Sahte ‘Bağışçılar’ teşhir edilmeli!..
01.06.2009 - Marketing Türkiye
Bunu ilk defa duymuyorum. Bayatlamaya yüz tutmuş bir numara, giderek yaygınlık kazanıyor… Akıl almaz gibi gözüken bir ‘publicty’ (medyada görünürlük) numarasını yaşam biçimi haline getirmiş olanlardan söz ediyorlar…
Onlara kibarca, “Sözünü tutmayan bağışçılar” deniyor…
Başka kampanyalar için de duymuştum. Bu kez Hürriyet’in Kelebek ekinde Cengiz Semercioğlu ayan beyan yazdı:
Beyazıt Öztürk Otizm Vakfı yararına yaptığı kampanya ile hem kamuoyunun dikkatini otistik çocuklara çekmişti, hem de 3 milyon 100 bin lira topladığını belirtmişti.
Beyaz'a o gece, daha önce başka kanallardaki benzer çalışmalarda söz konusu olduğu gibi pek çok ünlü sanatçı ve star destek vermişti...
Semercioğlu, aynı duyarlılığı bağışçıların gösterememiş olduklarını tespit etmiş. Yayına bağlanıp telefonda söz verenlerin peşine düşen Tohum Otizm Vakfı sadece 1 milyon 500 bin lira toplayabilmiş... Yani o gece vaat edilenin topu topu yarısı.
Vakıf yetkilileri aradıkları insanlara ya ulaşamıyormuş, ya da “vazgeçtim, ödemem çıktı” gibi yanıtlar alıyorlarmış.
Cengiz, “Canlı yayına bağlan, milyonların önünde şu kadar bağışlıyorum diye hava at, sonra verdiğin sözü tutma... Otizm Vakfı bu isimleri açıklamalı, açıklasınlar ki yalancı pehlivanlar kimlermiş görelim. Bundan sonraki kampanyalarda insanlar tutmayacakları sözleri de vermezler böylece...” diyor…
Katılmamak mümkün değil.
İş Publicty’ye (medyada görünürlük) gelince iyi de; ödemeye gelince toz olacaksın… Yok öyle şey…
Belki hemen değil. Ancak belli bir tarih verdikten sonra, söz verdikleri ödemeleri yapmayanlar mutlaka açıklanmalı… Yoksa kanal sorumlu ve tabii ki sorunlu olur… Ben vakfın yerinde olsam Kanaldan isterim payı…
Bir istesinler… Bakın Kanal D nasıl topluyor hepsini… Ucu kahramanlığa, bedava itibar yönetimine pabuç bırakmamak için bir yerden başlamalı. O yer Beyaz’ın kampanyası neden olmasın?..
Publicty’nin ağa babası. Mardan Palace açılışı
Bugün Publicity’den (medyada görünürlük) çokça söz eder olduk… Mayıs’ın son haftasına damgasını vuran en büyük Publicity olayı hiç şüphesiz Mardan Palace Oyelinin açılışıydı…
Necip Türk Magazin Basını bu kadar dünya starını bir arada görmeye hiç alışık değildi. Ne yapacağını şaşırdı… Mariah Carey, Richard Gere, Sharon Stone, Monica Belluci, Tom Jones ve soul şarkıcısı Seal… Uçaktan indiler, haber… Geceye hangis giysiyle katıldılar, haber. Nasıl döndüler, haber…
Kaç gün birinci sayfada yer aldı Mardan Palace… Müthiş, değil mi?
Peki algıda kalan tortu neydi? Bunun için kilit mesajları ve medyada öne çıkartılanlara b,r bakalım…
Mardan Palace’a çok para harcanmış…
Dünyanın en pahalı otellerinden biriymiş…
Rus iş adamı Telman İsmailov’un kökeni Azeri imiş… Adam otelin tasarımı ile bizzat ilgilenmiş. Geceliği 14 bin Euro olan odalar varmış… Bütün haberler bu minval üzere… Kas göstermece… Lüks ve pahalılık vurgulamaca…
O zaman günlük gazetelerde yer almanın bir alemi yok… Öyle değil mi? Hedef kitle, ortalama gazete okuru değil. O halde onca havaya ne gerek var. Tabii bizim bilmediğimiz başka bir hedef, arka planda ikinci bir ‘gizli gündem’ yoksa… Örneğin allayıp pullayıp satmaca… Ya da diğer şirketlerle birlikte kredi kullanımı için potansiyel oluşturmaca vb.
Aklımızın ermediği işleri daha fazla kurcalamayı bir kenara bırakıp, her ne kadar ‘öncesi’ iletişimi çalışmalarında sınıfta kalmış olsalar da, ‘sırası’ faaliyetleri benchmark olacak bir iletişim ve etkinlik yönetimi çalışması olarak kotarmış olan Mardan Palace İletişim Sorumlusu Songül Altun Hanım’ı kutlamak gerek. Tabii ki aynı şekilde, İngiltere’den The Communication Group’u, Almanya’dan adını bilmediğimiz PR şirketini ve Türkiye’den Image Halkla İlişkiler’i yürekten kutlayalım… Onlar görevlerini mükemmel yaptılar… Gerisini stratejiyi yapanlar düşünsün… Çünkü Publicity tek başına hiçbir şeydir…
Şakirin Camii bitti tartışması sürüyor…
Geçen ay Türkiye’de bir iletişim karmaşası yaşandı… Konu Şakirin Camiinin açılış töreninden sonra gündeme geldi. Mimari projesi Mimar Hüsrev Tayla tarafından yapılmış olan Camiin iç dekorasyonu bağışçı ailenin akrabası olan Zeynep Fadıllıoğlu Hanım’a verilmişti. Zeynep Hanım da çok ilginç bir uygulamayı hayata geçirmişti. Ne olarak? ‘İç tasarımcı’ olarak…
Oysa açılışta yaratılan hava öyle değildi. Zeynep Hanım projenin mimarı gibi gösterilmiş ve tüm medya da bu ilginç olayı manşetlerden görmüştü…
Bunun üzerine konuyu Akşam’da gündeme getirdik. Sonra Can Ataklı ve özellikle de Haşmet Babaoğlu gazetelerinde bu algının düzeltilmesi gerektiğini vurguladılar… Nitekim pek çok yayın organı Hüsrev Tayla ile yaptıkları röportajları yayınladılar; Sayın Zeynep Fadıllıoğlu bana durumu açıklayan bir mektup yazdı. Ben de onu gazetede yayınladım.
Bitti mi? Hayır bitmedi… Çünkü bu işler o kadar hassastır ki;
Bir: Bazıları, özellikle ustalar kolay kolay affetmez.
İki: İnsanların akıllarında müphemiyet kalır. ‘Acaba iş açığa çıkmasaydı, Zeynep Hanımın mimari proje sahipliği öyle kalıp duracak mıydı?’ sorusu kafaları kurcalar…
Bu konuda bize Kanada, Quebec’tan yazan emekli mimar Prof. Dr. Aygen Törüner’in mektubunu sizinle paylaşmalıyım. En azından “Algılamalar gerçektir; çünkü insanlar ona inanırlar!”sözünü her daim hatırlamamız ve Zeynep Hanım’a sadece beni ikna etmekle içine düştüğü garip durumdan kurtulmasının zor olduğunu hatırlatmak adına…
“Çok Sayın Saydam,
Karacaahmet Camii ile ilgili tartışmalarda aldığınız pozisyon için sizi kutlarım. Zeynep Fadıllıoğlu’nun kendisini neden birden bire restoran tasarımcısından cami iç mimarı olarak bulduğunu uzun süre düşünmüştüm.
Bugün yayınladığınız Sayın Hüsre Tayla’nın mektubunda bu sorunun cevabı var: Metin Fadıllıoğlu, Hacı Şakir Bey’in akrabasıymış! Normal şartlar altında ne deneyimi, ne görgüsü, ne de birikimi bir camiin iç düzenleme ve süslemelerini yapmaya yeterli olmayan Zeynep Hanım’a işi eşi vermişmiş meğerse.
Ben bu mektubu sıradan bir vatandaş olarak yazmıyorum. Tam 50 yıllık mimar ve emekli öğretim üyesiyim. Bütün kariyerim boyunca, İslam mimarisi, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı cami mimarisi ile de uzman olduğumu iddia etmesem de çok yakından ilgilenmiş bir meslek adamıyım.
Zeynep Hanımın, yaptıkları için söylenebilecek tek söz "kitch"tir. Bunu gelenekleri bozacak şeyler gerçekleştirdiği ve Osmanlı cami mimarisinden sapmalar olduğu için söylemiyorum.
Zeynep Hanım’da eksik olan şey bütünlük duygusu. Elemanlar arasındaki dengenin yoksunluğu ve her elemanın bir diğerine katkı yapması yerine engellemelerin çokluğu.
Örnek olarak, cami iç duvarlarını çepeçevre dolanan, gerçekten de çok başarılı hat çalışmalarını, minberin, yüksekliği dengelenmediği için engellemesini ve devamlılığını bozmasını gösterebilirim.
Ayetler suretler yazılmış ama minberin arkasına gelen kısımlar okunamıyor. Okunamamasının yanında hattın estetik akışı da kesiliyor o noktada. Zeynep Hanım, minberi bütün içinde değil, tek başına tasarladığı için, bitip yerine koyunca, hat dizisinin örtüldüğünü görmesine rağmen bir çözüm önermeyerek, amiyane bir deyimle ‘boş vermiş’...”
Prof. Dr. Aygen Törüner’in mektubu bu minval üzre akıp gidiyor… Kendisi izin verdi. Dileyene, hayli uzun mektubunun tamamını yollayabilirim…
Sayın Zeynep Fadıllıoğlu bizce; bu bilge kişileri ve başta Hüsrev Bey olmak üzere bilgi ve birikimlerinin ‘rencide edildiklerine’ inanan ustaları ‘boş vermemeli’ ve onların gönüllerini bir şekilde almaya çalışmalı… Nasıl mı? Orasını en iyi, hizmet sektöründe onca yıl emek vermiş olan kendisi ve eşi bilirler…
Pascal’i kullanmak cesaret işi
Bu cesareti gösterecek fazla reklamcı da yoktu hani… Bir zamanlar Beşiktaş’ta top koşturmuş olan, yeşil sahaların yaramaz oyuncusu Pascal Nouma’yı çağırıp Alpet’in reklamında oynatmak yürek ister… Bu riski almayı ve de reklam verene aldırmayı başaran reklamcı Hulusi Derici’den (M.A.R.K.A) başkası değil…
Hulusi Derici, risk almadan başarılı olunamayacağını çok iyi bilir. Bazen de risk alma işini iyice abartır… Olsun… Reklamı memur zihniyeti ile yapmadığı kesindir… Örneğin, bazıları tartışma konusu yapsa da, iş hedefleri açısından Regal kampanyası (tokatla biten) tam 12’den vurmuştur hedefini…
Derici ve Alpet belli ki burada da risk almışlar… Seyirciye tenasül uzvunu gösterdi diye, ‘persona non grata’ ilan edilen bir starı getirip yeniden ısıtmaya çalışacaksınız. Bir de o meşhur sahneye gönderme yapıp, Nouma’nın pantolonunu indirmek üzere olduğu esprisini araya sıkıştıracaksınız… Zor iş…
Pompacı, elini cebine atan Nouma’nın pantolonunu aşağıya indireceğini sanıp irkilir: “Ne yapıyorsun abi?”
Nouma şaşkın, yanıt verir: “Para ödeyeceğim yahu!”
Hani anlamayanlar için, uyarı mahiyetinde bir diyalog…
Hele Nouma’nın gözlerinden akan yaşlar ve Zeki Müren’li final: “Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu.” Keşke devam etseymiş: “Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu!”…
100 reklamcıdan 90’ı Alpet markası ile Pascal Nouma’yı yan yana getirmezdi… Ama dedik ya, bu Hulusi Derici… Yapar ve de konuşturur… Sonrası mı? Hep beraber göreceğiz…
Reklamda her şey Derici’nin genel üslubuna uygun. Bir tek şey hariç. Pack shot’daki markalar, amblemler, Logolar… Alpet, Torojet, Altınbaş Holding… Üçü bir arada… Bir saniye duruyorlar ekranda. Kim neyi nasıl algılasın. Ne düşünsün… Hulusi Derici bu kez uzlaşmış sank, onu da koy, bunu da koy diyenlerle…
Onlara kibarca, “Sözünü tutmayan bağışçılar” deniyor…
Başka kampanyalar için de duymuştum. Bu kez Hürriyet’in Kelebek ekinde Cengiz Semercioğlu ayan beyan yazdı:
Beyazıt Öztürk Otizm Vakfı yararına yaptığı kampanya ile hem kamuoyunun dikkatini otistik çocuklara çekmişti, hem de 3 milyon 100 bin lira topladığını belirtmişti.
Beyaz'a o gece, daha önce başka kanallardaki benzer çalışmalarda söz konusu olduğu gibi pek çok ünlü sanatçı ve star destek vermişti...
Semercioğlu, aynı duyarlılığı bağışçıların gösterememiş olduklarını tespit etmiş. Yayına bağlanıp telefonda söz verenlerin peşine düşen Tohum Otizm Vakfı sadece 1 milyon 500 bin lira toplayabilmiş... Yani o gece vaat edilenin topu topu yarısı.
Vakıf yetkilileri aradıkları insanlara ya ulaşamıyormuş, ya da “vazgeçtim, ödemem çıktı” gibi yanıtlar alıyorlarmış.
Cengiz, “Canlı yayına bağlan, milyonların önünde şu kadar bağışlıyorum diye hava at, sonra verdiğin sözü tutma... Otizm Vakfı bu isimleri açıklamalı, açıklasınlar ki yalancı pehlivanlar kimlermiş görelim. Bundan sonraki kampanyalarda insanlar tutmayacakları sözleri de vermezler böylece...” diyor…
Katılmamak mümkün değil.
İş Publicty’ye (medyada görünürlük) gelince iyi de; ödemeye gelince toz olacaksın… Yok öyle şey…
Belki hemen değil. Ancak belli bir tarih verdikten sonra, söz verdikleri ödemeleri yapmayanlar mutlaka açıklanmalı… Yoksa kanal sorumlu ve tabii ki sorunlu olur… Ben vakfın yerinde olsam Kanaldan isterim payı…
Bir istesinler… Bakın Kanal D nasıl topluyor hepsini… Ucu kahramanlığa, bedava itibar yönetimine pabuç bırakmamak için bir yerden başlamalı. O yer Beyaz’ın kampanyası neden olmasın?..
Publicty’nin ağa babası. Mardan Palace açılışı
Bugün Publicity’den (medyada görünürlük) çokça söz eder olduk… Mayıs’ın son haftasına damgasını vuran en büyük Publicity olayı hiç şüphesiz Mardan Palace Oyelinin açılışıydı…
Necip Türk Magazin Basını bu kadar dünya starını bir arada görmeye hiç alışık değildi. Ne yapacağını şaşırdı… Mariah Carey, Richard Gere, Sharon Stone, Monica Belluci, Tom Jones ve soul şarkıcısı Seal… Uçaktan indiler, haber… Geceye hangis giysiyle katıldılar, haber. Nasıl döndüler, haber…
Kaç gün birinci sayfada yer aldı Mardan Palace… Müthiş, değil mi?
Peki algıda kalan tortu neydi? Bunun için kilit mesajları ve medyada öne çıkartılanlara b,r bakalım…
Mardan Palace’a çok para harcanmış…
Dünyanın en pahalı otellerinden biriymiş…
Rus iş adamı Telman İsmailov’un kökeni Azeri imiş… Adam otelin tasarımı ile bizzat ilgilenmiş. Geceliği 14 bin Euro olan odalar varmış… Bütün haberler bu minval üzere… Kas göstermece… Lüks ve pahalılık vurgulamaca…
O zaman günlük gazetelerde yer almanın bir alemi yok… Öyle değil mi? Hedef kitle, ortalama gazete okuru değil. O halde onca havaya ne gerek var. Tabii bizim bilmediğimiz başka bir hedef, arka planda ikinci bir ‘gizli gündem’ yoksa… Örneğin allayıp pullayıp satmaca… Ya da diğer şirketlerle birlikte kredi kullanımı için potansiyel oluşturmaca vb.
Aklımızın ermediği işleri daha fazla kurcalamayı bir kenara bırakıp, her ne kadar ‘öncesi’ iletişimi çalışmalarında sınıfta kalmış olsalar da, ‘sırası’ faaliyetleri benchmark olacak bir iletişim ve etkinlik yönetimi çalışması olarak kotarmış olan Mardan Palace İletişim Sorumlusu Songül Altun Hanım’ı kutlamak gerek. Tabii ki aynı şekilde, İngiltere’den The Communication Group’u, Almanya’dan adını bilmediğimiz PR şirketini ve Türkiye’den Image Halkla İlişkiler’i yürekten kutlayalım… Onlar görevlerini mükemmel yaptılar… Gerisini stratejiyi yapanlar düşünsün… Çünkü Publicity tek başına hiçbir şeydir…
Şakirin Camii bitti tartışması sürüyor…
Geçen ay Türkiye’de bir iletişim karmaşası yaşandı… Konu Şakirin Camiinin açılış töreninden sonra gündeme geldi. Mimari projesi Mimar Hüsrev Tayla tarafından yapılmış olan Camiin iç dekorasyonu bağışçı ailenin akrabası olan Zeynep Fadıllıoğlu Hanım’a verilmişti. Zeynep Hanım da çok ilginç bir uygulamayı hayata geçirmişti. Ne olarak? ‘İç tasarımcı’ olarak…
Oysa açılışta yaratılan hava öyle değildi. Zeynep Hanım projenin mimarı gibi gösterilmiş ve tüm medya da bu ilginç olayı manşetlerden görmüştü…
Bunun üzerine konuyu Akşam’da gündeme getirdik. Sonra Can Ataklı ve özellikle de Haşmet Babaoğlu gazetelerinde bu algının düzeltilmesi gerektiğini vurguladılar… Nitekim pek çok yayın organı Hüsrev Tayla ile yaptıkları röportajları yayınladılar; Sayın Zeynep Fadıllıoğlu bana durumu açıklayan bir mektup yazdı. Ben de onu gazetede yayınladım.
Bitti mi? Hayır bitmedi… Çünkü bu işler o kadar hassastır ki;
Bir: Bazıları, özellikle ustalar kolay kolay affetmez.
İki: İnsanların akıllarında müphemiyet kalır. ‘Acaba iş açığa çıkmasaydı, Zeynep Hanımın mimari proje sahipliği öyle kalıp duracak mıydı?’ sorusu kafaları kurcalar…
Bu konuda bize Kanada, Quebec’tan yazan emekli mimar Prof. Dr. Aygen Törüner’in mektubunu sizinle paylaşmalıyım. En azından “Algılamalar gerçektir; çünkü insanlar ona inanırlar!”sözünü her daim hatırlamamız ve Zeynep Hanım’a sadece beni ikna etmekle içine düştüğü garip durumdan kurtulmasının zor olduğunu hatırlatmak adına…
“Çok Sayın Saydam,
Karacaahmet Camii ile ilgili tartışmalarda aldığınız pozisyon için sizi kutlarım. Zeynep Fadıllıoğlu’nun kendisini neden birden bire restoran tasarımcısından cami iç mimarı olarak bulduğunu uzun süre düşünmüştüm.
Bugün yayınladığınız Sayın Hüsre Tayla’nın mektubunda bu sorunun cevabı var: Metin Fadıllıoğlu, Hacı Şakir Bey’in akrabasıymış! Normal şartlar altında ne deneyimi, ne görgüsü, ne de birikimi bir camiin iç düzenleme ve süslemelerini yapmaya yeterli olmayan Zeynep Hanım’a işi eşi vermişmiş meğerse.
Ben bu mektubu sıradan bir vatandaş olarak yazmıyorum. Tam 50 yıllık mimar ve emekli öğretim üyesiyim. Bütün kariyerim boyunca, İslam mimarisi, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı cami mimarisi ile de uzman olduğumu iddia etmesem de çok yakından ilgilenmiş bir meslek adamıyım.
Zeynep Hanımın, yaptıkları için söylenebilecek tek söz "kitch"tir. Bunu gelenekleri bozacak şeyler gerçekleştirdiği ve Osmanlı cami mimarisinden sapmalar olduğu için söylemiyorum.
Zeynep Hanım’da eksik olan şey bütünlük duygusu. Elemanlar arasındaki dengenin yoksunluğu ve her elemanın bir diğerine katkı yapması yerine engellemelerin çokluğu.
Örnek olarak, cami iç duvarlarını çepeçevre dolanan, gerçekten de çok başarılı hat çalışmalarını, minberin, yüksekliği dengelenmediği için engellemesini ve devamlılığını bozmasını gösterebilirim.
Ayetler suretler yazılmış ama minberin arkasına gelen kısımlar okunamıyor. Okunamamasının yanında hattın estetik akışı da kesiliyor o noktada. Zeynep Hanım, minberi bütün içinde değil, tek başına tasarladığı için, bitip yerine koyunca, hat dizisinin örtüldüğünü görmesine rağmen bir çözüm önermeyerek, amiyane bir deyimle ‘boş vermiş’...”
Prof. Dr. Aygen Törüner’in mektubu bu minval üzre akıp gidiyor… Kendisi izin verdi. Dileyene, hayli uzun mektubunun tamamını yollayabilirim…
Sayın Zeynep Fadıllıoğlu bizce; bu bilge kişileri ve başta Hüsrev Bey olmak üzere bilgi ve birikimlerinin ‘rencide edildiklerine’ inanan ustaları ‘boş vermemeli’ ve onların gönüllerini bir şekilde almaya çalışmalı… Nasıl mı? Orasını en iyi, hizmet sektöründe onca yıl emek vermiş olan kendisi ve eşi bilirler…
Pascal’i kullanmak cesaret işi
Bu cesareti gösterecek fazla reklamcı da yoktu hani… Bir zamanlar Beşiktaş’ta top koşturmuş olan, yeşil sahaların yaramaz oyuncusu Pascal Nouma’yı çağırıp Alpet’in reklamında oynatmak yürek ister… Bu riski almayı ve de reklam verene aldırmayı başaran reklamcı Hulusi Derici’den (M.A.R.K.A) başkası değil…
Hulusi Derici, risk almadan başarılı olunamayacağını çok iyi bilir. Bazen de risk alma işini iyice abartır… Olsun… Reklamı memur zihniyeti ile yapmadığı kesindir… Örneğin, bazıları tartışma konusu yapsa da, iş hedefleri açısından Regal kampanyası (tokatla biten) tam 12’den vurmuştur hedefini…
Derici ve Alpet belli ki burada da risk almışlar… Seyirciye tenasül uzvunu gösterdi diye, ‘persona non grata’ ilan edilen bir starı getirip yeniden ısıtmaya çalışacaksınız. Bir de o meşhur sahneye gönderme yapıp, Nouma’nın pantolonunu indirmek üzere olduğu esprisini araya sıkıştıracaksınız… Zor iş…
Pompacı, elini cebine atan Nouma’nın pantolonunu aşağıya indireceğini sanıp irkilir: “Ne yapıyorsun abi?”
Nouma şaşkın, yanıt verir: “Para ödeyeceğim yahu!”
Hani anlamayanlar için, uyarı mahiyetinde bir diyalog…
Hele Nouma’nın gözlerinden akan yaşlar ve Zeki Müren’li final: “Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu.” Keşke devam etseymiş: “Hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu!”…
100 reklamcıdan 90’ı Alpet markası ile Pascal Nouma’yı yan yana getirmezdi… Ama dedik ya, bu Hulusi Derici… Yapar ve de konuşturur… Sonrası mı? Hep beraber göreceğiz…
Reklamda her şey Derici’nin genel üslubuna uygun. Bir tek şey hariç. Pack shot’daki markalar, amblemler, Logolar… Alpet, Torojet, Altınbaş Holding… Üçü bir arada… Bir saniye duruyorlar ekranda. Kim neyi nasıl algılasın. Ne düşünsün… Hulusi Derici bu kez uzlaşmış sank, onu da koy, bunu da koy diyenlerle…