Zımnî ‘şeamet tellâllığı’ işbirliği...
11 nisan 2015 yeni şafak
Başlığın ne anlama geldiğini anlamayan ve “Neden öz Türkçe yazmamış" diye hayıflananlar için küçük bir anı: Ülkü Karaosmanoğlu hanım ve Rahmetli Attilâ İlhan ile Karacan Yayınları'nda Sanat Olayı dergisini yayınladığımız günlerdi. Tam da Dersaadette Sabah Ezanları'nı yeni okumuşum. Biraz cahil cesareti ve biraz da merakla sormuştum üstada: “Attilâ Bey, neden bu kadar çok Osmanlıca kelime kullanıyorsunuz? Ya gençler anlamazsa?…" Hiç düşünmeden yanıtlamıştı sorumu: “Öğrensin keratalar!"…
Şimdi gelelim bu başlığı atma nedenimize… Sizce tamamen tesadüf olabilir mi?..
Aynı gün içinde posta kutumuza düşen üç farklı haber, araştırma ve yoruma gelin birlikte bir göz atalım. Sonra da bir kez daha soralım: Bu kadar rastlantıyı hayra yormak olası mı?
Birinci haber BBC Türk imzalı. Özetle şöyle deniyor:
“Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıkladığı 4. çeyrek milli gelir verilerine göre 2014'ün son üç ayında ülke ekonomisi yüzde 2,6'lık büyüme yakalarken, inşaat sektörü yüzde 2 daraldı. İnşaat aynı zamanda son çeyrekte daralma yaşayan tek sektör olarak da kayda geçti.
Sektördeki kaynaklara göre bu daralmanın başlıca iki sebebi var: TL'deki değer kaybı ve seçimlerin yaklaşması.
Konut almak isteyenler için Dolar kuru hâlâ önemli bir ekonomik istikrar göstergesi. Kurdaki yükseliş de riskin arttığı algısına yol açabildiğinden, talebi frenliyor. Türk Lirası'nın Dolar karşısındaki değer kaybı son 6 ayda yüzde 15 seviyesinde. Seçim öncesi konut talebinde yaşanan düşüş de, alıcıların siyasi iklimin sakinleşmesini bekleyip taleplerini ötelemesiyle açıklanıyor."
Türkiye'de resmi makamların açıkladığı büyüme rakamı 2,6 değil 2,9 idi. Bu rakamı Prof. Dr. Kerem Alkin refikimiz de Yeni Şafak'ta 1 Nisan günkü yazısının başlığında teyit etti… 0,3 puan önemli mi canım? Evet, önemli… Ne kadar önemli olduğunu Alkin yazar mutlaka…
BBC Türk, Türkiye'den iki referans isimden alıntı yaparak, onların da bu tespitlere katıldığı algısını yaratarak, haberinin etkisini artırmaya çalışmış: Biri, Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları Derneği (GYODER) Yönetim Kurulu Üyesi Işık Gökkaya, diğeri de Piri Reis Üniversitesi'nden Ekonomi Profesörü Erhan Aslanoğlu…
İkinci 'Yorum-Haber' Reuters'den… Türkiye'de ekonomi yönetiminin 'geleceğine' ilişkin…
Reuters Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile Ekonomi Bakanlığı'nın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığı'nın birleştirilebileceğini yazmış. Öte yandan AK Parti'den milletvekili adayı olan Borsa İstanbul'un eski Başkanı İbrahim Turhan'ın Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı olabileceğini iddia etmiş. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ekonomi yönetiminde başka bir yere geçerse yerine Naci Ağbal'ın ismi konuşuluyormuş. Ajans ayrıca, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın ekonomi yönetimine dışarıdan destek verebileceğini belirtmiş..."
Üçüncüsü bir araştırma. IPSOS'un Şubat-Mart 2015 Türkiye Barometresi araştırmasından söz edilmiş… Veriliş biçimi şöyle:
“Türkiye toplumunun yüzde 42'si hayatından memnun değil. Yüzde 38'i her şeyin daha da kötüye gideceğini düşünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan-Başbakan Davutoğlu ikiliği AKP'yi zorluyor. HDP'yi başarılı bulanların oranı yüzde 15. Milli birliğimizin çimentosu tüketim, ama o da düşüyor. Tabloları yorumlayan IPSOS Türkiye Başkanı Vural Çakır'a göre durum parlak değil."
Oysa Başbakan'ın söylemi çok net: “Üç dönem kuralına takılanlar için dışarıdan bakanlık ihtimal dışı değil ama yeni siyasete girenlerin de önünü açmak lazım. Ali (Babacan) beye saygım sonsuz ama ekonomi yönetimi diye ayrı bir yönetim yok, tek bir yönetim var. Biz bir ekibiz; Ali Bey bakan olsun olmasın mutlaka katkıda bulunacağı tek bir yönetim var. Böyle olursa kriz doğar diye bir yaklaşım sergilenmesin."
Peki, durum böyleyken giderek artacağı izlenimini veren içerden - dışarıdan 'tezvirat' ve 'dezenformasyon' mutabakatına, hem de Türkiye'nin en güçlü yanının olduğu tespit edilen alt yapı konusundaki bu yaklaşıma, ne anlam vermeli dersiniz? Ve de bu durum karşısında alınması gereken tavır ne olmalı?..
Tezvirat ve dezenformasyonla mücadele etmenin tek yolu vardır: Açık, şeffaf iletişim, Yeni Türkiye'nin temel taşlarından biri olan özgürlük ve demokrasiyi en ileri düzeyde savunmak…
L'Oréal'den 'dokunaklı' bir tören…
Perşembe günü bizim arkadaşlar L'Oréal'in ilginç bir etkinliğine katılmışlardı. Bir geldiler; gözler kan çanağı… Ağla ağla bir hal olmuşlar. “Oturun bir anlatın bakalım!” dedim “Ne oldu?”..
Konu L'Oréal'in kendisine koyduğu bir felsefî yaklaşımla ilgiliymiş: “Dünyanın bilime, bilimin de kadınlara ihtiyacı var!” diye özetledikleri bir yaklaşım ve buna bağlı olarak yürütülen çok etkileyici bir iletişim projesi…
Küresel anlamda 17 yıldır, 110 ülkede UNESCO desteği ile uygulanarak 2250'nin üzerinde kadına ulaşılmış olan proje kapsamında Türkiye'de de genç ve başarılı bilim kadınlarının ödüllendirilmesini hedef alan, yalın bir iş aslında. Sonuç itibariyle, Koç, Bilkent, Dokuz Eylül, Hacettepe, Ordu ve Abdullah Gül Üniversiteleri'nden 6 Genç Bilim Kadını, başarılı araştırmaları ile L'Oréal Türkiye›den 15 Biner Dolar değerinde burs kazanmışlar. Türkiye 13 yıldır devam eden ulusal programında 76 kadını destekleyerek, en fazla kadın destekleyen ilk 5 ülke içerisinde yer almış.
L'Oréal Türkiye Genel Müdürü Claude Rumpler'ın projenin çerçevesini anlattığı konuşmasının ardından; ödül töreni öncesi “Türkiye'nin Bilim Kadınları” paneli düzenlenmiş. İ.Ü. İletişim'den Prof. Dr. Ali Murat Vural hocanın yönettiği panele NASA Johnson Uzay Merkezi'nde daha önce görev yapmış ilk Türk olan Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu Banes, Harvard Üniversitesi Genç Akademi Üyesi olan ilk Türk Dr. Canan Dağdeviren, L'Oréal'den Fügen Soykut ve UNESCO'dan Prof. Dr. Meral Özgüç katılmış…
“Tamam, çok iyi de. Bunda gözyaşı dökecek ne var” dedim.
“Tabii ki bu bilgilere dökmedik gözyaşlarını… Hem biz ağladık hem de ödüle layık görülen bilim kadınları ağladı… Anlamakta, anlaşmakta zorluk çekildiği iddia edilen Y Kuşağı (40 yaş altı) kadınlarımızın hikayeleriydi hepimize 'dokunan'… O derinlikli ve anlamlı başarı öyküleri… Mesela, 9 Eylül'den Doç. Dr. Güneş Özhan, Alzheimer gibi hastalıkların tedavisine katkı sağlayacak yeni yöntem bulmuş. Koç'tan Doç. Dr. Elif F. Karalar da Lösemi üzerine yaptığı araştırmalarla bursa layık görülmüş. Hacettepe'den Doç. Dr. Emine Eren depresyon üzerine çalışıyormuş. Ordu'dan Doç. Dr. Filiz Kuralay'ın konusu DNA hasarları imiş. Abdullah Gül Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Hümeyra Çağlayan'ın da projesi biyolojik sensorlarla ilgili imiş. Bilkent'ten Doç. Dr. Bilge Baytekin ise çevre kirliliği ve halk sağlığına odaklanmış.
Bu bilim kadınlarının mükemmel hazırlanmış 2'şer dakikalık tanıtım filmleri hepimizi dağıtmaya yetti zaten… İnsanımıza olan güvenimiz arttı. İçine çekilmek istediğimiz gerginlik ve saçma sapan bizi ayrıştıran konulardan uzaklaşmak, ülkemizin geleceğini karanlık gibi göstermeye çalışanlara inat geleceği aydınlatan insanlarla aynı havayı solumak, özlemini çektiğimiz bir dünyanın ilk ışıklarıyla aydınlanmak gibi bir şeydi bizim için… Aslında esenlik duygusuyla tutamadık gözyaşlarımızı…”
Bunları duymak bize de iyi geldi doğrusu...
Şimdi gelelim bu başlığı atma nedenimize… Sizce tamamen tesadüf olabilir mi?..
Aynı gün içinde posta kutumuza düşen üç farklı haber, araştırma ve yoruma gelin birlikte bir göz atalım. Sonra da bir kez daha soralım: Bu kadar rastlantıyı hayra yormak olası mı?
Birinci haber BBC Türk imzalı. Özetle şöyle deniyor:
“Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıkladığı 4. çeyrek milli gelir verilerine göre 2014'ün son üç ayında ülke ekonomisi yüzde 2,6'lık büyüme yakalarken, inşaat sektörü yüzde 2 daraldı. İnşaat aynı zamanda son çeyrekte daralma yaşayan tek sektör olarak da kayda geçti.
Sektördeki kaynaklara göre bu daralmanın başlıca iki sebebi var: TL'deki değer kaybı ve seçimlerin yaklaşması.
Konut almak isteyenler için Dolar kuru hâlâ önemli bir ekonomik istikrar göstergesi. Kurdaki yükseliş de riskin arttığı algısına yol açabildiğinden, talebi frenliyor. Türk Lirası'nın Dolar karşısındaki değer kaybı son 6 ayda yüzde 15 seviyesinde. Seçim öncesi konut talebinde yaşanan düşüş de, alıcıların siyasi iklimin sakinleşmesini bekleyip taleplerini ötelemesiyle açıklanıyor."
Türkiye'de resmi makamların açıkladığı büyüme rakamı 2,6 değil 2,9 idi. Bu rakamı Prof. Dr. Kerem Alkin refikimiz de Yeni Şafak'ta 1 Nisan günkü yazısının başlığında teyit etti… 0,3 puan önemli mi canım? Evet, önemli… Ne kadar önemli olduğunu Alkin yazar mutlaka…
BBC Türk, Türkiye'den iki referans isimden alıntı yaparak, onların da bu tespitlere katıldığı algısını yaratarak, haberinin etkisini artırmaya çalışmış: Biri, Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları Derneği (GYODER) Yönetim Kurulu Üyesi Işık Gökkaya, diğeri de Piri Reis Üniversitesi'nden Ekonomi Profesörü Erhan Aslanoğlu…
İkinci 'Yorum-Haber' Reuters'den… Türkiye'de ekonomi yönetiminin 'geleceğine' ilişkin…
Reuters Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile Ekonomi Bakanlığı'nın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Kalkınma Bakanlığı'nın birleştirilebileceğini yazmış. Öte yandan AK Parti'den milletvekili adayı olan Borsa İstanbul'un eski Başkanı İbrahim Turhan'ın Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı olabileceğini iddia etmiş. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ekonomi yönetiminde başka bir yere geçerse yerine Naci Ağbal'ın ismi konuşuluyormuş. Ajans ayrıca, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın ekonomi yönetimine dışarıdan destek verebileceğini belirtmiş..."
Üçüncüsü bir araştırma. IPSOS'un Şubat-Mart 2015 Türkiye Barometresi araştırmasından söz edilmiş… Veriliş biçimi şöyle:
“Türkiye toplumunun yüzde 42'si hayatından memnun değil. Yüzde 38'i her şeyin daha da kötüye gideceğini düşünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan-Başbakan Davutoğlu ikiliği AKP'yi zorluyor. HDP'yi başarılı bulanların oranı yüzde 15. Milli birliğimizin çimentosu tüketim, ama o da düşüyor. Tabloları yorumlayan IPSOS Türkiye Başkanı Vural Çakır'a göre durum parlak değil."
Oysa Başbakan'ın söylemi çok net: “Üç dönem kuralına takılanlar için dışarıdan bakanlık ihtimal dışı değil ama yeni siyasete girenlerin de önünü açmak lazım. Ali (Babacan) beye saygım sonsuz ama ekonomi yönetimi diye ayrı bir yönetim yok, tek bir yönetim var. Biz bir ekibiz; Ali Bey bakan olsun olmasın mutlaka katkıda bulunacağı tek bir yönetim var. Böyle olursa kriz doğar diye bir yaklaşım sergilenmesin."
Peki, durum böyleyken giderek artacağı izlenimini veren içerden - dışarıdan 'tezvirat' ve 'dezenformasyon' mutabakatına, hem de Türkiye'nin en güçlü yanının olduğu tespit edilen alt yapı konusundaki bu yaklaşıma, ne anlam vermeli dersiniz? Ve de bu durum karşısında alınması gereken tavır ne olmalı?..
Tezvirat ve dezenformasyonla mücadele etmenin tek yolu vardır: Açık, şeffaf iletişim, Yeni Türkiye'nin temel taşlarından biri olan özgürlük ve demokrasiyi en ileri düzeyde savunmak…
L'Oréal'den 'dokunaklı' bir tören…
Perşembe günü bizim arkadaşlar L'Oréal'in ilginç bir etkinliğine katılmışlardı. Bir geldiler; gözler kan çanağı… Ağla ağla bir hal olmuşlar. “Oturun bir anlatın bakalım!” dedim “Ne oldu?”..
Konu L'Oréal'in kendisine koyduğu bir felsefî yaklaşımla ilgiliymiş: “Dünyanın bilime, bilimin de kadınlara ihtiyacı var!” diye özetledikleri bir yaklaşım ve buna bağlı olarak yürütülen çok etkileyici bir iletişim projesi…
Küresel anlamda 17 yıldır, 110 ülkede UNESCO desteği ile uygulanarak 2250'nin üzerinde kadına ulaşılmış olan proje kapsamında Türkiye'de de genç ve başarılı bilim kadınlarının ödüllendirilmesini hedef alan, yalın bir iş aslında. Sonuç itibariyle, Koç, Bilkent, Dokuz Eylül, Hacettepe, Ordu ve Abdullah Gül Üniversiteleri'nden 6 Genç Bilim Kadını, başarılı araştırmaları ile L'Oréal Türkiye›den 15 Biner Dolar değerinde burs kazanmışlar. Türkiye 13 yıldır devam eden ulusal programında 76 kadını destekleyerek, en fazla kadın destekleyen ilk 5 ülke içerisinde yer almış.
L'Oréal Türkiye Genel Müdürü Claude Rumpler'ın projenin çerçevesini anlattığı konuşmasının ardından; ödül töreni öncesi “Türkiye'nin Bilim Kadınları” paneli düzenlenmiş. İ.Ü. İletişim'den Prof. Dr. Ali Murat Vural hocanın yönettiği panele NASA Johnson Uzay Merkezi'nde daha önce görev yapmış ilk Türk olan Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu Banes, Harvard Üniversitesi Genç Akademi Üyesi olan ilk Türk Dr. Canan Dağdeviren, L'Oréal'den Fügen Soykut ve UNESCO'dan Prof. Dr. Meral Özgüç katılmış…
“Tamam, çok iyi de. Bunda gözyaşı dökecek ne var” dedim.
“Tabii ki bu bilgilere dökmedik gözyaşlarını… Hem biz ağladık hem de ödüle layık görülen bilim kadınları ağladı… Anlamakta, anlaşmakta zorluk çekildiği iddia edilen Y Kuşağı (40 yaş altı) kadınlarımızın hikayeleriydi hepimize 'dokunan'… O derinlikli ve anlamlı başarı öyküleri… Mesela, 9 Eylül'den Doç. Dr. Güneş Özhan, Alzheimer gibi hastalıkların tedavisine katkı sağlayacak yeni yöntem bulmuş. Koç'tan Doç. Dr. Elif F. Karalar da Lösemi üzerine yaptığı araştırmalarla bursa layık görülmüş. Hacettepe'den Doç. Dr. Emine Eren depresyon üzerine çalışıyormuş. Ordu'dan Doç. Dr. Filiz Kuralay'ın konusu DNA hasarları imiş. Abdullah Gül Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Hümeyra Çağlayan'ın da projesi biyolojik sensorlarla ilgili imiş. Bilkent'ten Doç. Dr. Bilge Baytekin ise çevre kirliliği ve halk sağlığına odaklanmış.
Bu bilim kadınlarının mükemmel hazırlanmış 2'şer dakikalık tanıtım filmleri hepimizi dağıtmaya yetti zaten… İnsanımıza olan güvenimiz arttı. İçine çekilmek istediğimiz gerginlik ve saçma sapan bizi ayrıştıran konulardan uzaklaşmak, ülkemizin geleceğini karanlık gibi göstermeye çalışanlara inat geleceği aydınlatan insanlarla aynı havayı solumak, özlemini çektiğimiz bir dünyanın ilk ışıklarıyla aydınlanmak gibi bir şeydi bizim için… Aslında esenlik duygusuyla tutamadık gözyaşlarımızı…”
Bunları duymak bize de iyi geldi doğrusu...