Hâlâ bir ipte iki cambaz var
22.10.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
NSA'in iki ay içinde 'Casus yazılımları' marifetiyle Fransızların 70 milyon telefon görüşmesini dinlediği ortaya çıkınca işler karışmış. Fransız diplomatlarını da takip altına almışlar. Obama, Hollande'ı arayıp istihbarat yöntemlerini gözden geçireceğini söylemiş. Obama'nın dolaştığı zeminlerde tahrip gücü yüksek bir mayın algısı veren NSA, dünya medyasının gündeminden inmiyor. Brezilyalı petrol şirketi Petrobas hakkında istihbarat topladığının da ortaya çıkması, bir büyük ihalenin ABD'li firmalara değil, Çin'e gitmesine neden olmuş.
Amerikan istihbaratı tarihinin hiçbir döneminde teyellerini hiç bu kadar net biçimde göstermemişti. Bu türden haberler, ne yapacaksa önceden uygun koşulları hazırlama yeteneğiyle bilinen FBI'ın efsane lideri John Edgar Hoover'ı akla getiriyor. Tehdit algısıyla birlikte derhal misilleme olabilecek önlemlerini büyük bir gizlilik içinde almakla kalmayıp, müsait iklimi hazırlayacak orijinal yöntemler geliştiren Edgar'ı, Clint Eastwood'un yönettiği filmde o kadar kanlı canlı izlemiştik ki, sinemadan çıkarken Amerika'nın istihbarat stratejilerinin ürkütücü ruhunu görür gibi olmuştuk.
O ruh artık yok. İyi ki de yok! Şimdi yaşananlara sadece ABD gizli servislerinin hal-i pür melali açısından bakarak bile dünyanın insanlığa artık başka hız ve bambaşka ekonomik, siyasi ve kültürel koşullar yaşatarak döndüğünü anlamak mümkün.
ABD hükümetinin kepenk kapatması, temerrüde düşme tehlikesi, Obama ile Cumhuriyetçiler'in bilek güreşi, falan derken artık neredeyse bit pazarlarına nur yağdıracağından bile şüpheli bir dünya devi algısının oluşmaya başladığı günümüz dünyasında, zihinlerdeki dönüşümün de aynı hızda olduğu söylenebilir mi? Söylenemez ve bu mühim gerçek, belki de Obama'nın en büyük avantajlarından biridir. 'Bir Zamanlar Amerika' algısı ve yargısı, beyinlere öyle bir nakşedilmiş ki, dünyadaki tektonik kaymalar sonucu değişen dengelerin oluşturduğu yeni tablo, pek o kadar 'gerçekmiş' gibi algılanmıyor.
Öyle ya, finans kapitalin hayalet sermayesinin sanal alemlerde kendi üzerine katlanan kârlar yaratması beklenirken, gün gelip Wall Street'in çökebileceğini hayal etmeye kimsenin muhayyilesi yetmemişti elbette. Şimdi yetiyor mu peki? Gerçekler gözümüzün içine içine girse de yetmiyor...
Evet; 17 Ekim geçti ve ABD şu an için önündeki ilk dar boğazı atlattı. Bu arada, 'Borç tavanı yükseltilmezse yeniden resesyona girebiliriz' diye kaygılanan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar da soluk almıştır. Bu itiş kakıştan siyasi iletişim açısından açık ara kârlı çıkan kişi de Obama'dır. Evet... Bunlar doğru. Ancak, ABD'de küresel boyutta sarsıntılar yaratabilmeye muktedir bir muhalefetin de varlığını sürdürdüğü bir gerçek. Farkındaysanız şimdilik hâlâ bir ipte iki cambaz var.
Bu, Türkiye için bir fırsattır
Denizbank'ın, CEV (Avrupa Voleybol Konfederasyonu) Voleybol Şampiyonlar Ligi'ne ismini verdiği törende CEV Başkanı André Meyer dedi ki:
'Avrupa Kulüpler arası Voleybol Şampiyonası on yıldan beri düzenlenmekte. Bu zaman içinde sadece iki sponsor ile çalıştık. Bu nedenle Sberbank'ın bir kuruluşu olan Denizbank'ın adının bu turnuvaya veriliyor olması çok büyük önem taşır.
Bu turnuvada ülkeler erkeklerde ve kadınlarda bugüne kadar aldıkları sonuçlara göre derecelendiriliyorlar ve en fazla 3'er takımla katılma hakları var. Türkiye 6 takımla katılma hakkına erişmiş tek ülke. Türk takımları bugüne kadar olağanüstü sonuçlar aldılar. Türkiye'nin spora ve voleybola verdiği önemin bir göstergesi olarak Denizbank'ın üç yıllığına bu turnuvaya adını vermesini büyük bir sevinçle karşıladık ve bu desteğin nice üç yıllar devam etmesini umuyoruz.'
André Meyer'in bu ifadelerini UEFA Başkanı Michel Platini'den işitseydik ne olurdu? Platini, Türk futbolunu bu kadar büyük övgülerle yere göğe koyamayan bir konuşma yapsaydı... Yer yerinden oynardı değil mi? Denizbank'ın böyle bir şampiyonaya adını vermesi, Türkiye markasına ve ülke algısına katmadeğer getirecek bu sponsorluğu, aynen Vakıfbank Bayan Voleybol Takımı'nın Dünya Kulüpler Şampiyonası Kupası'nı kazandığında tanık olduğumuz gibi neredeyse sıradan bir spor olayı muamelesi gördü.
Yelkenden atletizme, tekerlekli sandalye basketbolundan futbola sporun farklı dallarına yatırım yapan, bundan böyle voleybola da verecekleri destekten duyduğu heyecanı 'Spora Evet' sloganıyla özetleyen DenizBank'ın Genel Müdürü Hakan Ateş, törende 'Bir Türk bankasının adını, Avrupa'nın en prestijli voleybol şampiyonasına taşıyoruz' diyordu.
2014 sezonundan itibaren 3 yıl boyunca CEV Denizbank Voleybol Şampiyonlar Ligi ismi ile anılacak olan turnuvanın imza töreninde Türkiye'de oynamış olan efsane sporcular Tatyana Gracheva ve Vladimir Grbic de Türkiye'ye övgüler düzdüler. Grbic, Denizbank'ın şampiyonaya adını vermesinin bir sponsorluk değil, sosyal sorumluluk olduğunun altını çizdi.
THY'nin basketbolda Euroleague'e adını vermesi ve isim sponsorluğu sözleşmesini 2020'ye uzatması kadar önemlidir bu olay. İletişim adına önemli kapılar açmıştır. Yeter ki, medyamız voleybolde dünya standartlarında iş çıkaran voleybol takımlarımıza, Denizbank ve CEV'e hak ettiği önemi versin.
NSA'in iki ay içinde 'Casus yazılımları' marifetiyle Fransızların 70 milyon telefon görüşmesini dinlediği ortaya çıkınca işler karışmış. Fransız diplomatlarını da takip altına almışlar. Obama, Hollande'ı arayıp istihbarat yöntemlerini gözden geçireceğini söylemiş. Obama'nın dolaştığı zeminlerde tahrip gücü yüksek bir mayın algısı veren NSA, dünya medyasının gündeminden inmiyor. Brezilyalı petrol şirketi Petrobas hakkında istihbarat topladığının da ortaya çıkması, bir büyük ihalenin ABD'li firmalara değil, Çin'e gitmesine neden olmuş.
Amerikan istihbaratı tarihinin hiçbir döneminde teyellerini hiç bu kadar net biçimde göstermemişti. Bu türden haberler, ne yapacaksa önceden uygun koşulları hazırlama yeteneğiyle bilinen FBI'ın efsane lideri John Edgar Hoover'ı akla getiriyor. Tehdit algısıyla birlikte derhal misilleme olabilecek önlemlerini büyük bir gizlilik içinde almakla kalmayıp, müsait iklimi hazırlayacak orijinal yöntemler geliştiren Edgar'ı, Clint Eastwood'un yönettiği filmde o kadar kanlı canlı izlemiştik ki, sinemadan çıkarken Amerika'nın istihbarat stratejilerinin ürkütücü ruhunu görür gibi olmuştuk.
O ruh artık yok. İyi ki de yok! Şimdi yaşananlara sadece ABD gizli servislerinin hal-i pür melali açısından bakarak bile dünyanın insanlığa artık başka hız ve bambaşka ekonomik, siyasi ve kültürel koşullar yaşatarak döndüğünü anlamak mümkün.
ABD hükümetinin kepenk kapatması, temerrüde düşme tehlikesi, Obama ile Cumhuriyetçiler'in bilek güreşi, falan derken artık neredeyse bit pazarlarına nur yağdıracağından bile şüpheli bir dünya devi algısının oluşmaya başladığı günümüz dünyasında, zihinlerdeki dönüşümün de aynı hızda olduğu söylenebilir mi? Söylenemez ve bu mühim gerçek, belki de Obama'nın en büyük avantajlarından biridir. 'Bir Zamanlar Amerika' algısı ve yargısı, beyinlere öyle bir nakşedilmiş ki, dünyadaki tektonik kaymalar sonucu değişen dengelerin oluşturduğu yeni tablo, pek o kadar 'gerçekmiş' gibi algılanmıyor.
Öyle ya, finans kapitalin hayalet sermayesinin sanal alemlerde kendi üzerine katlanan kârlar yaratması beklenirken, gün gelip Wall Street'in çökebileceğini hayal etmeye kimsenin muhayyilesi yetmemişti elbette. Şimdi yetiyor mu peki? Gerçekler gözümüzün içine içine girse de yetmiyor...
Evet; 17 Ekim geçti ve ABD şu an için önündeki ilk dar boğazı atlattı. Bu arada, 'Borç tavanı yükseltilmezse yeniden resesyona girebiliriz' diye kaygılanan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar da soluk almıştır. Bu itiş kakıştan siyasi iletişim açısından açık ara kârlı çıkan kişi de Obama'dır. Evet... Bunlar doğru. Ancak, ABD'de küresel boyutta sarsıntılar yaratabilmeye muktedir bir muhalefetin de varlığını sürdürdüğü bir gerçek. Farkındaysanız şimdilik hâlâ bir ipte iki cambaz var.
Bu, Türkiye için bir fırsattır
Denizbank'ın, CEV (Avrupa Voleybol Konfederasyonu) Voleybol Şampiyonlar Ligi'ne ismini verdiği törende CEV Başkanı André Meyer dedi ki:
'Avrupa Kulüpler arası Voleybol Şampiyonası on yıldan beri düzenlenmekte. Bu zaman içinde sadece iki sponsor ile çalıştık. Bu nedenle Sberbank'ın bir kuruluşu olan Denizbank'ın adının bu turnuvaya veriliyor olması çok büyük önem taşır.
Bu turnuvada ülkeler erkeklerde ve kadınlarda bugüne kadar aldıkları sonuçlara göre derecelendiriliyorlar ve en fazla 3'er takımla katılma hakları var. Türkiye 6 takımla katılma hakkına erişmiş tek ülke. Türk takımları bugüne kadar olağanüstü sonuçlar aldılar. Türkiye'nin spora ve voleybola verdiği önemin bir göstergesi olarak Denizbank'ın üç yıllığına bu turnuvaya adını vermesini büyük bir sevinçle karşıladık ve bu desteğin nice üç yıllar devam etmesini umuyoruz.'
André Meyer'in bu ifadelerini UEFA Başkanı Michel Platini'den işitseydik ne olurdu? Platini, Türk futbolunu bu kadar büyük övgülerle yere göğe koyamayan bir konuşma yapsaydı... Yer yerinden oynardı değil mi? Denizbank'ın böyle bir şampiyonaya adını vermesi, Türkiye markasına ve ülke algısına katmadeğer getirecek bu sponsorluğu, aynen Vakıfbank Bayan Voleybol Takımı'nın Dünya Kulüpler Şampiyonası Kupası'nı kazandığında tanık olduğumuz gibi neredeyse sıradan bir spor olayı muamelesi gördü.
Yelkenden atletizme, tekerlekli sandalye basketbolundan futbola sporun farklı dallarına yatırım yapan, bundan böyle voleybola da verecekleri destekten duyduğu heyecanı 'Spora Evet' sloganıyla özetleyen DenizBank'ın Genel Müdürü Hakan Ateş, törende 'Bir Türk bankasının adını, Avrupa'nın en prestijli voleybol şampiyonasına taşıyoruz' diyordu.
2014 sezonundan itibaren 3 yıl boyunca CEV Denizbank Voleybol Şampiyonlar Ligi ismi ile anılacak olan turnuvanın imza töreninde Türkiye'de oynamış olan efsane sporcular Tatyana Gracheva ve Vladimir Grbic de Türkiye'ye övgüler düzdüler. Grbic, Denizbank'ın şampiyonaya adını vermesinin bir sponsorluk değil, sosyal sorumluluk olduğunun altını çizdi.
THY'nin basketbolda Euroleague'e adını vermesi ve isim sponsorluğu sözleşmesini 2020'ye uzatması kadar önemlidir bu olay. İletişim adına önemli kapılar açmıştır. Yeter ki, medyamız voleybolde dünya standartlarında iş çıkaran voleybol takımlarımıza, Denizbank ve CEV'e hak ettiği önemi versin.