Köprüden önceki son çıkış
29.03.2014 Yeni Şafak
Trafik tabelasında bu uyarıyı her gördüğümde birden aklım gündelik hayattan kopar, felsefi ve derin konulara doğru kayar. Bu uyarı vesilesiyle zihnimize üşüşen, öyle sıradan, kolay, lay lay lom, çıtırbom, basit sözcükler de değildir: 'Dikkatlilik', 'yol', 'araç', 'istikamet', 'an', 'şimdi', 'biraz sonra', 'çıkmaz',' dönüşsüzlük', 'gelecek'... Ardından birden 'Geçmiş olsun! Son çıkışı kaçırdınız. Köprüyü geçip tekrar geri dönünüz lütfen!' diyen bir iç ses ile birlikte, onca çaba, akıtılan onca ter sonrasında başladığınız noktaya dönme ihtimalinin insanın içine oturan 'of ki offf!'u... Alt tarafı bir trafik tabelasının marifetleri.
52 milyon 695 bin 831 kişi seçmenimiz varmış. Acaba kaçta kaçı kendisini 'Köprüden önceki son çıkış'ta hissediyordur acaba? Bize kalırsa 'kararsızlar' dediğimiz ve hayli düşük ancak sonuçlara etkisi hiç de azımsanamayacak olan kesimi, tüm 'vereceği oydan adı gibi emin olanlar'ın dikkate alması gerekiyor. Vereceği oydan emin olmayan, 31 Mart'tan sonra çıkacağı duyurulan, ünlü düşünür Deleuze'ün sinema ciltlerinin birincisi olan 'Hareket İmge' kitabını heyecanla bekleyen bir başka tür 'marjinal' de, seçim öncesi kutuplaşmanın her türlü muhabbet örneklerinden sıkılmış olan delikanlı şoför de, 'Hepsinin köküne kibrit suyu' diyen pazarcı da, hem iktidar olacakların hem de muhalefette kalacakların ilgi alanı içinde ilk sıralarda yerini almalıdır.
Prof. Dr. Ali Murat Vural'ın yönetiminde, Bekir Ağırdır, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ve Prof. Dr. Kerem Alkin'in Perşembe günü Bersay İletişim Enstitüsü'nün iş dünyası ve iletişimcilere yönelik düzenlediği toplantıda yaptıkları yorumların, bizi getirdiği nokta şu soruda düğüm haline geliveriyor.
'2014 dünyasında bu topluma kabul ettirilemeyen hangi senaryonun uygulanma ihtimali vardır?'
Bu büyük sorunun yanıtını bileniniz var mı? Amerika-Türkiye ilişkilerini ve bölge, dünya konjonktürünü okumaya çalışmadan bu sorunun yanıtını vermek mümkün değil elbette. Örneğin Kerem Alkin Hoca, soğuk savaş kodlarının geri döndüğünü, Türkiye'nin NATO'daki konumunun yeniden perçinleneceğini söylerken Financial Times'ın Gezi günlerinde sergilediği negatif tutumu değiştirdiğini ifade etti. Diğer yandan Deniz Ülke hocamızın işaret ettiği gibi Kuzey'imizdeki Ukrayna ve 'hem ilhak edilmiş hem de iltihak etmiş' Kırım, güneyde Suriye'deki gelişmeler varken, konjonktürün 'Obama, Putin ve Erdoğan sacayağı' üzerindeki ilişkileri hâlâ geçerli iken ve yanı sıra, uluslar arası kamuoyunda Twitter ve Youtube engellemeleri nedeniyle de itibar kaybı yaşandığı açıkken ülkemizin geleceği açısından 'yapılacaklar' ve 'yapılmaması gerekenler'i tespit etmek kimseye kolay gibi gelmemeli.
Sadece Tayyip Bey'in, hükümetin değil, devletin de tehdit altında olup olmadığı sorusunu sormak bile saçmadır. Türkiye'nin yalnızlaştırıldığı, bu gerçekliğin nedenlerini sıralasak da sıralamasak da apaçık ortadadır. Keza, halkın, tehditlerin farkında olduğunu da araştırma sonuçları apaçık ortaya sermektedir.
İçinden sağlıklı muhalefet yetiştiremeden 'irileşen' ülkeleri bekleyen tehlikeler üzerine ciltlerce kitap yazılabilir elbette ancak yerel seçimler arifesinde bizdeki ana muhalefet mensuplarının kişisel arzularının yönlendirdiği tahminlerini gerçek zannetme psikolojisinden bir an önce kurtulmalarında yarar gördüğümüzü ifade edelim. Gündemi oluşturan son tapelerle dış tehdidin iyiden iyiye farkında olmasına rağmen 'Ne olacaksa olsun, yeter ki Başbakan gitsin' zihniyetini sürdürenlerin geleceğe dair ülke lehine bir başka olumlu alternatifleri olup olmadığını sorgulamaları çoktan gerekirdi.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, son anket sonuçlarından yola çıkarak yaptığı değerlendirmeleri sıralarken özellikle şu tespiti, aslında sadece bugünler için değil, uzun vadede de geçerliliğini koruyacak bir ayna vazifesi görebilir:
'Zihin dünyamızda 'ben' ve 'ülke'yi ayrı ayrı düşünmüyoruz'
Ruhlara işleyen bu bencillikten kime hayır gelir ki!
Seçimler sonrası için 'ben ve ülke'yi birbirinden ayırmadan Deniz Ülke hocamızın şu 'temenni cümlesi'nin altına imzamı atarız:
'Sandıktan çıkamayanı korumak, sandıktan çıkanın görevidir.'
Köprüden önceki son çıkışta ne yapacağını bilemeyenler, seçim öncesinde iktidardan da muhalefetten de seslerini yükselttikleri, gerilime neden oldukları ve neredeyse 'verdikleri rahatsızlık nedeniyle' özür bekleyen bir ruh hali içindedirler. Kutuplaşmanın 'ben ve ülke'ye getireceği zararı önceden hisseden bu kitle bir sağduyunun sesi olarak görüldüğünde tüm kesimleri rahatlatabilecek adımların atılması da mümkün olabilir.
Bu sağduyuya Türkiye'nin, en azından iletişim adına ihtiyacı vardır.
Büyük soruyu tekrarlayalım:
2014 dünyasında bu topluma kabul ettirilemeyen hangi senaryonun uygulanma ihtimali vardır?
Köprüden önceki son çıkışta kendisini 'kararsızlık' içinde hisseden sessiz azınlığın da, çoğunluğu oluşturan ve birbirlerini inciterek kutuplaşan 'kemik oy' sahiplerinin de bu soruyu yanıtını veremese de düşünmeleri gerekir.
52 milyon 695 bin 831 kişi seçmenimiz varmış. Acaba kaçta kaçı kendisini 'Köprüden önceki son çıkış'ta hissediyordur acaba? Bize kalırsa 'kararsızlar' dediğimiz ve hayli düşük ancak sonuçlara etkisi hiç de azımsanamayacak olan kesimi, tüm 'vereceği oydan adı gibi emin olanlar'ın dikkate alması gerekiyor. Vereceği oydan emin olmayan, 31 Mart'tan sonra çıkacağı duyurulan, ünlü düşünür Deleuze'ün sinema ciltlerinin birincisi olan 'Hareket İmge' kitabını heyecanla bekleyen bir başka tür 'marjinal' de, seçim öncesi kutuplaşmanın her türlü muhabbet örneklerinden sıkılmış olan delikanlı şoför de, 'Hepsinin köküne kibrit suyu' diyen pazarcı da, hem iktidar olacakların hem de muhalefette kalacakların ilgi alanı içinde ilk sıralarda yerini almalıdır.
Prof. Dr. Ali Murat Vural'ın yönetiminde, Bekir Ağırdır, Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ve Prof. Dr. Kerem Alkin'in Perşembe günü Bersay İletişim Enstitüsü'nün iş dünyası ve iletişimcilere yönelik düzenlediği toplantıda yaptıkları yorumların, bizi getirdiği nokta şu soruda düğüm haline geliveriyor.
'2014 dünyasında bu topluma kabul ettirilemeyen hangi senaryonun uygulanma ihtimali vardır?'
Bu büyük sorunun yanıtını bileniniz var mı? Amerika-Türkiye ilişkilerini ve bölge, dünya konjonktürünü okumaya çalışmadan bu sorunun yanıtını vermek mümkün değil elbette. Örneğin Kerem Alkin Hoca, soğuk savaş kodlarının geri döndüğünü, Türkiye'nin NATO'daki konumunun yeniden perçinleneceğini söylerken Financial Times'ın Gezi günlerinde sergilediği negatif tutumu değiştirdiğini ifade etti. Diğer yandan Deniz Ülke hocamızın işaret ettiği gibi Kuzey'imizdeki Ukrayna ve 'hem ilhak edilmiş hem de iltihak etmiş' Kırım, güneyde Suriye'deki gelişmeler varken, konjonktürün 'Obama, Putin ve Erdoğan sacayağı' üzerindeki ilişkileri hâlâ geçerli iken ve yanı sıra, uluslar arası kamuoyunda Twitter ve Youtube engellemeleri nedeniyle de itibar kaybı yaşandığı açıkken ülkemizin geleceği açısından 'yapılacaklar' ve 'yapılmaması gerekenler'i tespit etmek kimseye kolay gibi gelmemeli.
Sadece Tayyip Bey'in, hükümetin değil, devletin de tehdit altında olup olmadığı sorusunu sormak bile saçmadır. Türkiye'nin yalnızlaştırıldığı, bu gerçekliğin nedenlerini sıralasak da sıralamasak da apaçık ortadadır. Keza, halkın, tehditlerin farkında olduğunu da araştırma sonuçları apaçık ortaya sermektedir.
İçinden sağlıklı muhalefet yetiştiremeden 'irileşen' ülkeleri bekleyen tehlikeler üzerine ciltlerce kitap yazılabilir elbette ancak yerel seçimler arifesinde bizdeki ana muhalefet mensuplarının kişisel arzularının yönlendirdiği tahminlerini gerçek zannetme psikolojisinden bir an önce kurtulmalarında yarar gördüğümüzü ifade edelim. Gündemi oluşturan son tapelerle dış tehdidin iyiden iyiye farkında olmasına rağmen 'Ne olacaksa olsun, yeter ki Başbakan gitsin' zihniyetini sürdürenlerin geleceğe dair ülke lehine bir başka olumlu alternatifleri olup olmadığını sorgulamaları çoktan gerekirdi.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, son anket sonuçlarından yola çıkarak yaptığı değerlendirmeleri sıralarken özellikle şu tespiti, aslında sadece bugünler için değil, uzun vadede de geçerliliğini koruyacak bir ayna vazifesi görebilir:
'Zihin dünyamızda 'ben' ve 'ülke'yi ayrı ayrı düşünmüyoruz'
Ruhlara işleyen bu bencillikten kime hayır gelir ki!
Seçimler sonrası için 'ben ve ülke'yi birbirinden ayırmadan Deniz Ülke hocamızın şu 'temenni cümlesi'nin altına imzamı atarız:
'Sandıktan çıkamayanı korumak, sandıktan çıkanın görevidir.'
Köprüden önceki son çıkışta ne yapacağını bilemeyenler, seçim öncesinde iktidardan da muhalefetten de seslerini yükselttikleri, gerilime neden oldukları ve neredeyse 'verdikleri rahatsızlık nedeniyle' özür bekleyen bir ruh hali içindedirler. Kutuplaşmanın 'ben ve ülke'ye getireceği zararı önceden hisseden bu kitle bir sağduyunun sesi olarak görüldüğünde tüm kesimleri rahatlatabilecek adımların atılması da mümkün olabilir.
Bu sağduyuya Türkiye'nin, en azından iletişim adına ihtiyacı vardır.
Büyük soruyu tekrarlayalım:
2014 dünyasında bu topluma kabul ettirilemeyen hangi senaryonun uygulanma ihtimali vardır?
Köprüden önceki son çıkışta kendisini 'kararsızlık' içinde hisseden sessiz azınlığın da, çoğunluğu oluşturan ve birbirlerini inciterek kutuplaşan 'kemik oy' sahiplerinin de bu soruyu yanıtını veremese de düşünmeleri gerekir.