Değerlere reddiye getirmek risklidir
05 hAZİRAN 2014 YENİ ŞAFAK
Dünkü Hürriyet'te Ertuğrul Özkök'ün Viyana'daki 'Life Ball' isimli 'yardımlaşma balosu' izlenimlerini mutlaka okuyun. Aşağıya bazı bölümlerinden alıntılar yapacağımız yazı, 'zamanın ruhu', 'hedef kitlenin değerler meselesi', 'evrensel sınırsız sorumsuz özgürlükler', 'kültürel zenginlikler', 'vahşi kapitalizm', 'vahşi liberalizm', 'vahşi demokrasi' ve nihayet Dostoyevski'nin ifadesiyle 'Tanrı yoksa her şey mübahtır' düşüncesinin tartışmasına olağanüstü katkı getirecek entelektüel bir 'yeniden üretim' izlenimi vermektedir.
22 yıl önce küçük bir gay topluluğunun sokak eğlencesi olarak başlayan 'Life Ball' partisiyle ilgili Özkök'ün notlarından bir iki alıntı:
'Balonun en önemli özelliği, herkesin mümkün olabilecek en çılgın ve renkli kıyafetle gelmesi.'
'Benim üzerimde yeşil bir ceket, altımda cırtlak pembe bir pantolon..., (...) 'Sol gözüme pembe bir far sürdüler. Sağ kaşımın üstüne ve sol gözümün altına da birer takma kirpik eklendi. Yüzümün sol tarafına altın rengi parlak bir kuyruklu yıldız kondu. Kulağıma da küçük bir parlak yıldız küpe takıldı. Saçlarıma beyazlığın tonunu peruk gibi matlaştıran özel bir pudra püskürtüldü. Boynuma çok parlak janjanlı kurdelelerden bir gerdanlık hazırlandı.'
Bu yazı bize sorarsanız 'sınır tanımayan özgürlükler' çerçevesinde yayın politikasını oluşturmuş bir dergiye daha çok yakışabilirdi. Örneğin Vanity Fair, belki Esquire, GQ, ya da farklı değerlendirme yazılarıyla birlikte bizim Psikeart'ta... Oysa 'sınır tanıyan' ve hedef kitlesi tanımsız denecek kadar geniş, ülkenin en etkili popüler gazetelerinden birinde yer alınca konu bir iletişim fenomeni olarak ele alınmaya değer hale geliyor.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'ın Moskova'da Perakende Liderler Konferansı'nda yaptığı konuşmayı keşke dinleme fırsatınız olsaydı. Benzer bir konuşma kaydı aslında Youtube'da var. 'Bizim Akvaryumun Dışında Türkiye' diye yazarsanız Bekir Ağırdır'ın 19 dakikalık Ted Talks konuşmasını izleyebilirsiniz. Ağırdır, özellikle toplumun kültür ve değerler bağlamındaki transformasyonuna gönderme yapıyor ve özetle diyor ki:
'Dünyada pek az rastlanan bir olay Türkiye'de söz konusu: Son 30 yılda 27 milyon kişi yer değiştirmiş. Göç etmiş. Bu ise A, B, C1, C2, D ve benzeri sosyo ekonomik statüye dayalı toplumsal segment okumalarının tamamı konusunda ezberleri altüst etmiştir. Bu nedenle geniş kitleleri hedefleyen ilişki ve iletişim süreçlerinde yeni oluşmuş kültür ve değerler sistematiğini kavrayıp toplumu ona göre okuyamazsanız kendi kendinizi kandırıp daracık bir kitlenin ilgisini çekecek işler yaparken devasa bir kesimi yok sayıp karşınıza alabilirsiniz.'
Her ilginç olan ve her güzel olan elbette doğru olmayabiliyor. İletişimin kaderinde ise doğru olmamak aynı anda ve büyük oranda yanlış olmak anlamına da gelebiliyor. Ertuğrul Özkök'ün olağanüstü renkli, özgür, sınır tanımayan, bağımsız, progresif, postmodern dünyasının ve duygusal med cezirlerinin karşılığı, içinde yaşadığımız toplumda elbette ki vardır. Ancak bu ülkenin tamamını, katmanların tümünü, segmentlerin hepsini kapsamayı hedefleyen bir çerçevede ele alınabilir mi; açıkçası tartışma götürür bir konudur. İlerlemeci ve ilerici olmak, kültürle ilgili meselelerde reddiye getirmekle varlıklarını devam ettirmektir. Öyle yapmayın, derken nasıl yapılması gerektiğini de söyler. Ancak kültürel olana değil ama değerlere yönelik reddiye getirmek risklidir. Değerlerle didişmeyi gerektirir ve bu yolu tercih edenler de bıçak sırtında yürümeyi kabullenmişler, demektir.
Şöyle bir gerekçe ileri sürülürse de kimsenin gıkı çıkmaz:
'Ertuğrul Özkök bundan sonra toplumun sadece yüzde birine hitap etme tercihini kullanmaktadır. Bizim gazete de sadece Ertuğrul Özkök değil, çeşitli tercihlere hitap eden bol renkli arkadaşlarımız vardır.'
Bertrand Russel'ı hatırlamamak elde mi?
'Dünyanın en zor şeyi ilkeli olmaktır.'
Altın Pusula yine şirketlere gitti
Salı akşamı Türkiye Halkla İlişkiler Derneği'nin (TÜHİD) düzenlediği 'Altın Pusula' ödül töreni vardı. Aynı saatlerde GYODER'in Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı'nda bulunmamız gerektiği için katılamadık. Ancak çalışma arkadaşlarımız oradaydı. Üniversiteler, yerel yönetimler, sivil toplum kurumları ve kişilere dağıtılan onur ödülleri dışında, ödüle layık görülen şirketler şöyle:
Yeşilırmak Elektrik Dağıtım A.Ş. (YEDAŞ), ING Bank, Groupama, Lilly İlaç, Peugeot Otomotiv Pazarlama A.Ş., Shell & Turcas Petrol, Vestel, Bosch Türkiye, Boyner Holding, Memorial Sağlık Grubu, Yandex Türkiye, Yıldız Holding, DenizBank, Socar Türkiye Enerji A.Ş.
Ödül dağıtımı sırasında sahneye önce şirketler sonra da PR şirketi davet ediliyor. Ödül önce şirkete sonra PR şirketine veriliyor. Yani PR şirketleri bir ölçüde okeydeki 'yancı' durumuna düşürülüyor... Üzücü...
Oysa Altın Pusula'yı veren TÜHİD. Halkla ilişkilercilerin derneği... Birinci derecede ödüllendirilmesi gereken PR ajansları iken -ki başlangıcında öyleydi- şirketlerin öncelikli olarak Altın Pusula armağanı ile özdeşleştirilmeleri bu alanda bir boşluk oluşturuyor. Umarız TÜHİD gelecek yıl bu boşluğu doldurur ya da doldurmazsa belki, İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) PR ajanslarına sahip çıkar. Bilindiği gibi doğa boşluğu sevmez.
Ritm bozukluğu krizin habercisidir
Geçenlerde Yıldız Üniversitesi'nde bir sempozyumda hasbelkader konuşmacıydık. Benden önce ise kürsüye Prof. Dr. M. Kemal Öke hoca geldi. Mükemmel bir konuşmaydı. Meseleyi 'uyum'a getirip '3A' olarak kodladığı ritm duygusundan söz etti.
'Allah'ın, Alem'in ve Adem'in ritmi...'
Ve dedi ki:
'Bu üç ritm arasında uyum varsa, mutluluk vardır. Yoksa insan çevreyi de kirletir, kendini de...'
Ritm bozuklukların muhtemel bir krizin habercisi olduğuna hepimiz tanığızdır. M. Kemal Öke hocanın dediği gibi, ya Rabbimizle ya dünyayla ya da insanla çeliştiğimiz anların farkında olmamızda büyük yarar olabilir. Biz farkında olmasak da, birileri uyarsa bile işe yarar. Durduk yerde kendi krizimizi çıkarmaya çeyrek kala toparlanma fırsatını buluruz belki.
Bu vesileyle nezaket dairesi içinden iki uyarıda bulunalım: Birincisi 'yağmur şakası' (!) yapan İstanbul Valisi Sayın Hüseyin Avni Mutlu'ya, diğeri de o her tarafı risk kokan fıkrayı yayımlamakta beis görmeyen Takvim gazetesi yazıişleri sorumlularına...
Sel afetinden komedi çıkar mı? Çıkar; örneğin mizah dergilerinde. Peki bu felaketle karşılaşmış kentin yetkilileri bu konuda espri yapabilirler mi? Yaparlar. Vapurla minübüsün deniz içinde yanyana gibi göründüğü sel fotoğrafına şu tweet'i uygun görmüş Sayın Valimiz:
'Minibusüyle deniz seferlerini paşlatan cesur kaptanun Temel Reis oldiği ögrenildi. Hayurli yolcilikler..'
Takvim gazetesindeki fıkrayı burada yazıp, bir başka ritm bozukluğu durumu yaşatmanın manası yok elbette. Meraklısı internette bulur.
Şu kadarını aklımızda tutabilsek ne iyi olur: Ritm bozuklukları durumunda kendi krizimizi yaratabilme ihtimali artar. Dikkatli olalım yeter. İki kez düşünüp sonra konuşalım ya da eyleyelim.
22 yıl önce küçük bir gay topluluğunun sokak eğlencesi olarak başlayan 'Life Ball' partisiyle ilgili Özkök'ün notlarından bir iki alıntı:
'Balonun en önemli özelliği, herkesin mümkün olabilecek en çılgın ve renkli kıyafetle gelmesi.'
'Benim üzerimde yeşil bir ceket, altımda cırtlak pembe bir pantolon..., (...) 'Sol gözüme pembe bir far sürdüler. Sağ kaşımın üstüne ve sol gözümün altına da birer takma kirpik eklendi. Yüzümün sol tarafına altın rengi parlak bir kuyruklu yıldız kondu. Kulağıma da küçük bir parlak yıldız küpe takıldı. Saçlarıma beyazlığın tonunu peruk gibi matlaştıran özel bir pudra püskürtüldü. Boynuma çok parlak janjanlı kurdelelerden bir gerdanlık hazırlandı.'
Bu yazı bize sorarsanız 'sınır tanımayan özgürlükler' çerçevesinde yayın politikasını oluşturmuş bir dergiye daha çok yakışabilirdi. Örneğin Vanity Fair, belki Esquire, GQ, ya da farklı değerlendirme yazılarıyla birlikte bizim Psikeart'ta... Oysa 'sınır tanıyan' ve hedef kitlesi tanımsız denecek kadar geniş, ülkenin en etkili popüler gazetelerinden birinde yer alınca konu bir iletişim fenomeni olarak ele alınmaya değer hale geliyor.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'ın Moskova'da Perakende Liderler Konferansı'nda yaptığı konuşmayı keşke dinleme fırsatınız olsaydı. Benzer bir konuşma kaydı aslında Youtube'da var. 'Bizim Akvaryumun Dışında Türkiye' diye yazarsanız Bekir Ağırdır'ın 19 dakikalık Ted Talks konuşmasını izleyebilirsiniz. Ağırdır, özellikle toplumun kültür ve değerler bağlamındaki transformasyonuna gönderme yapıyor ve özetle diyor ki:
'Dünyada pek az rastlanan bir olay Türkiye'de söz konusu: Son 30 yılda 27 milyon kişi yer değiştirmiş. Göç etmiş. Bu ise A, B, C1, C2, D ve benzeri sosyo ekonomik statüye dayalı toplumsal segment okumalarının tamamı konusunda ezberleri altüst etmiştir. Bu nedenle geniş kitleleri hedefleyen ilişki ve iletişim süreçlerinde yeni oluşmuş kültür ve değerler sistematiğini kavrayıp toplumu ona göre okuyamazsanız kendi kendinizi kandırıp daracık bir kitlenin ilgisini çekecek işler yaparken devasa bir kesimi yok sayıp karşınıza alabilirsiniz.'
Her ilginç olan ve her güzel olan elbette doğru olmayabiliyor. İletişimin kaderinde ise doğru olmamak aynı anda ve büyük oranda yanlış olmak anlamına da gelebiliyor. Ertuğrul Özkök'ün olağanüstü renkli, özgür, sınır tanımayan, bağımsız, progresif, postmodern dünyasının ve duygusal med cezirlerinin karşılığı, içinde yaşadığımız toplumda elbette ki vardır. Ancak bu ülkenin tamamını, katmanların tümünü, segmentlerin hepsini kapsamayı hedefleyen bir çerçevede ele alınabilir mi; açıkçası tartışma götürür bir konudur. İlerlemeci ve ilerici olmak, kültürle ilgili meselelerde reddiye getirmekle varlıklarını devam ettirmektir. Öyle yapmayın, derken nasıl yapılması gerektiğini de söyler. Ancak kültürel olana değil ama değerlere yönelik reddiye getirmek risklidir. Değerlerle didişmeyi gerektirir ve bu yolu tercih edenler de bıçak sırtında yürümeyi kabullenmişler, demektir.
Şöyle bir gerekçe ileri sürülürse de kimsenin gıkı çıkmaz:
'Ertuğrul Özkök bundan sonra toplumun sadece yüzde birine hitap etme tercihini kullanmaktadır. Bizim gazete de sadece Ertuğrul Özkök değil, çeşitli tercihlere hitap eden bol renkli arkadaşlarımız vardır.'
Bertrand Russel'ı hatırlamamak elde mi?
'Dünyanın en zor şeyi ilkeli olmaktır.'
Altın Pusula yine şirketlere gitti
Salı akşamı Türkiye Halkla İlişkiler Derneği'nin (TÜHİD) düzenlediği 'Altın Pusula' ödül töreni vardı. Aynı saatlerde GYODER'in Yüksek İstişare Kurulu Toplantısı'nda bulunmamız gerektiği için katılamadık. Ancak çalışma arkadaşlarımız oradaydı. Üniversiteler, yerel yönetimler, sivil toplum kurumları ve kişilere dağıtılan onur ödülleri dışında, ödüle layık görülen şirketler şöyle:
Yeşilırmak Elektrik Dağıtım A.Ş. (YEDAŞ), ING Bank, Groupama, Lilly İlaç, Peugeot Otomotiv Pazarlama A.Ş., Shell & Turcas Petrol, Vestel, Bosch Türkiye, Boyner Holding, Memorial Sağlık Grubu, Yandex Türkiye, Yıldız Holding, DenizBank, Socar Türkiye Enerji A.Ş.
Ödül dağıtımı sırasında sahneye önce şirketler sonra da PR şirketi davet ediliyor. Ödül önce şirkete sonra PR şirketine veriliyor. Yani PR şirketleri bir ölçüde okeydeki 'yancı' durumuna düşürülüyor... Üzücü...
Oysa Altın Pusula'yı veren TÜHİD. Halkla ilişkilercilerin derneği... Birinci derecede ödüllendirilmesi gereken PR ajansları iken -ki başlangıcında öyleydi- şirketlerin öncelikli olarak Altın Pusula armağanı ile özdeşleştirilmeleri bu alanda bir boşluk oluşturuyor. Umarız TÜHİD gelecek yıl bu boşluğu doldurur ya da doldurmazsa belki, İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) PR ajanslarına sahip çıkar. Bilindiği gibi doğa boşluğu sevmez.
Ritm bozukluğu krizin habercisidir
Geçenlerde Yıldız Üniversitesi'nde bir sempozyumda hasbelkader konuşmacıydık. Benden önce ise kürsüye Prof. Dr. M. Kemal Öke hoca geldi. Mükemmel bir konuşmaydı. Meseleyi 'uyum'a getirip '3A' olarak kodladığı ritm duygusundan söz etti.
'Allah'ın, Alem'in ve Adem'in ritmi...'
Ve dedi ki:
'Bu üç ritm arasında uyum varsa, mutluluk vardır. Yoksa insan çevreyi de kirletir, kendini de...'
Ritm bozuklukların muhtemel bir krizin habercisi olduğuna hepimiz tanığızdır. M. Kemal Öke hocanın dediği gibi, ya Rabbimizle ya dünyayla ya da insanla çeliştiğimiz anların farkında olmamızda büyük yarar olabilir. Biz farkında olmasak da, birileri uyarsa bile işe yarar. Durduk yerde kendi krizimizi çıkarmaya çeyrek kala toparlanma fırsatını buluruz belki.
Bu vesileyle nezaket dairesi içinden iki uyarıda bulunalım: Birincisi 'yağmur şakası' (!) yapan İstanbul Valisi Sayın Hüseyin Avni Mutlu'ya, diğeri de o her tarafı risk kokan fıkrayı yayımlamakta beis görmeyen Takvim gazetesi yazıişleri sorumlularına...
Sel afetinden komedi çıkar mı? Çıkar; örneğin mizah dergilerinde. Peki bu felaketle karşılaşmış kentin yetkilileri bu konuda espri yapabilirler mi? Yaparlar. Vapurla minübüsün deniz içinde yanyana gibi göründüğü sel fotoğrafına şu tweet'i uygun görmüş Sayın Valimiz:
'Minibusüyle deniz seferlerini paşlatan cesur kaptanun Temel Reis oldiği ögrenildi. Hayurli yolcilikler..'
Takvim gazetesindeki fıkrayı burada yazıp, bir başka ritm bozukluğu durumu yaşatmanın manası yok elbette. Meraklısı internette bulur.
Şu kadarını aklımızda tutabilsek ne iyi olur: Ritm bozuklukları durumunda kendi krizimizi yaratabilme ihtimali artar. Dikkatli olalım yeter. İki kez düşünüp sonra konuşalım ya da eyleyelim.