Habaset erbabı saldırıyorsa..
27.07.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Bazı Hollywood ünlüleri arasında Türkiye'nin Başbakanı aleyhine imza toplanarak The Times gazetesine ilan verilmesi fikri ve bu fikrin hayata geçirilmesi, başından sonuna ilginç anekdotlarıyla sinema filmi olarak çekilseydi, son derece ilginç bir 'polit-crimi' (siyasi-polisiye) ortaya çıkabilirdi.
O işi kim organize etti; reklamı kim neden finanse etti; Türkiye'yi, AB ile olan ilişkileri konusunda da köşeye sıkıştırmaya çalışan o metni kim kaleme aldı; ünlüleri kim nasıl örgütledi?..
Bayağı sinematografik bir iş…
Örneğin Sean Penn'e şu soru yöneltilse:
'Bu metni okumadan önce Türkiye'nin AB ilişkileri konusuyla hiç ilgilenmiş miydiniz?'
Yolu iletişimden geçen herkes, böylesi bir olayda olan biteni doğru değerlendirebilmek için yerli ya da yabancı kaynaklı bir protestonun kime ya da kimlere ne mesajı vermeyi hedeflediğini cımbızla arayarak işe başlar.
Atatürk biyografisi yazdığı için olmalı, Türkiye'yi iyi tanıdığı düşünülen Andrew Mango'nun başını çektiği ilan metnini kimler imzalamış?
İki avukat, bir toprak sahibi marki (ya evet marki), bir anayasa tarihçisi, (ya evet anayasa tarihçisi), aralarında dünyaca meşhur bazı aktörler (Ben Kingsley, Sean Penn, James Fox) ve bir aktris (Susan Sarandon), bir lady, Oscar ödülü sahibi bir sinematograf, yine Oscar ödülü sahibi dört yazar, yine Oscar ödülü sahibi bir yapımcı, Oscar ödülü olmayan ama sadece adı yeterli bir yönetmen (David Lynch), bir işçi partisi milletvekili, bir heykeltraş ve bir de bizim Fazıl Say...
İlan metninin nasıl hızla kotarıldığını anlayabilmek için imza verenlerin isimleri iyi bir ipucu olabilir. Bu bildiri metnini hazırlayıp imzaları toplamak için maksimum iki güne ihtiyaç var. İlan parasını karşılayacak olanlar da baştan bellidir zaten. ABD ve İngiltere'de iş, sanat ve kültür lobilerini yakından bilen nüfuz sahibi birinin, cep telefonunda kayıtlı olan mühim isimleri bizzat arayarak, bildirinin mesajlarını izah ederek imza istediğini hayal etmekte serbestiz.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, metnin muhtevasının Türkiye'den birileri tarafından servis edildiğinin anlaşıldığını söylemiş olsa da, bizi bu işin asıl iletişim boyutu daha çok ilgilendiriyor. Ayrıca yurtdışında bu meseleye mesai harcandığı çok açık.
İhtimaller bir yana, işe iletişim boyutuyla bakıldığında, her aksiyonun, bir büyük stratejiye (grand strategy), makro projelere hizmet eden puzzle parçaları olduğunu tespit etmek durumundayız. İnce ayar fırça darbeleriyle tamamlanan büyük resmin parçalarından sadece birinde o markilerin, ladylerin, artistlerin imzalarına rastlayabiliyoruz. Ya hayata geçirilmesi muhtemel olan diğer aksiyonlar? (AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bu açıklamasıyla başka aksiyon ihtimallerini sanki devre dışı bırakıyor.)
Susan Sarandon'un ya da Sir Ben Kingsley'in (IMDb sitesinde sörlüğünü kimse umursamasa da kendisi, bildiriye imzasını koyarken bu unvanını kullanmayı tercih etmiş) veya listedeki pek çok ismin, örneğin toprak sahibi beyefendinin Türkiye'nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinin tarihi konusunda şu cümlelerin altına imza atabilecek kadar bilgi sahibi olmalarının imkanı var mıdır?
'Size 9 Ağustos 1949'da imzalanmış Konvansiyon uyarınca Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin bir üyesi olduğunu, 18 Mayıs 1954'te Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonunu imzaladığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yetkisini tanıdığını saygıyla hatırlatıyoruz. Bunların sonucunda, beş masum gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg'da bir davaya dayanak teşkil edebilir.'
Atatürk'ün hayatını 'Atatürk / Modern Türkiye'nin Kurucusu' adlı kitabıyla anlatan Andrew Mango'nun, bu milletin insanlarının halet-i ruhiyesinden biraz olsun haberi varsa şu gerçeği de çok iyi biliyor olması gerekir:
Türkiye'de Batı marifetiyle pek çok hedefe ulaşmak mümkün olabilir. Ancak, bu halk, aynı Batı'ya, lider diye bildiği, tanıdığı, dahası seçtiği birine, yukarıda alıntıladığımız ses tonu ve üslupla aba üstünden sopa göstermeye kalkıştığında, hedeflerine ulaşılması için açacağı her yolu tıkamayı hak ve adalet için bir mücadelenin gereği olarak algılar. Algılamak ne kelime; yüreğinde hisseder. İngilizce'de karşılığını arasanız da bulamayacağınız 'namus' kelimesinin hakkını vererek hisseder. Bu tespitin, rasyonel aklın alabileceği bir hamaset olup olmadığını Batı tecrübeleriyle bilir. Peki öyleyse Türkiye'de bumerang gibi kendisine dönecek böylesine akılsızca bir ilan metni için neden çaba harcar?
Bu 'aksiyonun' iki hedef kitlesi ve iki yüreklendirme amacı olabilir mi?..
Türkiye'de –bazı güçlerin artık işine gelmediği için- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı devirme misyonunu üstlenmiş kesimin yüreklendirilmesi… Bu yolda popüler kültürün etkisinde kalan Batılı siyasilerin bizdeki işbirlikçilerini destekleme konusunda yüreklendirilmesi…
İletişimin etik kodları, (Code of ethics) kamu diplomasisi stratejileri için bir itibar meselesidir. Yönetilmeyen itibarı ise rakipler yönetir ve onların da etik kodlara sadık kalıp kalmayacaklarını önceden tahmin edemeyiz. Başarılı olmuş iş modellerini alıp, evirip çevirip uygularlar ve aksiyonları sergilemek için paha biçilmez güçteki networklerini devreye sokarlar. Baştacı ettikleri, örneğin Abraham Lincoln gibi bir lider, istediği kadar 'Karakter bir ağaç, itibar da onun gölgesi gibidir.' diye olağanüstü cümleler kurmuş olsun ve istedikleri kadar bu cümleleri okullarında okutsunlar, çerçeveletip duvarlarına assınlar; yine de başkalarını itibarsızlaştırarak üste çıkmaktan vazgeçmiyeceklerdir.
'Ben bu toplumun davranışlarını, duygularını veri olarak alırım; didişmem.' diyen Ali Tara'nın iletişim öngörüsünün binde biri Amerikalı ya da İngiliz iletişimcilerde olsa idi Türkiye Başbakanı'na hitaben yazılan o bildiri metninin ABD çıkarlarına uygun olup olmadığını en azından sezer ve duruma müdahil olabilecek basireti de gösterebilirlerdi.
Bu arada Fazıl Say, 'Gezi Parkı'nda milyonlarca insan, kendi özgürlükleri için kendi içsesleri doğrultusunda biraraya geldi. Bu, bir mesaj vermek içindir. The Times'taki ilanla ilgili de biri bana sordu. Kim olduğunu bilmiyorum. Metni okudum ve fikirlere katıldığım için imzaladım' demiş. Fazıl Say'ın Gezi olayları konusundaki düşüncelerinin benzerlerine sahip olup da, o metnin altına imza atmayı zül addedecek ünlülerimizin sayısının hiç de azımsanmayacak ölçüde olduğunu kabul etmeliyiz.
Cemil Meriç üstadın 'Bu Ülke' diye işaret ettiği Türkiye'nin ruhu'nun ve bu topraklarda yaşayanların ortak ruhi şekillenmesinin çimentosu olan 'vicdan'ı birinci sıraya koyarak konuyu iki soruyla noktalamakta yarar var:
Kültürümüzün yapıtaşları olan değerlerimiz, vicdanlarımızın güvencesi altındadır. Sir'ler, markiler ve ladyler'e mütareke İstanbul'undaki müstemleke aydınlarını hatırlatırcasına bu topraklardan şikâyetnameler ulaştırıp, ilan metni servis edenler varsa, -ki neden olmasın?- onlara da, neden en az Fazıl Say kadar net davranıp, o metne bizzat imzalarını koymadıklarını sormak gerekmez miydi?..
Bazılarına göre böyle bir 'provokasyon' numarasına gelmeyen çok sayıdaki Batılı ve yerli ünlü aydına neden bu işten uzak durmayı tercih ettiklerini sormak, sorumlu medyanın görevi olmaz mıydı?
Son cümle: Habaset erbabı size saldırıyorsa, bilin ki doğru yoldasınız!..
Bazı Hollywood ünlüleri arasında Türkiye'nin Başbakanı aleyhine imza toplanarak The Times gazetesine ilan verilmesi fikri ve bu fikrin hayata geçirilmesi, başından sonuna ilginç anekdotlarıyla sinema filmi olarak çekilseydi, son derece ilginç bir 'polit-crimi' (siyasi-polisiye) ortaya çıkabilirdi.
O işi kim organize etti; reklamı kim neden finanse etti; Türkiye'yi, AB ile olan ilişkileri konusunda da köşeye sıkıştırmaya çalışan o metni kim kaleme aldı; ünlüleri kim nasıl örgütledi?..
Bayağı sinematografik bir iş…
Örneğin Sean Penn'e şu soru yöneltilse:
'Bu metni okumadan önce Türkiye'nin AB ilişkileri konusuyla hiç ilgilenmiş miydiniz?'
Yolu iletişimden geçen herkes, böylesi bir olayda olan biteni doğru değerlendirebilmek için yerli ya da yabancı kaynaklı bir protestonun kime ya da kimlere ne mesajı vermeyi hedeflediğini cımbızla arayarak işe başlar.
Atatürk biyografisi yazdığı için olmalı, Türkiye'yi iyi tanıdığı düşünülen Andrew Mango'nun başını çektiği ilan metnini kimler imzalamış?
İki avukat, bir toprak sahibi marki (ya evet marki), bir anayasa tarihçisi, (ya evet anayasa tarihçisi), aralarında dünyaca meşhur bazı aktörler (Ben Kingsley, Sean Penn, James Fox) ve bir aktris (Susan Sarandon), bir lady, Oscar ödülü sahibi bir sinematograf, yine Oscar ödülü sahibi dört yazar, yine Oscar ödülü sahibi bir yapımcı, Oscar ödülü olmayan ama sadece adı yeterli bir yönetmen (David Lynch), bir işçi partisi milletvekili, bir heykeltraş ve bir de bizim Fazıl Say...
İlan metninin nasıl hızla kotarıldığını anlayabilmek için imza verenlerin isimleri iyi bir ipucu olabilir. Bu bildiri metnini hazırlayıp imzaları toplamak için maksimum iki güne ihtiyaç var. İlan parasını karşılayacak olanlar da baştan bellidir zaten. ABD ve İngiltere'de iş, sanat ve kültür lobilerini yakından bilen nüfuz sahibi birinin, cep telefonunda kayıtlı olan mühim isimleri bizzat arayarak, bildirinin mesajlarını izah ederek imza istediğini hayal etmekte serbestiz.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, metnin muhtevasının Türkiye'den birileri tarafından servis edildiğinin anlaşıldığını söylemiş olsa da, bizi bu işin asıl iletişim boyutu daha çok ilgilendiriyor. Ayrıca yurtdışında bu meseleye mesai harcandığı çok açık.
İhtimaller bir yana, işe iletişim boyutuyla bakıldığında, her aksiyonun, bir büyük stratejiye (grand strategy), makro projelere hizmet eden puzzle parçaları olduğunu tespit etmek durumundayız. İnce ayar fırça darbeleriyle tamamlanan büyük resmin parçalarından sadece birinde o markilerin, ladylerin, artistlerin imzalarına rastlayabiliyoruz. Ya hayata geçirilmesi muhtemel olan diğer aksiyonlar? (AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bu açıklamasıyla başka aksiyon ihtimallerini sanki devre dışı bırakıyor.)
Susan Sarandon'un ya da Sir Ben Kingsley'in (IMDb sitesinde sörlüğünü kimse umursamasa da kendisi, bildiriye imzasını koyarken bu unvanını kullanmayı tercih etmiş) veya listedeki pek çok ismin, örneğin toprak sahibi beyefendinin Türkiye'nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinin tarihi konusunda şu cümlelerin altına imza atabilecek kadar bilgi sahibi olmalarının imkanı var mıdır?
'Size 9 Ağustos 1949'da imzalanmış Konvansiyon uyarınca Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nin bir üyesi olduğunu, 18 Mayıs 1954'te Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonunu imzaladığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yetkisini tanıdığını saygıyla hatırlatıyoruz. Bunların sonucunda, beş masum gencin ölümüne neden olan emirleriniz, Strasbourg'da bir davaya dayanak teşkil edebilir.'
Atatürk'ün hayatını 'Atatürk / Modern Türkiye'nin Kurucusu' adlı kitabıyla anlatan Andrew Mango'nun, bu milletin insanlarının halet-i ruhiyesinden biraz olsun haberi varsa şu gerçeği de çok iyi biliyor olması gerekir:
Türkiye'de Batı marifetiyle pek çok hedefe ulaşmak mümkün olabilir. Ancak, bu halk, aynı Batı'ya, lider diye bildiği, tanıdığı, dahası seçtiği birine, yukarıda alıntıladığımız ses tonu ve üslupla aba üstünden sopa göstermeye kalkıştığında, hedeflerine ulaşılması için açacağı her yolu tıkamayı hak ve adalet için bir mücadelenin gereği olarak algılar. Algılamak ne kelime; yüreğinde hisseder. İngilizce'de karşılığını arasanız da bulamayacağınız 'namus' kelimesinin hakkını vererek hisseder. Bu tespitin, rasyonel aklın alabileceği bir hamaset olup olmadığını Batı tecrübeleriyle bilir. Peki öyleyse Türkiye'de bumerang gibi kendisine dönecek böylesine akılsızca bir ilan metni için neden çaba harcar?
Bu 'aksiyonun' iki hedef kitlesi ve iki yüreklendirme amacı olabilir mi?..
Türkiye'de –bazı güçlerin artık işine gelmediği için- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı devirme misyonunu üstlenmiş kesimin yüreklendirilmesi… Bu yolda popüler kültürün etkisinde kalan Batılı siyasilerin bizdeki işbirlikçilerini destekleme konusunda yüreklendirilmesi…
İletişimin etik kodları, (Code of ethics) kamu diplomasisi stratejileri için bir itibar meselesidir. Yönetilmeyen itibarı ise rakipler yönetir ve onların da etik kodlara sadık kalıp kalmayacaklarını önceden tahmin edemeyiz. Başarılı olmuş iş modellerini alıp, evirip çevirip uygularlar ve aksiyonları sergilemek için paha biçilmez güçteki networklerini devreye sokarlar. Baştacı ettikleri, örneğin Abraham Lincoln gibi bir lider, istediği kadar 'Karakter bir ağaç, itibar da onun gölgesi gibidir.' diye olağanüstü cümleler kurmuş olsun ve istedikleri kadar bu cümleleri okullarında okutsunlar, çerçeveletip duvarlarına assınlar; yine de başkalarını itibarsızlaştırarak üste çıkmaktan vazgeçmiyeceklerdir.
'Ben bu toplumun davranışlarını, duygularını veri olarak alırım; didişmem.' diyen Ali Tara'nın iletişim öngörüsünün binde biri Amerikalı ya da İngiliz iletişimcilerde olsa idi Türkiye Başbakanı'na hitaben yazılan o bildiri metninin ABD çıkarlarına uygun olup olmadığını en azından sezer ve duruma müdahil olabilecek basireti de gösterebilirlerdi.
Bu arada Fazıl Say, 'Gezi Parkı'nda milyonlarca insan, kendi özgürlükleri için kendi içsesleri doğrultusunda biraraya geldi. Bu, bir mesaj vermek içindir. The Times'taki ilanla ilgili de biri bana sordu. Kim olduğunu bilmiyorum. Metni okudum ve fikirlere katıldığım için imzaladım' demiş. Fazıl Say'ın Gezi olayları konusundaki düşüncelerinin benzerlerine sahip olup da, o metnin altına imza atmayı zül addedecek ünlülerimizin sayısının hiç de azımsanmayacak ölçüde olduğunu kabul etmeliyiz.
Cemil Meriç üstadın 'Bu Ülke' diye işaret ettiği Türkiye'nin ruhu'nun ve bu topraklarda yaşayanların ortak ruhi şekillenmesinin çimentosu olan 'vicdan'ı birinci sıraya koyarak konuyu iki soruyla noktalamakta yarar var:
Kültürümüzün yapıtaşları olan değerlerimiz, vicdanlarımızın güvencesi altındadır. Sir'ler, markiler ve ladyler'e mütareke İstanbul'undaki müstemleke aydınlarını hatırlatırcasına bu topraklardan şikâyetnameler ulaştırıp, ilan metni servis edenler varsa, -ki neden olmasın?- onlara da, neden en az Fazıl Say kadar net davranıp, o metne bizzat imzalarını koymadıklarını sormak gerekmez miydi?..
Bazılarına göre böyle bir 'provokasyon' numarasına gelmeyen çok sayıdaki Batılı ve yerli ünlü aydına neden bu işten uzak durmayı tercih ettiklerini sormak, sorumlu medyanın görevi olmaz mıydı?
Son cümle: Habaset erbabı size saldırıyorsa, bilin ki doğru yoldasınız!..