Müphemiyeti ortadan kaldırmadan olmaz
18.03.2014 yeni Şafak
Mesleğimiz gereği iş dünyasında hangi pozisyonda olursa olsun iletişim veilişki halinde olduğumuz pek çok üst düzey yönetici aynı soruyu soruyor: 'Ne olacak ülkenin hali?'
Müphemiyet (belirsizlik) ve ona bağlı kaygılar almış başını gitmiş...
'İş dünyası' denildiğinde yine beyinlerdeki karpuz efekti devreye giriyor...
Patronları 'İktidardan yana ve iktidara karşı' diye ayıran ve olup bitenlerin veri düzeyini külliyen reddederek, his düzeyi ile dünyaya bakanların içine düştükleri şaşkın atmosferin yarattığı aymazlıklardan sıyrılmazsak işimiz zor. Daha düne kadar bazı PR şirketleri bile 'Cemaate yakınız!' diye 'Cemaate yakın' kuruluşlardan iş almaya
çalışmıyorlar mıydı?
Üretiminin hem Anadolu'da hem global pazarlarda karşılığını bulabildiği, hayatın çarklarını döndüren o büyük kan dolaşımının aortlarını zihinlerde kestirip atmak toptancılığının bedelini kimler ödeyecek? İş dünyasının, (kısmen politize olsa da), nihayetinde asıl meselesi elbette ekonominin işlerliğidir. Türkiye'nin dünya piyasalarındaki reytingidir. Doların inişi çıkışıdır...
Kendi denizlerinin kıyılarına doğru hızlı kulaçlar atarak yüzenlerin arkalarına dönüp bakması, bu devasa iş dünyasının üzerine çökmekte olan 'müphemiyet sisi'ni görmeleri sadece gereklilik değil, aynı zamanda zorunluluktur.
Hem 'İhanet ve devlet içindeki devlet' hem de, 'Yolsuzluklar' algısı, her ikisi birden ahlâki erozyonun kara bulutlarıdır. Bu iki algı bulutunun, karpuz efektiyle birbirlerinden koparak birbirlerine uzaklaşanların, aralarındaki boşluğa nasıl da hızla düştüğünü görmeleri ve doğal karşılanan tansiyonu yükseltirken bu alanlardaki belirsizliği, karanlığı aralamayı da katiyen ihmal etmemeleri gerekmektedir.
Bilgi ve bilgelikten geçtik, en azından veride anlaşabilsek... Örneğin Konda, ANAR, Denge, Genar, Pollmark, Metropoll gibi, güvenilir siyasi navigasyon aletlerini önümüze koyan araştırma şirketlerinin verilerine hakkını vererek itibar edildiğinde siyah algı bulutlarını dağıtmanın adımları da atılmış olur. 30 Mart'a kilitlenmenin anlamı bu verilerden geçmektedir.
Siyasi iletişim, kolunuzun altına alıp yola çıktığınız kavramların yıpratılmasına, değerinden yitirilmesine izin vermeme sanatıdır. Aynı zamanda rakiplerin kolunun altına alıp yola çıktığı kavramları da küçümsememe refleksi...
Hiçbir dönemle kıyas kabul etmeyecek kadar alışılmışa aykırı bir iklimde sahne alan bugünlerin siyaset dünyasındaki erozyona dikkat çekmek ve 'sağduyu' arayışında ısrarlı olmak aynı zamanda bugünün görevi de.
Siyasi iletişimin bugün önündeki en önemli görev, 'müphemiyet bulutlarını' ortadan kaldırmaktır...
Çanakkale 18 Mart'a hazır. Ya biz?..
Ülke ve kent markası yönetiminin en önemli öğelerinden biri hiç şüphesiz kentlerle özdeşleşmiş olan simgeleşmiş mimari yapılardır...
Bu yapıların altını çizmenin ve onları gündüz ve gece olanca etki güçleriyle ortaya çıkarmanın en önemli yolu 'usulü veçhile' ışıklandırılmalarıdır. Öyle oradan buradan projektör tutarak değil; dediğimiz gibi usulü veçhile, gerekli estetik ve teknik kaygıyı taşıyarak...
Bu işi iyi yaptığı bilinen kuruluşlardan biri olan Philips'in Türkiye'deki son projesi de geçenlerde devreye girmiş: Çanakkale Şehitleri Anıtı
Paris'teki Eyfel Kulesi'nden, Londra'daki Big Ben'e; İstanbul'daki boğaz köprülerinden Atina'daki Akropolis'e kadar dünya çapında birçok önemli aydınlatma projesine imza atmış olan Philips, ulusal tarihimizin en önemli simgesel yapılarından biri olan Anıtı, LED teknolojisi kullanılarak aydınlatmış.
Philips'in Türkiye'deki diğer bazı projeleri şöyle: Bursa Ulu Camii, Bursa ve İzmir saat kuleleri, İzmir Tarihi Asansör Binası, İstanbul boğaz köprüleri, Kuleli Askeri Lisesi.
Türkiye'de yaratılan gerginliğin içinde bu özel günün manasının kaynayıp gitmemesi adına, anıtın fotoğraflarına bir göz atmakta, dönem filmlerini izlemekte hatta bölgeye bir gezi düzenlemekte ne büyük yararlar vardır...
Müphemiyet (belirsizlik) ve ona bağlı kaygılar almış başını gitmiş...
'İş dünyası' denildiğinde yine beyinlerdeki karpuz efekti devreye giriyor...
Patronları 'İktidardan yana ve iktidara karşı' diye ayıran ve olup bitenlerin veri düzeyini külliyen reddederek, his düzeyi ile dünyaya bakanların içine düştükleri şaşkın atmosferin yarattığı aymazlıklardan sıyrılmazsak işimiz zor. Daha düne kadar bazı PR şirketleri bile 'Cemaate yakınız!' diye 'Cemaate yakın' kuruluşlardan iş almaya
çalışmıyorlar mıydı?
Üretiminin hem Anadolu'da hem global pazarlarda karşılığını bulabildiği, hayatın çarklarını döndüren o büyük kan dolaşımının aortlarını zihinlerde kestirip atmak toptancılığının bedelini kimler ödeyecek? İş dünyasının, (kısmen politize olsa da), nihayetinde asıl meselesi elbette ekonominin işlerliğidir. Türkiye'nin dünya piyasalarındaki reytingidir. Doların inişi çıkışıdır...
Kendi denizlerinin kıyılarına doğru hızlı kulaçlar atarak yüzenlerin arkalarına dönüp bakması, bu devasa iş dünyasının üzerine çökmekte olan 'müphemiyet sisi'ni görmeleri sadece gereklilik değil, aynı zamanda zorunluluktur.
Hem 'İhanet ve devlet içindeki devlet' hem de, 'Yolsuzluklar' algısı, her ikisi birden ahlâki erozyonun kara bulutlarıdır. Bu iki algı bulutunun, karpuz efektiyle birbirlerinden koparak birbirlerine uzaklaşanların, aralarındaki boşluğa nasıl da hızla düştüğünü görmeleri ve doğal karşılanan tansiyonu yükseltirken bu alanlardaki belirsizliği, karanlığı aralamayı da katiyen ihmal etmemeleri gerekmektedir.
Bilgi ve bilgelikten geçtik, en azından veride anlaşabilsek... Örneğin Konda, ANAR, Denge, Genar, Pollmark, Metropoll gibi, güvenilir siyasi navigasyon aletlerini önümüze koyan araştırma şirketlerinin verilerine hakkını vererek itibar edildiğinde siyah algı bulutlarını dağıtmanın adımları da atılmış olur. 30 Mart'a kilitlenmenin anlamı bu verilerden geçmektedir.
Siyasi iletişim, kolunuzun altına alıp yola çıktığınız kavramların yıpratılmasına, değerinden yitirilmesine izin vermeme sanatıdır. Aynı zamanda rakiplerin kolunun altına alıp yola çıktığı kavramları da küçümsememe refleksi...
Hiçbir dönemle kıyas kabul etmeyecek kadar alışılmışa aykırı bir iklimde sahne alan bugünlerin siyaset dünyasındaki erozyona dikkat çekmek ve 'sağduyu' arayışında ısrarlı olmak aynı zamanda bugünün görevi de.
Siyasi iletişimin bugün önündeki en önemli görev, 'müphemiyet bulutlarını' ortadan kaldırmaktır...
Çanakkale 18 Mart'a hazır. Ya biz?..
Ülke ve kent markası yönetiminin en önemli öğelerinden biri hiç şüphesiz kentlerle özdeşleşmiş olan simgeleşmiş mimari yapılardır...
Bu yapıların altını çizmenin ve onları gündüz ve gece olanca etki güçleriyle ortaya çıkarmanın en önemli yolu 'usulü veçhile' ışıklandırılmalarıdır. Öyle oradan buradan projektör tutarak değil; dediğimiz gibi usulü veçhile, gerekli estetik ve teknik kaygıyı taşıyarak...
Bu işi iyi yaptığı bilinen kuruluşlardan biri olan Philips'in Türkiye'deki son projesi de geçenlerde devreye girmiş: Çanakkale Şehitleri Anıtı
Paris'teki Eyfel Kulesi'nden, Londra'daki Big Ben'e; İstanbul'daki boğaz köprülerinden Atina'daki Akropolis'e kadar dünya çapında birçok önemli aydınlatma projesine imza atmış olan Philips, ulusal tarihimizin en önemli simgesel yapılarından biri olan Anıtı, LED teknolojisi kullanılarak aydınlatmış.
Philips'in Türkiye'deki diğer bazı projeleri şöyle: Bursa Ulu Camii, Bursa ve İzmir saat kuleleri, İzmir Tarihi Asansör Binası, İstanbul boğaz köprüleri, Kuleli Askeri Lisesi.
Türkiye'de yaratılan gerginliğin içinde bu özel günün manasının kaynayıp gitmemesi adına, anıtın fotoğraflarına bir göz atmakta, dönem filmlerini izlemekte hatta bölgeye bir gezi düzenlemekte ne büyük yararlar vardır...