İnsanı sarsan bir masal...
09 Şubat 2009 Akşam Gazetesi
Yönetmen sağlam: David Fincher... Daha önce bakın neler çekmiş: Brad Pitt ve Edward Norton ile 'Fight Club (Dövüş Kulübü); Michael Douglas ve Sean Penn ile en az üç kez izlediğim 'The Game' (Oyun); Brad Pitt, Morgan Freeman ve Gwyneth Paltrow ile bana sorarsanız en beğendiğim gerilim filmlerinden birini (pek seyretmem aslında) Se7en (Yedi). Bu arada bir de Sigourney Weaver ile Alien 3'ü çekivermiş...
Eser sağlam: Scott F. Fitzgerald. İşte onun eselerinden daha önce sinemaya aktarılmış iki unutulmaz yapım: The Last Tycoon (Elia Kazan) ve başta Robert Redford ve Mia Farrow'un oynadıkları, pek çok defa filme çekilmiş olan The Great Gatsby...
Oyuncular sapasağlam: Brad Pitt, Cate Blanchett ve Julia Ormond... Juliette Binoche'e çok benzediği söylenen Julia Ormond en az diğerleri kadar başarılıydı...
Eser, yönetmen, oyuncular sağlam olunca insanı 3 saate yakın koltuğa mıhlayan böyle bir film çıkıyor ortaya... 'The Curious Case of Benjamin Button' (Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi) gençlerin büyükleriyle; büyüklerin de gençlerle birlikte izlemeleri gereken bir film...
Biraz 'Büyüklere masallar' türünden... Biraz sanki 'Kolera Günlerinde Aşk'a götürüyor insanı; gayet rahat TV dizisi olurmuş hani... Ancak bütünüyle müthiş bir film. Koltuğa gömülüp izlenesi, sonra insanın kendisini sorgulaması için ideal: 'Ben ne için yaşıyorum bu dünyada?'..
Eğer bu sorunun yanıtı sizi korkutuyorsa, sakın gitmeyin Benjamin Button'a... Film sizin için kabusa, korku filmine dönüşebilir...
Sıra nihayet Migros'a da gelmiş...
BİR heyecanla Migros'u kutlamaya kalkışmıştım. Doğada kendi kendine çok daha kısa sürede çözülen poşet meselesi inanılmaz derecede ilgimi çekmişti. Yazın Bozcaada'da tepelere bayırlara savrulan ve doğada asırlarca yok olmayan o iğrenç poşetler keyfimi kaçırıyordu.
Migros'un Kurumsal İletişim Direktörü Sevgili Ahu Başkut Hanım her zamanki doğruculuğu ile bizi arayıp düzeltmişti: 'Kampanya henüz Macro'larda başladı; Migros'lara 26 Ocak'ta gelecek!...'
Sonunda o gün geldi ve Ahu Hanım'dan beklenen e-posta bilgisayarıma düştü: 'Yazınız üzerine kendimi sorumlu hissettim; üretim ve mağazalara dağıtımı gün gün takip ettim. 26 Ocak itibarıyla İstanbul Migros'lardan başlamak üzere 'Doğada Çözünen Poşetler' Türkiye'deki tüm şubelere ulaştı ve kitlesel bilinç için yaygın kullanıma açıldı. Size haber vermek istedim!'...
Umarım bu iş tutar ve tüm perakende sektörü ülkeyi o yok olmayan poşetlerden kurtarır...
Wagner'in eseri Valkyrie değil Walküre
Mezarda Richard Wagner'in son kalan kemikleri de sızlıyordur... Ya da kendi ekseni etrafında fır fır dönüyordur... Bunun nedeni, şu sinemalarda gösterilen 'Operation Valkyrie' adıyla gösterilen film değil sadece. Amerikalılar, savaşlarda kimin öleceğine karar veren atlı ve kanatlı dişi yaratıklara verilen addan yola çıkarak böyle dediklerini söyleseler, hoş görülebilir... (Bizimkiler neden 'Opersayon Valkyrie' demişler, anlamak zor...)
Sorun bizim yarı aydınlarda... 20 Temmuz 1944'te Hitler'e düzenlenen suikastı da kapsayan darbe girişimine verilen isimden; ya da bu isme ilham olmuş, Alman besteci Richard Wagner'in ünlü opera dörtlemesinin (Ring der Niebelungen) bir parçası olan Walküre'den söz edilecekse, o zaman iş değişir. Walküre'ye Valkyrie, demek Ankara'ya Angora, İstanbul'a Constantinople, New York'a da Yeni York demek gibi bir şeydir... Hele 'Wagner'in ünlü eseri Valkyrie' gibi bir cümle sadece cahilliği göstermez. Yazarken iki tıkla Google'da arama yapmaya tenezzül etmeyen bir hormonlu özgüvene ve ertesi gün hata görüldükten sonra düzeltmek için gereken asgari toplumsal cesarete dahi sahip olunmadığına da işaret eder.
Yönetmen sağlam: David Fincher... Daha önce bakın neler çekmiş: Brad Pitt ve Edward Norton ile 'Fight Club (Dövüş Kulübü); Michael Douglas ve Sean Penn ile en az üç kez izlediğim 'The Game' (Oyun); Brad Pitt, Morgan Freeman ve Gwyneth Paltrow ile bana sorarsanız en beğendiğim gerilim filmlerinden birini (pek seyretmem aslında) Se7en (Yedi). Bu arada bir de Sigourney Weaver ile Alien 3'ü çekivermiş...
Eser sağlam: Scott F. Fitzgerald. İşte onun eselerinden daha önce sinemaya aktarılmış iki unutulmaz yapım: The Last Tycoon (Elia Kazan) ve başta Robert Redford ve Mia Farrow'un oynadıkları, pek çok defa filme çekilmiş olan The Great Gatsby...
Oyuncular sapasağlam: Brad Pitt, Cate Blanchett ve Julia Ormond... Juliette Binoche'e çok benzediği söylenen Julia Ormond en az diğerleri kadar başarılıydı...
Eser, yönetmen, oyuncular sağlam olunca insanı 3 saate yakın koltuğa mıhlayan böyle bir film çıkıyor ortaya... 'The Curious Case of Benjamin Button' (Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi) gençlerin büyükleriyle; büyüklerin de gençlerle birlikte izlemeleri gereken bir film...
Biraz 'Büyüklere masallar' türünden... Biraz sanki 'Kolera Günlerinde Aşk'a götürüyor insanı; gayet rahat TV dizisi olurmuş hani... Ancak bütünüyle müthiş bir film. Koltuğa gömülüp izlenesi, sonra insanın kendisini sorgulaması için ideal: 'Ben ne için yaşıyorum bu dünyada?'..
Eğer bu sorunun yanıtı sizi korkutuyorsa, sakın gitmeyin Benjamin Button'a... Film sizin için kabusa, korku filmine dönüşebilir...
Sıra nihayet Migros'a da gelmiş...
BİR heyecanla Migros'u kutlamaya kalkışmıştım. Doğada kendi kendine çok daha kısa sürede çözülen poşet meselesi inanılmaz derecede ilgimi çekmişti. Yazın Bozcaada'da tepelere bayırlara savrulan ve doğada asırlarca yok olmayan o iğrenç poşetler keyfimi kaçırıyordu.
Migros'un Kurumsal İletişim Direktörü Sevgili Ahu Başkut Hanım her zamanki doğruculuğu ile bizi arayıp düzeltmişti: 'Kampanya henüz Macro'larda başladı; Migros'lara 26 Ocak'ta gelecek!...'
Sonunda o gün geldi ve Ahu Hanım'dan beklenen e-posta bilgisayarıma düştü: 'Yazınız üzerine kendimi sorumlu hissettim; üretim ve mağazalara dağıtımı gün gün takip ettim. 26 Ocak itibarıyla İstanbul Migros'lardan başlamak üzere 'Doğada Çözünen Poşetler' Türkiye'deki tüm şubelere ulaştı ve kitlesel bilinç için yaygın kullanıma açıldı. Size haber vermek istedim!'...
Umarım bu iş tutar ve tüm perakende sektörü ülkeyi o yok olmayan poşetlerden kurtarır...
Wagner'in eseri Valkyrie değil Walküre
Mezarda Richard Wagner'in son kalan kemikleri de sızlıyordur... Ya da kendi ekseni etrafında fır fır dönüyordur... Bunun nedeni, şu sinemalarda gösterilen 'Operation Valkyrie' adıyla gösterilen film değil sadece. Amerikalılar, savaşlarda kimin öleceğine karar veren atlı ve kanatlı dişi yaratıklara verilen addan yola çıkarak böyle dediklerini söyleseler, hoş görülebilir... (Bizimkiler neden 'Opersayon Valkyrie' demişler, anlamak zor...)
Sorun bizim yarı aydınlarda... 20 Temmuz 1944'te Hitler'e düzenlenen suikastı da kapsayan darbe girişimine verilen isimden; ya da bu isme ilham olmuş, Alman besteci Richard Wagner'in ünlü opera dörtlemesinin (Ring der Niebelungen) bir parçası olan Walküre'den söz edilecekse, o zaman iş değişir. Walküre'ye Valkyrie, demek Ankara'ya Angora, İstanbul'a Constantinople, New York'a da Yeni York demek gibi bir şeydir... Hele 'Wagner'in ünlü eseri Valkyrie' gibi bir cümle sadece cahilliği göstermez. Yazarken iki tıkla Google'da arama yapmaya tenezzül etmeyen bir hormonlu özgüvene ve ertesi gün hata görüldükten sonra düzeltmek için gereken asgari toplumsal cesarete dahi sahip olunmadığına da işaret eder.