Logoyu bırak, markaya bak
30 EYLÜL 2014
Hiçbir logo yoktur ki çıktığı zaman herkes tarafından beğenilsin. Dudak büken de olmasın. Koç'un boynuzu inanılmaz bir tedirginlik yaratmıştı. Hürriyet logosunu değiştirdiğinde 'Bugün yarın vazgeçerler' denmişti. Apple, bir kısmı ısırılmış elmayı kabul ettirene kadar göbeği çatlamıştı. Ivan Chermayeff'e en başarılı amblemi sormuştum. 'En başarılı amblem Japon bayrağı, en başarısızı Coca Cola' demişti. Arçelik'in uçan levhası az mı yadırgandı?
Buradaki iletişim ilkesi şudur: Eğer ürünün içini altını, kenarını, tepesini, ortasını doldurabiliyorsanız her amblemi aslanlar gibi taşır. Türkiye de yeni logo ve amblemini üç vakte kalmaz dost düşman dahil herkese kabul ettirir.
Yeter ki:
Bir: Koordinasyon sağlam olsun; herkes ortak hareket etsin. Tutarlı bir şekilde tüm ürün ve hizmetlerimizde her türlü basılı malzememizde orasıyla burasıyla oynamadan, rengini bozmadan, logoya sahip çıkılsın.
İki: Kar tanelerine mikroskop altında görünme biçimine, ya da bir çiçek dürbününden ışığa bakış sırasında ortaya çıkması muhtemel şekillere ille de kadim uygarlıklarımızın anlamını yüklemeye çalışmanın bir anlamı yok. Anlam şekli daima döver. Şekil, zaman içinde anlamını yitirir. Berlin'i ve Bern'i simgeleyen ayının orada yaşayanlarla bir ilgisi olduğunu iddia etmek ne kadar abesle iştigalse, Amerikalılar'ın kartal, Fransızların horoz, İngilizlerin de aslan olduğunu iddia etmek o kadar abestir. Önemli olan o şekillerin çeşitli etkinliklerde kullanılma tutarlılığıdır.
Üç: Sayın Cumhurbaşkanı'nın önerisi yabana atılmamalıdır. Logo memkeket içinde bazı durumlarda 'Turkey / Discover the potantial' yerine çok daha etkili bir biçimde 'Türkiye / Gücü Keşfet' olarak rahatlıkla kullanılabilir.
Dört: Nasıl çocuklara konan adı tartışmanın bir manası yoksa devlet tarafından kabul görmüş bir logonun da yok 'fayansa benziyor'du, hayır 'kilim gibi'ydi, 'bunu küçültürsek kar kristalleri birbirine girer' türünden çeneyi yoran, üstelik hiçbir işe yaramayan laf ebeliklerinin de manası yoktur.
Enerji Bakanlığı'nın 'demode' diye, 'fazla elektrik yakıyor' diye kullanılmasını yasakladığı ampul, AK Parti'nin iktidar olmasını engellemiş midir?
Kıssadan hisse: İnanmayacaksınız ama amblem değil, aslolan markanın nasıl yönetileceğidir. İsterseniz Picasso'yu mezarından çıkarıp amblem yaptırın eğer markayı doğru dürüst yönetemezsiniz o amblemi tozlu raflarınızda hatıra olarak saklarsınız.
Büyüklenmedikçe büyük laflar edilebilir
Başbakanımızın önceki gün Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Akademik Yıl açılış Töreni'nde konuşurken doktora tezini yazdığı sıralarda Gazali ve Hegel'i rüyalarında gördüğünü söylemesi, özellikle sosyal medyada bazı arkadaşlarımızı neşelendirdi.
Türkiye'nin, 'Epistemoloji, nepotizm' sözcüklerini kullanan, Hegel'den Gazali'den söz eden bir Başbakan'a AK Parti iktidarı döneminde sahip olacağını bana diyelim ki, on yıl önce söyleselerdi ben de şimdiki sosyal medyada iPhone tuşları üzerinde beyin yerine daha çok parmaklarıyla dans eden bazı arkadaşlarımız gibi gülümserdim herhalde.
Müslüman mahallesinde salyangoz satar gibi siyaset yapıp, sonra 'Halk beni anlamıyor' diye içlenenlere yıllar içinde özellikle CHP camiasında sık sık tanık olmuşluğumuz vardır. 'Siyasetçiyi anlamayan halkımız değil, kendini halkımıza anlatamayan siyasetçi vardır', deyip dururuz. Ancak bu kez Başbakanımızla ilgili olarak bugüne kadar örneğine pek rastlamadığımız farklı bir hitabet ve söylemle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini hemen tespit edelim. İkinci tespit de ardından gelsin: Sayın Davutoğlu'nun halinden tavrından en ufak bir 'kibir'in işaretini almıyoruz. Yanı sıra siyaset hayatımız, Başbakanımızın hocalığının gereği zikrettiği, arada toplumun yüzde 11'ini oluşturan yüksek öğrenim mezunu vatandaşlarımızın dışında (ki içinde olanların da bir kısmının anladıkları şüpheli) kimsenin hayatı boyunca işitmediği sözcüklerle tanışıyor.
Peki yadırganıyor mu dersiniz? Sanmam. Bu millet Ecevit'i de yadırgamamıştı. Hem de 'şair başbakan' diye dalga geçtiklerinde bile.
Her konuda olduğu gibi işin aslı niyettedir. 'Kibir' yoksa sorun da yoktur. Kibir işi bozar çünkü. Büyüklenmedikçe istediğiniz kadar büyük laflar edebilirsiniz. Halkın irfanı anlamış gibi yapar. Zaman içinde de samimi hocalığınızı takdir eder.
Kobiler, 'Kobi mantığı'yla yönetilebilir mi?
Sorumuzun yanıtını baştan verelim: Hayır.
Yıllar boyu verdiğimiz konferanslarda ya da öğrencilerimizin karşısına çıktığımız ders saatlerinde 'Alışılmış Kobi mantığı'nın yaşam biçimi haline getirdiği şu dört ilkesini anlatıp durmuşuzdur:
Bir: Ayağını yorganına göre uzatacaksın.
İki: Teknen varsa kıçında, işin varsa başında oturacaksın.
Üç: 'Başka yerde şubemiz yoktur!' diye övüneceksin.
Dört: Dükkânına 'Satılan mal geri alınmaz, veresiye mal satılmaz!' diye tabela asacaksın.
Beş: Bu dükkanda kredi kartı geçmez, diyeceksin.
Sözü, feodal dönem alışkanlıklarından bilgi toplumu referanslarına getirir ve günümüz iş hayatında ayağın yorgana göre değil, yorganın ayağa göre seçilmesi gerektiğinden başlayıp olması gerekenleri sıralar dururuz:
Sen koşmazsın topu koşturursun... Riski, mümkün olduğu kadar genişleterek dağıtırsın; satın almayı kolaylaştıracak projeler geliştirirsin.
'Alışılmış Kobi Mantığı'na dayalı işlerle de hiçbir yere varılamayacağını belirtip 'Peki Kobiler ne zaman adam olurlar?' diye sorulduğunda da yanıtı şöyle verirdik:
'Kobi mantığı ile yönetilmedikleri zaman...'
Galiba nihayet hayaller gerçek olmaya başlıyor. Dünya Ekonomik Forumu (WEF) toplantısında konuşan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, demiş ki:
'Bu dönemde KOBİ'lerle ilgili özel bir çalışmamız olacak. KOBİ'lerin önemini gelişmiş ve gelişen ülkelerin gündemine getireceğiz. En az gelişmiş ülke grubu ile gelişmiş ülkeler arasında köprü görevi yapacağız'
Gördüğünüz gibi Kobiler, artık KOBİ mantığıyla yönetilmeyecek. Bir 'Büyük Fikir'in içinde ufku geniş bir ekonomik modelin parçası olarak maksimum verimlilik ölçekleriyle yeniden ele alınacaklar. Kobiler Feodal dönem özelliklerinden de kurtarılarak küresel koşullara uyarlanacaklar. En azından ümidimiz bu.
Yorgan, dünyadır çünkü.
Buradaki iletişim ilkesi şudur: Eğer ürünün içini altını, kenarını, tepesini, ortasını doldurabiliyorsanız her amblemi aslanlar gibi taşır. Türkiye de yeni logo ve amblemini üç vakte kalmaz dost düşman dahil herkese kabul ettirir.
Yeter ki:
Bir: Koordinasyon sağlam olsun; herkes ortak hareket etsin. Tutarlı bir şekilde tüm ürün ve hizmetlerimizde her türlü basılı malzememizde orasıyla burasıyla oynamadan, rengini bozmadan, logoya sahip çıkılsın.
İki: Kar tanelerine mikroskop altında görünme biçimine, ya da bir çiçek dürbününden ışığa bakış sırasında ortaya çıkması muhtemel şekillere ille de kadim uygarlıklarımızın anlamını yüklemeye çalışmanın bir anlamı yok. Anlam şekli daima döver. Şekil, zaman içinde anlamını yitirir. Berlin'i ve Bern'i simgeleyen ayının orada yaşayanlarla bir ilgisi olduğunu iddia etmek ne kadar abesle iştigalse, Amerikalılar'ın kartal, Fransızların horoz, İngilizlerin de aslan olduğunu iddia etmek o kadar abestir. Önemli olan o şekillerin çeşitli etkinliklerde kullanılma tutarlılığıdır.
Üç: Sayın Cumhurbaşkanı'nın önerisi yabana atılmamalıdır. Logo memkeket içinde bazı durumlarda 'Turkey / Discover the potantial' yerine çok daha etkili bir biçimde 'Türkiye / Gücü Keşfet' olarak rahatlıkla kullanılabilir.
Dört: Nasıl çocuklara konan adı tartışmanın bir manası yoksa devlet tarafından kabul görmüş bir logonun da yok 'fayansa benziyor'du, hayır 'kilim gibi'ydi, 'bunu küçültürsek kar kristalleri birbirine girer' türünden çeneyi yoran, üstelik hiçbir işe yaramayan laf ebeliklerinin de manası yoktur.
Enerji Bakanlığı'nın 'demode' diye, 'fazla elektrik yakıyor' diye kullanılmasını yasakladığı ampul, AK Parti'nin iktidar olmasını engellemiş midir?
Kıssadan hisse: İnanmayacaksınız ama amblem değil, aslolan markanın nasıl yönetileceğidir. İsterseniz Picasso'yu mezarından çıkarıp amblem yaptırın eğer markayı doğru dürüst yönetemezsiniz o amblemi tozlu raflarınızda hatıra olarak saklarsınız.
Büyüklenmedikçe büyük laflar edilebilir
Başbakanımızın önceki gün Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Akademik Yıl açılış Töreni'nde konuşurken doktora tezini yazdığı sıralarda Gazali ve Hegel'i rüyalarında gördüğünü söylemesi, özellikle sosyal medyada bazı arkadaşlarımızı neşelendirdi.
Türkiye'nin, 'Epistemoloji, nepotizm' sözcüklerini kullanan, Hegel'den Gazali'den söz eden bir Başbakan'a AK Parti iktidarı döneminde sahip olacağını bana diyelim ki, on yıl önce söyleselerdi ben de şimdiki sosyal medyada iPhone tuşları üzerinde beyin yerine daha çok parmaklarıyla dans eden bazı arkadaşlarımız gibi gülümserdim herhalde.
Müslüman mahallesinde salyangoz satar gibi siyaset yapıp, sonra 'Halk beni anlamıyor' diye içlenenlere yıllar içinde özellikle CHP camiasında sık sık tanık olmuşluğumuz vardır. 'Siyasetçiyi anlamayan halkımız değil, kendini halkımıza anlatamayan siyasetçi vardır', deyip dururuz. Ancak bu kez Başbakanımızla ilgili olarak bugüne kadar örneğine pek rastlamadığımız farklı bir hitabet ve söylemle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini hemen tespit edelim. İkinci tespit de ardından gelsin: Sayın Davutoğlu'nun halinden tavrından en ufak bir 'kibir'in işaretini almıyoruz. Yanı sıra siyaset hayatımız, Başbakanımızın hocalığının gereği zikrettiği, arada toplumun yüzde 11'ini oluşturan yüksek öğrenim mezunu vatandaşlarımızın dışında (ki içinde olanların da bir kısmının anladıkları şüpheli) kimsenin hayatı boyunca işitmediği sözcüklerle tanışıyor.
Peki yadırganıyor mu dersiniz? Sanmam. Bu millet Ecevit'i de yadırgamamıştı. Hem de 'şair başbakan' diye dalga geçtiklerinde bile.
Her konuda olduğu gibi işin aslı niyettedir. 'Kibir' yoksa sorun da yoktur. Kibir işi bozar çünkü. Büyüklenmedikçe istediğiniz kadar büyük laflar edebilirsiniz. Halkın irfanı anlamış gibi yapar. Zaman içinde de samimi hocalığınızı takdir eder.
Kobiler, 'Kobi mantığı'yla yönetilebilir mi?
Sorumuzun yanıtını baştan verelim: Hayır.
Yıllar boyu verdiğimiz konferanslarda ya da öğrencilerimizin karşısına çıktığımız ders saatlerinde 'Alışılmış Kobi mantığı'nın yaşam biçimi haline getirdiği şu dört ilkesini anlatıp durmuşuzdur:
Bir: Ayağını yorganına göre uzatacaksın.
İki: Teknen varsa kıçında, işin varsa başında oturacaksın.
Üç: 'Başka yerde şubemiz yoktur!' diye övüneceksin.
Dört: Dükkânına 'Satılan mal geri alınmaz, veresiye mal satılmaz!' diye tabela asacaksın.
Beş: Bu dükkanda kredi kartı geçmez, diyeceksin.
Sözü, feodal dönem alışkanlıklarından bilgi toplumu referanslarına getirir ve günümüz iş hayatında ayağın yorgana göre değil, yorganın ayağa göre seçilmesi gerektiğinden başlayıp olması gerekenleri sıralar dururuz:
Sen koşmazsın topu koşturursun... Riski, mümkün olduğu kadar genişleterek dağıtırsın; satın almayı kolaylaştıracak projeler geliştirirsin.
'Alışılmış Kobi Mantığı'na dayalı işlerle de hiçbir yere varılamayacağını belirtip 'Peki Kobiler ne zaman adam olurlar?' diye sorulduğunda da yanıtı şöyle verirdik:
'Kobi mantığı ile yönetilmedikleri zaman...'
Galiba nihayet hayaller gerçek olmaya başlıyor. Dünya Ekonomik Forumu (WEF) toplantısında konuşan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, demiş ki:
'Bu dönemde KOBİ'lerle ilgili özel bir çalışmamız olacak. KOBİ'lerin önemini gelişmiş ve gelişen ülkelerin gündemine getireceğiz. En az gelişmiş ülke grubu ile gelişmiş ülkeler arasında köprü görevi yapacağız'
Gördüğünüz gibi Kobiler, artık KOBİ mantığıyla yönetilmeyecek. Bir 'Büyük Fikir'in içinde ufku geniş bir ekonomik modelin parçası olarak maksimum verimlilik ölçekleriyle yeniden ele alınacaklar. Kobiler Feodal dönem özelliklerinden de kurtarılarak küresel koşullara uyarlanacaklar. En azından ümidimiz bu.
Yorgan, dünyadır çünkü.