'İnovasyon'un olmazsa 'marka'n da olmaz...
30.11.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Üç günlük etkinliklerle süren İnovasyon Haftası'yla Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tam da iş hedeflerine uygun hayırlı bir organizasyona imzasını atıyor. Ekonomi Bakanlığı ve 60 İhracatçı Birliğini, 26 ihracatçı sektörü ve 57 bin ihracatçıyı temsil eden TİM'in, 'inovasyon' (Yenilikçilik) meselesinde 'farkındalık' yaratma çabaları takdire şayandır.
26 Ekim'de burada yazdıklarımızı hatırlayarak devam edelim mi?
Kanada'da Martin Refah Enstitüsü'nün (Martin Prosperity Institute) yürüttüğü bir araştırmada 'yetenek endeksi' bahsinde Türkiye 82 ülke arasında 59. 'Yaratıcılık' listesinde ise 68. sıradaymış.
Küresel İnovasyon Endeksi (The Global Innovation Index, The Local Dynamics of Innovation) 2013'e göre genel sıralamada 142 ülke arasında 68'inci olmuşuz. Kurumlarda 89, İnsan Kaynakları bu araştırmada 76, Alt yapıda 73, Pazar Derinliğinde (sofistikasyonunda) 60, İş Dünyası Derinliğinde (sofistikasyonunda) 108, Yaratıcı çıktılarda 69...
Bu rakamlar çerçevesinde Türkiye İnovasyon Haftası'nın, aynı zamanda 'değişim'den bu kadar çok söz edilip de, ekonomik alanda dünyayı sallayan değişimleri takip etmede bile çuvallayan bazı zihinlerin, kafalarındaki 'vasat ölçütleri'ni tüm ülkeye şamil kılma çabalarına da ayna tuttuğunu söyleyebiliriz. İş dünyasında aklıyla değişmeye zorunlu olduğunu bilen, alışkanlıklarıyla da değişime direnenlerin sayısı hayli fazladır. Bu nedenle TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi'nin şu önemli tespitlerini sonradan unutmamak için bir yerlere not alsak ve sık sık hatırlayıp, rakkamları da yeri geldiğinde doğru telaffuz edebilsek:
'2023 yılı için 500 milyar Dolar ihracat hedefimiz var. Bu hedefe ulaşmak için yüksek katmadeğer yaratmaya yönelik inovasyon ve Ar-Ge fikirlerinin ticarete dönüşmesi büyük önem taşıyor.'
Mehmet Bey, ülkemizin 13 milyar TL'lik Ar-Ge harcaması ile milli gelirden araştırma geliştirmeye binde 9 pay ayrıldığını belirterek diyor ki:
'Ama bu oran başta ABD ve AB olmak üzere gelişmiş ülkelerde yaklaşık uüzde 3 seviyesinde. Türkiye'nin de 2023 yılı hedeflerine ulaşabilmesi için bu seviyeleri yakalaması gerekiyor.'
Yüzde 3 ve binde 9... Türkiye'nin yukarıdaki sıralamalarda aldığı yeri açıklar mı acaba? İş dünyası, 1970 yılında Alvin Toffler'in yazdığı 'Future Shock'tan bu yana geleceğin iş âlemini ve 'yenilikçilik' meselesini tartışıp duruyor. Son yıllarda altını kalın kalın çizmeye çalıştığımız, insanın 'kaynak' değil, 'kıymet' olduğu ve ihtiyaç duyulan 'nitelikli işler'in de 'vasat' bakış açılarıyla değil, liyakate dayalı, 'kendine özgü' fikirlerle yenilenen liderlik ve ekiplerle mümkün olabileceği gerçeğini artık idrak etmeye başlıyoruz sanki...
Mehmet Büyükekşi, 2023 hedeflerine ulaşma çabalarında inovasyon ve Ar-Ge fikirlerinin ticarete dönüştürülmesinde Y kuşağından umutlu olduğunu söylemiş. Çok haklı. Fazlasıyla haklı.
Eğer hedef 2023 ise, 'Yes-man' ya da 'Yes-woman' diye de tabir edilen 'elbette, tabii, neden olmasın, yerden göğe haklısınız efendim, siz zaten en iyisini düşünür, yaparsınız' yağcılığının artık prim yapmayacağı iş ortamlarına ihtiyacımızın olduğu gün gibi açıktır. Eğer hedef 2023 ise, örneklerini Y kuşağında görüp de bazılarımızı irkilten başına buyrukluğa, sorgulamaya, tek başına kalsa da kendisini başkasına değil, önce kendisine kanıtlamak için yoluna devam edebilecek özgüvene ve enerjiye sahip gençlere ihtiyacımız var.
İnovasyon, başına buyrukluk gerektirir. Hem, Batılı'nın 'Creativity' dediği (yaratıcılık) kavramla sanatlı işlerde, hem de 'inovasyon' / 'yenilik' ifadesiyle üretimin tam da içinde anlamını bulan bir 'başına buyrukluk'. Yöneticisi yanıldığında alt kıdemde olsa da uyarma hakkını kullanan bir özgüven. Merak etmeyin, 'Saygı' yitip gitmez. Böylesi ortamlarda daha da güçlenir. Hiyerarşiyle, 'güç bende' diyen kas gösterileriyle ve 'evet sizde!' diyen süklüm püklüm ruh halleriyle 2023'e hazırlanılmaz.
İnovasyon'un yoksa, küresel rekabete açık olabilecek 'marka'n olabilir mi? Yenilikçiliğin pek çok açıdan tartışılmasını sağlayan TİM'i ve bu organizasyona destek olan Ekonomi Bakanlığı'nı, THY'yi, Brisa'yı, TEB'i ve Arçelik'i kutluyoruz.
Fazıl Say'ın işi bu kez daha zor
Önce o talihsiz tweet'le ilgili medyanın haberi nasıl verdiğine bakalım:
'Ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say son çıkardığı albümü için kendisini tebrik eden Sezen Aksu'ya Twitter'dan sert tepki gösterdi, sanatçıya 12 Eylül referandumu üzerinden yüklendi.
Say twitter mesajında, 'Sezen Aksu bir ortak dost aracılığıyla 'ilk şarkılar' albümüne tebriklerini ve teşekkürlerini yollamış. Keşke kendim için ve kızım için ve de bizler gibi özgür bir Türkiye'de yaşamak isteyen milyonlarca insan için, bu durumu yaratan bir siyasi partinin düpedüz destekçisi olmasaydı da bu tebrike sevinmek güzel olsaydı' dedi.
Sezen Aksu'ya sahte bir 'teşekkürler' cevabı yazmanın içine sinmediğini belirten Say, 'hücrelerim bile boş ve istemiyor. Geriye tek bir soru kalıyor; kendisi ne yapacak? Mutlu mu durumdan? Öyle ise, başarılar diliyoruz. Bundan sonraki güzel hayatında. Bizimkisi farklı olacak gibi' yazdı.'
Bir de olayın nasıl cereyan ettiğine bakalım. Sezen Aksu yakın arkadaşı Ece hanımın (Ece Bar) yaşgününe gidiyor. Orada Ece Hanım'ı tanıyan tanımayan bir dolu misafir var. Konuklar arasındaki yazar Zeynep Altıoklar hanım, Sezen Aksu'ya Fazıl Say'ın son CD'sini veriyor. Sezen de 'Teşekkür ederim' diyor. Bu kadar mı? Evet bu kadar. Şimdi buradan yukarıdaki tweet çıkar mı çıkmaz mı sizlerin takdirine bırakıyoruz.
Gelelim olayın iletişim boyutuna.
Bugüne kadar Türkiye popüler kültür arenasında Sezen Aksu üzerinden kim iletişim ya da siyaset yapmaya, kendine bir hava ve itibar sağlamaya çalışmışsa yanılmış ve çakılmıştır. Çünkü Sezen Aksu bir Pop Klasiği'dir. Bir Pop Klasiği olmak, 'toplumun ortak ruhi şekillenmesi'ni yakalamak ve toplumsal katmanları, duygu –kültür – değerler üçgeni temelinde dikine kesebilmeyi gerektirir. Bunu başarabilmiş sanatçı sayısı çok azdır.
Bu mertebeye ulaşmış sanatçılara 'sataşırken', (hem de bu saldırıyı bizim örf – âdet – geleneklerimize göre ürünümüz kendisine hediye edildiğinde teşekkür ettiği sırada yaparken), iki kere düşünmek gerekir. Yoksa vahim bir iletişim kazasının ortaya çıkmasına kimse engel olamaz.
Bu nedenlerledir ki, Sezen Aksu affetse bile Fazıl Say'ı bundan böyle kamu vicdanı affetmez. Bir sanatçının bu kadar kaba siyasete bulaşması yanlışmış da onun içinmiş, diye değil. Davranışlarında halkın vicdan dünyasını hiçe saydığı için... Müzik dünyamızın bu büyük yeteneğine yazık olduğu kesin...
Üç günlük etkinliklerle süren İnovasyon Haftası'yla Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tam da iş hedeflerine uygun hayırlı bir organizasyona imzasını atıyor. Ekonomi Bakanlığı ve 60 İhracatçı Birliğini, 26 ihracatçı sektörü ve 57 bin ihracatçıyı temsil eden TİM'in, 'inovasyon' (Yenilikçilik) meselesinde 'farkındalık' yaratma çabaları takdire şayandır.
26 Ekim'de burada yazdıklarımızı hatırlayarak devam edelim mi?
Kanada'da Martin Refah Enstitüsü'nün (Martin Prosperity Institute) yürüttüğü bir araştırmada 'yetenek endeksi' bahsinde Türkiye 82 ülke arasında 59. 'Yaratıcılık' listesinde ise 68. sıradaymış.
Küresel İnovasyon Endeksi (The Global Innovation Index, The Local Dynamics of Innovation) 2013'e göre genel sıralamada 142 ülke arasında 68'inci olmuşuz. Kurumlarda 89, İnsan Kaynakları bu araştırmada 76, Alt yapıda 73, Pazar Derinliğinde (sofistikasyonunda) 60, İş Dünyası Derinliğinde (sofistikasyonunda) 108, Yaratıcı çıktılarda 69...
Bu rakamlar çerçevesinde Türkiye İnovasyon Haftası'nın, aynı zamanda 'değişim'den bu kadar çok söz edilip de, ekonomik alanda dünyayı sallayan değişimleri takip etmede bile çuvallayan bazı zihinlerin, kafalarındaki 'vasat ölçütleri'ni tüm ülkeye şamil kılma çabalarına da ayna tuttuğunu söyleyebiliriz. İş dünyasında aklıyla değişmeye zorunlu olduğunu bilen, alışkanlıklarıyla da değişime direnenlerin sayısı hayli fazladır. Bu nedenle TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi'nin şu önemli tespitlerini sonradan unutmamak için bir yerlere not alsak ve sık sık hatırlayıp, rakkamları da yeri geldiğinde doğru telaffuz edebilsek:
'2023 yılı için 500 milyar Dolar ihracat hedefimiz var. Bu hedefe ulaşmak için yüksek katmadeğer yaratmaya yönelik inovasyon ve Ar-Ge fikirlerinin ticarete dönüşmesi büyük önem taşıyor.'
Mehmet Bey, ülkemizin 13 milyar TL'lik Ar-Ge harcaması ile milli gelirden araştırma geliştirmeye binde 9 pay ayrıldığını belirterek diyor ki:
'Ama bu oran başta ABD ve AB olmak üzere gelişmiş ülkelerde yaklaşık uüzde 3 seviyesinde. Türkiye'nin de 2023 yılı hedeflerine ulaşabilmesi için bu seviyeleri yakalaması gerekiyor.'
Yüzde 3 ve binde 9... Türkiye'nin yukarıdaki sıralamalarda aldığı yeri açıklar mı acaba? İş dünyası, 1970 yılında Alvin Toffler'in yazdığı 'Future Shock'tan bu yana geleceğin iş âlemini ve 'yenilikçilik' meselesini tartışıp duruyor. Son yıllarda altını kalın kalın çizmeye çalıştığımız, insanın 'kaynak' değil, 'kıymet' olduğu ve ihtiyaç duyulan 'nitelikli işler'in de 'vasat' bakış açılarıyla değil, liyakate dayalı, 'kendine özgü' fikirlerle yenilenen liderlik ve ekiplerle mümkün olabileceği gerçeğini artık idrak etmeye başlıyoruz sanki...
Mehmet Büyükekşi, 2023 hedeflerine ulaşma çabalarında inovasyon ve Ar-Ge fikirlerinin ticarete dönüştürülmesinde Y kuşağından umutlu olduğunu söylemiş. Çok haklı. Fazlasıyla haklı.
Eğer hedef 2023 ise, 'Yes-man' ya da 'Yes-woman' diye de tabir edilen 'elbette, tabii, neden olmasın, yerden göğe haklısınız efendim, siz zaten en iyisini düşünür, yaparsınız' yağcılığının artık prim yapmayacağı iş ortamlarına ihtiyacımızın olduğu gün gibi açıktır. Eğer hedef 2023 ise, örneklerini Y kuşağında görüp de bazılarımızı irkilten başına buyrukluğa, sorgulamaya, tek başına kalsa da kendisini başkasına değil, önce kendisine kanıtlamak için yoluna devam edebilecek özgüvene ve enerjiye sahip gençlere ihtiyacımız var.
İnovasyon, başına buyrukluk gerektirir. Hem, Batılı'nın 'Creativity' dediği (yaratıcılık) kavramla sanatlı işlerde, hem de 'inovasyon' / 'yenilik' ifadesiyle üretimin tam da içinde anlamını bulan bir 'başına buyrukluk'. Yöneticisi yanıldığında alt kıdemde olsa da uyarma hakkını kullanan bir özgüven. Merak etmeyin, 'Saygı' yitip gitmez. Böylesi ortamlarda daha da güçlenir. Hiyerarşiyle, 'güç bende' diyen kas gösterileriyle ve 'evet sizde!' diyen süklüm püklüm ruh halleriyle 2023'e hazırlanılmaz.
İnovasyon'un yoksa, küresel rekabete açık olabilecek 'marka'n olabilir mi? Yenilikçiliğin pek çok açıdan tartışılmasını sağlayan TİM'i ve bu organizasyona destek olan Ekonomi Bakanlığı'nı, THY'yi, Brisa'yı, TEB'i ve Arçelik'i kutluyoruz.
Fazıl Say'ın işi bu kez daha zor
Önce o talihsiz tweet'le ilgili medyanın haberi nasıl verdiğine bakalım:
'Ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say son çıkardığı albümü için kendisini tebrik eden Sezen Aksu'ya Twitter'dan sert tepki gösterdi, sanatçıya 12 Eylül referandumu üzerinden yüklendi.
Say twitter mesajında, 'Sezen Aksu bir ortak dost aracılığıyla 'ilk şarkılar' albümüne tebriklerini ve teşekkürlerini yollamış. Keşke kendim için ve kızım için ve de bizler gibi özgür bir Türkiye'de yaşamak isteyen milyonlarca insan için, bu durumu yaratan bir siyasi partinin düpedüz destekçisi olmasaydı da bu tebrike sevinmek güzel olsaydı' dedi.
Sezen Aksu'ya sahte bir 'teşekkürler' cevabı yazmanın içine sinmediğini belirten Say, 'hücrelerim bile boş ve istemiyor. Geriye tek bir soru kalıyor; kendisi ne yapacak? Mutlu mu durumdan? Öyle ise, başarılar diliyoruz. Bundan sonraki güzel hayatında. Bizimkisi farklı olacak gibi' yazdı.'
Bir de olayın nasıl cereyan ettiğine bakalım. Sezen Aksu yakın arkadaşı Ece hanımın (Ece Bar) yaşgününe gidiyor. Orada Ece Hanım'ı tanıyan tanımayan bir dolu misafir var. Konuklar arasındaki yazar Zeynep Altıoklar hanım, Sezen Aksu'ya Fazıl Say'ın son CD'sini veriyor. Sezen de 'Teşekkür ederim' diyor. Bu kadar mı? Evet bu kadar. Şimdi buradan yukarıdaki tweet çıkar mı çıkmaz mı sizlerin takdirine bırakıyoruz.
Gelelim olayın iletişim boyutuna.
Bugüne kadar Türkiye popüler kültür arenasında Sezen Aksu üzerinden kim iletişim ya da siyaset yapmaya, kendine bir hava ve itibar sağlamaya çalışmışsa yanılmış ve çakılmıştır. Çünkü Sezen Aksu bir Pop Klasiği'dir. Bir Pop Klasiği olmak, 'toplumun ortak ruhi şekillenmesi'ni yakalamak ve toplumsal katmanları, duygu –kültür – değerler üçgeni temelinde dikine kesebilmeyi gerektirir. Bunu başarabilmiş sanatçı sayısı çok azdır.
Bu mertebeye ulaşmış sanatçılara 'sataşırken', (hem de bu saldırıyı bizim örf – âdet – geleneklerimize göre ürünümüz kendisine hediye edildiğinde teşekkür ettiği sırada yaparken), iki kere düşünmek gerekir. Yoksa vahim bir iletişim kazasının ortaya çıkmasına kimse engel olamaz.
Bu nedenlerledir ki, Sezen Aksu affetse bile Fazıl Say'ı bundan böyle kamu vicdanı affetmez. Bir sanatçının bu kadar kaba siyasete bulaşması yanlışmış da onun içinmiş, diye değil. Davranışlarında halkın vicdan dünyasını hiçe saydığı için... Müzik dünyamızın bu büyük yeteneğine yazık olduğu kesin...