Russel Crowe'a destek nereye kadar?..
17.10.2013 - Yeni Şafak Gazetesi
Bu kez Russel Crowe dolaşıyor ortlıkta. Film çekecekmiş. Ne zaman Bond'lar, Liam Neeson'lar, Kapalıçarşı'nın damlarına (başka yer yokmuş gibi), İstanbul'un sona kalmış eciş bücüş sokaklarına, Türkiye markası algısını hasara uğratabilecek en geri kalmış görüntülerin içine dalsalar, içim cız ediyor.
Hollywood, Hıristiyan Batı'nın 'uyuzunu kaşımak' için oryantalizmin dibini vuracak film çekiyor diye, içim cız etmiyor… (Batı kamuoyunun, bizim bir türlü düzeltmeyi başaramadığımız, kendi yaptığımız filmlerle de büsbütün batırdığımız Türkiye algısı böyle.)
Türk sinemacılar gibi versinler mekân kira paralarını, istediklerini çeksinler. Umurumda olmaz. Benim canımı sıkan, aşağılık kompleksinin en âlâsı ile, bir de bunlara devlet ve belediye desteğini sonuna kadar sağlıyor oluşumuz. Neymiş? Bunların yapacakları filmle İstanbul tanıtılacakmış…
Fazla değil; böyle destek verdiğimiz filmler arasında bir tane, sadece bir tane Tükiye'nin marka konumlanmasına destek olacak yapıt gösterin, bu konuda bütün yazdıklarımı yalayıp yutayım…
Ama hayır. Başta magazin basını. Bir parlatma, bir abartma, demeyin gitsin… Daniel Craig'in son Bond filmi Skyfall, Liam Neeson'un üçüncüsü beklenen Taken 2, Clive Owen'ın The International'i, yönetmenliğini Mira Nair'in yaptığı The Reluctant Fundamentalist, Ben Affleck'in oynayıp yönettiği Argo… İzlemişsinizdir çoğunu… Hepsini hem resmi makamlarımız hem de medyamız acayip desteklemiştir… Sonuç: Tam tersi… Hepsi birer Anti-İstanbul propagandası… Hepsinde oluşan ve değiştirmek için yırtınmamız gereken çarpık Türkiye markası algısı… Bir de bizden biri (mesela Haluk Bilginer) bir iki tanesinde ufacık bir role çıktı mı, öyle bir sevindirik oluyoruz ki; en garibi de o durum zaten…
1958 yapımı 'Bonjour Tristesse'in (Merhaba Hüzün) sözsüz kısacık bir sahnede Muzaffer Tema, Jean Seberg'i dansa kaldırmıştı da, Türkiye'de film afişleri 'Tema Hollywood'da' diye inlemişti. Milli kültürümüze adam gibi sahip çıkamadığımızdan, sinema alanında kompleksimiz yeni değildir…
Yasaklayalım diyen yok…
Destekleyip kendi ayağımıza sıkmayalım bari…
Sponsor olunacaksa böyle olunmalı…
Kadınlar Dünya Kulüpler Voleybol Şampiyonası finalinde Vakıfbank'ın, Brezilya takımı Unilever Volei'yi 3-0 yenip şampiyon olmasının en önemli sonuçlarından biri FIVB Dünya Kulüplerarası Voleybol Şampiyonası tarihine eklenen göğüs kabartıcı şu tablo elbette:
1. VakıfBank (Türkiye), 2. Unilever Volei (Brezilya), 3. Guangdong Evergrande, (Çin), 4. Volero Zurich (İsviçre), 5. Iowa Ice (Amerika) ve 6. Kenya Prisons (Kenya).
Başarının getirip önümüze koyduğu ve üzerinde düşünülmesi gereken diğer önemli sonuçlardan biri de şu:
'Kime, kimlere, neden, niçin ve nasıl sponsor olunmalı?' sorusunun yanıtına başarıya ulaşmış sonuçlara bakarak ulaşılır. Sponsorluk katkısının nimetlerini görmeye başlayan her 'karar verici' konumundaki yönetici, aldıkları önemli karar konusunda yanılmamış olduklarını görmenin heyecanını da ayrıca kendi içinde yaşayacaktır.
Sadece vizyonlarını doğrulamış olan karar vericiler değil, bu türden örnek ve özendirici sonuçlar, iletişim dünyasına fikri katma değer katma çabası içinde olanlar için de çok önemli işaretler verir. Vakıfbank Spor Klubü'nün Facebook sitesine bakıldığında, '1 sezon, 5 kupa, 1 Şampiyon' başlığıyla bir sezon içine neler sığdırdıklarını görünce, saygıyla şapka çıkarıp selamlamamak elde değil. Nasıl bir disiplin ve azimle ve kendilerine maddi destek verenlerin de yüzünü ağartacak bir takım ruhuyla çalışıldığı, süreçlerin, 'öncesi-sırası-sonrası' evrelerinde gösterilen özen, 'sürdürülebilirlik' konusundaki en büyük güvence olmuştur.
Sponsorluğun 'olmazsa olmaz' bütün payandaları var bu işte. Bu konuda 'demini almış' en taze örneklerden biri olarak Vakıfbank'ın sponsorluğundaki takımın kurumun algısıyla örtüşmesinden başlayarak, süreklilik, tutarlılık, iş hedefiyle uyum, başarı gibi parametrelerde 'Bu iş başarılmıştır' notunu rahatlıkla verebilirsiniz.
Şike ve doping skandallarıyla dibe vurmuş Türk spor algısı üzerinden Türkiye markasına çok ciddi bir katma değer…
Benzer bir çalışmayı ve rolü özel sektör, diğer olimpik dallarda da üstlenebilir.
Bu kez Russel Crowe dolaşıyor ortlıkta. Film çekecekmiş. Ne zaman Bond'lar, Liam Neeson'lar, Kapalıçarşı'nın damlarına (başka yer yokmuş gibi), İstanbul'un sona kalmış eciş bücüş sokaklarına, Türkiye markası algısını hasara uğratabilecek en geri kalmış görüntülerin içine dalsalar, içim cız ediyor.
Hollywood, Hıristiyan Batı'nın 'uyuzunu kaşımak' için oryantalizmin dibini vuracak film çekiyor diye, içim cız etmiyor… (Batı kamuoyunun, bizim bir türlü düzeltmeyi başaramadığımız, kendi yaptığımız filmlerle de büsbütün batırdığımız Türkiye algısı böyle.)
Türk sinemacılar gibi versinler mekân kira paralarını, istediklerini çeksinler. Umurumda olmaz. Benim canımı sıkan, aşağılık kompleksinin en âlâsı ile, bir de bunlara devlet ve belediye desteğini sonuna kadar sağlıyor oluşumuz. Neymiş? Bunların yapacakları filmle İstanbul tanıtılacakmış…
Fazla değil; böyle destek verdiğimiz filmler arasında bir tane, sadece bir tane Tükiye'nin marka konumlanmasına destek olacak yapıt gösterin, bu konuda bütün yazdıklarımı yalayıp yutayım…
Ama hayır. Başta magazin basını. Bir parlatma, bir abartma, demeyin gitsin… Daniel Craig'in son Bond filmi Skyfall, Liam Neeson'un üçüncüsü beklenen Taken 2, Clive Owen'ın The International'i, yönetmenliğini Mira Nair'in yaptığı The Reluctant Fundamentalist, Ben Affleck'in oynayıp yönettiği Argo… İzlemişsinizdir çoğunu… Hepsini hem resmi makamlarımız hem de medyamız acayip desteklemiştir… Sonuç: Tam tersi… Hepsi birer Anti-İstanbul propagandası… Hepsinde oluşan ve değiştirmek için yırtınmamız gereken çarpık Türkiye markası algısı… Bir de bizden biri (mesela Haluk Bilginer) bir iki tanesinde ufacık bir role çıktı mı, öyle bir sevindirik oluyoruz ki; en garibi de o durum zaten…
1958 yapımı 'Bonjour Tristesse'in (Merhaba Hüzün) sözsüz kısacık bir sahnede Muzaffer Tema, Jean Seberg'i dansa kaldırmıştı da, Türkiye'de film afişleri 'Tema Hollywood'da' diye inlemişti. Milli kültürümüze adam gibi sahip çıkamadığımızdan, sinema alanında kompleksimiz yeni değildir…
Yasaklayalım diyen yok…
Destekleyip kendi ayağımıza sıkmayalım bari…
Sponsor olunacaksa böyle olunmalı…
Kadınlar Dünya Kulüpler Voleybol Şampiyonası finalinde Vakıfbank'ın, Brezilya takımı Unilever Volei'yi 3-0 yenip şampiyon olmasının en önemli sonuçlarından biri FIVB Dünya Kulüplerarası Voleybol Şampiyonası tarihine eklenen göğüs kabartıcı şu tablo elbette:
1. VakıfBank (Türkiye), 2. Unilever Volei (Brezilya), 3. Guangdong Evergrande, (Çin), 4. Volero Zurich (İsviçre), 5. Iowa Ice (Amerika) ve 6. Kenya Prisons (Kenya).
Başarının getirip önümüze koyduğu ve üzerinde düşünülmesi gereken diğer önemli sonuçlardan biri de şu:
'Kime, kimlere, neden, niçin ve nasıl sponsor olunmalı?' sorusunun yanıtına başarıya ulaşmış sonuçlara bakarak ulaşılır. Sponsorluk katkısının nimetlerini görmeye başlayan her 'karar verici' konumundaki yönetici, aldıkları önemli karar konusunda yanılmamış olduklarını görmenin heyecanını da ayrıca kendi içinde yaşayacaktır.
Sadece vizyonlarını doğrulamış olan karar vericiler değil, bu türden örnek ve özendirici sonuçlar, iletişim dünyasına fikri katma değer katma çabası içinde olanlar için de çok önemli işaretler verir. Vakıfbank Spor Klubü'nün Facebook sitesine bakıldığında, '1 sezon, 5 kupa, 1 Şampiyon' başlığıyla bir sezon içine neler sığdırdıklarını görünce, saygıyla şapka çıkarıp selamlamamak elde değil. Nasıl bir disiplin ve azimle ve kendilerine maddi destek verenlerin de yüzünü ağartacak bir takım ruhuyla çalışıldığı, süreçlerin, 'öncesi-sırası-sonrası' evrelerinde gösterilen özen, 'sürdürülebilirlik' konusundaki en büyük güvence olmuştur.
Sponsorluğun 'olmazsa olmaz' bütün payandaları var bu işte. Bu konuda 'demini almış' en taze örneklerden biri olarak Vakıfbank'ın sponsorluğundaki takımın kurumun algısıyla örtüşmesinden başlayarak, süreklilik, tutarlılık, iş hedefiyle uyum, başarı gibi parametrelerde 'Bu iş başarılmıştır' notunu rahatlıkla verebilirsiniz.
Şike ve doping skandallarıyla dibe vurmuş Türk spor algısı üzerinden Türkiye markasına çok ciddi bir katma değer…
Benzer bir çalışmayı ve rolü özel sektör, diğer olimpik dallarda da üstlenebilir.