Herhalde sadece ben anlayamadım...
07 NİSAN 2007
Dünkü gazetelerde çarşaf çarşaf DSP reklamı vardı... Ben şirin buldum. Gençten çocukların fikriymiş... Deve dişi gibi ajansların değil. Bu ‘deve dişi’ lafı bana değil, DSP’li arkadaşlara ait. İnşallah ileride bir gün o ajansları aramazlar... Arama olasılıkları var çünkü...
Nedeni şu: Küçük ve/veya gençlerden oluşan ajansların korkuları olmadığı için daha cesur işler yaparlar. Bu bir avantaj. Öte yandan uçabilirler de... Bu da dezavantaj... Uzmanlıklarını savunma, doğru bildikleri konusunda müşterilerine ‘Hayır’ deme refleksleri daha sınırlıdır...
Bana ilk reklamda her üç tutum da var, gibi geldi. Cesaret, uçukluk, hayır diyememe... “Ampul dendi balon çıktı” hiç şüphesiz buluşçu bir mesaj. Tasarım da şirin. Ama DSP bu reklamın ifade ettiği gibi şirin bir parti mi? Orası şüphe götürür. Markanın vaadi ile kendisi arasında, uyum olmazsa, ‘yandı gülüm keten helva’...
Bir de reklam metninin sonundaki iki satır tuhafıma gitti. Daha doğrusu anlayamadım: “Ha gayret Türkiye, DSP geliyor!”... Ne için gayret etmemiz isteniyor, siz anladınız mı?...
Türkler yabancı isimleri hep mi sever?
1 Nisan tarihinde McDonalds’ın yeni çıkardığı Max Burger’e niçin Türkçe isim verilmediği ile ilgili Aliye İnci Çiçekoğlu adlı okurumuzun e-postasına yer vermiştik.
McDonalds’ın Halkla İlişkiler ve İletişim Müdürü Serap Gökçebay bir açıklama göndermiş. Diyor ki: “... Biz Türklerin kendi yarattığımız markalara bile yabancı isim koyma alışkanlığımız olduğuna katılırsınız sanıyorum. Arka sokaklardaki küçük büfelerin, mağazaların tabelalarında sıkça bu tip isimlere rastlıyoruz. Yani biz Türkler, Türk usulü bir hamburgeri yaratmış olsaydık da ona yabancı bir isim koymayı tercih ederdik diye düşünerek yaratılmış bir ürün ismi "MaxBurger". Aya çıktığında halay çeken, robotuna 'kanka' ismi koyan Türk, Türk usulü bir burger yaratsa idi, adını muhtemelen yabancı koyardı.
Ancak bunun ötesinde, hedef kitle olarak daha çok genç yetişkin erkekleri hedefleyen bu ürünün en önemli özelliği, ekmeğinin yapısı nedeniyle maksimum seviyede doyurucu bir ürün olmasıdır. Ürün, maksimum doyurucu ve Türk damak tadına maksimum uygun bir ürün olarak tanımlanmaya çalışıldı ki burada kullanılan ‘Max’ sözcüğü ile bu algı da yaratılmaya çalışıldı.”
Serap Hanım’a açıklaması için teşekkür ederim. Onu çok iyi anlıyorum. Muhteşem bir ton, mesaj ve kurgu ile verilen reklam, McDonalds’ın Türkiye’ye özgü bir ürün çıkarması ve bunun iletişimine yatırım yapması takdir ve tebrik ettiğimiz bir konuyken, açıklamanın ‘Türkler kendine özgü iyi işler yapar ama adını yabancı koyar, bu zaten böyledir, biz de buna uyduk’ şeklinde olması ne kadar doğru ve takdir edilir, emin değilim. Diğer yandan amaç eğer ‘maksimum’ algısı yaratmak idiyse neden ‘maks’ değil de ‘max’ olmuş, onu da pek anladığım söylenemez. Dünkü gazetelerde sözü edilen ve Türk Dil Kurumu tarafından BJK’ya verilen ödülün haberini sevgili Serap Hanım’ın bir kez daha okumasında yarar var. Hani BJK Store yerine “Kartal Yuvası” demişler; şimdi de ‘fair play’ yerine de ‘adil oyun’ demeyi düşünüyorlarmış...
Bazen iyi niyet yetmez...
Zaman zaman kendi kendime reklamlarla bir tür oyun oynamaya bayılırım. Özelikle hafta sonları gazetelerde yayınlanan otomobil markalarının ilanlarını birbirleriyle yarıştırıyorum. Kimin mesajı daha iyi, kimin görseli daha etkili, hangisi daha çok dikkat çekiyor, hangisi reklamı hedefine ulaştırır?.. Bir anlamda bu ilanlara kendimce Effie ödülü veriyorum.
Geçenlerde bunu yaparken Peugeot’nun “4 yaş ve üzeri tüm Peugeot’lara özel!” kampanyasının görselini sınav sorusu olarak öğrencilere sormaya karar verdim. İlanda Peugeot’nun model adları, aşıkların aşklarını ölümsüz kılacağı düşüncesiyle, sevdiklerinin isimlerini ulu çınarlara kazıması gibi bir ağacın gövdesine kazınmıştı. Zaten mesaj da bu mantıkla ilanda yerini almış: “Hiç bitmeyen aşklar için”. Altta ise sunulan diğer imkânlara ilişkin söylemler var.
Belli ki Peugeot yetkilileri de, reklam ajansı da bunda bir terslik görmemişler. “Ne de olsa reklam, işin içinde espri var, bu kimseye kötü örnek olmaz” demişler. Oysa hedef kitle doğanın korunması konusunda o kadar duyarlı ki, bu sevimli gibi görünen işi ağaç yüzeyini zedeleme olarak algılarsa, reklam tersine çalışabilir ve itibar kaybına neden olabilir... Bazen ben de iyi niyetle pek çok çam devirmişimdir... Bu da benzer bir ‘iyi niyet’ gösterisi olmasın?..
Nedeni şu: Küçük ve/veya gençlerden oluşan ajansların korkuları olmadığı için daha cesur işler yaparlar. Bu bir avantaj. Öte yandan uçabilirler de... Bu da dezavantaj... Uzmanlıklarını savunma, doğru bildikleri konusunda müşterilerine ‘Hayır’ deme refleksleri daha sınırlıdır...
Bana ilk reklamda her üç tutum da var, gibi geldi. Cesaret, uçukluk, hayır diyememe... “Ampul dendi balon çıktı” hiç şüphesiz buluşçu bir mesaj. Tasarım da şirin. Ama DSP bu reklamın ifade ettiği gibi şirin bir parti mi? Orası şüphe götürür. Markanın vaadi ile kendisi arasında, uyum olmazsa, ‘yandı gülüm keten helva’...
Bir de reklam metninin sonundaki iki satır tuhafıma gitti. Daha doğrusu anlayamadım: “Ha gayret Türkiye, DSP geliyor!”... Ne için gayret etmemiz isteniyor, siz anladınız mı?...
Türkler yabancı isimleri hep mi sever?
1 Nisan tarihinde McDonalds’ın yeni çıkardığı Max Burger’e niçin Türkçe isim verilmediği ile ilgili Aliye İnci Çiçekoğlu adlı okurumuzun e-postasına yer vermiştik.
McDonalds’ın Halkla İlişkiler ve İletişim Müdürü Serap Gökçebay bir açıklama göndermiş. Diyor ki: “... Biz Türklerin kendi yarattığımız markalara bile yabancı isim koyma alışkanlığımız olduğuna katılırsınız sanıyorum. Arka sokaklardaki küçük büfelerin, mağazaların tabelalarında sıkça bu tip isimlere rastlıyoruz. Yani biz Türkler, Türk usulü bir hamburgeri yaratmış olsaydık da ona yabancı bir isim koymayı tercih ederdik diye düşünerek yaratılmış bir ürün ismi "MaxBurger". Aya çıktığında halay çeken, robotuna 'kanka' ismi koyan Türk, Türk usulü bir burger yaratsa idi, adını muhtemelen yabancı koyardı.
Ancak bunun ötesinde, hedef kitle olarak daha çok genç yetişkin erkekleri hedefleyen bu ürünün en önemli özelliği, ekmeğinin yapısı nedeniyle maksimum seviyede doyurucu bir ürün olmasıdır. Ürün, maksimum doyurucu ve Türk damak tadına maksimum uygun bir ürün olarak tanımlanmaya çalışıldı ki burada kullanılan ‘Max’ sözcüğü ile bu algı da yaratılmaya çalışıldı.”
Serap Hanım’a açıklaması için teşekkür ederim. Onu çok iyi anlıyorum. Muhteşem bir ton, mesaj ve kurgu ile verilen reklam, McDonalds’ın Türkiye’ye özgü bir ürün çıkarması ve bunun iletişimine yatırım yapması takdir ve tebrik ettiğimiz bir konuyken, açıklamanın ‘Türkler kendine özgü iyi işler yapar ama adını yabancı koyar, bu zaten böyledir, biz de buna uyduk’ şeklinde olması ne kadar doğru ve takdir edilir, emin değilim. Diğer yandan amaç eğer ‘maksimum’ algısı yaratmak idiyse neden ‘maks’ değil de ‘max’ olmuş, onu da pek anladığım söylenemez. Dünkü gazetelerde sözü edilen ve Türk Dil Kurumu tarafından BJK’ya verilen ödülün haberini sevgili Serap Hanım’ın bir kez daha okumasında yarar var. Hani BJK Store yerine “Kartal Yuvası” demişler; şimdi de ‘fair play’ yerine de ‘adil oyun’ demeyi düşünüyorlarmış...
Bazen iyi niyet yetmez...
Zaman zaman kendi kendime reklamlarla bir tür oyun oynamaya bayılırım. Özelikle hafta sonları gazetelerde yayınlanan otomobil markalarının ilanlarını birbirleriyle yarıştırıyorum. Kimin mesajı daha iyi, kimin görseli daha etkili, hangisi daha çok dikkat çekiyor, hangisi reklamı hedefine ulaştırır?.. Bir anlamda bu ilanlara kendimce Effie ödülü veriyorum.
Geçenlerde bunu yaparken Peugeot’nun “4 yaş ve üzeri tüm Peugeot’lara özel!” kampanyasının görselini sınav sorusu olarak öğrencilere sormaya karar verdim. İlanda Peugeot’nun model adları, aşıkların aşklarını ölümsüz kılacağı düşüncesiyle, sevdiklerinin isimlerini ulu çınarlara kazıması gibi bir ağacın gövdesine kazınmıştı. Zaten mesaj da bu mantıkla ilanda yerini almış: “Hiç bitmeyen aşklar için”. Altta ise sunulan diğer imkânlara ilişkin söylemler var.
Belli ki Peugeot yetkilileri de, reklam ajansı da bunda bir terslik görmemişler. “Ne de olsa reklam, işin içinde espri var, bu kimseye kötü örnek olmaz” demişler. Oysa hedef kitle doğanın korunması konusunda o kadar duyarlı ki, bu sevimli gibi görünen işi ağaç yüzeyini zedeleme olarak algılarsa, reklam tersine çalışabilir ve itibar kaybına neden olabilir... Bazen ben de iyi niyetle pek çok çam devirmişimdir... Bu da benzer bir ‘iyi niyet’ gösterisi olmasın?..