Jordi Savall'in İstanbul'u pişmiş ağzımıza düşmüş
06 Ocak 2010 Akşam Gazetesi
Hiç unutmuyorum Turgut Özal'ın vefat ettiği gündü. Beyoğlu'nda Emek sinemasında, İstanbul Film Festivali çerçevesinde üst üste iki film izlemiştik. Biri Visconti'nin 'Leopar'ıydı... Diğeri ise Alain Corneau'nun 'Dünyanın Tüm Sabahları' (Tous les matins du monde)...
Leopar'ı kim bilir kaçıncı kez izliyordum. İzlemeye hala da devam edebilirim... Ancak 'Dünyanın Tüm Sabahları'nı ilk görüşümdü... Kolay kolay ağlamam. Hele sinemada... Onca yabancılaştırma efektinin içinde kaptırıp gitmek çok zordur... Ancak o filmde tutamamıştım gözyaşlarımı... Burnumun direği sızlayıp durmuştu...
Konusu muydu o kadar etkili olan? Hayır. Oyunculuk mu? Eh, belki... Gérard Depardieu (Marin Marais), Jean-Pierre Marielle (Monsieur de Sainte Colombe) olağanüstü oynuyorlardı... Ama o da bu duygusal atmosferi yaratmaya tek başına yetmezdi... Pek çok şey bir araya gelmişti filmde. Ancak olayı taçlandıran hiç şüphesiz müzikleriydi. Ve müziklerinin altındaki imza: Jordi Savall... Filmleri jeneriklerinin sonuna kadar izleme alışkanlığımın bir kez daha faydasını görmüştüm... Hemen bilgisayarın başına geçtim Jordi Savall'ın Sainte Colombe müziklerinden ve kendi bestelerinden oluşan ne kadar albüm varsa edindim... Pek popüler değildir Jordi Savall. Onun için geçen hafta Hürriyet'in Pazar ekinde yarım sayfaya yayılan fotoğrafını ve bir o kadar büyüklükteki haberini görünce bir hayli şaşırdım... Şöyle deniyordu haberde: 'Avrupa Kültür Başkenti ilan edilecek İstanbul'a, bu sıfatı taçlandıracak ilk büyük hediye, kamu bütçesiyle kurulan İstanbul ABK Ajansı yerine, bir müzikseverin kişisel çabasıyla geldi. Erken çağ müziğinin dünyadaki en ünlü yorumcularından Jordi Savall, klasik Türk müziğinin 300 yıllık 10 eserini Türk müzikçilerle seslendirip geçen ay İspanya'da yayımladı.
Savall, Ermeni ve Seferad ezgilerinin de yer aldığı 'İstanbul' albümünün kitapçığında, bu çalışmaya İstanbullu bir müzikseverin hediye ettiği Kantemiroğlu Edvarı'nın vesile olduğunu açıklıyor, teşekkür ediyor. İstanbul albümüne neyiyle katılan Kudsi Erguner, bu çalışmanın Osmanlı müziği açısından önemli başlangıç olduğu kanısında: 'Avrupa'da erken çağ müziği çevresine girmek, kabul edilmek hiç kolay değildir. Müzik mirasımız ilk kez bu albümle erken çağ müziği çevrelerine girecek.' CD'yi eşim dinlemiş. Açık Radyo'da çalmışlar. Çok sevmiş... Daha da çok odaklandım olaya. CD'yi aradım... Türkiye'de bulamadım... İstanbul albümüne Amazon'da rastladım. Ismarladım... Sevgili ABK'li arkadaşların da olaya odaklanacağından hiç tereddüdüm yok. Jordi Savall'i ve CD'de görev alan Türk müzisyenleri bu proje çerçevesinde bir konser vermek üzere İstanbul'a davet etmek süper olabilir...
Siz de mi Susan'cısınız?..
Yıl 1978. Hey Dergisi'nde çalışıyorum. Yeni yılın ilk sayısı hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor. Dergi yayıncılığındakiler bilir. Yılın ilk sayısının en önemli konularının başında astroloji gelir. Bir sonraki sene hangi burç ne yapacak, burçları bir sonraki sene neler bekliyor dergi satışlarını bile etkileyecek öneme sahiptir. Nasıl denk geldi, bilmiyorum; o sırada geçmemem gereken bir kapının önünden mi geçiyordum, hatırlamıyorum. Ama itiraf edeyim: 1979 yılı Hey Dergisi burç yorumları bendenize aittir.
Önce biraz zorlandım. Sonra yöntemini buldum. Eğer genellersem ve herkesi kapsayacak cümleler kurarsam yırtabileceğimi düşündüm ve başladım yazmaya: '1979 yılı size bazı olumsuz haberler getirecek.', 'Yakınlarınızla ilişkilerinizde ilerleme olacak.', 'İş hayatında sizi sürprizler bekliyor.', 'Arkadaşlarınıza daha çok zaman ayırmalısınız', 'Beklemediğiniz bir yerden para alacaksınız.' vb... Bu konudaki kabiliyetim epey beğenilmiş olacak ki, yıllık burç yorumlarından haftalık yorumlara terfi ettim. O iş iki yıl üstümden inmedi... Şimdilerde yeni yılın ilk sayılarında bu işi derginin içindeki bir konu olmaktan çıkarıp ek ve hatta kitap haline getirdiler. Her birinin profesyoneller tarafından yapıldığını ve ciddi bir sektör oluştuğunu da biliyorum. Eksik biliyormuşum. Meğer yer gök Susan Miller diye inliyormuş. Onun üzerine dönen sohbetlere katılmayanları dışlıyorlarmış. ABD'de değil tüm dünyada takipçileri varmış. En yakınımdakilerden bile 'Aaa her ayın son günlerini iple çekiyorum. Ayy valla billa ne dese çıkıyor' cümlesini işittim ya daha ne diyeyim. Allah selamet versin. Ha, bu arada Susan abla benim için çok iyi şeyler yazmış bu yıl... Arkadaşlar okumuşlar, anlattılar...
Hiç unutmuyorum Turgut Özal'ın vefat ettiği gündü. Beyoğlu'nda Emek sinemasında, İstanbul Film Festivali çerçevesinde üst üste iki film izlemiştik. Biri Visconti'nin 'Leopar'ıydı... Diğeri ise Alain Corneau'nun 'Dünyanın Tüm Sabahları' (Tous les matins du monde)...
Leopar'ı kim bilir kaçıncı kez izliyordum. İzlemeye hala da devam edebilirim... Ancak 'Dünyanın Tüm Sabahları'nı ilk görüşümdü... Kolay kolay ağlamam. Hele sinemada... Onca yabancılaştırma efektinin içinde kaptırıp gitmek çok zordur... Ancak o filmde tutamamıştım gözyaşlarımı... Burnumun direği sızlayıp durmuştu...
Konusu muydu o kadar etkili olan? Hayır. Oyunculuk mu? Eh, belki... Gérard Depardieu (Marin Marais), Jean-Pierre Marielle (Monsieur de Sainte Colombe) olağanüstü oynuyorlardı... Ama o da bu duygusal atmosferi yaratmaya tek başına yetmezdi... Pek çok şey bir araya gelmişti filmde. Ancak olayı taçlandıran hiç şüphesiz müzikleriydi. Ve müziklerinin altındaki imza: Jordi Savall... Filmleri jeneriklerinin sonuna kadar izleme alışkanlığımın bir kez daha faydasını görmüştüm... Hemen bilgisayarın başına geçtim Jordi Savall'ın Sainte Colombe müziklerinden ve kendi bestelerinden oluşan ne kadar albüm varsa edindim... Pek popüler değildir Jordi Savall. Onun için geçen hafta Hürriyet'in Pazar ekinde yarım sayfaya yayılan fotoğrafını ve bir o kadar büyüklükteki haberini görünce bir hayli şaşırdım... Şöyle deniyordu haberde: 'Avrupa Kültür Başkenti ilan edilecek İstanbul'a, bu sıfatı taçlandıracak ilk büyük hediye, kamu bütçesiyle kurulan İstanbul ABK Ajansı yerine, bir müzikseverin kişisel çabasıyla geldi. Erken çağ müziğinin dünyadaki en ünlü yorumcularından Jordi Savall, klasik Türk müziğinin 300 yıllık 10 eserini Türk müzikçilerle seslendirip geçen ay İspanya'da yayımladı.
Savall, Ermeni ve Seferad ezgilerinin de yer aldığı 'İstanbul' albümünün kitapçığında, bu çalışmaya İstanbullu bir müzikseverin hediye ettiği Kantemiroğlu Edvarı'nın vesile olduğunu açıklıyor, teşekkür ediyor. İstanbul albümüne neyiyle katılan Kudsi Erguner, bu çalışmanın Osmanlı müziği açısından önemli başlangıç olduğu kanısında: 'Avrupa'da erken çağ müziği çevresine girmek, kabul edilmek hiç kolay değildir. Müzik mirasımız ilk kez bu albümle erken çağ müziği çevrelerine girecek.' CD'yi eşim dinlemiş. Açık Radyo'da çalmışlar. Çok sevmiş... Daha da çok odaklandım olaya. CD'yi aradım... Türkiye'de bulamadım... İstanbul albümüne Amazon'da rastladım. Ismarladım... Sevgili ABK'li arkadaşların da olaya odaklanacağından hiç tereddüdüm yok. Jordi Savall'i ve CD'de görev alan Türk müzisyenleri bu proje çerçevesinde bir konser vermek üzere İstanbul'a davet etmek süper olabilir...
Siz de mi Susan'cısınız?..
Yıl 1978. Hey Dergisi'nde çalışıyorum. Yeni yılın ilk sayısı hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor. Dergi yayıncılığındakiler bilir. Yılın ilk sayısının en önemli konularının başında astroloji gelir. Bir sonraki sene hangi burç ne yapacak, burçları bir sonraki sene neler bekliyor dergi satışlarını bile etkileyecek öneme sahiptir. Nasıl denk geldi, bilmiyorum; o sırada geçmemem gereken bir kapının önünden mi geçiyordum, hatırlamıyorum. Ama itiraf edeyim: 1979 yılı Hey Dergisi burç yorumları bendenize aittir.
Önce biraz zorlandım. Sonra yöntemini buldum. Eğer genellersem ve herkesi kapsayacak cümleler kurarsam yırtabileceğimi düşündüm ve başladım yazmaya: '1979 yılı size bazı olumsuz haberler getirecek.', 'Yakınlarınızla ilişkilerinizde ilerleme olacak.', 'İş hayatında sizi sürprizler bekliyor.', 'Arkadaşlarınıza daha çok zaman ayırmalısınız', 'Beklemediğiniz bir yerden para alacaksınız.' vb... Bu konudaki kabiliyetim epey beğenilmiş olacak ki, yıllık burç yorumlarından haftalık yorumlara terfi ettim. O iş iki yıl üstümden inmedi... Şimdilerde yeni yılın ilk sayılarında bu işi derginin içindeki bir konu olmaktan çıkarıp ek ve hatta kitap haline getirdiler. Her birinin profesyoneller tarafından yapıldığını ve ciddi bir sektör oluştuğunu da biliyorum. Eksik biliyormuşum. Meğer yer gök Susan Miller diye inliyormuş. Onun üzerine dönen sohbetlere katılmayanları dışlıyorlarmış. ABD'de değil tüm dünyada takipçileri varmış. En yakınımdakilerden bile 'Aaa her ayın son günlerini iple çekiyorum. Ayy valla billa ne dese çıkıyor' cümlesini işittim ya daha ne diyeyim. Allah selamet versin. Ha, bu arada Susan abla benim için çok iyi şeyler yazmış bu yıl... Arkadaşlar okumuşlar, anlattılar...