‘Riskinizi iyi yönetin!’
27 ARALIK 2012
Anlamakta en zorlandığım kavramlardan. Adı üstünde. Risk… Niye yönetelim ki?.. Hiç almayız, olur biter (!)… Ancak o zaman da ‘no risk no win’ (risk yoksa kazanç da yok) ilkesine takılıyorsunuz… E ne yapacağız? Alacağız riski ama ‘yöneterek’ alacağız. Risk tarafından ‘yönetilerek’ değil… Demesi kolay, uygulaması o kadar kolay değil… Boşuna şirketlerde CRO’lar (Chief Risk Officer’ler) türememiş…
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, “2013 Yılında Para ve Kur Politikası” konu başlıklı basın toplantısı adeta bir ‘ekonomi dersi’ gibi geçmiş. 2015 yılı enflasyon hedefini de ilk kez açıkladığı bu toplantıda Başçı, özetle “Merkez Bankası dövizdeki dalgalanmaların dalga boyunu azaltacakmış, o zaman ben de risk alayım dememek lazım. Dünyada ne olacağı belli olmaz” demiş.
Ben Merkez Bankası Başkanımızın sözlerini ciddiye alıp, kendisini de takdir edenlerdenim. Erdem Başçı, yıl içinde "TL bu yıl doları yener" dediğinde öngörüsünü eleştirenler olmasına rağmen, yıl sonu verileri Başkanı doğruluyorsa finansın güvenilir ellerde olduğu konusunda kuşkuya düşmemek lazım. (Bkz: Osman Saffet Arolat’ın “Merkezin verdiği doğru sinyal ve Dolar” başlıklı yazısı. Dünya gazetesi. 25.12.2012). Başçı’yı en iyi anlayıp yorumlayanlardan biri de hiç şüphesiz Prof. Dr. Kerem Alkin. Sayın başkanın konuşmalarını kaçırmış ya da anlamakta (benim gibi) zorlanmış olabilirsiniz. O zaman Alkin’e Bloomberg’de kulak vermenizde yarar var…
Finans kapitalin derin bunalımının bize muhtemel olumsuz yansımalarını hesaba katarak ‘riski iyi ve doğru yönetmek’ kadar, ülkede sağlanan mali disiplinin de yurtdışında “kamu diplomasisi aracı” olarak iyi değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizmek lazım.
Moody’s Fitch gibi kredi değerlendirme kuruluşlarının geçmiş dönemlerde Türkiye hakkında kestiği raconları, örneğin “Seçimler sonrasındaki politik ortamın çok daha dinamik olmasını beklerdik. Büyüyen iç ve dış dengesizliklerin kontrol edilememesi durumunda kredi notu üzerinde olumsuz etki yaratabilecektir” türünden ifadelerini hatırlayalım. Bu hayali “kamu diplomasisi salvoları”ndan ne kadar istifade ettikleri meçhul. Bizimse kendi gerçeğimizden ve dünyanın dalgalı kriz okyanusunda güvenilir bir liman oluşturma başarısından yola çıkan “kamu diplomasisi atakları”nı uygulamaya sokmamız lazım.
Türkiye’nin ekonomik istikrarının yabancı kamuoyu nezdinde iletişiminin yapılmasında şu bir numaralı kuralın hatırlanmasında yarar var:
“Eğer sen kamuoyunu en hızlı ve doğru şekilde bilgilendirmezsen, kamuoyu kendi kendine bilgi kaynaklarını yaratır. Bu da senin kontrolün dışında gerçekleşir.”
‘Yabancı kamuoyu’ başlığı altında belirlenecek muhatap ya da hedef kitlenin, özellikle gezegeni sarsan bu küresel kriz döneminde Türkiye’nin ekonomi politikalarındaki sağlıklı gidişattan haberdar olması ve takdir etmesinin ülkemize sağlayacağı itibar katma değeri göz ardı edilemeyecek ölçüde büyüktür. Malum, bir ülkenin izlediği politikaların dünyada kabul ve takdir görmesi, aynı zamanda o ülkenin “yumuşak güç” (soft power) kapasitesinin de ifadesidir. (Bkz. Gaye Aslı Sancak, Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Halkla İlişkiler)
Dünyada ve dünyaya karşı her türlü riski yönetmek, güçlenmek markalarını koruyup kollamak için...
Dikkat: Yılbaşı tebriki üzebilir…
Yılbaşı ve bayramlar yaklaşmıyor mu, yay gibi geriliyorum… Bir mail ve SMS bombardımanıdır gidiyor. Hiç tanımadığım, bilmediği şirketler ve kişilerden tebrik yağmuru… Bedava ya… Bir yerden ele geçir e-posta adresini ya da cep telefonunu… Bir adet ‘Eminönü, Yeni Cami altındaki tünelde satılan tablo estetiği’ düzeyini aşamamış, ‘kitsch’ mi ‘kitsch’ hazır elektronik tebrik kartı seç. Toplu gönderime bağla… Bir klik… Yallah… Oldu sana tebrik…
Bir de bazı hitaplar var ki bayılıyorum. ‘Sevgili paydaşımız’… Nereden paydaşın oldum senin?.. Ya da ‘Değerli iş ortağımız’… ‘dert ortağı’ gibi… Bazı toplu gönderimlerde tek tek adla hitap edemiyorlar ya… Uydur kaydır bir hitap tarzı ‘yaratmaya’ çalışıyorlar… Sonra da bunu ‘iletişim’, ‘ilişki’ yönetimi adına yaptıklarına inandırıyorlar kendilerini…
Bilmiyorlar ki, elektronik haberleşme, insanların en itici bulduğu ve ‘ilişki değeri’ olarak 5’inci sıraya koyduğu bir haberleşme aracı… Tamamen ters tepebilir yani… Ayrıca uzmanlar açıkladılar. Lüzumsuz mail’lere bakmak, insanın zekâsını 15 puan falan düşürebiliyormuş…
Allah rızası için rica ediyorum: Benim yılbaşımı, e-mail, sms, facebook, twitter, linkedin üzerinden mesajla, ya da sekreterinizin tel zımbayla bir karta iliştirdiği ‘matbu’ malzeme ile kutlamayın...
En harikası yüz yüze görüşmek. Olmadı telefon var. Olmadı el yazısıyla isme hitaben yazılmış notlar var…
Siyasi iletişimin el kitabı
İletişim alanında Batı’dan kopyalanmadan yazılmış o kadar az kitap vardır ki… Kriz iletişimi dediğinizde, onca yıldır dönüp dolaşıp iki olaydan, onlar da tabii ki yurt dışından, söz eder durur herkes: Exxon Valdes (1989) ve Tylenol (1982) krizleri… Kendini ve dünyayı mahvetmiş olan BP’den söz edenlerine bile zor rastlarsınız… Sanki Türkiye’de hiç kriz olmazmış gibi…
O nedenle Türkiye kökenli her özgün çalışma dikkatimi çeker… Elimde Dr. Rafet Aykut Akay imzalı bir doktora tezi var. Nobel Yayınlarından ‘Siyasal İletişim Danışmanı’ başlığı ile çıkmış… Bilimsel yanını, araştırma yönteminin yeterli olup olmadığını tartışmak haddimi aşar. Ancak pratikle ilişkilendirilmiş olması, konunun derlenip toparlanma tarzı ve yüzyüze görüşülmüş olan iletişim uzmanlarının (özellikle bazı ustaların) seçimiyle hayli dikkatimi çekti.
Önümüz seçim. Herkes her şeyi biliyor ya… “Siyasi iletişimi ben bilmem”, diyene rastlayamayacağınız günümüz dünyasında bir nebze olsun size ışık tutabilir…
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, “2013 Yılında Para ve Kur Politikası” konu başlıklı basın toplantısı adeta bir ‘ekonomi dersi’ gibi geçmiş. 2015 yılı enflasyon hedefini de ilk kez açıkladığı bu toplantıda Başçı, özetle “Merkez Bankası dövizdeki dalgalanmaların dalga boyunu azaltacakmış, o zaman ben de risk alayım dememek lazım. Dünyada ne olacağı belli olmaz” demiş.
Ben Merkez Bankası Başkanımızın sözlerini ciddiye alıp, kendisini de takdir edenlerdenim. Erdem Başçı, yıl içinde "TL bu yıl doları yener" dediğinde öngörüsünü eleştirenler olmasına rağmen, yıl sonu verileri Başkanı doğruluyorsa finansın güvenilir ellerde olduğu konusunda kuşkuya düşmemek lazım. (Bkz: Osman Saffet Arolat’ın “Merkezin verdiği doğru sinyal ve Dolar” başlıklı yazısı. Dünya gazetesi. 25.12.2012). Başçı’yı en iyi anlayıp yorumlayanlardan biri de hiç şüphesiz Prof. Dr. Kerem Alkin. Sayın başkanın konuşmalarını kaçırmış ya da anlamakta (benim gibi) zorlanmış olabilirsiniz. O zaman Alkin’e Bloomberg’de kulak vermenizde yarar var…
Finans kapitalin derin bunalımının bize muhtemel olumsuz yansımalarını hesaba katarak ‘riski iyi ve doğru yönetmek’ kadar, ülkede sağlanan mali disiplinin de yurtdışında “kamu diplomasisi aracı” olarak iyi değerlendirilmesi gerektiğinin de altını çizmek lazım.
Moody’s Fitch gibi kredi değerlendirme kuruluşlarının geçmiş dönemlerde Türkiye hakkında kestiği raconları, örneğin “Seçimler sonrasındaki politik ortamın çok daha dinamik olmasını beklerdik. Büyüyen iç ve dış dengesizliklerin kontrol edilememesi durumunda kredi notu üzerinde olumsuz etki yaratabilecektir” türünden ifadelerini hatırlayalım. Bu hayali “kamu diplomasisi salvoları”ndan ne kadar istifade ettikleri meçhul. Bizimse kendi gerçeğimizden ve dünyanın dalgalı kriz okyanusunda güvenilir bir liman oluşturma başarısından yola çıkan “kamu diplomasisi atakları”nı uygulamaya sokmamız lazım.
Türkiye’nin ekonomik istikrarının yabancı kamuoyu nezdinde iletişiminin yapılmasında şu bir numaralı kuralın hatırlanmasında yarar var:
“Eğer sen kamuoyunu en hızlı ve doğru şekilde bilgilendirmezsen, kamuoyu kendi kendine bilgi kaynaklarını yaratır. Bu da senin kontrolün dışında gerçekleşir.”
‘Yabancı kamuoyu’ başlığı altında belirlenecek muhatap ya da hedef kitlenin, özellikle gezegeni sarsan bu küresel kriz döneminde Türkiye’nin ekonomi politikalarındaki sağlıklı gidişattan haberdar olması ve takdir etmesinin ülkemize sağlayacağı itibar katma değeri göz ardı edilemeyecek ölçüde büyüktür. Malum, bir ülkenin izlediği politikaların dünyada kabul ve takdir görmesi, aynı zamanda o ülkenin “yumuşak güç” (soft power) kapasitesinin de ifadesidir. (Bkz. Gaye Aslı Sancak, Kamu Diplomasisi ve Uluslararası Halkla İlişkiler)
Dünyada ve dünyaya karşı her türlü riski yönetmek, güçlenmek markalarını koruyup kollamak için...
Dikkat: Yılbaşı tebriki üzebilir…
Yılbaşı ve bayramlar yaklaşmıyor mu, yay gibi geriliyorum… Bir mail ve SMS bombardımanıdır gidiyor. Hiç tanımadığım, bilmediği şirketler ve kişilerden tebrik yağmuru… Bedava ya… Bir yerden ele geçir e-posta adresini ya da cep telefonunu… Bir adet ‘Eminönü, Yeni Cami altındaki tünelde satılan tablo estetiği’ düzeyini aşamamış, ‘kitsch’ mi ‘kitsch’ hazır elektronik tebrik kartı seç. Toplu gönderime bağla… Bir klik… Yallah… Oldu sana tebrik…
Bir de bazı hitaplar var ki bayılıyorum. ‘Sevgili paydaşımız’… Nereden paydaşın oldum senin?.. Ya da ‘Değerli iş ortağımız’… ‘dert ortağı’ gibi… Bazı toplu gönderimlerde tek tek adla hitap edemiyorlar ya… Uydur kaydır bir hitap tarzı ‘yaratmaya’ çalışıyorlar… Sonra da bunu ‘iletişim’, ‘ilişki’ yönetimi adına yaptıklarına inandırıyorlar kendilerini…
Bilmiyorlar ki, elektronik haberleşme, insanların en itici bulduğu ve ‘ilişki değeri’ olarak 5’inci sıraya koyduğu bir haberleşme aracı… Tamamen ters tepebilir yani… Ayrıca uzmanlar açıkladılar. Lüzumsuz mail’lere bakmak, insanın zekâsını 15 puan falan düşürebiliyormuş…
Allah rızası için rica ediyorum: Benim yılbaşımı, e-mail, sms, facebook, twitter, linkedin üzerinden mesajla, ya da sekreterinizin tel zımbayla bir karta iliştirdiği ‘matbu’ malzeme ile kutlamayın...
En harikası yüz yüze görüşmek. Olmadı telefon var. Olmadı el yazısıyla isme hitaben yazılmış notlar var…
Siyasi iletişimin el kitabı
İletişim alanında Batı’dan kopyalanmadan yazılmış o kadar az kitap vardır ki… Kriz iletişimi dediğinizde, onca yıldır dönüp dolaşıp iki olaydan, onlar da tabii ki yurt dışından, söz eder durur herkes: Exxon Valdes (1989) ve Tylenol (1982) krizleri… Kendini ve dünyayı mahvetmiş olan BP’den söz edenlerine bile zor rastlarsınız… Sanki Türkiye’de hiç kriz olmazmış gibi…
O nedenle Türkiye kökenli her özgün çalışma dikkatimi çeker… Elimde Dr. Rafet Aykut Akay imzalı bir doktora tezi var. Nobel Yayınlarından ‘Siyasal İletişim Danışmanı’ başlığı ile çıkmış… Bilimsel yanını, araştırma yönteminin yeterli olup olmadığını tartışmak haddimi aşar. Ancak pratikle ilişkilendirilmiş olması, konunun derlenip toparlanma tarzı ve yüzyüze görüşülmüş olan iletişim uzmanlarının (özellikle bazı ustaların) seçimiyle hayli dikkatimi çekti.
Önümüz seçim. Herkes her şeyi biliyor ya… “Siyasi iletişimi ben bilmem”, diyene rastlayamayacağınız günümüz dünyasında bir nebze olsun size ışık tutabilir…