültürel alan için gündemimize taşınmaktadır.
Yoksa bu alanlar, (kültür, sanat ve çevre), insanlık adına değil ideolojik kara propaganda adına kullanmaya yeltenenlere göz göre göre teslim edilecek.
Hak yememek iltifata tabi olmamalı
Gençliğimizin eskimeyen şarkıcısı Füsun Önal geçenlerde çok ilginç bir tweet atmış. Mesajının içeriği o kadar önemli değil. Bana sorarsanız fenomeni çok daha önemli. Yani 21. Yüzyıl'da hâlâ fikrî mülkiyet haklarının teslim edilmiş olmasının takdir görmesi, üzücü. Bakın ne demiş Füsun Hanım:
'DeFacto (Online alışveriş) 3 gündür benim Flört adlı şarkımın müziğiyle reklam yayınlıyor. (Bu şarkı da Senden Başka gibi yabancı şarkıdır) Ve yayın öncesi, sözleşme yapıp teliflerini ödediler. Reklam da ödeme yapıldıktan sonra yayına girdi. Bellona'cılara kapak olsun, saygılı olmayı, kuralları öğrensinler DeFacto'dan.'
Ne var bunda? DeFacto serbest piyasa ekonomisini düzenleyen hukuk sisteminin gereklerini yerine getiriyor; adam gibi gidip telif ücretini ödüyor. Bunun sıradan bir uygulama haline gelmesi ve sonucunda takdir görmemesi doğal olanı. Kırmızı ışıkta durulduğunda kim kimi alkışlar ki?
Oysa bir dostumuzun dediği gibi 'Ülkemizde en büyük keyifle yenen şey ne yazık ki hâlâ haktır'...
En kolay yenen hak da ne yazık ki fikrî mülkiyet hakkıdır. Bu gerçeği ironik bir şekilde bize hatırlatan Füsun Hanım'a teşekkürlerimizi sunalım.