Özgüven doğru yönetilirse...
30 KASIM 2011
Özel hayatımızda veya kurumsal iletişim süreçlerinde özellikle ‘dil belası’ yüzünden ortaya çıkmış sorunlar karşısında ne yaparız? Yunus Emre’nin meşhur ‘Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı” ifadesini hatırlatan yol ayrımlarından söz ediyorum... Böylesi durumlarda o muhteşem iki sözcüğü yardımınıza çağırma konusunda direnç göstermeyin, derim: ‘Özür dilerim!’
Özür dilemeyi bilmeyenlerin, bağışlama konusunda cimri olanlar kadar kusurlu olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.
Özür dileme biçimlerinin şahını ve belki de en şahanesini Leonard Cohen’den az mı dinledik: “I’m Your Man” adlı şarkısında ne diyordu?
“Bir erkek diz çöküp yalvarmadan bir kadını asla geri kazanamadı.”
***
İş, aradan geçen zamanlar nedeniyle güncelliğinden epeyce yitirmiş, eskimiş hükümet politikalarına, özellikle de çalkantılı, sancılı yıllara dair ve haksızlığı, acımasızlığı tartışmasız kabul edilen tarih ve insanlık derslerine gelince, (Örneğin; Dersim ya da İstiklal Mahkemeleri’nin aldığı kararlarla yürürlüğe sokulan idamlar veya Varlık Vergisi yasasının uygulanışı) bu derslerin gündelik siyasete ‘malzeme’ olarak sunulmasında ‘hüzünlü’ bir taraf gördüğümü ifade etmeden geçmek istemem.
Taraf Gazetesi’nde Tan Oral’ın karikatürüne bu duygularla baktım. Kerli ferli üç adam üzerinde ‘tarih’ yazan kitabın bulunduğu masa çevresinde çok ciddi bir istişarede bulunduklarını gösteren yüz ifadeleri ile “Tartışalım, açıklayalım, yüzleşelim, özür dileyelim’ diyorlar. Karikatürün alt yazısı da şöyle: “O günün şartlarından bu günün şartlarına...” Muhteşem bir karikatür.
‘Tarih’le tartışılmaz; ama gelecek adına ‘geçmiş’le sağlıklı yüzleşmenin koşullarını yaratmanın önemine inanmak lazım. Peki bu yüzleşme kendimize hasar verme ihtimalini göze almadan yapılabilir mi?
En sade kıstas olarak hemen akla gelen şu: Amerika Birleşik Devletleri kızılderililerden özür dilemeyi neden hiç denemedi acaba? Siyasi iktidarın zaafına işaret edebilecek “özür dileyen” ses tonundan bilinçli olarak uzak durulduğu için... Böyle yapmak yerine bu özürü, düşünce kuruluşları, sinema, televizyon gibi ‘kültürel kuşatma’ araçlarıyla ‘damardan’ enjekte etmek daha etkili sonuçlar verdiği için...
Almanya ise İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere uyguladığı vahşet nedeniyle kendi toplumuyla yüzleşmesini toplumsal katılımı sağlayarak başarabildi; siyaset arenasında laf dalaşı yaparak değil. Bizler ise, asker dahil, toplum olarak ‘darbelere’ karşı olduğumuzu henüz ifade edebilir hale geldik...
***
Devletler kolay kolay özür dilemezler... Sütten Çıkmış Ak Kaşık Devleti olmadıkları için...
Hiç kuşkusuz bir devlet, hangi coğrafya üzerinde bulunursa bulunsun, “Ak Kaşıklı Devlet” zihniyetine sahip olmalı. Tıpkı Almanya gibi, arayı çok fazla açmadan, alınlarındaki karayı silmeyi bilmeliler. Bu işin de “iki ruhlu ülke” algısından kurtulma çabalarının sonuçlarının alındığı, büyük toplumsal fay kırıkları arasındaki uçurumun kapandığı veya birbirine yaklaştığı dönemlerde söz konusu olabileceğinin aklı başında herkes farkında.
Aziz dostum Dücane Cündioğlu’nun ‘insana dair’ yaptığı şu tespitler, devletler için niçin geçerli olmasın?
“Özgüven eksikliği kötü yönetilirse gurura, iyi yönetilirse vakara dönüşür. Özgüven fazlalığı kötü yönetilirse kibire, iyi yönetilirse tevazua dönüşür.”
Türkiye büyük devlettir. Her büyük devlet gibi bu meseleyi de vakarla aşacaktır.
Başsağlığı: Seksenli yıllardaki dergicilik hayatımızın en güzel yıllarını beraber geçirdiğimiz Karacan Yayınları’nda özel anılarla andığımız arkadaşlarımız Ercan Altazlı, Ertan Gökemre’den sonra dün de sevgili Deniz Dağdelen’i kaybetmiş olmanın acısını yaşıyoruz. Ailesine ve yakınlarına sabır diliyorum.
Özür dilemeyi bilmeyenlerin, bağışlama konusunda cimri olanlar kadar kusurlu olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.
Özür dileme biçimlerinin şahını ve belki de en şahanesini Leonard Cohen’den az mı dinledik: “I’m Your Man” adlı şarkısında ne diyordu?
“Bir erkek diz çöküp yalvarmadan bir kadını asla geri kazanamadı.”
***
İş, aradan geçen zamanlar nedeniyle güncelliğinden epeyce yitirmiş, eskimiş hükümet politikalarına, özellikle de çalkantılı, sancılı yıllara dair ve haksızlığı, acımasızlığı tartışmasız kabul edilen tarih ve insanlık derslerine gelince, (Örneğin; Dersim ya da İstiklal Mahkemeleri’nin aldığı kararlarla yürürlüğe sokulan idamlar veya Varlık Vergisi yasasının uygulanışı) bu derslerin gündelik siyasete ‘malzeme’ olarak sunulmasında ‘hüzünlü’ bir taraf gördüğümü ifade etmeden geçmek istemem.
Taraf Gazetesi’nde Tan Oral’ın karikatürüne bu duygularla baktım. Kerli ferli üç adam üzerinde ‘tarih’ yazan kitabın bulunduğu masa çevresinde çok ciddi bir istişarede bulunduklarını gösteren yüz ifadeleri ile “Tartışalım, açıklayalım, yüzleşelim, özür dileyelim’ diyorlar. Karikatürün alt yazısı da şöyle: “O günün şartlarından bu günün şartlarına...” Muhteşem bir karikatür.
‘Tarih’le tartışılmaz; ama gelecek adına ‘geçmiş’le sağlıklı yüzleşmenin koşullarını yaratmanın önemine inanmak lazım. Peki bu yüzleşme kendimize hasar verme ihtimalini göze almadan yapılabilir mi?
En sade kıstas olarak hemen akla gelen şu: Amerika Birleşik Devletleri kızılderililerden özür dilemeyi neden hiç denemedi acaba? Siyasi iktidarın zaafına işaret edebilecek “özür dileyen” ses tonundan bilinçli olarak uzak durulduğu için... Böyle yapmak yerine bu özürü, düşünce kuruluşları, sinema, televizyon gibi ‘kültürel kuşatma’ araçlarıyla ‘damardan’ enjekte etmek daha etkili sonuçlar verdiği için...
Almanya ise İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere uyguladığı vahşet nedeniyle kendi toplumuyla yüzleşmesini toplumsal katılımı sağlayarak başarabildi; siyaset arenasında laf dalaşı yaparak değil. Bizler ise, asker dahil, toplum olarak ‘darbelere’ karşı olduğumuzu henüz ifade edebilir hale geldik...
***
Devletler kolay kolay özür dilemezler... Sütten Çıkmış Ak Kaşık Devleti olmadıkları için...
Hiç kuşkusuz bir devlet, hangi coğrafya üzerinde bulunursa bulunsun, “Ak Kaşıklı Devlet” zihniyetine sahip olmalı. Tıpkı Almanya gibi, arayı çok fazla açmadan, alınlarındaki karayı silmeyi bilmeliler. Bu işin de “iki ruhlu ülke” algısından kurtulma çabalarının sonuçlarının alındığı, büyük toplumsal fay kırıkları arasındaki uçurumun kapandığı veya birbirine yaklaştığı dönemlerde söz konusu olabileceğinin aklı başında herkes farkında.
Aziz dostum Dücane Cündioğlu’nun ‘insana dair’ yaptığı şu tespitler, devletler için niçin geçerli olmasın?
“Özgüven eksikliği kötü yönetilirse gurura, iyi yönetilirse vakara dönüşür. Özgüven fazlalığı kötü yönetilirse kibire, iyi yönetilirse tevazua dönüşür.”
Türkiye büyük devlettir. Her büyük devlet gibi bu meseleyi de vakarla aşacaktır.
Başsağlığı: Seksenli yıllardaki dergicilik hayatımızın en güzel yıllarını beraber geçirdiğimiz Karacan Yayınları’nda özel anılarla andığımız arkadaşlarımız Ercan Altazlı, Ertan Gökemre’den sonra dün de sevgili Deniz Dağdelen’i kaybetmiş olmanın acısını yaşıyoruz. Ailesine ve yakınlarına sabır diliyorum.