'Zorunluluk, niyetin annesidir'
08.02.2014 Yeni Şafak
'17 Aralık ve sonrasında toplumun büyük bir bölümünü oluşturan orta direkten insanların tepkisi şöyle oldu: 'Ben ne olacağım? Biz ne olacağız? Çoluk çocuk ne olacak? İşsiz mi kalacağım? Dolar aldı başını gidiyor. Dükkânımı açabilecek miyim?' Orta direk, dolayısıyla kredi borcu olanlar bu kaygılar içindeyken tuzukurular hangi söylemin peşine takılmışlardı? Bambaşka bir zaviyeden baktıkları için onların da önceliği 'Yolsuzluk'tu.'
Mealen yazdığım bu değerlendirmelerin sahibi, Perşembe akşamı A Haber'de Aklın Yolu programında beraber olduğumuz Denge Araştırma şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Basri Yıldız beydir. Hasan Bey, 1-5 Şubat tarihleri arasında 25 ilde 5 bin kişiyle yaptıkları araştırmanın sonuçlarını henüz almıştı. Dumanı tüten bu çok taze anketi, bizim gazeteden Hilal Kaplan Hanım'ın da katıldığı programda değerlendirme imkânını bulmuştuk. Sonra sonuçlar dün bizim gazetede ayrıntısıyla yayınlandı.
17 Aralık ve seçim sürecindeki siyasi havanın sandığa nasıl yansıyacağını tartışabilmek için Hasan Basri Bey, yapılması gerekeni yapıyor ve kendi çalışmalarını, tüm anket sonuçlarıyla birlikte değerlendiriyordu. (Zaman gazetesinin araştırması dahil) Biz de her zaman en az üç tane araştırmayı yanyana getirip kıyaslamadan, kendimizce 'şeytanın avukatlığı'na soyunmadan değerlendirme yapmamaya dikkat edenlerdeniz. 'Bence' diye başlayan tüm değerlendirmelerin de, 'bir fikri' değil 'bir ruh hali'ni ifade ettiği gerçeğini aklımızdan çıkarmamaya özen gösteririz.
Denge'nin anketi, Konda ve A&G'nin (Adil Gür) sonuçlarıyla çok yakın görünüyor. 2009'daki yerel seçimde yüzde 38.8 alan ve şimdi tüm adaylarını halka takdim etmiş bulunan AK Parti'nin yüzde 48.5'i gösteren bir anket sonucu elde etmesini nasıl yorumlamak lazım?
Bu soruyu kendisine sorduğum Hasan Basri Bey, 2009'daki dünya ekonomik krizini de anımsatarak, o günlerin siyasi iklimindeki etkileri tartışılmaz olan iki ismi de yadediverdi: Merhum Necmettin Erbakan ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu...
Hasan Basri Bey, bu iki liderin partilerinin yanına o dönem Süleyman Soylu yönetimindeki Demokrat Parti'nin de potansiyelini katarak toplam 11 puanlık oyun adresinin şimdi AK Parti'ye geçeceğini öngörüyordu. Garanti olmasa da, pek de mantıksız bir yorum değildi.
'American Hustle' (Düzenbaz) adlı filmde geçen ve benim sigara bırakma biçimime de tam bir ışık tutan 'Zorunluluk, niyetin annesidir' cümlesini, siyasi iletişime uyarlamakta ve sık sık görebileceğimiz bir yere, varsa not defterimize kaydetmekte yarar olabilir...
Seçim sürecinde İktidar-Muhalefet arasında olması gereken rekabet yerine sanki Hükümet-Hizmet arasında bir yarış sözkonusuymuş gibi uygulamaya sokulan 'Sıkıştırma'ya dayalı algı operasyonlarının 'eski dostlar' kaynaklı maniplasyonlardan neşv-ü nema bulduğunu bilmeyenimiz yok.
İletişimin gerçekler üzerinden yürütülmediğinde geri tepeceğine dair temel kuramsal ilkenin yanına, araştırma sonuçlarını ve 'Zorunluluk niyetin annesidir' diyen şu 'ayakta kalma' (survive) macerasını özetleyen özlü deyişi yanyana koyarak baktığımızda şöyle bir tablo görüyoruz:
Zorunluluk bahsi içinde düşünmemiz gereken iki kutup var farkındaysanız. Biri, Hasan Basri Bey'in yazımızın girişinde alıntıladığımız 'Çoluğum çocuğum ne olacak?' diyen halkın 'ayakta kalma' ya da 'hayatta kalma' zorunluluğu.
İkincisindeki 'zorunluluk' ise ilki kadar hayati midir, değil midir emin değiliz. 'Sıkıştırma' yöntemli maniple operasyonu, ayakkabı kutusu'nda simgelenen 17 Aralık çıkarması ve sonrasında pıtrak gibi çoğalan çarpıcı ses kayıtları ile nihayetinde hedefi çok belli bir 'Niyet Operasyonu'dur. Niyet operasyonudur ama bu noktada temel soru şudur: Niyetin annesi olan 'Zorunluluk' meselesi, halkın ayakta kalma zorunluluğuyla kıyas kabul eder mi?
Bu tabloda gelecek tasarımı ve stratejisi belli olmadan adım atmayan, kesinlikle 'stabilite' arayan ve sisli puslu ortamlardan uzak durmayı varoluşunun gereği addeden iş dünyasının yeri ve etkisi de unutulmamalı. Onlar açısından da hayatta kalma ve sürdürülebilir olma, varoluşlarının 'Zorunluluk' temelli iki kavramıdır. Stratejileri, doğal olarak önce ayakta kalmaya, sonra da kâr hedeflerini her yıl büyüterek sürdürülebilir kılmaya ayarlıdır.
Üç dalga halinde gelen 'sıkıştırma' salvolarına karşılık Başbakan'ın derhal 'halka dönerek' durumun vehametini 'Paralel devlet'le izah etmesi, 'kemiğe yakın kesen' bir strateji izlemesi siyasi iletişim açısından son derece doğrudur. Devlet geleneğinin de temayülleri açısından tutarlı olan bu stratejinin, seçimlerin hemen öncesinde, reaksiyon verme menzilinin çok kısa olduğu bir güne denk getirilebilecek muhtemel bir Dördüncü Dalga karşısında mevcut araştırma sonuçlarının nasıl etkileneceğini şimdiden öngörmek kolay değil.
Ancak, yukarıda izah etmeye çalıştığımız tabloda kendisini gösteren, 'Çoluk çocuk ne oluruz?' sorusuyla meselenin 'eve giren ekmek' boyutu, zannediyoruz ki, hiçbir zaman aceleye getirilmeyen siyasi satrançların uzun vadeli 'zorunlulukları'yla kıyaslanamayacak kadar sıcaktır, güçlüdür.
Bir de, Konda'ya göre, halkta %80'lere, Denge'ye göre %60lara varan 'Bu hükümet içinde yolsuzluk yapanlar olmuştur' şeklinde bir algı var ki, bunu görmezlikten gelmek felakete neden olabilir. O konuda ne yapılması gerektiğini Hilal Hanım o akşam çok güzel anlattı: Sadece paralel devlet girişimine karşı yapılanların değil, yolsuzluk konusunda da yapılanların iletişimini yapıp altını çizmek...
Yoksa Ankara Belediye Başkanı ve yeni dönem Başkan adayı Melih Gökçek beyin o abartılı ve ABD halkının ortak ruhi şekillenmesini hizalayan 'mini kongresinin' başına gelen, genel algıda da gündeme gelebilir: Perşembe günü bu sütunlarda anlatmaya çalıştığımız V/G (Vaat ve Güven) arasındaki dengenin bozulması.
Mealen yazdığım bu değerlendirmelerin sahibi, Perşembe akşamı A Haber'de Aklın Yolu programında beraber olduğumuz Denge Araştırma şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Basri Yıldız beydir. Hasan Bey, 1-5 Şubat tarihleri arasında 25 ilde 5 bin kişiyle yaptıkları araştırmanın sonuçlarını henüz almıştı. Dumanı tüten bu çok taze anketi, bizim gazeteden Hilal Kaplan Hanım'ın da katıldığı programda değerlendirme imkânını bulmuştuk. Sonra sonuçlar dün bizim gazetede ayrıntısıyla yayınlandı.
17 Aralık ve seçim sürecindeki siyasi havanın sandığa nasıl yansıyacağını tartışabilmek için Hasan Basri Bey, yapılması gerekeni yapıyor ve kendi çalışmalarını, tüm anket sonuçlarıyla birlikte değerlendiriyordu. (Zaman gazetesinin araştırması dahil) Biz de her zaman en az üç tane araştırmayı yanyana getirip kıyaslamadan, kendimizce 'şeytanın avukatlığı'na soyunmadan değerlendirme yapmamaya dikkat edenlerdeniz. 'Bence' diye başlayan tüm değerlendirmelerin de, 'bir fikri' değil 'bir ruh hali'ni ifade ettiği gerçeğini aklımızdan çıkarmamaya özen gösteririz.
Denge'nin anketi, Konda ve A&G'nin (Adil Gür) sonuçlarıyla çok yakın görünüyor. 2009'daki yerel seçimde yüzde 38.8 alan ve şimdi tüm adaylarını halka takdim etmiş bulunan AK Parti'nin yüzde 48.5'i gösteren bir anket sonucu elde etmesini nasıl yorumlamak lazım?
Bu soruyu kendisine sorduğum Hasan Basri Bey, 2009'daki dünya ekonomik krizini de anımsatarak, o günlerin siyasi iklimindeki etkileri tartışılmaz olan iki ismi de yadediverdi: Merhum Necmettin Erbakan ve merhum Muhsin Yazıcıoğlu...
Hasan Basri Bey, bu iki liderin partilerinin yanına o dönem Süleyman Soylu yönetimindeki Demokrat Parti'nin de potansiyelini katarak toplam 11 puanlık oyun adresinin şimdi AK Parti'ye geçeceğini öngörüyordu. Garanti olmasa da, pek de mantıksız bir yorum değildi.
'American Hustle' (Düzenbaz) adlı filmde geçen ve benim sigara bırakma biçimime de tam bir ışık tutan 'Zorunluluk, niyetin annesidir' cümlesini, siyasi iletişime uyarlamakta ve sık sık görebileceğimiz bir yere, varsa not defterimize kaydetmekte yarar olabilir...
Seçim sürecinde İktidar-Muhalefet arasında olması gereken rekabet yerine sanki Hükümet-Hizmet arasında bir yarış sözkonusuymuş gibi uygulamaya sokulan 'Sıkıştırma'ya dayalı algı operasyonlarının 'eski dostlar' kaynaklı maniplasyonlardan neşv-ü nema bulduğunu bilmeyenimiz yok.
İletişimin gerçekler üzerinden yürütülmediğinde geri tepeceğine dair temel kuramsal ilkenin yanına, araştırma sonuçlarını ve 'Zorunluluk niyetin annesidir' diyen şu 'ayakta kalma' (survive) macerasını özetleyen özlü deyişi yanyana koyarak baktığımızda şöyle bir tablo görüyoruz:
Zorunluluk bahsi içinde düşünmemiz gereken iki kutup var farkındaysanız. Biri, Hasan Basri Bey'in yazımızın girişinde alıntıladığımız 'Çoluğum çocuğum ne olacak?' diyen halkın 'ayakta kalma' ya da 'hayatta kalma' zorunluluğu.
İkincisindeki 'zorunluluk' ise ilki kadar hayati midir, değil midir emin değiliz. 'Sıkıştırma' yöntemli maniple operasyonu, ayakkabı kutusu'nda simgelenen 17 Aralık çıkarması ve sonrasında pıtrak gibi çoğalan çarpıcı ses kayıtları ile nihayetinde hedefi çok belli bir 'Niyet Operasyonu'dur. Niyet operasyonudur ama bu noktada temel soru şudur: Niyetin annesi olan 'Zorunluluk' meselesi, halkın ayakta kalma zorunluluğuyla kıyas kabul eder mi?
Bu tabloda gelecek tasarımı ve stratejisi belli olmadan adım atmayan, kesinlikle 'stabilite' arayan ve sisli puslu ortamlardan uzak durmayı varoluşunun gereği addeden iş dünyasının yeri ve etkisi de unutulmamalı. Onlar açısından da hayatta kalma ve sürdürülebilir olma, varoluşlarının 'Zorunluluk' temelli iki kavramıdır. Stratejileri, doğal olarak önce ayakta kalmaya, sonra da kâr hedeflerini her yıl büyüterek sürdürülebilir kılmaya ayarlıdır.
Üç dalga halinde gelen 'sıkıştırma' salvolarına karşılık Başbakan'ın derhal 'halka dönerek' durumun vehametini 'Paralel devlet'le izah etmesi, 'kemiğe yakın kesen' bir strateji izlemesi siyasi iletişim açısından son derece doğrudur. Devlet geleneğinin de temayülleri açısından tutarlı olan bu stratejinin, seçimlerin hemen öncesinde, reaksiyon verme menzilinin çok kısa olduğu bir güne denk getirilebilecek muhtemel bir Dördüncü Dalga karşısında mevcut araştırma sonuçlarının nasıl etkileneceğini şimdiden öngörmek kolay değil.
Ancak, yukarıda izah etmeye çalıştığımız tabloda kendisini gösteren, 'Çoluk çocuk ne oluruz?' sorusuyla meselenin 'eve giren ekmek' boyutu, zannediyoruz ki, hiçbir zaman aceleye getirilmeyen siyasi satrançların uzun vadeli 'zorunlulukları'yla kıyaslanamayacak kadar sıcaktır, güçlüdür.
Bir de, Konda'ya göre, halkta %80'lere, Denge'ye göre %60lara varan 'Bu hükümet içinde yolsuzluk yapanlar olmuştur' şeklinde bir algı var ki, bunu görmezlikten gelmek felakete neden olabilir. O konuda ne yapılması gerektiğini Hilal Hanım o akşam çok güzel anlattı: Sadece paralel devlet girişimine karşı yapılanların değil, yolsuzluk konusunda da yapılanların iletişimini yapıp altını çizmek...
Yoksa Ankara Belediye Başkanı ve yeni dönem Başkan adayı Melih Gökçek beyin o abartılı ve ABD halkının ortak ruhi şekillenmesini hizalayan 'mini kongresinin' başına gelen, genel algıda da gündeme gelebilir: Perşembe günü bu sütunlarda anlatmaya çalıştığımız V/G (Vaat ve Güven) arasındaki dengenin bozulması.