Müziği müzik yapan tonudur
7 Kasım 2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Şöyle düşündüm:
1. Başbakan siyasi iletişimi dilediği gibi yönetiyor.
2. Bunun çıktısı olarak gündemi sadece o belirliyor. Tabii ki onun onayı ve direktifi ile AK Parti kurmay ve kadroları...
3. 'Konu Yönetimi'nden farklı olarak 'Gündem belirleme', iletişim tekniği olarak üç alanda kullanılır: a. Bir karar almadan önce yanda ve karşıda olan görüşleri alıp kararı zenginleştirmek için; b. Alınmış olan bir kararın algılanmasını ve/veya kabulünü sağlamak adına, kararda bir etkisi olmayacak olsa da, tartışılmasının kapısını aralamak için; c. Eğer kamuoyu istemediğiniz bir konuda odaklanma eğilimi gösteriyorsa, o ortam ve konudan uzaklaşılmasını sağlamak için...
Bu üç seçenekten aklıma en çok yatanı b ve/veya c oldu...
Mesele değerlere bağlandığı zaman iletişim disiplininde akan sular durur. Hedef kitlesinin değerleriyle uyumlu bir konumlanma içinde olmayan, iletişimi o bağlamda yönetmeyen hiçbir kişi veya kuruluş hedefine ulaşamaz. Bir siyasi parti ve lider için ise bu durum misliyle geçerlidir.
Bu çerçevede Sayın Başbakanın çıkışını anlamak mümkündür. Katılmak, katılmamak ise herkesin kendi değerleri ve dünya görüşü ile belirleyeceği duruşuyla ilgili bir tavır mesesidir.
Meselenin bir de üslup noktası vardır. Neyi ne zaman söylediğiniz kadar, nasıl söylediğiniz...
Alman ata sözüdür. 'Müziği müzik yapan, tonudur' derler. (Der Ton macht die Musik.)...
Sayın Başbakan'ı üslubu yüzünden eleştirenler ise şu gerekçe ile karşılaşıyorlar: 'Başbakan'ın bu üslubu yeni değil ki... Başından beri bu 'tonla' konuşarak topluyor oyları. Değiştirmesi için hangi nedenleri sıralayabilirsiniz?'... Bu durumda siyaseten ne yanıt verilebilir, açıkçası kestirmek zor...
Siyasi iletişim açısından 'Öğrenci evlerine denetim getirme' tartışması, 'muhafazakâr' içeriğine karşılık belki de ambalajında taşıdığı 'karakol algısı' fiyongu nedeniyle bazı kesimleri ziyadesiyle rahatsız etmiştir...
Gelecek tasarımı söz konusu olduğunda geçmiş, bugün ve ileriye yönelik zaman dilimlerinin tümünü kuşatan şu tespit büyük önem kazanır: 'Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa yarını kaybedebiliriz.' Sayın Başbakan'ın vurgulayarak ifade ettiği 'muhafazakâr ve demokrat' gibi iki sağlam kavrama dayanan bir iletişim stratejisinin aksiyonları, kültür ve değerler açısından farklı renkler sunan dünya görüşleri tablosunun harmonisine ne kadar hizmet edeceği, o iddia ve siyaset sahibinin vereceği kararlarla şekillenir.
Değişim zor iştir... Hele de üst yapıdakiler... Eşler ya da arkadaşların birbirlerini değiştirmeye kalktıklarında ilişkilerin duvara tosladığını bilmeyenimiz yoktur. Değişime zorlamak söz konusu olduğunda, ilişkilerin tahammülle, çıkarları ön plana koyan sabır taşlarıyla, idare-i maslahatla da yürümeyeceğini hayat herkese gösterir.
Aslında 'saygı duvarı' yıkılmadıkça sabır taşları çatlamaz. Arkadaşlık ya da evliliği ayakta tutan saygıdır. Bu da az önce sözünü ettiğimiz 'ton'la ilgili bir haldir. 'Beni olduğum gibi kabul et' ya da 'Evlilik de, dostluk da fedakârlık gerektirir' gibi ilişki ve iletişim yönetimi açısından klişe sakızların, hâlâ hayatlarımızda yerini koruyabilmesinin bir numaralı nedeni de, işte bu 'saygı' temeliyle göbekten bağlıdır. Yorgun ilişkilerde edinilmesi gereken refleks, 'Birlikte değişmeyi becerebilmek'tir.
Siyasi iletişimde 'seçilmiş davranış'ın önemine bu sütunlarda defalarca değindik. Liderlerin 'içinden geldiği gibi konuşma' özgürlüğüne sahip olmadıklarını hatırlatırken, 'seçilmiş davranış' ile samimiyetin birbirleriyle tenakuz içinde olmadığının özellikle altını çizdik. Hedef kitlenin değerler manzumesi ise, onlara hitap edecek kişi ya da kuruluşun 'seçilmiş davranış' içeriğinin temel taşlarını oluşturur.
Dünkü gazetemizin manşetindeki 'Bu çocuklar bize emanet' ifadesinin samimiyetinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Çocuklarını ABD'ye eğitime göndermeye niyetlenen ailelerin en büyük meselesi de 'kültür ve değerler' ve de 'güvenlikle' ilgili değil mi?..
Anlamak ve anlamlandırmak, değişim serüveninin en önemli ilk iki adımı... Devletin sorumuluğu altındaki yurtların değerler meselesine yaklaşım, özel hayata müdahale midir değil midir, esas tartışılması gereken husus budur. Müdahale görüşünü savunanların, devletin sorumluluğunda olan tüm kurumlar için aynı yaklaşıma itibar etmeleri gerekmez mi? Örneğin kamusal alanların tamamında... Yarı hamilelik olmuyor biliyorsunuz...
Şöyle düşündüm:
1. Başbakan siyasi iletişimi dilediği gibi yönetiyor.
2. Bunun çıktısı olarak gündemi sadece o belirliyor. Tabii ki onun onayı ve direktifi ile AK Parti kurmay ve kadroları...
3. 'Konu Yönetimi'nden farklı olarak 'Gündem belirleme', iletişim tekniği olarak üç alanda kullanılır: a. Bir karar almadan önce yanda ve karşıda olan görüşleri alıp kararı zenginleştirmek için; b. Alınmış olan bir kararın algılanmasını ve/veya kabulünü sağlamak adına, kararda bir etkisi olmayacak olsa da, tartışılmasının kapısını aralamak için; c. Eğer kamuoyu istemediğiniz bir konuda odaklanma eğilimi gösteriyorsa, o ortam ve konudan uzaklaşılmasını sağlamak için...
Bu üç seçenekten aklıma en çok yatanı b ve/veya c oldu...
Mesele değerlere bağlandığı zaman iletişim disiplininde akan sular durur. Hedef kitlesinin değerleriyle uyumlu bir konumlanma içinde olmayan, iletişimi o bağlamda yönetmeyen hiçbir kişi veya kuruluş hedefine ulaşamaz. Bir siyasi parti ve lider için ise bu durum misliyle geçerlidir.
Bu çerçevede Sayın Başbakanın çıkışını anlamak mümkündür. Katılmak, katılmamak ise herkesin kendi değerleri ve dünya görüşü ile belirleyeceği duruşuyla ilgili bir tavır mesesidir.
Meselenin bir de üslup noktası vardır. Neyi ne zaman söylediğiniz kadar, nasıl söylediğiniz...
Alman ata sözüdür. 'Müziği müzik yapan, tonudur' derler. (Der Ton macht die Musik.)...
Sayın Başbakan'ı üslubu yüzünden eleştirenler ise şu gerekçe ile karşılaşıyorlar: 'Başbakan'ın bu üslubu yeni değil ki... Başından beri bu 'tonla' konuşarak topluyor oyları. Değiştirmesi için hangi nedenleri sıralayabilirsiniz?'... Bu durumda siyaseten ne yanıt verilebilir, açıkçası kestirmek zor...
Siyasi iletişim açısından 'Öğrenci evlerine denetim getirme' tartışması, 'muhafazakâr' içeriğine karşılık belki de ambalajında taşıdığı 'karakol algısı' fiyongu nedeniyle bazı kesimleri ziyadesiyle rahatsız etmiştir...
Gelecek tasarımı söz konusu olduğunda geçmiş, bugün ve ileriye yönelik zaman dilimlerinin tümünü kuşatan şu tespit büyük önem kazanır: 'Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa yarını kaybedebiliriz.' Sayın Başbakan'ın vurgulayarak ifade ettiği 'muhafazakâr ve demokrat' gibi iki sağlam kavrama dayanan bir iletişim stratejisinin aksiyonları, kültür ve değerler açısından farklı renkler sunan dünya görüşleri tablosunun harmonisine ne kadar hizmet edeceği, o iddia ve siyaset sahibinin vereceği kararlarla şekillenir.
Değişim zor iştir... Hele de üst yapıdakiler... Eşler ya da arkadaşların birbirlerini değiştirmeye kalktıklarında ilişkilerin duvara tosladığını bilmeyenimiz yoktur. Değişime zorlamak söz konusu olduğunda, ilişkilerin tahammülle, çıkarları ön plana koyan sabır taşlarıyla, idare-i maslahatla da yürümeyeceğini hayat herkese gösterir.
Aslında 'saygı duvarı' yıkılmadıkça sabır taşları çatlamaz. Arkadaşlık ya da evliliği ayakta tutan saygıdır. Bu da az önce sözünü ettiğimiz 'ton'la ilgili bir haldir. 'Beni olduğum gibi kabul et' ya da 'Evlilik de, dostluk da fedakârlık gerektirir' gibi ilişki ve iletişim yönetimi açısından klişe sakızların, hâlâ hayatlarımızda yerini koruyabilmesinin bir numaralı nedeni de, işte bu 'saygı' temeliyle göbekten bağlıdır. Yorgun ilişkilerde edinilmesi gereken refleks, 'Birlikte değişmeyi becerebilmek'tir.
Siyasi iletişimde 'seçilmiş davranış'ın önemine bu sütunlarda defalarca değindik. Liderlerin 'içinden geldiği gibi konuşma' özgürlüğüne sahip olmadıklarını hatırlatırken, 'seçilmiş davranış' ile samimiyetin birbirleriyle tenakuz içinde olmadığının özellikle altını çizdik. Hedef kitlenin değerler manzumesi ise, onlara hitap edecek kişi ya da kuruluşun 'seçilmiş davranış' içeriğinin temel taşlarını oluşturur.
Dünkü gazetemizin manşetindeki 'Bu çocuklar bize emanet' ifadesinin samimiyetinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Çocuklarını ABD'ye eğitime göndermeye niyetlenen ailelerin en büyük meselesi de 'kültür ve değerler' ve de 'güvenlikle' ilgili değil mi?..
Anlamak ve anlamlandırmak, değişim serüveninin en önemli ilk iki adımı... Devletin sorumuluğu altındaki yurtların değerler meselesine yaklaşım, özel hayata müdahale midir değil midir, esas tartışılması gereken husus budur. Müdahale görüşünü savunanların, devletin sorumluluğunda olan tüm kurumlar için aynı yaklaşıma itibar etmeleri gerekmez mi? Örneğin kamusal alanların tamamında... Yarı hamilelik olmuyor biliyorsunuz...