Bu ağır bedel şart mıydı?..
16 Temmuz 2016 - yeni Şafak
Çok değil bundan on sene önce insanlara bizim gazetenin dünkü web sitesinde derlediği konu başlıkları gösterilse, herkes bu gelişmelerin bir bilim-kurgu hikâyesi olduğunu düşünürdü…
Şöyleydi haber derlemesi:
“Terör örgütü DAEŞ saldırılarıyla dünyanın dört bir yanını hedef alıyor. Son bir ayda Amerika, Asya, Avrupa ve Ortadoğu olmak üzere tüm bölgelerde yüzlerce insanın ölümüne neden olan saldırılar meydana geldi.
12 Haziran 2016: Orlando'da gece kulübüne saldırı. 50 ölü. 53 yaralı.
29 Haziran 2016: İstanbul Atatürk Havalimanı Saldırısı. 42 kişi hayatını kaybederken, 238 kişi yaralandı.
1 Temmuz 2016: Bangladeş'te rehine krizi.
20 rehine öldürüldü.
3 Temmuz 2016: DAEŞ'den Bağdat'ta bombalı saldırı. 292 ölü. 200 yaralı.
4 Temmuz 2016: Medine'de intihar saldırısı: 7 ölü
14 Temmuz 2016: Nice'deki kutlamalara kamyonlu saldırı: 85 ölü. 100'den fazla yaralı.
Bu sadece son bir aylık bilanço…
Bizim yıllardır boğuştuğumuz terör olayıyla dünya daha yeni tanışıyor sanki. Bu cümleyi yazarken içim titriyor. Bizi anlamaları için böyle mi olması gerekirdi? “Nice'te Korku ve Dehşet” diye vermiş Fransız basını haberleri…
Bakalım Batı dünyası Fransa turizmini sekteye uğratacak, ekonomisini sarsacak kararlar alacak mı? Hiç sanmıyorum…
Bu tür olaylar bizim başımıza geldiği zaman da yapmış olmaları gerekeni yapacaklar, birlik ve beraberlik mesajları verecek, insanları teröre teslim olmamaya çağıracaklardır…
Keşke bu davranış dilini böyle öğrenmek zorunda kalmasalardı… Ben İstanbul'dan pek çok insan tanıyorum ki, son olaylardan sonra gitmeyecekleri varsa AVM'lere gitmeye, toplu mekânlardan kaçmamaya gayret göstermişlerdir…
Savunma ve güvenlik konusunun ve dayanışmanın dünyanın bir numaralı meselesi haline gelmesi için bu kadar bedel ödemek gerekir miydi?..
Yazık ki, ne yazık…
Her siyasiye bir tane lazım…
Gün geçmiyor ki, siyasilerimiz ya da iş dünyamızın liderlerinden bazıları (örneğin, ayan beyan tahmin edildikleri halde, kendilerini vergi rekortmenleri listesinde yayınlatmayanlar) kendi krizlerini kendilerinin yaratacakları bir gaf yapmasınlar.
İşte onların derdine derman olacak bir iletişim kitabından söz etmek istiyoruz bugün… Piyasaya taptaze çıktı…
GS Üniversitesi'nden Doç. Dr. İnci Çınarlı hocanın imzasını taşıyor. Adı Kriz İletişimi… Hoca lütfedip basılmadan önce kitabını göndermiş ve bir 'Sunuş' yazısı yazıp yazamayacağımı nezaket ve nezahet dairesinde sormuştu…
Tabii ki kendisine bundan onur duyacağımı söyledim… Ancak içim tam rahat değildi… Çünkü kriz iletişimi konusunda yapılan yayınların nasıl bu kadar demode çalışmalar olduklarına ve dünyada her şey değişirken şu kriz iletişimi yaklaşımının neden hâlâ 1950'lerde kalakaldığına akıl sır erdiremiyordum.
Kitabı görünce bu genç ustaya saygım bir kat daha arttı ve keyifle yazdım o 'Sunuş'u... Buraya ondan bir bölüm almama müellifin izin vereceğini ümit ediyorum:
“Pazar değişirken iletişim, iletişim değişirken Kriz İletişimi Yönetimi değişmez mi? Tabii ki değişir… Bu değişimi göremeyenlerin, 1930'lara haydi taş çatlasın 1950'lere, 60'lara ait çözümleme ve uygulama pratiklerine takılıp 'arkaik' yöntemlerle krizlere baktıkları, hatta durdukları yerde kendi krizlerini yaratmayı başardıkları bir dönemde; elinizdeki bu kitap değişimin kriz ortamına yansımasını bir bilim insanının sorumluluğu, titizliği ve derinliğinde yeniden ele alışın çıktısıdır… Bu nedenle de son derece kıymetlidir…
Yıllarca kriz iletişimini iki örnekle idare edip durduk: Konuya '1982'deki Tylenol krizi' ve '1989 Exxon Valdez krizi' diye girip ve değerlendirmeyi yine bu iki örnekle bitiren pek çok kriz iletişimi makalesi bilirim. Türkiye'den örnek vermek kolay değildi. Cesaret isterdi. Verilen 'yerli' örneklerin kahramanlarıyla ters düşmek kimsenin işine gelmezdi.
İletişim yönetimi meselesini günümüz koşullarında, uygulamalı, çok disiplinli bir bilim alanı olan iletişimin bugün geldiği kuramsal yapının ışığında ve önemli yerli örneklerle ele alan bilimsel bir eserle karşılaşmak, gerek ajans tarafında gerekse kurum tarafında pratik içinde bulunan uygulamacılar için ne bulunmaz nimet…
…
Her şey bu kadar değişirken iletişimin, özellikle de halkla ilişkilerin ve bu arada kriz iletişimi yönetiminin hâlâ 30-40 yıl öncesinin 'anıları', yöntemleri ve özellikle de ABD'den kopyalanıp yapıştırılmış, eskimiş yaklaşımlarıyla demode, günün ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak bir akılla iletişim başarısına ulaşmak mümkün olabilir mi?
İşte salt bu açıdan bakıldığında bile Sayın Doç. Dr. İnci Çınarlı'nın bu kitabı iletişim dünyasına ciddî bir armağandır…
Üreten, yani aslında 'hareket eden' her sistem, kuruluş, kişi bu 'hareket sürecinde' mutlaka 'çelişkilerle', diğer bir deyişle sorunlarla karşılaşacaktır. Yönetmek (idare etmek) demek karşılaşılan çelişkilerin kurum ve/veya kişiye hasar vermeden çözülmeleri demektir.
…
Bir yönetici çelişkisizliği değil, çelişkileri hasarsız, yani krizsiz atlatmayı hedeflemelidir.
…
Doç. Dr. İnci Çınarlı hocanın kitabı bu bağlamda sadece her iletişim akademisyeninin değil, her iletişim profesyonelinin ve yöneticinin (ve de özellikle siyaset erbabının) elinin altında bulunması gereken, başvuru kaynağı niteliğinde hazırlanmış bir eserdir.
Şöyleydi haber derlemesi:
“Terör örgütü DAEŞ saldırılarıyla dünyanın dört bir yanını hedef alıyor. Son bir ayda Amerika, Asya, Avrupa ve Ortadoğu olmak üzere tüm bölgelerde yüzlerce insanın ölümüne neden olan saldırılar meydana geldi.
12 Haziran 2016: Orlando'da gece kulübüne saldırı. 50 ölü. 53 yaralı.
29 Haziran 2016: İstanbul Atatürk Havalimanı Saldırısı. 42 kişi hayatını kaybederken, 238 kişi yaralandı.
1 Temmuz 2016: Bangladeş'te rehine krizi.
20 rehine öldürüldü.
3 Temmuz 2016: DAEŞ'den Bağdat'ta bombalı saldırı. 292 ölü. 200 yaralı.
4 Temmuz 2016: Medine'de intihar saldırısı: 7 ölü
14 Temmuz 2016: Nice'deki kutlamalara kamyonlu saldırı: 85 ölü. 100'den fazla yaralı.
Bu sadece son bir aylık bilanço…
Bizim yıllardır boğuştuğumuz terör olayıyla dünya daha yeni tanışıyor sanki. Bu cümleyi yazarken içim titriyor. Bizi anlamaları için böyle mi olması gerekirdi? “Nice'te Korku ve Dehşet” diye vermiş Fransız basını haberleri…
Bakalım Batı dünyası Fransa turizmini sekteye uğratacak, ekonomisini sarsacak kararlar alacak mı? Hiç sanmıyorum…
Bu tür olaylar bizim başımıza geldiği zaman da yapmış olmaları gerekeni yapacaklar, birlik ve beraberlik mesajları verecek, insanları teröre teslim olmamaya çağıracaklardır…
Keşke bu davranış dilini böyle öğrenmek zorunda kalmasalardı… Ben İstanbul'dan pek çok insan tanıyorum ki, son olaylardan sonra gitmeyecekleri varsa AVM'lere gitmeye, toplu mekânlardan kaçmamaya gayret göstermişlerdir…
Savunma ve güvenlik konusunun ve dayanışmanın dünyanın bir numaralı meselesi haline gelmesi için bu kadar bedel ödemek gerekir miydi?..
Yazık ki, ne yazık…
Her siyasiye bir tane lazım…
Gün geçmiyor ki, siyasilerimiz ya da iş dünyamızın liderlerinden bazıları (örneğin, ayan beyan tahmin edildikleri halde, kendilerini vergi rekortmenleri listesinde yayınlatmayanlar) kendi krizlerini kendilerinin yaratacakları bir gaf yapmasınlar.
İşte onların derdine derman olacak bir iletişim kitabından söz etmek istiyoruz bugün… Piyasaya taptaze çıktı…
GS Üniversitesi'nden Doç. Dr. İnci Çınarlı hocanın imzasını taşıyor. Adı Kriz İletişimi… Hoca lütfedip basılmadan önce kitabını göndermiş ve bir 'Sunuş' yazısı yazıp yazamayacağımı nezaket ve nezahet dairesinde sormuştu…
Tabii ki kendisine bundan onur duyacağımı söyledim… Ancak içim tam rahat değildi… Çünkü kriz iletişimi konusunda yapılan yayınların nasıl bu kadar demode çalışmalar olduklarına ve dünyada her şey değişirken şu kriz iletişimi yaklaşımının neden hâlâ 1950'lerde kalakaldığına akıl sır erdiremiyordum.
Kitabı görünce bu genç ustaya saygım bir kat daha arttı ve keyifle yazdım o 'Sunuş'u... Buraya ondan bir bölüm almama müellifin izin vereceğini ümit ediyorum:
“Pazar değişirken iletişim, iletişim değişirken Kriz İletişimi Yönetimi değişmez mi? Tabii ki değişir… Bu değişimi göremeyenlerin, 1930'lara haydi taş çatlasın 1950'lere, 60'lara ait çözümleme ve uygulama pratiklerine takılıp 'arkaik' yöntemlerle krizlere baktıkları, hatta durdukları yerde kendi krizlerini yaratmayı başardıkları bir dönemde; elinizdeki bu kitap değişimin kriz ortamına yansımasını bir bilim insanının sorumluluğu, titizliği ve derinliğinde yeniden ele alışın çıktısıdır… Bu nedenle de son derece kıymetlidir…
Yıllarca kriz iletişimini iki örnekle idare edip durduk: Konuya '1982'deki Tylenol krizi' ve '1989 Exxon Valdez krizi' diye girip ve değerlendirmeyi yine bu iki örnekle bitiren pek çok kriz iletişimi makalesi bilirim. Türkiye'den örnek vermek kolay değildi. Cesaret isterdi. Verilen 'yerli' örneklerin kahramanlarıyla ters düşmek kimsenin işine gelmezdi.
İletişim yönetimi meselesini günümüz koşullarında, uygulamalı, çok disiplinli bir bilim alanı olan iletişimin bugün geldiği kuramsal yapının ışığında ve önemli yerli örneklerle ele alan bilimsel bir eserle karşılaşmak, gerek ajans tarafında gerekse kurum tarafında pratik içinde bulunan uygulamacılar için ne bulunmaz nimet…
…
Her şey bu kadar değişirken iletişimin, özellikle de halkla ilişkilerin ve bu arada kriz iletişimi yönetiminin hâlâ 30-40 yıl öncesinin 'anıları', yöntemleri ve özellikle de ABD'den kopyalanıp yapıştırılmış, eskimiş yaklaşımlarıyla demode, günün ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak bir akılla iletişim başarısına ulaşmak mümkün olabilir mi?
İşte salt bu açıdan bakıldığında bile Sayın Doç. Dr. İnci Çınarlı'nın bu kitabı iletişim dünyasına ciddî bir armağandır…
Üreten, yani aslında 'hareket eden' her sistem, kuruluş, kişi bu 'hareket sürecinde' mutlaka 'çelişkilerle', diğer bir deyişle sorunlarla karşılaşacaktır. Yönetmek (idare etmek) demek karşılaşılan çelişkilerin kurum ve/veya kişiye hasar vermeden çözülmeleri demektir.
…
Bir yönetici çelişkisizliği değil, çelişkileri hasarsız, yani krizsiz atlatmayı hedeflemelidir.
…
Doç. Dr. İnci Çınarlı hocanın kitabı bu bağlamda sadece her iletişim akademisyeninin değil, her iletişim profesyonelinin ve yöneticinin (ve de özellikle siyaset erbabının) elinin altında bulunması gereken, başvuru kaynağı niteliğinde hazırlanmış bir eserdir.