Kıssadan kriz hissesi
15 EKİM 2008
Geçenlerde uzun bir aradan sonra yeniden toplanan Forbes Dergisi Yayın Kurulu toplantısındaydım… Türkiye’nin kendisinden çok şey öğrenebileceğim bir dizi nitelikli beyin takımı ile sohbet etme fırsatı buldum. Bir ara Mehmet Barlas söz aldı ve Unilever CEO’su ile aralarında geçen şirin bir sohbetten söz etti…
Özetle Barlas CEO’ya bu krizi nasıl atlatacaklarını sormuş. CEO da demiş ki: “Sayın Barlas, biz iki tane Dünya Savaşı atlattık. Bu ne ki? Dünya yerle bir olsa bekleyecek ve sonra yeniden ayağa kalkabilecek gücümüz, rezervlerimiz ve tecrübemiz var…”
Ben bu hikâyeyi bir de Bosch’un CEO’su Hermann Butz’a anlattım… “Biz de” dedi “Yakında 125’inci yılımızı kutlayacağız… 1910 yılından bu yana resmen Türkiye’de varız. Bırakın dünyayı Türkiye’de kaç savaş, kaç kriz geçirmişiz, siz hesaplayın…”
Kıssadan hisse: İşini adam gibi yapanların krizden korkmalarını gerektiren bir durum yok. Kriz sadece işini adam gibi yapmayanların sonunu hızlandırıyor hepsi o…
O yüzden krizden değil, işinizi kötü yapmaktan korkun…
Üzüm yiyelim, bağcı dövmeyelim
Siemens’in yetkilileri Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Günseli Özen Ocakoğlu Hanım’ı ziyarete gitmişler. Bayram ziyaretine falan değil. Beni şikâyet etmeye gitmişler. Oysa daha kolayı vardı, bana bir açıklama yollayacaklardı. Biz de burada yayınlayacak, gerekirse cevabını verecektik. Tabii ortada ‘açıklama’ varsa.
Anlaşılan o ki, Siemens’li yöneticilerin niyeti üzüm yemek değil bağcı dövmekmiş… Bunu nereden alıyoruz? Sayın Ocakoğlu’nun geçen sayıda ‘Editörden’ sütununda yer alan notlarından…
Önce kargaların bile güleceği bir tuhaf tespit: Ben arkadaşların konferansıyla ilgili bilgiyi internette bulamamışım; çünkü ararken adres alanına ‘itconference’ yazacağıma, ‘ıtconference’ yazmışım… Yani ‘i’nin noktasını koymayıp ‘ı’ diye yazmışım… Bu geri zekâlılığı yaptığıma nereden hükmetmişler? Belli değil… Dergide öyle bir şey yazmıyor çünkü…
Bir de bizim şirketteki arkadaşların GE’ye hizmet vermesinden rahatsızlık duyduklarını söylemişler. IT Conference’larının iletişimini ‘doğru’ yönetememelerini eleştirmemin sebebi bizimkilerin Genel Electric’e hizmet vermeleri olabilirmiş… Bunu demeye getirmiş olmalılar. Günseli Ocakoğlu zarif bir hanım, “Ali Saydam’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığı Bersay’ın Siemens’in küresel pazarda da rakibi olan GE’ye hizmet veriyor olması, kurumun hassasiyetini artırıyor” demekle yetinmiş…
Mantık süper. Ben Siemens IT Conference etkinliğinin iletişimini adam gibi yapamadığını yazacağım. Bunun üzerine GE’nin hisse senetleri ve ürün satışları artacak ve Siemens’inkiler düşecek… Helal olsun vallahi… Yalçın Küçük Hoca’nın komplo teorileri bile yaya kalır bu tür ‘endişelerin’ yanında…
Ama bu arada iş büyümüş, konu “İletişim danışmanları köşe yazarlığı yapsın mı, yapmasın mı” tartışmasına kadar gelmiş. Günseli Hanım da “Marketing Türkiye bir platformdur meslek kuruluşlarının da katılımıyla derginin sayfalarına konuyu taşıyalım” demiş yazısında…
Çok güzel… Bu konuda burada da özetlerini verdiğim gibi İletişim Danışmanları Deneği İDA Yönetim Kurulu’ndan ve Türkiye Halkla İlişkiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı’ndan geniş görüşlerini almıştım. Halen bu görüşlerin tamamı benim web sitemde yayınlanmakta… Marketing Türkiye konuyu bir kez daha buraya alacaksa, bu sefer işi iyice genişletmeli. ‘Medyada etik’ meselesine getirmeli…
Medya işinde olan patron, yönetici ve veya köşe yazarı arkadaşlardan ticari faaliyetleri olan ve şirketlere danışmanlık ve üretim hizmeti verenlerin tamamını ve ayrıca AB standartlarında uluslararası muhasebe sistemleriyle (UMS) yönetilen medya kuruluşlarıyla, kayıt dışı ekonomi olarak tanımlanacak bir yaklaşımla sigortasız eleman çalıştıran, ya da çalıştırdığı elemanları düşük ücretle göstererek vergiyi o seviyeden ödedikten sonra aradaki farkı açıktan veren kuruluşları açık ve şeffaf bir şekilde tartışma ortamına davet etmeli… Bu tartışmaya davet etmek için kuruluş ve uzman köşe yazarı bulmak hiç zor olmayacaktır… Tam tersini bulmak çok daha zordur…
Hiç olmazsa bu şekilde pratik hayat içinde başarılı uygulamalar yapan, ekonomist, hekim, akademisyen, eğitimci, iletişimci vb. eli kalem tutan erbabın uzman yazar olarak medyamızda istihdam edilmesinin neden kaçınılmaz olduğu, medyamızın bu tip uzmanları gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kendi bünyesinde çalıştırmasının çok zor olduğu anlaşılır. Aynı şekilde medya patronlarının neden başka ticari işlerle iştigal etmelerinde bir sakınca olmadığı ve aslında haksız rekabet sağlamalarının da uzun vadede pek kolay olmadığı dünyadaki örneklerden de yola çıkılarak anında tespit edilir…
Sevgili Ocakoğlu’na bugüne kadar bizimle ilgili çok şikâyet geldi. Övdüklerimiz seslerini çıkarmıyorlar pek. Eleştirdiklerimiz, hemen şikâyet tearuzunu başlatıyor. Onlara küçük not: Ocakoğlu bizi desteklediği, okurlar okuduğu müddetçe biz burada olacağız. O nedenle neyse sıkıntınız bana yazın. Burada yayınlayalım. Zaman zaman tabii ki hata yapıyoruz. Sonra onları mutlaka düzeltiyoruz. O zaman okurlarımız çok daha fazla yararlanıyorlar bu tür tartışmalardan…
PR’cılar ‘timsah gözyaşları’ dökmemeli
Şu sıra iletişim sektörünün de bir numaralı konusu ‘küresel kriz’ olmalı değil mi? Reklam sektörü büyük tehdit altında… Bu zamanlarda halkla ilişkilere ‘soysuzca’ atfedilen bir kavram yeniden hortlar: “Anpaid Advertisement” (Ücretsiz reklam) Medya ilişkileri yönetimi çerçevesinde kastedilen budur…
Gazetede haberin çıkacak. Bunun o sayfanın reklam eşdeğerine göre hesabını yapacak ve şu kadar milyon dolarlık “Anpaid Advertisement” elde ettim diyeceksin…
Sektörün topyekûn mücadele etmesi gereken en önemli viral enfeksiyonu da bence budur. Bazı dangalak PR şirketleri bunda bir fırsat görüyor olabilirler. Bu arkadaşlara aynı teknede oturduğumuzu birilerinin hatırlatması gerekir… Bir ülkede reklam harcamalarının kesilip PR harcamalarının yükselmesi (tabii o da sadece cüzi bir miktarda) sonun başlangıcıdır…
Reklamcılar onlarca yıl PR’ı inkâr ettiler de ne oldu? Reklam gelirleri yerinde saydı durdu…
Türkiye’de toplam pazarlama iletişimi bütçesi 3,5 milyar dolar. Geçenlerde İletişim Danışmalığı Şirketleri Derneği İDA’nın müstakbel Başkanı, G7’nin patronu Cengiz Turhan’a sormuş bir arkadaşımız, bizim sektörün toplam geliri ne kadardır, diye. “Tahmini 50 milyon dolardır” demiş Cengiz. “Yok canım!” demiş arkadaş, “Amma da abarttın!”…
3,5 milyar dolar ve 50 milyon dolar… Buna rağmen reklam ajanslarının içine düşeceği kriz karşısında PR’cıların ‘timsah gözyaşları dökmeleri’ son derece yanlıştır…
‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’
Ergenekon davasının başlaması için geri sayım devam ediyor. Bu arada pek çok provokasyon risalesinin yanı sıra bir de Mavi Ağaç Kültür Sanat Yayıncılık tarafından ciddi kitap çıktı piyasaya: Prof. Dr. Mahir Kaynak ve Ömer Lütfi Mete'nin birlikte yazdıkları yedinci kitap bu. Daha doğrusu bir söyleşi kitabı: "Ergenekon, Darbecilerin Son Çırpınışları”. Söyleşileri yazarlarla pek çok yayın projesinde birlikte çalışmış olan Cem Küçük yapmış; ilk baskıda 30.000 adet dağıtıma verilmiş.
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”… Kitap bu cümleyle başlıyor… Herkesin anlayabilmesini sağlamak amacıyla soru-cevap seklinde hazırlanmış… İçinde Susurluk kazasından 28 Şubat sürecine, Dink cinayetinden PKK'ya, AKP hükümetiyle yaşanan tartışmalardan dünyadaki ve ABD’deki ekonomik krize kadar yakın tarihimizin ve günümüzün Türkiye açısından kritik meseleleri yer alıyor.
Mahir Kaynak; Ergenekon sürecinde, AKP ve CHP arasındaki tartışmaların ülke menfaatini gözetecek şekilde yönetilmediğinin altını çiziyor. Ömer Lütfi Mete ise şeriatçı ve İslamcı cenahlara faturası kesilen terör olayları ve yasa dışı faaliyetlerin, 'Ergenekon' adı altında dış güçlerce yürütülenler olduğunu söylemekte. Mete'nin yorumları doğrulanacak olursa, terör ve provokasyonların tamamı dış güdümlü ve iç huzur hedefli.
“At iziyle it izinin birbirine karıştığı”, kimin gerçekleri, kimin yalanları söylediğinin bilinmediği bir dünya çıkıyor kitaptan… Her iki yorumcunun hemfikir oldukları husus ise şöyle: Dış güçlerin içimizde yasa dışı örgütlenme, provokasyon, terör ve yolsuzluklar gibi çıban başı konuların iplerini ellerinde tuttukları… ‘İşleri’ yönetmek için bizi bize vurdurttukları.
Ergenekon süreci, AKP kapatma davası ile ABD ve dünyadaki ekonomik kriz, yükselen petrol fiyatları ve yeni kaynak arayışları ile eş zamanlı olarak ortaya çıkması, yazarları göre ‘sıradan rastlantı’ değil…
'Kurtlar Vadisi' ve 'Komplo Teorisi' tadındaki kitap, milletçe konuşa geldiğimiz meseleleri iki ustanın kalemiyle son derece etkili bir şekilde ‘tarih’e yazmış… Ergenekon nasılsa uzun yıllar sürecek… Pardon… Ergenekon davası uzun yıllar sürecek; bu süre içinde elinde bir başlangıç rehberi bulundurmak isteyenlere bu kitap şiddetle tavsiye olunur…
Özetle Barlas CEO’ya bu krizi nasıl atlatacaklarını sormuş. CEO da demiş ki: “Sayın Barlas, biz iki tane Dünya Savaşı atlattık. Bu ne ki? Dünya yerle bir olsa bekleyecek ve sonra yeniden ayağa kalkabilecek gücümüz, rezervlerimiz ve tecrübemiz var…”
Ben bu hikâyeyi bir de Bosch’un CEO’su Hermann Butz’a anlattım… “Biz de” dedi “Yakında 125’inci yılımızı kutlayacağız… 1910 yılından bu yana resmen Türkiye’de varız. Bırakın dünyayı Türkiye’de kaç savaş, kaç kriz geçirmişiz, siz hesaplayın…”
Kıssadan hisse: İşini adam gibi yapanların krizden korkmalarını gerektiren bir durum yok. Kriz sadece işini adam gibi yapmayanların sonunu hızlandırıyor hepsi o…
O yüzden krizden değil, işinizi kötü yapmaktan korkun…
Üzüm yiyelim, bağcı dövmeyelim
Siemens’in yetkilileri Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Günseli Özen Ocakoğlu Hanım’ı ziyarete gitmişler. Bayram ziyaretine falan değil. Beni şikâyet etmeye gitmişler. Oysa daha kolayı vardı, bana bir açıklama yollayacaklardı. Biz de burada yayınlayacak, gerekirse cevabını verecektik. Tabii ortada ‘açıklama’ varsa.
Anlaşılan o ki, Siemens’li yöneticilerin niyeti üzüm yemek değil bağcı dövmekmiş… Bunu nereden alıyoruz? Sayın Ocakoğlu’nun geçen sayıda ‘Editörden’ sütununda yer alan notlarından…
Önce kargaların bile güleceği bir tuhaf tespit: Ben arkadaşların konferansıyla ilgili bilgiyi internette bulamamışım; çünkü ararken adres alanına ‘itconference’ yazacağıma, ‘ıtconference’ yazmışım… Yani ‘i’nin noktasını koymayıp ‘ı’ diye yazmışım… Bu geri zekâlılığı yaptığıma nereden hükmetmişler? Belli değil… Dergide öyle bir şey yazmıyor çünkü…
Bir de bizim şirketteki arkadaşların GE’ye hizmet vermesinden rahatsızlık duyduklarını söylemişler. IT Conference’larının iletişimini ‘doğru’ yönetememelerini eleştirmemin sebebi bizimkilerin Genel Electric’e hizmet vermeleri olabilirmiş… Bunu demeye getirmiş olmalılar. Günseli Ocakoğlu zarif bir hanım, “Ali Saydam’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığı Bersay’ın Siemens’in küresel pazarda da rakibi olan GE’ye hizmet veriyor olması, kurumun hassasiyetini artırıyor” demekle yetinmiş…
Mantık süper. Ben Siemens IT Conference etkinliğinin iletişimini adam gibi yapamadığını yazacağım. Bunun üzerine GE’nin hisse senetleri ve ürün satışları artacak ve Siemens’inkiler düşecek… Helal olsun vallahi… Yalçın Küçük Hoca’nın komplo teorileri bile yaya kalır bu tür ‘endişelerin’ yanında…
Ama bu arada iş büyümüş, konu “İletişim danışmanları köşe yazarlığı yapsın mı, yapmasın mı” tartışmasına kadar gelmiş. Günseli Hanım da “Marketing Türkiye bir platformdur meslek kuruluşlarının da katılımıyla derginin sayfalarına konuyu taşıyalım” demiş yazısında…
Çok güzel… Bu konuda burada da özetlerini verdiğim gibi İletişim Danışmanları Deneği İDA Yönetim Kurulu’ndan ve Türkiye Halkla İlişkiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı’ndan geniş görüşlerini almıştım. Halen bu görüşlerin tamamı benim web sitemde yayınlanmakta… Marketing Türkiye konuyu bir kez daha buraya alacaksa, bu sefer işi iyice genişletmeli. ‘Medyada etik’ meselesine getirmeli…
Medya işinde olan patron, yönetici ve veya köşe yazarı arkadaşlardan ticari faaliyetleri olan ve şirketlere danışmanlık ve üretim hizmeti verenlerin tamamını ve ayrıca AB standartlarında uluslararası muhasebe sistemleriyle (UMS) yönetilen medya kuruluşlarıyla, kayıt dışı ekonomi olarak tanımlanacak bir yaklaşımla sigortasız eleman çalıştıran, ya da çalıştırdığı elemanları düşük ücretle göstererek vergiyi o seviyeden ödedikten sonra aradaki farkı açıktan veren kuruluşları açık ve şeffaf bir şekilde tartışma ortamına davet etmeli… Bu tartışmaya davet etmek için kuruluş ve uzman köşe yazarı bulmak hiç zor olmayacaktır… Tam tersini bulmak çok daha zordur…
Hiç olmazsa bu şekilde pratik hayat içinde başarılı uygulamalar yapan, ekonomist, hekim, akademisyen, eğitimci, iletişimci vb. eli kalem tutan erbabın uzman yazar olarak medyamızda istihdam edilmesinin neden kaçınılmaz olduğu, medyamızın bu tip uzmanları gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kendi bünyesinde çalıştırmasının çok zor olduğu anlaşılır. Aynı şekilde medya patronlarının neden başka ticari işlerle iştigal etmelerinde bir sakınca olmadığı ve aslında haksız rekabet sağlamalarının da uzun vadede pek kolay olmadığı dünyadaki örneklerden de yola çıkılarak anında tespit edilir…
Sevgili Ocakoğlu’na bugüne kadar bizimle ilgili çok şikâyet geldi. Övdüklerimiz seslerini çıkarmıyorlar pek. Eleştirdiklerimiz, hemen şikâyet tearuzunu başlatıyor. Onlara küçük not: Ocakoğlu bizi desteklediği, okurlar okuduğu müddetçe biz burada olacağız. O nedenle neyse sıkıntınız bana yazın. Burada yayınlayalım. Zaman zaman tabii ki hata yapıyoruz. Sonra onları mutlaka düzeltiyoruz. O zaman okurlarımız çok daha fazla yararlanıyorlar bu tür tartışmalardan…
PR’cılar ‘timsah gözyaşları’ dökmemeli
Şu sıra iletişim sektörünün de bir numaralı konusu ‘küresel kriz’ olmalı değil mi? Reklam sektörü büyük tehdit altında… Bu zamanlarda halkla ilişkilere ‘soysuzca’ atfedilen bir kavram yeniden hortlar: “Anpaid Advertisement” (Ücretsiz reklam) Medya ilişkileri yönetimi çerçevesinde kastedilen budur…
Gazetede haberin çıkacak. Bunun o sayfanın reklam eşdeğerine göre hesabını yapacak ve şu kadar milyon dolarlık “Anpaid Advertisement” elde ettim diyeceksin…
Sektörün topyekûn mücadele etmesi gereken en önemli viral enfeksiyonu da bence budur. Bazı dangalak PR şirketleri bunda bir fırsat görüyor olabilirler. Bu arkadaşlara aynı teknede oturduğumuzu birilerinin hatırlatması gerekir… Bir ülkede reklam harcamalarının kesilip PR harcamalarının yükselmesi (tabii o da sadece cüzi bir miktarda) sonun başlangıcıdır…
Reklamcılar onlarca yıl PR’ı inkâr ettiler de ne oldu? Reklam gelirleri yerinde saydı durdu…
Türkiye’de toplam pazarlama iletişimi bütçesi 3,5 milyar dolar. Geçenlerde İletişim Danışmalığı Şirketleri Derneği İDA’nın müstakbel Başkanı, G7’nin patronu Cengiz Turhan’a sormuş bir arkadaşımız, bizim sektörün toplam geliri ne kadardır, diye. “Tahmini 50 milyon dolardır” demiş Cengiz. “Yok canım!” demiş arkadaş, “Amma da abarttın!”…
3,5 milyar dolar ve 50 milyon dolar… Buna rağmen reklam ajanslarının içine düşeceği kriz karşısında PR’cıların ‘timsah gözyaşları dökmeleri’ son derece yanlıştır…
‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’
Ergenekon davasının başlaması için geri sayım devam ediyor. Bu arada pek çok provokasyon risalesinin yanı sıra bir de Mavi Ağaç Kültür Sanat Yayıncılık tarafından ciddi kitap çıktı piyasaya: Prof. Dr. Mahir Kaynak ve Ömer Lütfi Mete'nin birlikte yazdıkları yedinci kitap bu. Daha doğrusu bir söyleşi kitabı: "Ergenekon, Darbecilerin Son Çırpınışları”. Söyleşileri yazarlarla pek çok yayın projesinde birlikte çalışmış olan Cem Küçük yapmış; ilk baskıda 30.000 adet dağıtıma verilmiş.
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”… Kitap bu cümleyle başlıyor… Herkesin anlayabilmesini sağlamak amacıyla soru-cevap seklinde hazırlanmış… İçinde Susurluk kazasından 28 Şubat sürecine, Dink cinayetinden PKK'ya, AKP hükümetiyle yaşanan tartışmalardan dünyadaki ve ABD’deki ekonomik krize kadar yakın tarihimizin ve günümüzün Türkiye açısından kritik meseleleri yer alıyor.
Mahir Kaynak; Ergenekon sürecinde, AKP ve CHP arasındaki tartışmaların ülke menfaatini gözetecek şekilde yönetilmediğinin altını çiziyor. Ömer Lütfi Mete ise şeriatçı ve İslamcı cenahlara faturası kesilen terör olayları ve yasa dışı faaliyetlerin, 'Ergenekon' adı altında dış güçlerce yürütülenler olduğunu söylemekte. Mete'nin yorumları doğrulanacak olursa, terör ve provokasyonların tamamı dış güdümlü ve iç huzur hedefli.
“At iziyle it izinin birbirine karıştığı”, kimin gerçekleri, kimin yalanları söylediğinin bilinmediği bir dünya çıkıyor kitaptan… Her iki yorumcunun hemfikir oldukları husus ise şöyle: Dış güçlerin içimizde yasa dışı örgütlenme, provokasyon, terör ve yolsuzluklar gibi çıban başı konuların iplerini ellerinde tuttukları… ‘İşleri’ yönetmek için bizi bize vurdurttukları.
Ergenekon süreci, AKP kapatma davası ile ABD ve dünyadaki ekonomik kriz, yükselen petrol fiyatları ve yeni kaynak arayışları ile eş zamanlı olarak ortaya çıkması, yazarları göre ‘sıradan rastlantı’ değil…
'Kurtlar Vadisi' ve 'Komplo Teorisi' tadındaki kitap, milletçe konuşa geldiğimiz meseleleri iki ustanın kalemiyle son derece etkili bir şekilde ‘tarih’e yazmış… Ergenekon nasılsa uzun yıllar sürecek… Pardon… Ergenekon davası uzun yıllar sürecek; bu süre içinde elinde bir başlangıç rehberi bulundurmak isteyenlere bu kitap şiddetle tavsiye olunur…