Gözlerimizi iyiliklere açmak
02 Aralık 2014
Genelde, özellikle de ana akım medyada nelerin kötü ve yanlış olduğunu tartışmaktan, ya da muhalefet etmiş olmak için müzminleşen muhaliflerin kötümser bakışlarının ne kadar mesnetsiz olduğunu anlatmaktan gözlerimiz iyiliklere, güzelliklere neredeyse kapanacak.
Bugün burada üç ilginç projeden söz etmek istiyoruz. Hem ‘doğru’ya destek vermek adına, hem de biraz olsun gurur duyacağımız duyarlılıkları unutmamak için...
Bir:
Kültür ve Turizm Bakanlığı logolu muhteşem bir kitap çalışması: “Dünyanın En Büyük Müzesi: Türkiye”
Türkiye müzeleri ve müzelerin tarihi, kapsamlı ve özenli bir araştırmayla elde edildiği hemen belli olan fotoğraf ve metinlerle elinizin altında. Binlerce yılın içinden çıkıp gelen Anadolu medeniyetleri...
Bakanlığın 2007 yılından bu yana sürdürdüğü ’Gelecek Turizmde’ projesi kapsamında ve yine Bakanlığın himayesinde, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM), TÜRSAB-MÜZE Girişimleri, Bilkent Kültür Girişimi ve Anadolu Efes tarafından hazırlanan eser, bu toprakların tarihini gayet iyi bilip de hâlâ Batı karşısında eksiklenen okumuş yazmışlarımıza neler anlatır acaba?
Hiç umutlanmayın bir şeycikler anlatmaz. Bu güzel çalışma bir de kimleri etkilemez biliyor musunuz? Müze gezerken heyecan duygusundan nasiplenmeyenleri. (Bu yazının kaleme alınma nedeni, ’gözlerimizi iyiliklere açmak’ olduğuna göre ‘ezikler’i konu dışında tutmak en iyisi galiba.)
İki:
İkinci muhteşem güzellik ise bir süre önce Ayşe Böhürler hanımefendinin de sütunlarında anlata anlata bitiremediği ‘Bize Yön Veren Metinler’ ve ‘Batıya Yön Veren Metinler’ başlıklı, insana ‘Evine kapan ve ders çalışır gibi bu kitapları yutarcasına oku’ dedirten toplam 6 ciltlik çalışma... (Batı’ya Yön Veren Metinler 2010 yılında 4 cilt olarak Türkçe’ye kazandırılmış. Bize Yön Verenler Metinler’in ise ilk iki cildi yayınlanmış.)
Bu metinlerin hazırlanmasına kimin ön ayak olabileceğini içindeki o isme özel imzalı mektup olmasa da, -Ayşe Hanım’ın yazısından haberdar olmasam da- tahmin edebilirdim. Aklımdaki üç isimden biri elbette Alev Alatlı idi. Kapadokya Meslek Yüksek Okulu Mütevelli Heyeti Başkanı şapkasıyla Alev Hanım’ın mektubundan şu alıntıyı yapmak boynumuzun borcudur:
“Bu defa İslam çatısı altında oluşan ‘Biz’i tanımlayarak, ‘Biz’i şekillendiren, ‘Biz’e yön veren veya yönümüzü/biçimimizi değiştiren, kilometre taşı niteliğindeki matbu olan ve olmayan eser, ferman, manifesto gibi temel belgelerden oluşan ‘Bize Yön Veren Metinler’in 750-2001 yılları arasındaki yaklaşık 1250 yıllık gelişimin izini sürmekteyiz. Bugün itibarıyla (Ekim, 2014) toplam altı ciltte kotarabileceğimizi öngördüğümüz ‘Bize Yön Veren Metinler’ seçkimizin ilk cildini 750-1040 sürecini kapsayan “Büyük Buluşma” ile 1040-1299 sürecini kapsayan “Gökkürede Yeni Bir Yıldız Selçuklu”yu değerlendirmeniz dileğiyle takdim ediyoruz.
Eğitim camiasına nasıl bir göktaşı düştüğünün farkında mısınız?
Üç:
Gözlerimizi iyiliklere açtığımızda bir üçüncü güzel haber ise L’Oreal Türkiye kaynaklı... 11 yıldır başarıyla sürdürdükleri “Genç Bilim Kadınlarına Destek Bursları” Programı... Proje, uluslararası alanda bugüne kadar 110 ülkeden 2 binden fazla kadına ulaşmış. Türkiye’de ise 12 yılda 70 bilim kadını ödüllendirilmiş. Türkiye aynı zamanda tüm dünya ülkeleri arasında en fazla bursiyere sahip 5. ülke konumunda.
L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ile birlikte sürdürdüğü ‘Genç Bilim Kadınlarına Destek Bursları’ programına başvurular sürüyor... 26 Aralık’a kadar devam edecek başvurular sonrasında Yaşam Bilimleri ve Malzeme Bilimleri alanlarında projeleri seçilecek 6 genç bilim kadınının 15 bin dolar değerinde birer yıllık burs ile nasıl destekleneceklerini öğrenmek için Bkz. www.loreal.com.tr
Aman, kendi ayağımıza sıkmayalım da
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres 1998’de NPQ dergisi için kendisi gibi bir ‘oyuncu – yönetmen’ olan Sydney Pollack’la sohbet ederken demişti ki:
“Bugün iletişim araçları birçok bakımdan diktatörlüğü olanaksız kılarken aynı zamanda demokrasiyi de katlanılmaz kılıyor.”
ABD’nin ‘Algılama Yönetimi’ stratejileri adına, dünya halklarına kendi güçlerini ve askerî müdahalelerde kendilerinin ne kadar haklı olduğunu anlatmak amacıyla, her türden ‘fırdöndü PR’cılığı, Kara Propagandayı’ mubah kılan, demokrasiyi ve iletişim anlayışını canlarının istediği gibi esnettikleri, yamulttukları, oraya buraya çekiştirdikleri yaklaşımları herkesin malumudur. Bizde de bundan etkilenerek son günlerde işleri birbirine karıştırıp gerçek ‘Algılama Yönetimi’ anlayışını zayıflatmaya yol açacak bir bakışla o ‘Yamultmalara’ gönderme yapıp ‘Algı Operasyonu’ yaftasını kullanmak pek bir moda oldu...
Oysa iletişim disiplininin tanımladığı ‘Algılama Yönetimi’ tamamen ‘gerçekler üzerinden yürütüldüğünde’ uzun vadeli ve kalıcı başarı vaat eder. ABD’nin uyguladığı türden bir stratejinin en önemli aksiyon ayağı, Hollywood ürünü filmlerle dünyaya yansıtıldığı için, biz de bu köşede “Hollywood’u okumak, dünyayı okumaktır”tır düsturunu tekrarlayıp duruyoruz. Diyoruz ki, ‘Algılama Yönetimi’ stratejilerini devreye sokalım ve onlardan farklı olarak, kitabın buyurduğu gibi ‘gerçeklerden’ yola çıkalım.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Türkiye’de sinema endüstrisinin gelişimi için hazırladığı yasa taslağını tamamlamasıyla ilgili haberi okurken bu bakış çerçevesinde açıkçası hem umutlandık, hem de kafamızda bir dizi soru işaretleri oluştu.
Bakanlar Kurulu’na sunulması planlanan bu taslakla, Hollywood ve Avrupalı sinemacıların filmlerini Türkiye’de çekmelerini özendirmek için masraflarının bir bölümünün karşılanması gündeme gelmiş.
Türk Sinemasının 100. Yılına denk getirilen bu çalışmada dikkatimizi çeken yeni düzenlemelerden biri yabancı yapımcılara Türkiye’de film çekmesinin önünün açılması. Yabancı yapımcılar, Türkiye’de çekim yaptıkları tarihlerde, harcamalarının yüzde 25’ini geri alacaklarmış. (ABD, ülkesinde film çeken yapımcıların harcamalarının yüzde 30 ile yüzde 50 arasında değişen tutarını geri ödüyormuş.)
Bu yeni gelişmenin sevindirici tarafı yabancı yapımcılarla sıkı işbirliği içinde kendi gerçekliklerimizin filmlerini, özünü, içeriğini çarpıtmadan, ‘gerçekler üzerinden’ yorumlayarak, biçimini, fenomenini de ileri teknoloji katkısıyla dünya sunabiliriz.
Bu yeni gelişmenin kuşku verici tarafı da şu: Yabancı yapımcılar, bizim şehirlerimizi ve mekânlarımızı, (Örneğin İstanbul’u) geri kalmış bir ülkeden sahneler sunuyormuş gibi ya da ‘nasıl göstermek istiyorlarsa öyle’ sundukları için bütçe indirimleriyle daha bir coşup, canları ne isterse onu yapma olasılıkları...
Bugüne kadar bunun tersini görmek kısmet olmadı... Bizim Bakanlığımızla Belediyelerimizle canı gönülden desteklediğimiz ne kadar Hollywood yapımı varsa cümlesi, Türkiye’ye karşı oryantalist yaklaşımlarını değiştirmediler ve ‘İslamofobi’ etkisi altındaki bakış açılarıyla, ülkeyi güzellikleri, iyilikleri ile gösteren bir tane yapım ortaya koymadılar.
Hoş bizim yerli ‘ecnebiler’ de aynı yolun yolcuları ya... O nedenle adamlara söylenecek fazla söz bulamıyor insan...
O nedenle destek ve ‘gel gel’ stratejisinde “Aman Dikkat!” diyoruz da, başka bir şey demiyoruz. Son 10 yılda destek verilmiş filmlere (The International, Skyfall, Taken, Argo, Tinker Tailor Soldier Spy, Murder on The Orient Express, The Reluctant Fundamentalist vs) bir göz atın. Ya da You Tube’da ‘Türkiye’de çekilmiş yabancı filmler’ diye bir arama yapın; filmlerden bölümler izleyin... Ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Durduk yerde kendi ayağına ‘sıkan’ adam durumuna düşürülmek insanın gücüne gidiyor... Yoksa başka ne endişemiz olacak?
Demokrasiyi katlanılmaz kılmak da onlara mahsus, biliyorsunuz....
Bugün burada üç ilginç projeden söz etmek istiyoruz. Hem ‘doğru’ya destek vermek adına, hem de biraz olsun gurur duyacağımız duyarlılıkları unutmamak için...
Bir:
Kültür ve Turizm Bakanlığı logolu muhteşem bir kitap çalışması: “Dünyanın En Büyük Müzesi: Türkiye”
Türkiye müzeleri ve müzelerin tarihi, kapsamlı ve özenli bir araştırmayla elde edildiği hemen belli olan fotoğraf ve metinlerle elinizin altında. Binlerce yılın içinden çıkıp gelen Anadolu medeniyetleri...
Bakanlığın 2007 yılından bu yana sürdürdüğü ’Gelecek Turizmde’ projesi kapsamında ve yine Bakanlığın himayesinde, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM), TÜRSAB-MÜZE Girişimleri, Bilkent Kültür Girişimi ve Anadolu Efes tarafından hazırlanan eser, bu toprakların tarihini gayet iyi bilip de hâlâ Batı karşısında eksiklenen okumuş yazmışlarımıza neler anlatır acaba?
Hiç umutlanmayın bir şeycikler anlatmaz. Bu güzel çalışma bir de kimleri etkilemez biliyor musunuz? Müze gezerken heyecan duygusundan nasiplenmeyenleri. (Bu yazının kaleme alınma nedeni, ’gözlerimizi iyiliklere açmak’ olduğuna göre ‘ezikler’i konu dışında tutmak en iyisi galiba.)
İki:
İkinci muhteşem güzellik ise bir süre önce Ayşe Böhürler hanımefendinin de sütunlarında anlata anlata bitiremediği ‘Bize Yön Veren Metinler’ ve ‘Batıya Yön Veren Metinler’ başlıklı, insana ‘Evine kapan ve ders çalışır gibi bu kitapları yutarcasına oku’ dedirten toplam 6 ciltlik çalışma... (Batı’ya Yön Veren Metinler 2010 yılında 4 cilt olarak Türkçe’ye kazandırılmış. Bize Yön Verenler Metinler’in ise ilk iki cildi yayınlanmış.)
Bu metinlerin hazırlanmasına kimin ön ayak olabileceğini içindeki o isme özel imzalı mektup olmasa da, -Ayşe Hanım’ın yazısından haberdar olmasam da- tahmin edebilirdim. Aklımdaki üç isimden biri elbette Alev Alatlı idi. Kapadokya Meslek Yüksek Okulu Mütevelli Heyeti Başkanı şapkasıyla Alev Hanım’ın mektubundan şu alıntıyı yapmak boynumuzun borcudur:
“Bu defa İslam çatısı altında oluşan ‘Biz’i tanımlayarak, ‘Biz’i şekillendiren, ‘Biz’e yön veren veya yönümüzü/biçimimizi değiştiren, kilometre taşı niteliğindeki matbu olan ve olmayan eser, ferman, manifesto gibi temel belgelerden oluşan ‘Bize Yön Veren Metinler’in 750-2001 yılları arasındaki yaklaşık 1250 yıllık gelişimin izini sürmekteyiz. Bugün itibarıyla (Ekim, 2014) toplam altı ciltte kotarabileceğimizi öngördüğümüz ‘Bize Yön Veren Metinler’ seçkimizin ilk cildini 750-1040 sürecini kapsayan “Büyük Buluşma” ile 1040-1299 sürecini kapsayan “Gökkürede Yeni Bir Yıldız Selçuklu”yu değerlendirmeniz dileğiyle takdim ediyoruz.
Eğitim camiasına nasıl bir göktaşı düştüğünün farkında mısınız?
Üç:
Gözlerimizi iyiliklere açtığımızda bir üçüncü güzel haber ise L’Oreal Türkiye kaynaklı... 11 yıldır başarıyla sürdürdükleri “Genç Bilim Kadınlarına Destek Bursları” Programı... Proje, uluslararası alanda bugüne kadar 110 ülkeden 2 binden fazla kadına ulaşmış. Türkiye’de ise 12 yılda 70 bilim kadını ödüllendirilmiş. Türkiye aynı zamanda tüm dünya ülkeleri arasında en fazla bursiyere sahip 5. ülke konumunda.
L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ile birlikte sürdürdüğü ‘Genç Bilim Kadınlarına Destek Bursları’ programına başvurular sürüyor... 26 Aralık’a kadar devam edecek başvurular sonrasında Yaşam Bilimleri ve Malzeme Bilimleri alanlarında projeleri seçilecek 6 genç bilim kadınının 15 bin dolar değerinde birer yıllık burs ile nasıl destekleneceklerini öğrenmek için Bkz. www.loreal.com.tr
Aman, kendi ayağımıza sıkmayalım da
İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres 1998’de NPQ dergisi için kendisi gibi bir ‘oyuncu – yönetmen’ olan Sydney Pollack’la sohbet ederken demişti ki:
“Bugün iletişim araçları birçok bakımdan diktatörlüğü olanaksız kılarken aynı zamanda demokrasiyi de katlanılmaz kılıyor.”
ABD’nin ‘Algılama Yönetimi’ stratejileri adına, dünya halklarına kendi güçlerini ve askerî müdahalelerde kendilerinin ne kadar haklı olduğunu anlatmak amacıyla, her türden ‘fırdöndü PR’cılığı, Kara Propagandayı’ mubah kılan, demokrasiyi ve iletişim anlayışını canlarının istediği gibi esnettikleri, yamulttukları, oraya buraya çekiştirdikleri yaklaşımları herkesin malumudur. Bizde de bundan etkilenerek son günlerde işleri birbirine karıştırıp gerçek ‘Algılama Yönetimi’ anlayışını zayıflatmaya yol açacak bir bakışla o ‘Yamultmalara’ gönderme yapıp ‘Algı Operasyonu’ yaftasını kullanmak pek bir moda oldu...
Oysa iletişim disiplininin tanımladığı ‘Algılama Yönetimi’ tamamen ‘gerçekler üzerinden yürütüldüğünde’ uzun vadeli ve kalıcı başarı vaat eder. ABD’nin uyguladığı türden bir stratejinin en önemli aksiyon ayağı, Hollywood ürünü filmlerle dünyaya yansıtıldığı için, biz de bu köşede “Hollywood’u okumak, dünyayı okumaktır”tır düsturunu tekrarlayıp duruyoruz. Diyoruz ki, ‘Algılama Yönetimi’ stratejilerini devreye sokalım ve onlardan farklı olarak, kitabın buyurduğu gibi ‘gerçeklerden’ yola çıkalım.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Türkiye’de sinema endüstrisinin gelişimi için hazırladığı yasa taslağını tamamlamasıyla ilgili haberi okurken bu bakış çerçevesinde açıkçası hem umutlandık, hem de kafamızda bir dizi soru işaretleri oluştu.
Bakanlar Kurulu’na sunulması planlanan bu taslakla, Hollywood ve Avrupalı sinemacıların filmlerini Türkiye’de çekmelerini özendirmek için masraflarının bir bölümünün karşılanması gündeme gelmiş.
Türk Sinemasının 100. Yılına denk getirilen bu çalışmada dikkatimizi çeken yeni düzenlemelerden biri yabancı yapımcılara Türkiye’de film çekmesinin önünün açılması. Yabancı yapımcılar, Türkiye’de çekim yaptıkları tarihlerde, harcamalarının yüzde 25’ini geri alacaklarmış. (ABD, ülkesinde film çeken yapımcıların harcamalarının yüzde 30 ile yüzde 50 arasında değişen tutarını geri ödüyormuş.)
Bu yeni gelişmenin sevindirici tarafı yabancı yapımcılarla sıkı işbirliği içinde kendi gerçekliklerimizin filmlerini, özünü, içeriğini çarpıtmadan, ‘gerçekler üzerinden’ yorumlayarak, biçimini, fenomenini de ileri teknoloji katkısıyla dünya sunabiliriz.
Bu yeni gelişmenin kuşku verici tarafı da şu: Yabancı yapımcılar, bizim şehirlerimizi ve mekânlarımızı, (Örneğin İstanbul’u) geri kalmış bir ülkeden sahneler sunuyormuş gibi ya da ‘nasıl göstermek istiyorlarsa öyle’ sundukları için bütçe indirimleriyle daha bir coşup, canları ne isterse onu yapma olasılıkları...
Bugüne kadar bunun tersini görmek kısmet olmadı... Bizim Bakanlığımızla Belediyelerimizle canı gönülden desteklediğimiz ne kadar Hollywood yapımı varsa cümlesi, Türkiye’ye karşı oryantalist yaklaşımlarını değiştirmediler ve ‘İslamofobi’ etkisi altındaki bakış açılarıyla, ülkeyi güzellikleri, iyilikleri ile gösteren bir tane yapım ortaya koymadılar.
Hoş bizim yerli ‘ecnebiler’ de aynı yolun yolcuları ya... O nedenle adamlara söylenecek fazla söz bulamıyor insan...
O nedenle destek ve ‘gel gel’ stratejisinde “Aman Dikkat!” diyoruz da, başka bir şey demiyoruz. Son 10 yılda destek verilmiş filmlere (The International, Skyfall, Taken, Argo, Tinker Tailor Soldier Spy, Murder on The Orient Express, The Reluctant Fundamentalist vs) bir göz atın. Ya da You Tube’da ‘Türkiye’de çekilmiş yabancı filmler’ diye bir arama yapın; filmlerden bölümler izleyin... Ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Durduk yerde kendi ayağına ‘sıkan’ adam durumuna düşürülmek insanın gücüne gidiyor... Yoksa başka ne endişemiz olacak?
Demokrasiyi katlanılmaz kılmak da onlara mahsus, biliyorsunuz....