"İletişim İktidar için yapılır"
01 EYLÜL 2012
Türkiye’de nasıl “şöhretler” var ama “markalar” yoksa ayı şekilde siyasi ustalar var fakat siyaset iletişimi ustaları yok. O ustalar yoksa yani işin püf noktası bilinmiyorsa, bulanık suda el yordamı ile balık avlamaya devam edilir. Einstein’ın dediği gibi, “Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edeceklerini sanan kaçıklar” gibi fasit dairenin içinde dönüp durulur…
Önümüz seçim… Tüm iletişim sektörü teyakkuzda olmalı. Yönetilecek bir sürü kampanya olacak… En azından öyle sanılıyor… Çok değil, taş çatlasa iki hafta oldu… Siyasi iletişimle ilgilenen hatta bir özel kampanyayı yönetmeye hazırlanan bir meslektaşımıza, talebi üzerine siyasi iletişim kampanyasının ana hatlarıyla ilgili naçizane görüşlerimi yazdım… Bir siyasi iletişim kampanyasının nasıl yönetilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştığım notu bilgi için gönderdiğim bizim iletişim danışmanı arkadaşlarımız itiraz edecek oldular: “Her şeyi anlatmışsınız Ali Bey!”… Onlara dedim ki,
1. Bu şemayı ve çalışmayı Türkiye’de uygulayabilecek siyasi lider ve parti var mı? Biliyorsanız söyleyin. Bizimkiler her şeyi bilir. Siyasi iletişimi ve seçim kampanyasını zaten yalayıp yutmuşlardır. Zamanı gelince verirler bir reklam ajansına, “çözerler” meseleyi.
2. Bu bilgi “gizli” değil. Bugüne kadar yazdığım ve yayınlanmış olan dört kitabın çeşitli yerlerinde var.
3. Bilgiye erişim sorunu yoktur dünyada. Uygulama, hayata geçirme sorunu vardır. Güzel sanatlar fakültelerinin ilgili bölümünü bitiren herkes resim yapmayı “bilir” ancak herkes ressam olamaz. Ayrıca her müzik öğretmeni müzisyen, her resim öğretmeni ressam, her spor hocası rekortmen olamaz. Bilmek ile yapmak arasında uçurumlar vardır…
4. Ayrıca bu bilginin patenti bana ait değil. İnternette “campaign management” yazıp araştıran ve biraz da dersini çalışan herkes er ya da geç böyle bir yol haritasına ulaşır.
5. Türkiye’de nasıl “şöhretler” var ama “markalar” yoksa ayı şekilde siyasi ustalar var fakat siyaset iletişimi ustaları yok. O ustalar yoksa yani işin püf noktası bilinmiyorsa, bulanık suda el yordamı ile balık avlamaya devam edilir. Einstein’ın dediği gibi, “Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edeceklerini sanan kaçıklar” gibi fasit dairenin içinde dönüp durulur…
Gelelim her parti, her lider, her belediye başkan adayı, her seçim (yerel ya da genel) için geçerli olabilecek, dikkatli bakılmazsa “şablon” gibi algılanabilecek (!) o şematik yaklaşıma…
1.Siyasi iktidarı hedeflemeyen, bu hedefe kendisi inanmayan bir liderin peşinden hiçbir kongre (kurultay) delegesi gitmez. Partisini inandıramayan liderin peşinden ise hiçbir seçmen gitmez.
2.Türkiye koşullarında Ana Strateji’nin başlığı şu olabilir: “Büyük Lider - Büyük Fikir - Büyük Teşkilat”
“Büyük Lider”den kasıt nedir?
- Büyük Lider’in kahramanlık menkıbesi vardır.
- Büyük Lider’in paylaşılabilecek inançları vardır.
- Büyük Lider’in sağlam bir dünya görüşü vardır.
- Büyük Lider’in büyük takipçileri vardır.
- Büyük Lider’in somut, kolay anlaşılabilir ve kimsenin reddedemeyeceği hedefleri vardır.
“Büyük Fikir” ne olabilir?
- Partiyi ve ülkeyi ileriye taşıyacağına inancı pekiştiren,
- Dünyanın ve ülkenin değişimine uyum sağlayıp, yanıt vereceği algısını kuvvetlendiren,
- Günlük hayatı kolaylaştırıp güzelleştireceğine dair güveni güçlendiren,
- İnsanların hem de çocuklarının, hem de kendilerinin esenliğini kollayacağı izleniminin altını çizen,
- Düşünce kadar duygulara da hitap eden,
- Somut, kolay anlaşılabilir ve kimsenin reddedemeyeceği Toplumsal bir “TEKLİF”…
“Büyük Teşkilat”tan kasıt nedir?
- Tarih boyunca “Teşkilatlar” her zaman iktidar nimetlerini paylaşacak olan kadrolar olarak algılanmıştır. Milletvekilliği ve Bakanlık dağıtımı burada ana amaç olsa da, bürokratik kadrolarda alınacak görevlerde önemli bir “havuç unsuru” olarak kabul görmüş, lanse edilmiştir. “Biraz da biz yiyelim” şeklindeki yerleşik espri temelsiz değildir.
- Oysa tarih bize ancak “savaş arkadaşlığı”, “yol arkadaşlığı”, “mücadele arkadaşlığı” şeklindeki kadrolaşmaların, hem kadrolar hem de halk nezdinde daha etkili bir yapı olarak ortaya çıktığını göstermektedir… Diğerleri çok kolay güven yitirmekte kolaylıkla dağılmaktadır.
- Teşkilatı zayıf olan hiçbir lider iktidara gelemez.
- Teşkilatın gücü kafa sayısından değil (Vatan Cephesi), birbirlerine “Büyük Fikir ve Büyük Lider” etrafında kilitlenme kat sayısından gelir.
- Nasıl büyük yangınlar küçük ve güçlü kıvılcımlardan doğarsa, büyük teşkilatlar da sağlam bir “çekirdekten” halkalar halinde gelişir…
Şu yol izlenebilir:
Yukarıdaki 3 unsurun ana hatlarının belirleneceği ve aynı zamanda aşağıdaki iş şeması ve stratejik-taktik adımlar konusunda kesin mutabakat sağlanacağı bir üst düzey çalışma düzenlenmesi; sonra da “kritik başarı faktörleri”ne harfiyen uyulması…
Kritik başarı faktörleri
1.Tüm aşamalarda ölçümleme değerlendirme ve başkana gelişim raporunun sunulması ve icra kurulu ile birlikte gerekiyorsa “Kurs düzeltme adımlarının” atılması.
2.Tüm alt birimlerin kampanya direktörüne, onun da icra kurulu ve başkana rapor sunması,
3.Hızlı karar alınması
4.Finansman sorunu yaşanmaması. İletişim, PR, reklam gibi konularda başarılı olmanın, ancak üçünün anlamlı ve stratejik bütünsellik içinde yönetilecek bir iş planı çerçevesinde ele alınmasıyla mümkün olabileceğinin kavranması… Bu nedenle unsurların tek tek değil kampanyanın genel maliyeti içinde değerlendirilmesi gerektiğinin anlaşılması…
5.Her kafadan ses çıkmasının engellenmesi
Görüldüğü gibi reçete çok basit… Biz bunun Türkiye için ilk adımlarını, Tony Blair’in ilk kampanyasına da katılan, sonra da Almanya’da farklı liderlerle çalışmış olan sevgili dostum ve meslektaşım Christian Langer ile birlikte 2000’lerin ilk yıllarında oluşturmuştuk. Hepsi bu kadar mıydı? Tabii ki hayır… Buraya almadığımız kısmı merak edenler, önce “Püf noktası” hikayesine bir göz atsınlar: (http://blog.milliyet.com.tr/-puf-noktasi-nin-hikayesi/Blog/?BlogNo=25418)
Kamu spotları bir işe yarıyor mu?
Bir işe yaradığı kesin de, hangisine yaradığı konusu aydınlık değil sanki! Hele bir tanesi var ki, Stephen King filmleri yanında halt etmiş. Feci ötesi… Galiba Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hazırlattığı bir “kamu spotu”… Packshot’unda “Kimsenin kaybolmasına izin vermeyiz” diyor; “Çünkü biz büyük bir aileyiz.” Acayip karanlık, dramatik bir ışık, karanlık dehlizlerle dolu bir labirent, bakmadan dinleseniz de bu kez uykunuzu kaçıracak bir müzik… Bir tek sigara kampanyası bana çok etkili geliyor. Hemen hemen hepsi… Süngerlisi, nefeslisi, amfizemlisi vs…
Bu kamu spotlarının etkisi, amaca uygunlukları ölçülüyor mu bilmiyorum. Ölçülüyorsa da, bunun iletişimini yapan yok. Şu kadar para harcadık şu sonucu aldık, dendiğine rastlamadım ben… Madem kamu spotu; demek ki kamu malı... O zaman da kamunun hesap sorma hakkı var. Adam gibi etki ölçümlenmeli. Çok iyi yapıyorsunuz da, harcanan paraların geri dönüşünü siz de bizim gibi hislerinize dayanarak mı tespit ediyorsunuz yoksa? Kamuoyunu bir bilgilendirseniz…
Uluslararası diplomasi de Assange da zor durumda
Uluslararası diplomasi dilinin yazılı olan ya da olmayan ne kadar kuralı varsa hepsinin dibine dinamit koyacak kadar güçlü etkisiyle WikiLeaks dünyayı sarsarken kayıtlara geçen gizli bilgiler nedeniyle de pek çok hükümet, bu yeni tür medyayla nasıl baş edebileceğini bilemez halde. WikiLeaks’in kurucusu Assange da malum, tamamen bu meselelerden uzakmış gibi sunulan cinsel taciz suçu nedeniyle Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde bir anlamda hapis hayatı yaşıyor. Mesele derin... Bilişim teknolojilerindeki gelişmeler, akıl sır ermeyen siber casus yazılımlarının devreye girmesi, her türlü enformasyonun gözler önüne serilmesini ister istemez beraberinde getirdi. Bu büyük iletişim kaosu, ya “iletişim gerçeklerden yola çıktığında başarılı olur” düsturunu haklı çıkartacak bir biçimde ne kadar saman altından su yürüten “çirkin politika” varsa hepsini ortadan kaldırmaya yönelik uygulamaları ister istemez gündeme getirecek ya da kıran kırana bir diplomasi savaşına dönüşerek tüm insanlığı hak etmediği büyük bedelleri ödemek felaketiyle yüz yüze bırakacak. Bu düşüncelerle iki ünlü Hollywood yönetmeninin, (Oliver Stone ve Michael Moore) Assange’a destek veren ortak bir makale yazdıklarına dair haber okudum. İki yönetmen “Neden Assange’a ABD’ye iade edilmeyeceği sözü verilmiyor?” sorusunu sorarken, kendi hükümetlerinin “çirkin eylemlerinden” Amerikalıları bilgilendirmeyen yeni bir medya ile karşı karşıya kaldıklarına dikkat çektiler. Diğer yandan hükümetler açısından meseleye bakıldığında “çirkin eylemleri” elbette değil ama “hiç de çirkin olmayan fakat gizli kalması gereken” pek çok bilginin de ortalığa dökülüyor olmasından rahatsızlık duymalarını anlamak elbette mümkün. “Zihin okuma ve yorumlama isteği” bir istek olmaktan çıkıp rakip olanı “karalamak” için bir hırsa dönüştüğünde, üstüne üstlük, “bilgilerin şeffaf olması arzusuyla” kamufle edildiğinde neler olmaz? Kötülüğün mutlak gücü, komplo teorileriyle birlikte kartopu etkisiyle yayılır ve “değerli” olan enformasyonla “değersiz”i birbirine karışarak, günümüzde yaşandığı gibi akıl almaz bir iletişim kirliliğine dönüşür. Her türlü “köktenci söyleme” biraz kuşkuyla bakmamın en önemli nedenlerinden biri “kötülüğün mutlak gücü”nün, “iletişim gerçeklerden yola çıktığında başarılı olur” ilkesini tuzla buz ederek, ayağımızı basacağımız sağlam zemini ortadan kaldırma hırsına ve bu amaçla “şeffaflık”tan yararlanma sinsiliğine sahip olmasıdır.
Önümüz seçim… Tüm iletişim sektörü teyakkuzda olmalı. Yönetilecek bir sürü kampanya olacak… En azından öyle sanılıyor… Çok değil, taş çatlasa iki hafta oldu… Siyasi iletişimle ilgilenen hatta bir özel kampanyayı yönetmeye hazırlanan bir meslektaşımıza, talebi üzerine siyasi iletişim kampanyasının ana hatlarıyla ilgili naçizane görüşlerimi yazdım… Bir siyasi iletişim kampanyasının nasıl yönetilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştığım notu bilgi için gönderdiğim bizim iletişim danışmanı arkadaşlarımız itiraz edecek oldular: “Her şeyi anlatmışsınız Ali Bey!”… Onlara dedim ki,
1. Bu şemayı ve çalışmayı Türkiye’de uygulayabilecek siyasi lider ve parti var mı? Biliyorsanız söyleyin. Bizimkiler her şeyi bilir. Siyasi iletişimi ve seçim kampanyasını zaten yalayıp yutmuşlardır. Zamanı gelince verirler bir reklam ajansına, “çözerler” meseleyi.
2. Bu bilgi “gizli” değil. Bugüne kadar yazdığım ve yayınlanmış olan dört kitabın çeşitli yerlerinde var.
3. Bilgiye erişim sorunu yoktur dünyada. Uygulama, hayata geçirme sorunu vardır. Güzel sanatlar fakültelerinin ilgili bölümünü bitiren herkes resim yapmayı “bilir” ancak herkes ressam olamaz. Ayrıca her müzik öğretmeni müzisyen, her resim öğretmeni ressam, her spor hocası rekortmen olamaz. Bilmek ile yapmak arasında uçurumlar vardır…
4. Ayrıca bu bilginin patenti bana ait değil. İnternette “campaign management” yazıp araştıran ve biraz da dersini çalışan herkes er ya da geç böyle bir yol haritasına ulaşır.
5. Türkiye’de nasıl “şöhretler” var ama “markalar” yoksa ayı şekilde siyasi ustalar var fakat siyaset iletişimi ustaları yok. O ustalar yoksa yani işin püf noktası bilinmiyorsa, bulanık suda el yordamı ile balık avlamaya devam edilir. Einstein’ın dediği gibi, “Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edeceklerini sanan kaçıklar” gibi fasit dairenin içinde dönüp durulur…
Gelelim her parti, her lider, her belediye başkan adayı, her seçim (yerel ya da genel) için geçerli olabilecek, dikkatli bakılmazsa “şablon” gibi algılanabilecek (!) o şematik yaklaşıma…
1.Siyasi iktidarı hedeflemeyen, bu hedefe kendisi inanmayan bir liderin peşinden hiçbir kongre (kurultay) delegesi gitmez. Partisini inandıramayan liderin peşinden ise hiçbir seçmen gitmez.
2.Türkiye koşullarında Ana Strateji’nin başlığı şu olabilir: “Büyük Lider - Büyük Fikir - Büyük Teşkilat”
“Büyük Lider”den kasıt nedir?
- Büyük Lider’in kahramanlık menkıbesi vardır.
- Büyük Lider’in paylaşılabilecek inançları vardır.
- Büyük Lider’in sağlam bir dünya görüşü vardır.
- Büyük Lider’in büyük takipçileri vardır.
- Büyük Lider’in somut, kolay anlaşılabilir ve kimsenin reddedemeyeceği hedefleri vardır.
“Büyük Fikir” ne olabilir?
- Partiyi ve ülkeyi ileriye taşıyacağına inancı pekiştiren,
- Dünyanın ve ülkenin değişimine uyum sağlayıp, yanıt vereceği algısını kuvvetlendiren,
- Günlük hayatı kolaylaştırıp güzelleştireceğine dair güveni güçlendiren,
- İnsanların hem de çocuklarının, hem de kendilerinin esenliğini kollayacağı izleniminin altını çizen,
- Düşünce kadar duygulara da hitap eden,
- Somut, kolay anlaşılabilir ve kimsenin reddedemeyeceği Toplumsal bir “TEKLİF”…
“Büyük Teşkilat”tan kasıt nedir?
- Tarih boyunca “Teşkilatlar” her zaman iktidar nimetlerini paylaşacak olan kadrolar olarak algılanmıştır. Milletvekilliği ve Bakanlık dağıtımı burada ana amaç olsa da, bürokratik kadrolarda alınacak görevlerde önemli bir “havuç unsuru” olarak kabul görmüş, lanse edilmiştir. “Biraz da biz yiyelim” şeklindeki yerleşik espri temelsiz değildir.
- Oysa tarih bize ancak “savaş arkadaşlığı”, “yol arkadaşlığı”, “mücadele arkadaşlığı” şeklindeki kadrolaşmaların, hem kadrolar hem de halk nezdinde daha etkili bir yapı olarak ortaya çıktığını göstermektedir… Diğerleri çok kolay güven yitirmekte kolaylıkla dağılmaktadır.
- Teşkilatı zayıf olan hiçbir lider iktidara gelemez.
- Teşkilatın gücü kafa sayısından değil (Vatan Cephesi), birbirlerine “Büyük Fikir ve Büyük Lider” etrafında kilitlenme kat sayısından gelir.
- Nasıl büyük yangınlar küçük ve güçlü kıvılcımlardan doğarsa, büyük teşkilatlar da sağlam bir “çekirdekten” halkalar halinde gelişir…
Şu yol izlenebilir:
Yukarıdaki 3 unsurun ana hatlarının belirleneceği ve aynı zamanda aşağıdaki iş şeması ve stratejik-taktik adımlar konusunda kesin mutabakat sağlanacağı bir üst düzey çalışma düzenlenmesi; sonra da “kritik başarı faktörleri”ne harfiyen uyulması…
Kritik başarı faktörleri
1.Tüm aşamalarda ölçümleme değerlendirme ve başkana gelişim raporunun sunulması ve icra kurulu ile birlikte gerekiyorsa “Kurs düzeltme adımlarının” atılması.
2.Tüm alt birimlerin kampanya direktörüne, onun da icra kurulu ve başkana rapor sunması,
3.Hızlı karar alınması
4.Finansman sorunu yaşanmaması. İletişim, PR, reklam gibi konularda başarılı olmanın, ancak üçünün anlamlı ve stratejik bütünsellik içinde yönetilecek bir iş planı çerçevesinde ele alınmasıyla mümkün olabileceğinin kavranması… Bu nedenle unsurların tek tek değil kampanyanın genel maliyeti içinde değerlendirilmesi gerektiğinin anlaşılması…
5.Her kafadan ses çıkmasının engellenmesi
Görüldüğü gibi reçete çok basit… Biz bunun Türkiye için ilk adımlarını, Tony Blair’in ilk kampanyasına da katılan, sonra da Almanya’da farklı liderlerle çalışmış olan sevgili dostum ve meslektaşım Christian Langer ile birlikte 2000’lerin ilk yıllarında oluşturmuştuk. Hepsi bu kadar mıydı? Tabii ki hayır… Buraya almadığımız kısmı merak edenler, önce “Püf noktası” hikayesine bir göz atsınlar: (http://blog.milliyet.com.tr/-puf-noktasi-nin-hikayesi/Blog/?BlogNo=25418)
Kamu spotları bir işe yarıyor mu?
Bir işe yaradığı kesin de, hangisine yaradığı konusu aydınlık değil sanki! Hele bir tanesi var ki, Stephen King filmleri yanında halt etmiş. Feci ötesi… Galiba Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hazırlattığı bir “kamu spotu”… Packshot’unda “Kimsenin kaybolmasına izin vermeyiz” diyor; “Çünkü biz büyük bir aileyiz.” Acayip karanlık, dramatik bir ışık, karanlık dehlizlerle dolu bir labirent, bakmadan dinleseniz de bu kez uykunuzu kaçıracak bir müzik… Bir tek sigara kampanyası bana çok etkili geliyor. Hemen hemen hepsi… Süngerlisi, nefeslisi, amfizemlisi vs…
Bu kamu spotlarının etkisi, amaca uygunlukları ölçülüyor mu bilmiyorum. Ölçülüyorsa da, bunun iletişimini yapan yok. Şu kadar para harcadık şu sonucu aldık, dendiğine rastlamadım ben… Madem kamu spotu; demek ki kamu malı... O zaman da kamunun hesap sorma hakkı var. Adam gibi etki ölçümlenmeli. Çok iyi yapıyorsunuz da, harcanan paraların geri dönüşünü siz de bizim gibi hislerinize dayanarak mı tespit ediyorsunuz yoksa? Kamuoyunu bir bilgilendirseniz…
Uluslararası diplomasi de Assange da zor durumda
Uluslararası diplomasi dilinin yazılı olan ya da olmayan ne kadar kuralı varsa hepsinin dibine dinamit koyacak kadar güçlü etkisiyle WikiLeaks dünyayı sarsarken kayıtlara geçen gizli bilgiler nedeniyle de pek çok hükümet, bu yeni tür medyayla nasıl baş edebileceğini bilemez halde. WikiLeaks’in kurucusu Assange da malum, tamamen bu meselelerden uzakmış gibi sunulan cinsel taciz suçu nedeniyle Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde bir anlamda hapis hayatı yaşıyor. Mesele derin... Bilişim teknolojilerindeki gelişmeler, akıl sır ermeyen siber casus yazılımlarının devreye girmesi, her türlü enformasyonun gözler önüne serilmesini ister istemez beraberinde getirdi. Bu büyük iletişim kaosu, ya “iletişim gerçeklerden yola çıktığında başarılı olur” düsturunu haklı çıkartacak bir biçimde ne kadar saman altından su yürüten “çirkin politika” varsa hepsini ortadan kaldırmaya yönelik uygulamaları ister istemez gündeme getirecek ya da kıran kırana bir diplomasi savaşına dönüşerek tüm insanlığı hak etmediği büyük bedelleri ödemek felaketiyle yüz yüze bırakacak. Bu düşüncelerle iki ünlü Hollywood yönetmeninin, (Oliver Stone ve Michael Moore) Assange’a destek veren ortak bir makale yazdıklarına dair haber okudum. İki yönetmen “Neden Assange’a ABD’ye iade edilmeyeceği sözü verilmiyor?” sorusunu sorarken, kendi hükümetlerinin “çirkin eylemlerinden” Amerikalıları bilgilendirmeyen yeni bir medya ile karşı karşıya kaldıklarına dikkat çektiler. Diğer yandan hükümetler açısından meseleye bakıldığında “çirkin eylemleri” elbette değil ama “hiç de çirkin olmayan fakat gizli kalması gereken” pek çok bilginin de ortalığa dökülüyor olmasından rahatsızlık duymalarını anlamak elbette mümkün. “Zihin okuma ve yorumlama isteği” bir istek olmaktan çıkıp rakip olanı “karalamak” için bir hırsa dönüştüğünde, üstüne üstlük, “bilgilerin şeffaf olması arzusuyla” kamufle edildiğinde neler olmaz? Kötülüğün mutlak gücü, komplo teorileriyle birlikte kartopu etkisiyle yayılır ve “değerli” olan enformasyonla “değersiz”i birbirine karışarak, günümüzde yaşandığı gibi akıl almaz bir iletişim kirliliğine dönüşür. Her türlü “köktenci söyleme” biraz kuşkuyla bakmamın en önemli nedenlerinden biri “kötülüğün mutlak gücü”nün, “iletişim gerçeklerden yola çıktığında başarılı olur” ilkesini tuzla buz ederek, ayağımızı basacağımız sağlam zemini ortadan kaldırma hırsına ve bu amaçla “şeffaflık”tan yararlanma sinsiliğine sahip olmasıdır.