İdrak yolları iltihabı
12 OCAK 2003
Turizm Bakanlığı web sitesinde halkla ilişkiler bölümünde göğsünü gere gere yazmış: “Halkla ilişkiler şube müdürlüğünün faaliyetleri sonucunda, 55 değişik yayında 126 sayfa olmak üzere, 540.088.766.000. TL.'lik reklam değerine eşit yayın yer almıştır.”
Dünyada kuruluş veya ülkelerin medyada yayınlanan haberlerini böyle ölçen halkla ilişkiler ajans sorumlularını persona non grata (istenmeyen adam) ilan ediyorlar. Ajanslardan bunu isteyen kuruluşların ise ‘idrak yollarında iltihap’ (İ.Y.İ) olduğu düşünülüyor.
Herkesi yanıltan bu iş, uluslararası kuruluşlarca son derece yanlış bulunuyor (Bkz. IPRA, Golden Papers 1988 -1998, 11 kitap ve 1997 Helsinki 1. Dünya Halkla İlişkiler Kongresi kayıtları). Bu hesabı İYİ hastaları şöyle yapıyor: Haberimiz gazetede kaç sütun kaç santim veya dergide ne kadar yer almış? Buraların ilan fiyatları ne kadar? Çarp ikisini birbiriyle al sana ‘reklam değerine eşit yayın’...
Yahu, bu hesabı böyle yaptığını duyan medya kuruluşu senin haberini yayınlarken iki kere düşünmez mi? Hesabı böyle yapıp bu paraları reklam harcamalarından keseceksin diye endişe etmez mi?
Haberin doğru mesajla yayınlanması mı önemlidir, büyüklüğü mü? Mesajın etkisi midir önemli olan, eni boyu mu? Pekiyi Hıncal Uluç’un, Necati Doğru’nun, Can Dündar’ın makalelerinde, hakkında iki satırla olumlu söz edilmenin bedeli ‘bir sütun iki santimlik ilan’ karşılığı mıdır? Kendiliğinden haber olacak halkla ilişkiler etkinliği mi yaratmak daha doğrudur, reklam departmanını devreye sokarak sütun/santim artırmaya çalışmak mı? Bu davranış yazı işlerinin asabını bozmaz mı?
Reklam değerine eşit mürekkep payı ölçümlemesi iletişim tarihin çöplüğüne gideli 10 yıl olmuş. Dünyada Medialink, Delahey, Türkiye’de onların ortağı PRNet, eğer ne istediğinizi bilirseniz Ajanspress gibi kuruluşlar bilimsel değerlendirme yöntemleri geliştirmişler. Bizim Bakanlığın dünyadan haberi yok. Bir de komik duruma düşüyor... Özel sektörümüzde böyle kuruluşlar varsa onlara da tez elden ‘İ.Y.İ’ hastalarından kurtulmalarını diliyoruz.
Kriz biter izi kalır
Alman Vakıfları’nın 10 yöneticisi DGM’de casuslukla suçlanarak yargılanıyor. İddianame halk tarafından bilinmese de, yaygın kanı şu: Alman altın şirketlerinin çıkarları doğrultusunda Bergama’daki rakip altın madeni şirketi aleyhine yöre halkını tahrik etmek; kullanılan siyanürün yarattığı kirlilik dünya standartlarının çok altında olmasına rağmen kirliliğin öldürücü olduğu algısını yaratmak için ‘tezvirat’ yapmak; Sivas olaylarında olduğu gibi kökten dincileri tahrik edip galeyana getirmek...
Bizi işin yasal yanından çok iletişim yanı ilgilendiriyor. Çünkü ortada ciddî bir kriz var. Hem de iki yanlı. Bu Alman vakıfları Almanya’da hayli itibarlı kurumlardır. Örneğin Tema, TEGV, Vehbi Koç Vakfı, VakSA, Almanya’da casuslukla suçlansa, bizim kamuoyu nasıl etkilenirse, bu işten Alman kamuoyu da öyle etkilenebilir...
İkincisi; bu vakıflar uzun yıllardır Türkiye’deler. İzmir’den Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın konuyu 3 yıl önce yazmış, işlerin Alman vakıflarının aleyhine bu noktalara kadar geleceğinin işaretini vermişti. O zamanlar Alman Vakıfları bir kriz iletişimi uygulamadılar. Şimdi de uygulamıyorlar. Alman hükûmetinin baskısıyla, yasal açıdan aklanmayla kurtulunmaz bu krizden. Kriz biter izi kalır. Hem Almanya’daki, hem de Türkiye’deki kamuoyunda...
Salim Kadıbeşegil’in son çıkan kitabı “Kriz geliyorum der”i AK Partili bazı milletvekilleri ellerinden düşürmüyorlarmış. Birer tane de Alman Vakıfları ve ilgili makamlarımız edinse çok iyi olur. Şimdilik gördüğümüz, kriz iletişimi nasıl yönetilir dersi değil çünkü; nasıl yönetilmez dersi...
Teldeki Kuş
Abdi İpekçi’den yediğimiz bir fırçayı hiç unutmam: “Niye sadece iki kaynaktan araştırdınız haberi! Nerede üçüncü taraf? Düzlemlerin dengede durması için üç noktanın gerekli olduğunu ilkokulda öğretmediler mi size?”...
Buyurun... Oysa biz iki tarafı konuşturduk diye, yaptığımız işten ne kadar emindik.
Aradan geçen yıllarda önce üçüncü taraf yok oldu. Sonra ikinci. Hiç kimse ile konuşmadan yazılmış haberlerin yılları geldi arkasından. “Gazete yazıyorsa doğrudur”dan, “Gazete yazıyorsa yalandır”a gelindi. Şimdilerde eski güveni kazanmak için büyük gazetelerimiz ciddî çaba harcıyorlar. Zor iş. Zor, çünkü “İtibar, telgraf telindeki kuş gibiymiş. En ufak bir seste kaçar gider, bir daha aynı yere kolay kolay konmazmış”.
Dünyaca ünlü pazar araştırmaları şirketi Wirthlin Worldwide’ın Amerikalı üst düzey yöneticiler arasında yaptığı araştırmada “Yönetmemiz gereken en önemli değerimiz, itibarımızdır” sonucu çıkmış. Başta siyasi parti ve medya yöneticileri şimdi sormalılar kendilerine “Acaba itibarımızı hangi yöntemlerle yönetiyoruz ve başarılı olup olmadığımızı nasıl ölçüyoruz” diye... Bu sadece kurumlar değil kişiler için de geçerli. Özellikle de şöhretler için.
“Medya küllüm yalan yazıyor” diyerek, “Kamuoyuna Duyuru!” diye tam sayfa ilan vererek itibar yönetilmiyor. Magazin basınına bir bakın. Nerdeyse tek konu, kimin eli kimin cebinde. Her gün birileri “yakalanıyor”... Ertesi gün yalanlama üstüne yalanlama.
Türkiye’de şöhret sanayii gelişmediği için, bir iki istisna dışında şöhret iletişimi de gelişmemiştir. İletişimini profesyonelce planlayan, medyada çıkacak kilit mesajları önceden belirleyip ona göre performansını yöneten şöhret sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Ondan sonra yüklen medyaya...
CEO’lar uyanıyor
Geçen yılın en başarılı halkla ilişkiler çalışmaları hangileriydi? İlk akla gelenleri sayalım:
Garanti Bankası (12 Dev Adam), Turkcell (Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları), TEGV (1 milyon öğrenci; yıldızlar sınıfı), Arçelik logo lansmanı, Fiat Palio Sporting lansmanı (Michael Schumacher), Doğuş Otomotiv (Türkiye yollarında bir virtüöz – Fazıl Say), Tofaş - TEGV Basketbol Gönüllüleri, TOBB (Türkiye geleceğini arıyor), Gilan (Topkapı Sarayı), Süt Kampanyası (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu), Eczacıbaşı (60.yıl), Vehbi Koç ödüllü, Akbank ve Borusan kültür projeleri, Pepsi Cola, (Futbol Milli Takımı sponsorluğu) – Unuttuklarım varsa sade bağışlamakla kalmasınlar, lütfen. Hatırlatırlarsa, burada kendilerini de örnek gösteririz.
Harcamalar açısından bakıldığında, son 10 yıla gelene kadar tüm dünyada reklama yatırılan paraların yanında halkla ilişkiler için harcanan bütçeler devede kulak kalırdı. 1990’larda halkla ilişkilerin ‘stratejik iletişimi, standartları ve ölçümlemeyi’ benimsemesi ile durum değişmeye başladı. İtibarın satış üzerine etkisi net olarak ölçümlenince de pek çok şirkette bu denge %50-50’lere kadar geldi. (bkz. www.prfirms.com)
Başta borsaya kayıtlı şirketler olmak üzere Türk firmaları da halkla ilişkilerin medyaya ve organizasyona dönük yüzünün yanısıra stratejik önemini ve katma değerini farketmeye başladılar. Türk patronlar ve CEO’lar da artık üretim ve finans kadar iletişimi doğru yönetmenin rekabetçi avantaj sağladığını görmeye başladılar. Yukarıdaki liste bunun kanıtı.
Suşi ve gelişmişlik
Merkez Bankası eski Başkanı Gazi Erçel’e atfen anlatıyorlar. Erçel bir yayın kuruluşunda kalkmış demiş ki: “Bir ülkenin kalkınmışlığının en iyi göstergesi, o ülkedeki Suşi restoranlarının sayısıdır. Ülkemizde bu rakam 12’ye ulaşmıştır!..”
Ertesi gün Japon sefaretinden aramışlar. Bizimkiler sanmışlar ki, Japon dostlar bu muhteşem ‘iletişim kıyağı’ için Sayın Erçel’e şükranlarını sunacaklar. Nerdeee... Adamlar bir yanlış bilgiyi düzeltmek için arıyorlarmış: “Türkiye’de Suşi restoranlarının sayısı 12 değil, 11’dir efendim!”
Bence gelişmişliğimizi McDonalds’ların sayısı ile ölçmeliyiz. Hayır, ne kadar Coca Cola tükettiğimizle... Hayır, hayır; ne kadar Chateau Margot şarabı içtiğimizle... Yoksa ne kadar Durex kullandığımızla mı ölçsek?...
Kısa... Kısa...
· Telsim’den Kerem Günay ve Fethiye Tanat bana bir e-posta göndermişler ve geçen hafta sorduğum soruyu yanıtlamışlar. Telsim’in başarılı reklamının satışa nasıl yansıdığını merak etmiştim. Rakam vermemişler ama, “Belirgin bir artış sağlanmıştır” demişler.
· İş Yatırım’ın düzenlediği “Geniş Açı Toplantıları” için İstanbul’a gelen çiçeği burnunda Nobel ödüllü Profesör Daniel Kahneman’ı dinlerken biraz da çevremi izledim. Finans dünyası ve medyası oradaydı. Her toplantıda boy gösteren “Biz bunları zaten biliyorduk yahu” bakışları vardıysa da, bunlar azınlıktaydı. Einstein “Dahiyane olan, basiti bulmaktır” demiş. Kahneman da, “Belirsizlik ortamlarında nasıl karar verilmesi gerektiğini” son derece basit anlattı.
· Cuma günü DanoneSA’nın Abant’da Management Center Türkiye’nin katılımı ile düzenlenen yıllık toplantısına davetliydik. Dağıtım işini rakipleri Ülker’e vermişler. Onu konuşuyorlardı. Migros da bildiğiniz gibi Koç Topluluğu’nun rakibi Sabancı Grubu’nun Axess kartı ile işbirliği yapıyor. İkisi de gelişmişliğin ve ortak aklın ürünü. “Benden olmayan bana düşmandır” diye düşünen arkaik kuruluşların bu işleri incelemelerinde, kazan-kazan ilişkisi kurmayı öğrenmelerinde yarar var.
· Sosyal Araştırmalar Merkezi (SAM) geçen hafta Cumhuriyet Gazetesi için yaptığı araştırmanın sonuçlarını Cumhuriyet gazetesinin üst yönetimi ve yayın kuruluna sundu. Sonuç çarpıcı: Cumhuriyet, medya kuruluşları arasında açık ara en güçlü marka... Ne yazık ki, en güçlü marka her zaman en çok satan marka olmuyor. Şimdi yönetim araştırmanın o güçlü markanın nasıl satılabileceğine yönelik verdiği ipuçlarını değerlendiriyor. Cumhuriyet ciddî sıçramalara gebe...
Bence* İlk 10
1) Reklam Özdenetim Kurulu
2) İsviçre Sigorta (Hacıyatmaz)
3) Telsim (Tersten Okuma)
4) Molped
5) Golf GTI (Patlamış Mısır)
6) Migros (Axess)
7) Bonus Ağa
8) Durex
9) Kent (Tofita)
10) Aria
Dünyada kuruluş veya ülkelerin medyada yayınlanan haberlerini böyle ölçen halkla ilişkiler ajans sorumlularını persona non grata (istenmeyen adam) ilan ediyorlar. Ajanslardan bunu isteyen kuruluşların ise ‘idrak yollarında iltihap’ (İ.Y.İ) olduğu düşünülüyor.
Herkesi yanıltan bu iş, uluslararası kuruluşlarca son derece yanlış bulunuyor (Bkz. IPRA, Golden Papers 1988 -1998, 11 kitap ve 1997 Helsinki 1. Dünya Halkla İlişkiler Kongresi kayıtları). Bu hesabı İYİ hastaları şöyle yapıyor: Haberimiz gazetede kaç sütun kaç santim veya dergide ne kadar yer almış? Buraların ilan fiyatları ne kadar? Çarp ikisini birbiriyle al sana ‘reklam değerine eşit yayın’...
Yahu, bu hesabı böyle yaptığını duyan medya kuruluşu senin haberini yayınlarken iki kere düşünmez mi? Hesabı böyle yapıp bu paraları reklam harcamalarından keseceksin diye endişe etmez mi?
Haberin doğru mesajla yayınlanması mı önemlidir, büyüklüğü mü? Mesajın etkisi midir önemli olan, eni boyu mu? Pekiyi Hıncal Uluç’un, Necati Doğru’nun, Can Dündar’ın makalelerinde, hakkında iki satırla olumlu söz edilmenin bedeli ‘bir sütun iki santimlik ilan’ karşılığı mıdır? Kendiliğinden haber olacak halkla ilişkiler etkinliği mi yaratmak daha doğrudur, reklam departmanını devreye sokarak sütun/santim artırmaya çalışmak mı? Bu davranış yazı işlerinin asabını bozmaz mı?
Reklam değerine eşit mürekkep payı ölçümlemesi iletişim tarihin çöplüğüne gideli 10 yıl olmuş. Dünyada Medialink, Delahey, Türkiye’de onların ortağı PRNet, eğer ne istediğinizi bilirseniz Ajanspress gibi kuruluşlar bilimsel değerlendirme yöntemleri geliştirmişler. Bizim Bakanlığın dünyadan haberi yok. Bir de komik duruma düşüyor... Özel sektörümüzde böyle kuruluşlar varsa onlara da tez elden ‘İ.Y.İ’ hastalarından kurtulmalarını diliyoruz.
Kriz biter izi kalır
Alman Vakıfları’nın 10 yöneticisi DGM’de casuslukla suçlanarak yargılanıyor. İddianame halk tarafından bilinmese de, yaygın kanı şu: Alman altın şirketlerinin çıkarları doğrultusunda Bergama’daki rakip altın madeni şirketi aleyhine yöre halkını tahrik etmek; kullanılan siyanürün yarattığı kirlilik dünya standartlarının çok altında olmasına rağmen kirliliğin öldürücü olduğu algısını yaratmak için ‘tezvirat’ yapmak; Sivas olaylarında olduğu gibi kökten dincileri tahrik edip galeyana getirmek...
Bizi işin yasal yanından çok iletişim yanı ilgilendiriyor. Çünkü ortada ciddî bir kriz var. Hem de iki yanlı. Bu Alman vakıfları Almanya’da hayli itibarlı kurumlardır. Örneğin Tema, TEGV, Vehbi Koç Vakfı, VakSA, Almanya’da casuslukla suçlansa, bizim kamuoyu nasıl etkilenirse, bu işten Alman kamuoyu da öyle etkilenebilir...
İkincisi; bu vakıflar uzun yıllardır Türkiye’deler. İzmir’den Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın konuyu 3 yıl önce yazmış, işlerin Alman vakıflarının aleyhine bu noktalara kadar geleceğinin işaretini vermişti. O zamanlar Alman Vakıfları bir kriz iletişimi uygulamadılar. Şimdi de uygulamıyorlar. Alman hükûmetinin baskısıyla, yasal açıdan aklanmayla kurtulunmaz bu krizden. Kriz biter izi kalır. Hem Almanya’daki, hem de Türkiye’deki kamuoyunda...
Salim Kadıbeşegil’in son çıkan kitabı “Kriz geliyorum der”i AK Partili bazı milletvekilleri ellerinden düşürmüyorlarmış. Birer tane de Alman Vakıfları ve ilgili makamlarımız edinse çok iyi olur. Şimdilik gördüğümüz, kriz iletişimi nasıl yönetilir dersi değil çünkü; nasıl yönetilmez dersi...
Teldeki Kuş
Abdi İpekçi’den yediğimiz bir fırçayı hiç unutmam: “Niye sadece iki kaynaktan araştırdınız haberi! Nerede üçüncü taraf? Düzlemlerin dengede durması için üç noktanın gerekli olduğunu ilkokulda öğretmediler mi size?”...
Buyurun... Oysa biz iki tarafı konuşturduk diye, yaptığımız işten ne kadar emindik.
Aradan geçen yıllarda önce üçüncü taraf yok oldu. Sonra ikinci. Hiç kimse ile konuşmadan yazılmış haberlerin yılları geldi arkasından. “Gazete yazıyorsa doğrudur”dan, “Gazete yazıyorsa yalandır”a gelindi. Şimdilerde eski güveni kazanmak için büyük gazetelerimiz ciddî çaba harcıyorlar. Zor iş. Zor, çünkü “İtibar, telgraf telindeki kuş gibiymiş. En ufak bir seste kaçar gider, bir daha aynı yere kolay kolay konmazmış”.
Dünyaca ünlü pazar araştırmaları şirketi Wirthlin Worldwide’ın Amerikalı üst düzey yöneticiler arasında yaptığı araştırmada “Yönetmemiz gereken en önemli değerimiz, itibarımızdır” sonucu çıkmış. Başta siyasi parti ve medya yöneticileri şimdi sormalılar kendilerine “Acaba itibarımızı hangi yöntemlerle yönetiyoruz ve başarılı olup olmadığımızı nasıl ölçüyoruz” diye... Bu sadece kurumlar değil kişiler için de geçerli. Özellikle de şöhretler için.
“Medya küllüm yalan yazıyor” diyerek, “Kamuoyuna Duyuru!” diye tam sayfa ilan vererek itibar yönetilmiyor. Magazin basınına bir bakın. Nerdeyse tek konu, kimin eli kimin cebinde. Her gün birileri “yakalanıyor”... Ertesi gün yalanlama üstüne yalanlama.
Türkiye’de şöhret sanayii gelişmediği için, bir iki istisna dışında şöhret iletişimi de gelişmemiştir. İletişimini profesyonelce planlayan, medyada çıkacak kilit mesajları önceden belirleyip ona göre performansını yöneten şöhret sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Ondan sonra yüklen medyaya...
CEO’lar uyanıyor
Geçen yılın en başarılı halkla ilişkiler çalışmaları hangileriydi? İlk akla gelenleri sayalım:
Garanti Bankası (12 Dev Adam), Turkcell (Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları), TEGV (1 milyon öğrenci; yıldızlar sınıfı), Arçelik logo lansmanı, Fiat Palio Sporting lansmanı (Michael Schumacher), Doğuş Otomotiv (Türkiye yollarında bir virtüöz – Fazıl Say), Tofaş - TEGV Basketbol Gönüllüleri, TOBB (Türkiye geleceğini arıyor), Gilan (Topkapı Sarayı), Süt Kampanyası (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu), Eczacıbaşı (60.yıl), Vehbi Koç ödüllü, Akbank ve Borusan kültür projeleri, Pepsi Cola, (Futbol Milli Takımı sponsorluğu) – Unuttuklarım varsa sade bağışlamakla kalmasınlar, lütfen. Hatırlatırlarsa, burada kendilerini de örnek gösteririz.
Harcamalar açısından bakıldığında, son 10 yıla gelene kadar tüm dünyada reklama yatırılan paraların yanında halkla ilişkiler için harcanan bütçeler devede kulak kalırdı. 1990’larda halkla ilişkilerin ‘stratejik iletişimi, standartları ve ölçümlemeyi’ benimsemesi ile durum değişmeye başladı. İtibarın satış üzerine etkisi net olarak ölçümlenince de pek çok şirkette bu denge %50-50’lere kadar geldi. (bkz. www.prfirms.com)
Başta borsaya kayıtlı şirketler olmak üzere Türk firmaları da halkla ilişkilerin medyaya ve organizasyona dönük yüzünün yanısıra stratejik önemini ve katma değerini farketmeye başladılar. Türk patronlar ve CEO’lar da artık üretim ve finans kadar iletişimi doğru yönetmenin rekabetçi avantaj sağladığını görmeye başladılar. Yukarıdaki liste bunun kanıtı.
Suşi ve gelişmişlik
Merkez Bankası eski Başkanı Gazi Erçel’e atfen anlatıyorlar. Erçel bir yayın kuruluşunda kalkmış demiş ki: “Bir ülkenin kalkınmışlığının en iyi göstergesi, o ülkedeki Suşi restoranlarının sayısıdır. Ülkemizde bu rakam 12’ye ulaşmıştır!..”
Ertesi gün Japon sefaretinden aramışlar. Bizimkiler sanmışlar ki, Japon dostlar bu muhteşem ‘iletişim kıyağı’ için Sayın Erçel’e şükranlarını sunacaklar. Nerdeee... Adamlar bir yanlış bilgiyi düzeltmek için arıyorlarmış: “Türkiye’de Suşi restoranlarının sayısı 12 değil, 11’dir efendim!”
Bence gelişmişliğimizi McDonalds’ların sayısı ile ölçmeliyiz. Hayır, ne kadar Coca Cola tükettiğimizle... Hayır, hayır; ne kadar Chateau Margot şarabı içtiğimizle... Yoksa ne kadar Durex kullandığımızla mı ölçsek?...
Kısa... Kısa...
· Telsim’den Kerem Günay ve Fethiye Tanat bana bir e-posta göndermişler ve geçen hafta sorduğum soruyu yanıtlamışlar. Telsim’in başarılı reklamının satışa nasıl yansıdığını merak etmiştim. Rakam vermemişler ama, “Belirgin bir artış sağlanmıştır” demişler.
· İş Yatırım’ın düzenlediği “Geniş Açı Toplantıları” için İstanbul’a gelen çiçeği burnunda Nobel ödüllü Profesör Daniel Kahneman’ı dinlerken biraz da çevremi izledim. Finans dünyası ve medyası oradaydı. Her toplantıda boy gösteren “Biz bunları zaten biliyorduk yahu” bakışları vardıysa da, bunlar azınlıktaydı. Einstein “Dahiyane olan, basiti bulmaktır” demiş. Kahneman da, “Belirsizlik ortamlarında nasıl karar verilmesi gerektiğini” son derece basit anlattı.
· Cuma günü DanoneSA’nın Abant’da Management Center Türkiye’nin katılımı ile düzenlenen yıllık toplantısına davetliydik. Dağıtım işini rakipleri Ülker’e vermişler. Onu konuşuyorlardı. Migros da bildiğiniz gibi Koç Topluluğu’nun rakibi Sabancı Grubu’nun Axess kartı ile işbirliği yapıyor. İkisi de gelişmişliğin ve ortak aklın ürünü. “Benden olmayan bana düşmandır” diye düşünen arkaik kuruluşların bu işleri incelemelerinde, kazan-kazan ilişkisi kurmayı öğrenmelerinde yarar var.
· Sosyal Araştırmalar Merkezi (SAM) geçen hafta Cumhuriyet Gazetesi için yaptığı araştırmanın sonuçlarını Cumhuriyet gazetesinin üst yönetimi ve yayın kuruluna sundu. Sonuç çarpıcı: Cumhuriyet, medya kuruluşları arasında açık ara en güçlü marka... Ne yazık ki, en güçlü marka her zaman en çok satan marka olmuyor. Şimdi yönetim araştırmanın o güçlü markanın nasıl satılabileceğine yönelik verdiği ipuçlarını değerlendiriyor. Cumhuriyet ciddî sıçramalara gebe...
Bence* İlk 10
1) Reklam Özdenetim Kurulu
2) İsviçre Sigorta (Hacıyatmaz)
3) Telsim (Tersten Okuma)
4) Molped
5) Golf GTI (Patlamış Mısır)
6) Migros (Axess)
7) Bonus Ağa
8) Durex
9) Kent (Tofita)
10) Aria