Parmak hesabı engelleme
21 Şubat 2015 yeni şafak
Muhalefet Meclis’te engelleme konusunda parmak hesabı yapıyor, diyorlar... “Her milletvekili iki soru önergesi verse... Bilmem ne kadar usul hakkında söz alınsa... Şu kadar kişi şu tür iç tüzük tartışması açsa... Anayasa’ya aykırılık şöyle bir dilekçe ile dile getirilip tartışma açılsa vb... 7 Haziran’ı bulur muyuz?.. Buluruz galiba...”
Bunun böyle olacağı belli değil miydi?.. Parlamenter demokrasinin, ilanihaye olmasa da, bir süreliğine böyle numaralarla kanunların çıkarılma süreçlerini kilitlemeye müsait bir yapısının olduğunu, bu tür ‘güzellik hatalarının’ yine ‘demokrasi sınırları içinde kalınarak’ nasıl aşılabileceğini tecrübeli AK Parti kurmayları bilmiyorlar mıydı?
Biliyorlardı herhalde...
Peki, provokasyonun başlayabileceğini?.. Kürsüye fiilî müdahale olabileceğini?.. Söz verilmemesinin bir çatışma vesilesi haline getirilebileceğini, bilmiyorlar olabilirler miydi?
Olamazdı herhalde...
Meclisteki itiş kakışın; hele de şiddetin ülkede bir numaralı gündem maddesiyken, millet iradesi nezdinde nasıl algılanacağını öngöremiyor olabilirler miydi?..
Olamazdı herhalde...
Peki, kamu iradesini ve vicdanını ayrıca seçmen davranışını sürekli yakından takip eden ve ölçümleyen AK Parti kurmaylarının, Meclis’te muhalefet tarafından bir meydan savaşına dönüştürülen ortamın hedef kitlelerde ne tür bir algı yaratacağını kestirememiş olmaları mümkün müydü?..
Mümkün değildi herhalde...
O halde geriye tek bir şık kalıyor: AK Parti kurmayları hadiselerin bu şekilde tezahürünü istiyorlar. Birkaç gündür bu tezahürün -eğer kasıtlı, planlı, programlı siyasi bir adımsa- hangi iş sonuçlarına hizmet ettiğini düşünmeye çalışıyoruz.
Bunu, zaman zaman AK Parti’ye atfedilen “gerginlik politikalarından nemalanma” sürecinin bir parçası olarak görenler olabilir. Ayrıca Samuel Huntington’ın Batı için söylediği “West against the Rest” (Batı herkese karşı) durumu yaratarak gündemi AK Parti lehine yönetmenin hafif agresif tonda bir uyarlaması gibi algılayanlar da olabilir.
Bizim görüşümüz ise bunlardan hiçbirine yakın değil. AK Parti sanki ittifaklarını yitirmiş çok fazla cephede tek başına savaşmanın gerginliğini yaşıyor.
Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, özellikle biraz da muhalefetin kiyafetsizliği nedeniyle, güle oynaya alacağı bir seçimin öncesinde ortamın kontrol dışı gerilmesine izin vermemeli.
Sayın Bülent Arınç’ın da belirttiği ünlü tespiti unutmamak lazım: ”Bize oy vermiyorlardı; ancak hiçbir zaman bu kadar düşmansı tavır takınmıyorlardı da.” AK Parti’yi 13 yıldır başarıyla iktidarda tutan sihirli 3İ formulünü zaafa uğratmamalı. Yani, İstişare, İkna, İttifak...
İttifaklar konusunda AK Parti’nin yalnız bırakılması stratejisinin akamete uğratılması şarttır. Bunun da yolu her zaman belirttiğimiz gibi sükûnet ve suhuletten uzaklaşmamaktan geçer.
İnançlı, inatçı, vizyoner, hedefine kilitlenmiş ancak her zamanki gibi akıllı ve sakin...
Aynen “One minute” olayında olduğu gibi yanındakinin kafasına bir şey geçirmeden, kesin fakat sakin tavır koyarak...
Hocayı sevsek de ona katılmamız mümkün değil
Zaman zaman anlaşamama konusunda çok iyi anlaştığımız Prof. Dr. Ali Atıf Bir Hoca Perşembe günü bizim, Filli Boya’nın kendi adını vermeden siyah ekran üzerine “Simsiyah” ve “#Özgecanİçin” yazan ilanı ile ilgili hem Kanal D’de söylediklerimize hem de Yeni Şafak’ta yazdıklarımıza karşı çıkmış. Demiş ki:
“Ortada bir “ölüm” olmasa, insanların duyargaları “ölüm” nedeniyle bu kadar açık olmasa Filli Boya’nın işindeki yaratıcılığa şapka çıkarılır ... Sonunda bir ölüm, yanında bir marka, arkasında da bir akıl var. Ben o aklı sorguluyorum; Özgecan sorgulayamayacağı ve Filli Boya’ya bu işle ilgili sorular soramayacağı için ...
İki gece önce Kanal D ana haberde Ali Saydam konuyla ilgili görüşlerini şöyle anlattı: “Logosunu koymaması çok önemli. Koysaydı tersine çalışırdı. O zaman fırsatçılık olurdu. Bence konuya dikkat çekmek için bundan daha güzel bir kampanya olamazdı. Algılama yönetimi diye aşağılayanlar var bazen. Bence bu algılama yönetiminin daniskası ve çok iyisi. Ne kadar para harcarsa harcasın firma itibarını bu kadar yükseltemezdi. O yüzden insanların düşüncelerinden çok duygularına hitap eden bu yaklaşıma ben helal olsun diyorum, alkışlıyorum” dedi.
Cüneyt Özdemir, firmanın sahibi Gözde Akpınar’ın canlı telefon bağlantısını kabul etmediğini söyledi. Akpınar’ın konuyla ilgili kendisine “Ben bunu içimden geldiği için yaptım, amacım bundan herhangi bir ticari fayda sağlamak değildi. Logomuzu bile koymadık. Özgecan’ın ailesinin acısının önüne geçmek istemiyorum şu anda. İzninizle konuşmak da istemiyorum” dediğini belirtti.
Ali Saydam’a ne yazık ki “helal olsun” konusunda katılamıyorum. Filli Boya’nın yaptığı iş kim ne derse desin ticari. Özü de ticari sonuçları da... Böyle olduğu için de “helal olsun” diye alkışlanıyor. Bu gerçekten ayıp ve Ali Saydam’ın böylesine etik dışı bir olayı meşrulaştırmasına gönül koydum. Hele de bırakalım reklam uzmanlığını, kurumsal iletişimci olarak yaptığına gönül koydum.
Reklamın sosyal amaçlarla, siyasi amaçlarla yan alan türleri vardır ama bu türler böyle kısa süreli vurkaç taktiklerle yapılan işler değildir. Filli Boya’nın Türkiye’de o kadar kadına yönelik şiddet varken bugüne kadar bunu sahiplendiği bir projesi yoktur.
Eğer son olayda Filli Boya’nın sahibi Gözde Akpınar çıkıp kendi adıyla ya da belki Betek (kurum) adıyla bir “tavır” sergileseydi bir şey demezdik ama “patronun” olaya karşı tepkisinin bir marka eliyle gösterilmesi, üstelik de TV’de gösterilmeyen markanın viral olarak dijitalde ittirilmesi etik değil.
Gözde Akpınar isteseydi daha az ticari algılanan bir yolla düşüncesini Türkiye’ye aktarabilir hatta aile olarak ekranları karartabilirdi. O zaman tepki dört dörtlük olurdu. Böyle olmadığı için teknik adıyla bu işe ben “ölümün istismarı” diyorum.”
“Sevgi anlaşmak değildir.” Biz anlaşmasak da hocayı severiz. Kendisine iletişim dersi vermek haddimize değildir. Uzmanlığımız tecrübemizden kaynaklanır. Ve tecrübemiz bize şunu söyler: “Algılamalar gerçektir. Çünkü insanlar algıladıklarına inanırlar.” Filli Boya ve sahibi Gözde hanımı sadece ben değil; bütün Türkiye alkışladı. Hocanın teorik tartışmasına belki saygı duyabiliriz ama katılmamız mümkün değildir.
Bunun böyle olacağı belli değil miydi?.. Parlamenter demokrasinin, ilanihaye olmasa da, bir süreliğine böyle numaralarla kanunların çıkarılma süreçlerini kilitlemeye müsait bir yapısının olduğunu, bu tür ‘güzellik hatalarının’ yine ‘demokrasi sınırları içinde kalınarak’ nasıl aşılabileceğini tecrübeli AK Parti kurmayları bilmiyorlar mıydı?
Biliyorlardı herhalde...
Peki, provokasyonun başlayabileceğini?.. Kürsüye fiilî müdahale olabileceğini?.. Söz verilmemesinin bir çatışma vesilesi haline getirilebileceğini, bilmiyorlar olabilirler miydi?
Olamazdı herhalde...
Meclisteki itiş kakışın; hele de şiddetin ülkede bir numaralı gündem maddesiyken, millet iradesi nezdinde nasıl algılanacağını öngöremiyor olabilirler miydi?..
Olamazdı herhalde...
Peki, kamu iradesini ve vicdanını ayrıca seçmen davranışını sürekli yakından takip eden ve ölçümleyen AK Parti kurmaylarının, Meclis’te muhalefet tarafından bir meydan savaşına dönüştürülen ortamın hedef kitlelerde ne tür bir algı yaratacağını kestirememiş olmaları mümkün müydü?..
Mümkün değildi herhalde...
O halde geriye tek bir şık kalıyor: AK Parti kurmayları hadiselerin bu şekilde tezahürünü istiyorlar. Birkaç gündür bu tezahürün -eğer kasıtlı, planlı, programlı siyasi bir adımsa- hangi iş sonuçlarına hizmet ettiğini düşünmeye çalışıyoruz.
Bunu, zaman zaman AK Parti’ye atfedilen “gerginlik politikalarından nemalanma” sürecinin bir parçası olarak görenler olabilir. Ayrıca Samuel Huntington’ın Batı için söylediği “West against the Rest” (Batı herkese karşı) durumu yaratarak gündemi AK Parti lehine yönetmenin hafif agresif tonda bir uyarlaması gibi algılayanlar da olabilir.
Bizim görüşümüz ise bunlardan hiçbirine yakın değil. AK Parti sanki ittifaklarını yitirmiş çok fazla cephede tek başına savaşmanın gerginliğini yaşıyor.
Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, özellikle biraz da muhalefetin kiyafetsizliği nedeniyle, güle oynaya alacağı bir seçimin öncesinde ortamın kontrol dışı gerilmesine izin vermemeli.
Sayın Bülent Arınç’ın da belirttiği ünlü tespiti unutmamak lazım: ”Bize oy vermiyorlardı; ancak hiçbir zaman bu kadar düşmansı tavır takınmıyorlardı da.” AK Parti’yi 13 yıldır başarıyla iktidarda tutan sihirli 3İ formulünü zaafa uğratmamalı. Yani, İstişare, İkna, İttifak...
İttifaklar konusunda AK Parti’nin yalnız bırakılması stratejisinin akamete uğratılması şarttır. Bunun da yolu her zaman belirttiğimiz gibi sükûnet ve suhuletten uzaklaşmamaktan geçer.
İnançlı, inatçı, vizyoner, hedefine kilitlenmiş ancak her zamanki gibi akıllı ve sakin...
Aynen “One minute” olayında olduğu gibi yanındakinin kafasına bir şey geçirmeden, kesin fakat sakin tavır koyarak...
Hocayı sevsek de ona katılmamız mümkün değil
Zaman zaman anlaşamama konusunda çok iyi anlaştığımız Prof. Dr. Ali Atıf Bir Hoca Perşembe günü bizim, Filli Boya’nın kendi adını vermeden siyah ekran üzerine “Simsiyah” ve “#Özgecanİçin” yazan ilanı ile ilgili hem Kanal D’de söylediklerimize hem de Yeni Şafak’ta yazdıklarımıza karşı çıkmış. Demiş ki:
“Ortada bir “ölüm” olmasa, insanların duyargaları “ölüm” nedeniyle bu kadar açık olmasa Filli Boya’nın işindeki yaratıcılığa şapka çıkarılır ... Sonunda bir ölüm, yanında bir marka, arkasında da bir akıl var. Ben o aklı sorguluyorum; Özgecan sorgulayamayacağı ve Filli Boya’ya bu işle ilgili sorular soramayacağı için ...
İki gece önce Kanal D ana haberde Ali Saydam konuyla ilgili görüşlerini şöyle anlattı: “Logosunu koymaması çok önemli. Koysaydı tersine çalışırdı. O zaman fırsatçılık olurdu. Bence konuya dikkat çekmek için bundan daha güzel bir kampanya olamazdı. Algılama yönetimi diye aşağılayanlar var bazen. Bence bu algılama yönetiminin daniskası ve çok iyisi. Ne kadar para harcarsa harcasın firma itibarını bu kadar yükseltemezdi. O yüzden insanların düşüncelerinden çok duygularına hitap eden bu yaklaşıma ben helal olsun diyorum, alkışlıyorum” dedi.
Cüneyt Özdemir, firmanın sahibi Gözde Akpınar’ın canlı telefon bağlantısını kabul etmediğini söyledi. Akpınar’ın konuyla ilgili kendisine “Ben bunu içimden geldiği için yaptım, amacım bundan herhangi bir ticari fayda sağlamak değildi. Logomuzu bile koymadık. Özgecan’ın ailesinin acısının önüne geçmek istemiyorum şu anda. İzninizle konuşmak da istemiyorum” dediğini belirtti.
Ali Saydam’a ne yazık ki “helal olsun” konusunda katılamıyorum. Filli Boya’nın yaptığı iş kim ne derse desin ticari. Özü de ticari sonuçları da... Böyle olduğu için de “helal olsun” diye alkışlanıyor. Bu gerçekten ayıp ve Ali Saydam’ın böylesine etik dışı bir olayı meşrulaştırmasına gönül koydum. Hele de bırakalım reklam uzmanlığını, kurumsal iletişimci olarak yaptığına gönül koydum.
Reklamın sosyal amaçlarla, siyasi amaçlarla yan alan türleri vardır ama bu türler böyle kısa süreli vurkaç taktiklerle yapılan işler değildir. Filli Boya’nın Türkiye’de o kadar kadına yönelik şiddet varken bugüne kadar bunu sahiplendiği bir projesi yoktur.
Eğer son olayda Filli Boya’nın sahibi Gözde Akpınar çıkıp kendi adıyla ya da belki Betek (kurum) adıyla bir “tavır” sergileseydi bir şey demezdik ama “patronun” olaya karşı tepkisinin bir marka eliyle gösterilmesi, üstelik de TV’de gösterilmeyen markanın viral olarak dijitalde ittirilmesi etik değil.
Gözde Akpınar isteseydi daha az ticari algılanan bir yolla düşüncesini Türkiye’ye aktarabilir hatta aile olarak ekranları karartabilirdi. O zaman tepki dört dörtlük olurdu. Böyle olmadığı için teknik adıyla bu işe ben “ölümün istismarı” diyorum.”
“Sevgi anlaşmak değildir.” Biz anlaşmasak da hocayı severiz. Kendisine iletişim dersi vermek haddimize değildir. Uzmanlığımız tecrübemizden kaynaklanır. Ve tecrübemiz bize şunu söyler: “Algılamalar gerçektir. Çünkü insanlar algıladıklarına inanırlar.” Filli Boya ve sahibi Gözde hanımı sadece ben değil; bütün Türkiye alkışladı. Hocanın teorik tartışmasına belki saygı duyabiliriz ama katılmamız mümkün değildir.