İş hayatının bürokrasiyle imtihanı
03.04.2014 Yeni Şafak
Yerel seçim sonuçlarının ardından ortaya çıkan sosyo-politik gerçekliklerden biri de şudur:
Hukukun DNA'sıyla oynamayı göze alarak oluşturulan 17 Aralık sonrası gündemine karşı ciddi itiraz ve bu sürecin sorumlularının farkına varılmış olması...
Salı akşamı TVNet'teki 'Müzakere' programına birlikte katıldığımız Prof. Dr. Atilla Yayla'nın ifadesiyle 'hayalet' gibi soyut ve görünmez bir güç olan 'bürokrasi'nin marifetleri ne zaman gündeme gelse rahmetli Halit Refiğ'in şu tesbiti de aklımızdan geçiyor:
'Cumhuriyet'in otuzlu yıllarındaki Tanzimatçı artığı alafranga bürokrasisinin temel karakteristik özellikleri, çok partili dönem ve sonrasındaki seçimlerle iktidara gelen partilerin hepsi için 'Demokles'in Kılıcı' vazifesini görmeye devam etmiştir.'
Mealen aktardığım bu tespitini yaparken Halit Bey, makalelerinde de işaret ettiği gibi otuzlu, kırklı yılların temel meselesini 'Sanayileşmeden, tarım toplumu kalarak Batı'nın kültür değerlerini benimsemek! Sanayi ürünlerini üretmeden tüketmek!' ifadesiyle ortaya koyarken bürokrasiyi de hayli sert denilebilecek manalandırmasıyla şöyle niteliyordu:
'Batı'yla uyumlu geçinebilmeyi siyasetin temel şartı sayan idareci sınıfı, bir başka deyişle yeni 'kapıkulları'…' (Türkiye'nin Kültür Yönelimlerinin Kökeni. NPQ Türkiye dergisi. 2001. Sonbahar sayısı.)
İletişim disiplini açısından 2014 yerel seçim sonuçlarını değerlendirmeye niyetlendiğimizde Halit Bey'in otuzlu yıllardan başlatarak işaret ettiği bu karakter özelliğinin aynı zamanda 'sürdürülebilirlik engeli' olarak da kayıtlara geçilmesi gerektiğini ifade edelim. 'Açık iletişime kendisini kapatan' kişi ya da kurum veya cemaat yapılanmalarının kendilerine verdikleri hasardan çok daha büyük oranlarda, ülke sathındaki yıkıcı etkilerini muhalefetin idrak edememesi, siyasi iletişim açısından da vahim bir durum olarak kayıtlara geçecektir.
Konjonktürü, Batı'yı, Asya'yı kavrayamayan, 'motomon icracılık hastalığı'ndan malul bir bürokrat zihniyetinin hizmet etmeye çalıştığı dünya merkezlerindeki mesleki muadillerinin çalışma yöntemlerini merak etmemesi de ayrı bir yazının konusu olabilir elbette. Ancak şu kadarını söylemekle yetinelim ki, kendisini iletişime kapatan yapılanmalar, mesleğin de bir gereği olarak geri planda duran bürokratlar aracılığıyla 'riskli ve tehlikeli' gündemler peşinde koşmaktan vazgeçmedikleri sürece 'gizliliğin karanlığı'nda kalmayı seçmiş olacaklardır. Teknolojinin gücü ve şeffaf iletişimin en güçlü olduğu alanların, özellikle iş dünyası ve ekonominin ise bu karanlığa katiyen tahammülü yoktur.
'İş hayatında sürdürülebilirlik', her türlü üretimle ve dolayısıyla kaynayan tencereyle, maişet derdiyle birlikte özgürlüklerin de gelecek teminatıdır. Unutulmasın ki, önümüzdeki heyecanlı ve dinamik seçim süreçlerinde '17 Aralık artığı' bir bürokratik zihniyetle ittifak arayan siyasi iletişimin geleceği tam da bu nedenle parlak görünmemektedir.
İş dünyası istikrar ister ve son seçimler bu istikrar ışığının nerelerde gölgelendiğini açığa çıkarmıştır.
Kazanmak 'iyi kaybedici' olmakla mümkün
Kemal Derviş, Financial Times gazetesindeki yazısında CHP'ye 'Kasetlere odaklanmaktan kaçının' çağrısı yapmış. Ekonomiden Sorumlu eski Devlet Bakanı Kemal Derviş, yerel seçim sonuçlarını partiler açısından değerlendirdiği yazısında CHP'yle ilgili, şu önemli tespitlerde bulunmuş:
'CHP merkez solda Avrupalı bir sosyal demokrat parti olmalı. Liberal bir toplumun ve hukukun üstünlüğünün savunucusu olmalı. (…) Türkiye'nin merkez sol muhalefeti kasetlere odaklanmaktan kaçınmalı, ekonomiye yoğunlaşmalı ve tıpkı 1970'lerde güçlü şekilde gösterdiği gibi büyük bir çoğunluk için konuşabilme yeteneğini yeniden keşfetmelidir.'
İnsan bu aklıbaşında yorumları okuyunca, keşke Kemal Derviş, İsmail Cem'i son anda ve zor durumda bırakıp zikzak yapmasaydı diye düşünmekten kendisini alamıyor. Muhtemelen bugün CHP'nin lider alternatifi olabilirdi ve uzaklardan ayar vermek yerine bizzat parti içinde mücadele edebilirdi.
Siyasi iletişimde 'Kaybetme' ve 'Kazanma' diye ifade ettiğimiz sonuç verilerinde, iç içe geçmiş halkaları birbirine bağlayan ortak değer 'dürüstlük' olduğunda, kazanan 'nasıl' kazandığını (yanı sıra zaaflarını) ve kaybeden de 'neden' kaybettiğini (yanı sıra güçlü yanlarını) samimiyetle önce kendisine ve kadrolarına anlatmak durumundadır.
'İyi bir kaybedici' olmadan kazanmayı öğrenmek zordur. Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği kitlenin yıllarca hep kaybeden tarafta tutulduğunu düşünürsek, kazanma yolunda atlatılan badirelerin, 'iyi lider', 'büyük fikir' ve 'büyük teşkilat'a olan katkısını da daha da iyi anlayabiliriz.
Başkalarının servis ettiği illegal kasetlerin ve yine başkalarının kırdığı dümenin rotasında rüzgara yelken açmanın 'iyi lider', 'büyük fikir' ya da 'büyük teşkilat'la alakası olabilir mi? Kaybetmenin şanından söz edebilmek için önce 'kendiniz' olmak durumundasınız.
Kemal Derviş'in sözünü ettiği 'büyük bir çoğunlukla konuşabilme yeteneği'ni elde edebilmekse 'şanlı kayıplar' biriktirmiş olmakla yakından alakalıdır.
Hukukun DNA'sıyla oynamayı göze alarak oluşturulan 17 Aralık sonrası gündemine karşı ciddi itiraz ve bu sürecin sorumlularının farkına varılmış olması...
Salı akşamı TVNet'teki 'Müzakere' programına birlikte katıldığımız Prof. Dr. Atilla Yayla'nın ifadesiyle 'hayalet' gibi soyut ve görünmez bir güç olan 'bürokrasi'nin marifetleri ne zaman gündeme gelse rahmetli Halit Refiğ'in şu tesbiti de aklımızdan geçiyor:
'Cumhuriyet'in otuzlu yıllarındaki Tanzimatçı artığı alafranga bürokrasisinin temel karakteristik özellikleri, çok partili dönem ve sonrasındaki seçimlerle iktidara gelen partilerin hepsi için 'Demokles'in Kılıcı' vazifesini görmeye devam etmiştir.'
Mealen aktardığım bu tespitini yaparken Halit Bey, makalelerinde de işaret ettiği gibi otuzlu, kırklı yılların temel meselesini 'Sanayileşmeden, tarım toplumu kalarak Batı'nın kültür değerlerini benimsemek! Sanayi ürünlerini üretmeden tüketmek!' ifadesiyle ortaya koyarken bürokrasiyi de hayli sert denilebilecek manalandırmasıyla şöyle niteliyordu:
'Batı'yla uyumlu geçinebilmeyi siyasetin temel şartı sayan idareci sınıfı, bir başka deyişle yeni 'kapıkulları'…' (Türkiye'nin Kültür Yönelimlerinin Kökeni. NPQ Türkiye dergisi. 2001. Sonbahar sayısı.)
İletişim disiplini açısından 2014 yerel seçim sonuçlarını değerlendirmeye niyetlendiğimizde Halit Bey'in otuzlu yıllardan başlatarak işaret ettiği bu karakter özelliğinin aynı zamanda 'sürdürülebilirlik engeli' olarak da kayıtlara geçilmesi gerektiğini ifade edelim. 'Açık iletişime kendisini kapatan' kişi ya da kurum veya cemaat yapılanmalarının kendilerine verdikleri hasardan çok daha büyük oranlarda, ülke sathındaki yıkıcı etkilerini muhalefetin idrak edememesi, siyasi iletişim açısından da vahim bir durum olarak kayıtlara geçecektir.
Konjonktürü, Batı'yı, Asya'yı kavrayamayan, 'motomon icracılık hastalığı'ndan malul bir bürokrat zihniyetinin hizmet etmeye çalıştığı dünya merkezlerindeki mesleki muadillerinin çalışma yöntemlerini merak etmemesi de ayrı bir yazının konusu olabilir elbette. Ancak şu kadarını söylemekle yetinelim ki, kendisini iletişime kapatan yapılanmalar, mesleğin de bir gereği olarak geri planda duran bürokratlar aracılığıyla 'riskli ve tehlikeli' gündemler peşinde koşmaktan vazgeçmedikleri sürece 'gizliliğin karanlığı'nda kalmayı seçmiş olacaklardır. Teknolojinin gücü ve şeffaf iletişimin en güçlü olduğu alanların, özellikle iş dünyası ve ekonominin ise bu karanlığa katiyen tahammülü yoktur.
'İş hayatında sürdürülebilirlik', her türlü üretimle ve dolayısıyla kaynayan tencereyle, maişet derdiyle birlikte özgürlüklerin de gelecek teminatıdır. Unutulmasın ki, önümüzdeki heyecanlı ve dinamik seçim süreçlerinde '17 Aralık artığı' bir bürokratik zihniyetle ittifak arayan siyasi iletişimin geleceği tam da bu nedenle parlak görünmemektedir.
İş dünyası istikrar ister ve son seçimler bu istikrar ışığının nerelerde gölgelendiğini açığa çıkarmıştır.
Kazanmak 'iyi kaybedici' olmakla mümkün
Kemal Derviş, Financial Times gazetesindeki yazısında CHP'ye 'Kasetlere odaklanmaktan kaçının' çağrısı yapmış. Ekonomiden Sorumlu eski Devlet Bakanı Kemal Derviş, yerel seçim sonuçlarını partiler açısından değerlendirdiği yazısında CHP'yle ilgili, şu önemli tespitlerde bulunmuş:
'CHP merkez solda Avrupalı bir sosyal demokrat parti olmalı. Liberal bir toplumun ve hukukun üstünlüğünün savunucusu olmalı. (…) Türkiye'nin merkez sol muhalefeti kasetlere odaklanmaktan kaçınmalı, ekonomiye yoğunlaşmalı ve tıpkı 1970'lerde güçlü şekilde gösterdiği gibi büyük bir çoğunluk için konuşabilme yeteneğini yeniden keşfetmelidir.'
İnsan bu aklıbaşında yorumları okuyunca, keşke Kemal Derviş, İsmail Cem'i son anda ve zor durumda bırakıp zikzak yapmasaydı diye düşünmekten kendisini alamıyor. Muhtemelen bugün CHP'nin lider alternatifi olabilirdi ve uzaklardan ayar vermek yerine bizzat parti içinde mücadele edebilirdi.
Siyasi iletişimde 'Kaybetme' ve 'Kazanma' diye ifade ettiğimiz sonuç verilerinde, iç içe geçmiş halkaları birbirine bağlayan ortak değer 'dürüstlük' olduğunda, kazanan 'nasıl' kazandığını (yanı sıra zaaflarını) ve kaybeden de 'neden' kaybettiğini (yanı sıra güçlü yanlarını) samimiyetle önce kendisine ve kadrolarına anlatmak durumundadır.
'İyi bir kaybedici' olmadan kazanmayı öğrenmek zordur. Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği kitlenin yıllarca hep kaybeden tarafta tutulduğunu düşünürsek, kazanma yolunda atlatılan badirelerin, 'iyi lider', 'büyük fikir' ve 'büyük teşkilat'a olan katkısını da daha da iyi anlayabiliriz.
Başkalarının servis ettiği illegal kasetlerin ve yine başkalarının kırdığı dümenin rotasında rüzgara yelken açmanın 'iyi lider', 'büyük fikir' ya da 'büyük teşkilat'la alakası olabilir mi? Kaybetmenin şanından söz edebilmek için önce 'kendiniz' olmak durumundasınız.
Kemal Derviş'in sözünü ettiği 'büyük bir çoğunlukla konuşabilme yeteneği'ni elde edebilmekse 'şanlı kayıplar' biriktirmiş olmakla yakından alakalıdır.