Gerçek, hayali kaç kez aşar ?
21.01.2014 - Yeni Şafak Gazetesi
Kendisinin ya da kurumunun iş hedeflerine hizmet etmek bi yana, köstek olabilecek tutum ve davranış sergilemek, 'kendi varlığını tehdit eder duruma düşmek', en sık rastlanan 'ayarsızlıklar'ımızdan birisidir.
Kişisel dünya görüşümüzün bize açtığı ufuklar sayesinde yaptığımız tespitler, iş ya da siyaset dünyasının sert realiteleri ile buluştuğunda 'laf'la, 'gerçeklik'in çarpışmasından hangisi kârlı çıkar dersiniz? Seksenli yıllarda rahmetli Attilâ İlhan'dan sık sık duyduğumuz için olmalı, kulağımızda yer etmiş olan ünlü Fransız atasözü, 'Gerçek hayali aşar' ifadesinde saklanan öze isteseniz de istemeseniz de dikkat etmek durumundasınız.
Bir işyeri düşünün ki, 17 Aralık sonrasındaki mevcut ekonomik tablolardan, doların başına gelenlerden bririnci derecede etkilenecek olmasına rağmen, çalışanlarının ve yönetici konumundakilerin 'Beni yak, kendini yak, her şeyi yak; yeter ki bunlar gitsin!' duygusuyla yönetilsin.
Hem geleceği karanlık gördüğünüzü beyan edeceksiniz hem de kendi şirketiniz ya da şirketlerinizde hiçbir şey değişmemiş gibi, önlem almaya kalkışmadan, ağzınızla başka şeyler söyleyip fiiliyatta ortalık sütliman gibi davranacak, 17 Aralık öncesindeki stratejilerinizi aynen devam ettireceksiniz. Zor iş doğrusu...
Ali Babacan, gerçek tabloda görünen resmi 'kalıcı bir hasara asla izin vermeyiz' diyen kararlılığın altını çizerek göstermeye, anlatmaya devam ediyor. Şu sıralarda Sayın Babacan'ın tüm açıklamaları tam da bir SWOT analizi çerçevesinde, güçlü ve zayıf yönlerimizle, fırsatlarımız ve tehditlerimizle tüm renklerimizi hiç abartmadan olduğu gibi ortaya seren, 'stratejik planlama'nın netliğini sezdiren güven verici bir özellik arz ediyor. Bir zamanlar Kemal Derviş de (İsmail Cem'i 'aldattığı' algısını yaratmazdan önce) benzer bir duygu oluşturmuştu: 'Bu bize yalan söylemez. Acı da olsa gerçekleri söyler. Ancak o 'Sıkıntılar bitti' dediği zaman da gerçekten bitmiştir' ...
Ya bu stratejik planlama işleyecek, hayata geçirilecek ya da 'Ah karanlıktayız!' diye yazıklananlar, kişisel dünya görüşlerinin sisli hayalleri ile kendi gerçeklerinin neyi gerektirdiğinin arasındaki uçurumun ayırdına varacaklar. İkisi de aynı kapıya çıkacak çünkü. Gerçek hayali her defasında aşacaktır da ondan.
Tabii, bir de iletişiminin her kademede adamakıllı sürdürülmesi meselesi var. Şu anda hem AK Parti siyasetçileri, hem de çok sayıda aklı başında 'etkileyici' ve 'yönlendirici' durumundaki âkil adam tek noktaya odaklanmış gibiler: Hükümete karşı rövanşist bir reaksiyon gibi gösterilen, ancak aslında ülkenin geleceğini ipotek altına almaya yönelen 'gayrı nizami harp' koşullarında verilen varoluş mücadelesi... Burada 'bir durum' kafayı kaldırmakta. Ali Babacan'ın yaptığı gibi sakin bir şekilde biraz 'gelecek tasarımı iletişimi' yapmakta büyük yarar var. Yine biraz 'üst yapı meselesi' yani... İnce iş anlayacağınız... İletişimi, Yumuşak Güç (Soft Power), Akıllı Güç (Smart Power) alanına kaydırma durumu anlayacağınız... Halkın %80'inin yolsuzluk meselesinin halledilmesini beklediğini unutmadan. Sayın Başbakan'ın tersi halinde oğlunu evlatlıktan reddedeceğini söylemesi önemlidir; ancak yeterli değildir. Bu alanda Başbakan yalnız bırakılmamalı...
Liderlikte 'ego çelişkilerini yönetme' başarısı
Gazeteciliğe yanında başladığımız rahmetli Yener Süsoy'un lafıydı: '1. Benim yerimde gözünüz olsun. 2. Hep kendinizden daha iyi olanlarla çalışın. Yener Ağabey, bu düsturu modern Milliyet'i Ercüment Karacan ile birlikte inşa etmiş olan Abdi İpekçi'den edindiğini söylerdi. Bu dip not da bize pek inandırıcı gelmezdi. Çünkü Abdi Bey, adam yetiştirmemiş olmakla maruftu...
ABD ekonomisinde 'tüketici hakları' denildiğinde ilk akla gelenlerden biri olan Ralph Nader'in lafıdır: 'Liderlik daha fazla takipçiler değil, daha fazla liderler yetiştirmektir!' Şöyle bir bakın çevrenize... İş hayatında lider konumunda gördüklerinizden kaç tanesi, önemli bir pozisyon için eleman arandığında kendi özelliklerinden daha iyilerine sahip birilerini işe alma konusunda isteklidir? Kendisine zaman içinde rakip olabilecek birinden ürken ve özgüveninin sınırlarını da bu vesileyle gören ve yine de işin hay huyu arasında gizlenmeyi tercih eden kişiye lider denilebilir mi? Yönetici belki; en doğru ifade biçimiyle de 'idareci'...
Oysa ki liderlik, kendisinde olan olmayan iyi özelliklerin tümüne sahip olanlarla birlikte çalışıldığında gerçek anlamını bulur ve sadece 'takipçi' ya da 'uygulamacı'larla değil, daha fazla 'vizyoner'le, gösterilen hedefe daha kısa sürede ulaşılabilir.
Habertürk'te Ebru Erdoğan'ın, 'Burger King'in kullandığı etin Ata Holding'in Denizli'deki Ata Sancak tesislerinden sağlanacağı' haberini okuduğumda, kurumu da yakından tanıdığımız için liderler arasındaki komplekssizliğin bu başarıdaki rolünü düşündük. Atatürk Barajı'nı da seksenli yıllarda ülkeye armağan eden mühendislik şirketlerinin başındaki büyük sanayici, Ata Holding'in kurucusu rahmetli Ertuğrul Kurdoğlu'nun, 'liderlik' anlayışını, yazdığı kitabından biliyoruz. 'Ben Buraya Hayallerimle Geldim' adlı kitabında Ertuğrul Bey'in, Türk ekonomisindeki büyük yeri tartışılmaz koca bir barajın, hem de ilk kez Türk mühendislerin çabalarıyla ortaya çıkan bir eserin yapımında 'egoları yenebilme olgunluğu'na nasıl da örnek bir liderlik sergileyerek ulaştığını okuduk. Hem de seksenli yıllarda!
Onun kurduğu şirket, bugün içinde Burger King ve Ata Yatırım dahil olmak üzere pek çok büyük kuruluşu taşıyan bir holding... Burger King Türkiye'nin Çin'deki restoranlardan da sorumlu olması ve Burger King'in kullandığı etin Ata Sancak tesislerinden, patatesin de Konya'daki fabrikalarından temin edilecek olması, aynı zamanda 'liderlikte ego çelişkilerini yönetme' başarısıdır.
Kendinizden daha iyi özelliklere sahip olanlarla çalışmaktan ürkmemeye en iyi örneklerden biri Ertuğrul Bey'di... Bir kez daha rahmetle anıyorum...
Kendisinin ya da kurumunun iş hedeflerine hizmet etmek bi yana, köstek olabilecek tutum ve davranış sergilemek, 'kendi varlığını tehdit eder duruma düşmek', en sık rastlanan 'ayarsızlıklar'ımızdan birisidir.
Kişisel dünya görüşümüzün bize açtığı ufuklar sayesinde yaptığımız tespitler, iş ya da siyaset dünyasının sert realiteleri ile buluştuğunda 'laf'la, 'gerçeklik'in çarpışmasından hangisi kârlı çıkar dersiniz? Seksenli yıllarda rahmetli Attilâ İlhan'dan sık sık duyduğumuz için olmalı, kulağımızda yer etmiş olan ünlü Fransız atasözü, 'Gerçek hayali aşar' ifadesinde saklanan öze isteseniz de istemeseniz de dikkat etmek durumundasınız.
Bir işyeri düşünün ki, 17 Aralık sonrasındaki mevcut ekonomik tablolardan, doların başına gelenlerden bririnci derecede etkilenecek olmasına rağmen, çalışanlarının ve yönetici konumundakilerin 'Beni yak, kendini yak, her şeyi yak; yeter ki bunlar gitsin!' duygusuyla yönetilsin.
Hem geleceği karanlık gördüğünüzü beyan edeceksiniz hem de kendi şirketiniz ya da şirketlerinizde hiçbir şey değişmemiş gibi, önlem almaya kalkışmadan, ağzınızla başka şeyler söyleyip fiiliyatta ortalık sütliman gibi davranacak, 17 Aralık öncesindeki stratejilerinizi aynen devam ettireceksiniz. Zor iş doğrusu...
Ali Babacan, gerçek tabloda görünen resmi 'kalıcı bir hasara asla izin vermeyiz' diyen kararlılığın altını çizerek göstermeye, anlatmaya devam ediyor. Şu sıralarda Sayın Babacan'ın tüm açıklamaları tam da bir SWOT analizi çerçevesinde, güçlü ve zayıf yönlerimizle, fırsatlarımız ve tehditlerimizle tüm renklerimizi hiç abartmadan olduğu gibi ortaya seren, 'stratejik planlama'nın netliğini sezdiren güven verici bir özellik arz ediyor. Bir zamanlar Kemal Derviş de (İsmail Cem'i 'aldattığı' algısını yaratmazdan önce) benzer bir duygu oluşturmuştu: 'Bu bize yalan söylemez. Acı da olsa gerçekleri söyler. Ancak o 'Sıkıntılar bitti' dediği zaman da gerçekten bitmiştir' ...
Ya bu stratejik planlama işleyecek, hayata geçirilecek ya da 'Ah karanlıktayız!' diye yazıklananlar, kişisel dünya görüşlerinin sisli hayalleri ile kendi gerçeklerinin neyi gerektirdiğinin arasındaki uçurumun ayırdına varacaklar. İkisi de aynı kapıya çıkacak çünkü. Gerçek hayali her defasında aşacaktır da ondan.
Tabii, bir de iletişiminin her kademede adamakıllı sürdürülmesi meselesi var. Şu anda hem AK Parti siyasetçileri, hem de çok sayıda aklı başında 'etkileyici' ve 'yönlendirici' durumundaki âkil adam tek noktaya odaklanmış gibiler: Hükümete karşı rövanşist bir reaksiyon gibi gösterilen, ancak aslında ülkenin geleceğini ipotek altına almaya yönelen 'gayrı nizami harp' koşullarında verilen varoluş mücadelesi... Burada 'bir durum' kafayı kaldırmakta. Ali Babacan'ın yaptığı gibi sakin bir şekilde biraz 'gelecek tasarımı iletişimi' yapmakta büyük yarar var. Yine biraz 'üst yapı meselesi' yani... İnce iş anlayacağınız... İletişimi, Yumuşak Güç (Soft Power), Akıllı Güç (Smart Power) alanına kaydırma durumu anlayacağınız... Halkın %80'inin yolsuzluk meselesinin halledilmesini beklediğini unutmadan. Sayın Başbakan'ın tersi halinde oğlunu evlatlıktan reddedeceğini söylemesi önemlidir; ancak yeterli değildir. Bu alanda Başbakan yalnız bırakılmamalı...
Liderlikte 'ego çelişkilerini yönetme' başarısı
Gazeteciliğe yanında başladığımız rahmetli Yener Süsoy'un lafıydı: '1. Benim yerimde gözünüz olsun. 2. Hep kendinizden daha iyi olanlarla çalışın. Yener Ağabey, bu düsturu modern Milliyet'i Ercüment Karacan ile birlikte inşa etmiş olan Abdi İpekçi'den edindiğini söylerdi. Bu dip not da bize pek inandırıcı gelmezdi. Çünkü Abdi Bey, adam yetiştirmemiş olmakla maruftu...
ABD ekonomisinde 'tüketici hakları' denildiğinde ilk akla gelenlerden biri olan Ralph Nader'in lafıdır: 'Liderlik daha fazla takipçiler değil, daha fazla liderler yetiştirmektir!' Şöyle bir bakın çevrenize... İş hayatında lider konumunda gördüklerinizden kaç tanesi, önemli bir pozisyon için eleman arandığında kendi özelliklerinden daha iyilerine sahip birilerini işe alma konusunda isteklidir? Kendisine zaman içinde rakip olabilecek birinden ürken ve özgüveninin sınırlarını da bu vesileyle gören ve yine de işin hay huyu arasında gizlenmeyi tercih eden kişiye lider denilebilir mi? Yönetici belki; en doğru ifade biçimiyle de 'idareci'...
Oysa ki liderlik, kendisinde olan olmayan iyi özelliklerin tümüne sahip olanlarla birlikte çalışıldığında gerçek anlamını bulur ve sadece 'takipçi' ya da 'uygulamacı'larla değil, daha fazla 'vizyoner'le, gösterilen hedefe daha kısa sürede ulaşılabilir.
Habertürk'te Ebru Erdoğan'ın, 'Burger King'in kullandığı etin Ata Holding'in Denizli'deki Ata Sancak tesislerinden sağlanacağı' haberini okuduğumda, kurumu da yakından tanıdığımız için liderler arasındaki komplekssizliğin bu başarıdaki rolünü düşündük. Atatürk Barajı'nı da seksenli yıllarda ülkeye armağan eden mühendislik şirketlerinin başındaki büyük sanayici, Ata Holding'in kurucusu rahmetli Ertuğrul Kurdoğlu'nun, 'liderlik' anlayışını, yazdığı kitabından biliyoruz. 'Ben Buraya Hayallerimle Geldim' adlı kitabında Ertuğrul Bey'in, Türk ekonomisindeki büyük yeri tartışılmaz koca bir barajın, hem de ilk kez Türk mühendislerin çabalarıyla ortaya çıkan bir eserin yapımında 'egoları yenebilme olgunluğu'na nasıl da örnek bir liderlik sergileyerek ulaştığını okuduk. Hem de seksenli yıllarda!
Onun kurduğu şirket, bugün içinde Burger King ve Ata Yatırım dahil olmak üzere pek çok büyük kuruluşu taşıyan bir holding... Burger King Türkiye'nin Çin'deki restoranlardan da sorumlu olması ve Burger King'in kullandığı etin Ata Sancak tesislerinden, patatesin de Konya'daki fabrikalarından temin edilecek olması, aynı zamanda 'liderlikte ego çelişkilerini yönetme' başarısıdır.
Kendinizden daha iyi özelliklere sahip olanlarla çalışmaktan ürkmemeye en iyi örneklerden biri Ertuğrul Bey'di... Bir kez daha rahmetle anıyorum...