"İnsandaki Hazreti zedelemek"
15 OCAK 2012
Olmaz ya; tutun ki olsun..
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı 12 Eylül iddianamesiyle Kenan Evren yargılansın ve sonuçta da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilsin.
Başbakan Tayyip Erdoğan, muhalefet partisinin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ısrarla ileri sürdüğü (ne işe yarayacaksa) dileğini yerine getirsin ve Uludere özrü dilesin.
"Canım kadının dediklerinde doğruluk payı yok mu?" diyenleri aydınlatması için Fransa'da 1915 olaylarının inkârını suç sayan yasa tasarısını meclise sunan iktidar partisi UMP'nin milletvekili Valerie Boyer hanımı Türkiye'ye davet edip ağırlayalım, konferans verdirelim.
İlker Başbuğ Paşa'yı birkaç hafta içinde yargılayıp, "adalet"i anında tecelli ettirelim...
Listeyi çoğaltmak mümkün...
İskandinav ülkelerinden birinde yaşadığını zanneden ve her sorunla birlikte canı demokrasi çeken arkadaşlarımızın teselli bulabilmeleri ya da hayallerinin gerçek olabilmesi için sorunların hayatımızda reel bir karşılığının olması gerekmez mi?
Sadece siyasette değil, gündelik hayatımızda da tüm taleplerimizi bir an için de olsa, gerçeğe dönüşmüş haliyle ve üstüne üstlük abartarak hayal etmemizde yarar var. Gerçekçi yerlere o yöntemle daha hızlı gidilir...
Çok ama çok, deliler gibi istediğimiz ne varsa her birini, olabileceğinin kat kat fazlasıyla gerçekleştiğini hayal ettiğinizi varsayın. Bir koşulla... Sınırsız sorumsuz taleplerin neye veya nelere mal olarak, hangi bedeller karşılığında gerçek olup olamayacağını tartabilecek izan duygusuna sahip olarak yola çıkacağız...
Yok eğer bir sosyal şımarık gibi "vermeden" her daim "isteyen"lerdenseniz bir hatırlatmada bulunmanın tam sırasıdır: Ara vermeden, duraklamaksızın talebi olanların, adil olmayı beceremeyen her bencil gibi öncelikle duygusal anlamda yoksullaşacağını hayat defalarca, çeşitli örneklerle kanıtlıyor.
Unutmayalım her talep, uzun vadede adalet sınırlarının içinde kaldığı sürece gerçekleşme ihtimali taşır. Bu sınırı aşan talepleri hayat, zaman içinde kendine has mecralarda akarak, un gibi öğütüp size yutulması zor bir sorun lokması halinde takdim ediyor.
Sevgili Dostum Dücane Cündioğlu, dolu dolu bir TV sohbetini noktalarken, "İnsandaki Hazreti zedelemedik değil mi?" diye sormuştu karşısındaki sunucuya...
İletişim süreçlerinin olmazsa olmazlarından biri addettiğimiz "seçilmiş davranış sergileyebilme" maharetini "içinden geldiği gibi davranma" arzusunun önünde ciddi bir engel sayanlarla sık sık karşılaşır olduğumu itiraf etmeliyim. "Seçilmiş davranış" sergilemesi gerekip de böyle yapmayıp, içinden ne geliyorsa dışarıya boca eden ve "keskin sirke küpüne zarar" durumlarla iç içe yaşayanlar için tam 400 yıl önce söylenmiş muhteşem bir cümle varmış. Ben yeni keşfettim...
Remzi Kitabevi'nin 1967 yılında yayımladığı "Günlük Yaşantımızda Saygı Kuralları" başlıklı bir kitabın önsözünde Bacon'ın "nezakete dair" ettiği şu cümleye bir bakın. Belki sizin hayatınıza da bir anlam katabilir. "Nezaket" kelimesi yerine "seçilmiş davranış" ifadesini kullanarak cümleyi anlamlandırdığınızda her şey daha iyi anlaşılacakmış gibi sanki. Cümle şöyle:
"Nezaket, manevi kılığımızdır; rahat, özentisiz günlük giysiler nasıl vücudun kusurlarını örter, insanı davranışlarında serbest bırakırsa, o da zihnin serbestçe hareketine engel olmamalıdır."
Önsöz'deki devam cümlelerine de dikkat:
"Karşılıklı hak ve ödevler, köklerini kişi vicdanından alırlar. Yüreğiniz ve kafanızla nazik olduğunuz zaman gerçekten nazik sayılırsınız."
Vicdan denildiğinde akan sular duruyor. Ne kadar farkındayız acaba?
Kamu vicdanının ve insandaki Hazret'in...
Uludere'de suçu da suçluyu da fersah fersah aşan bir trajedi söz konusudur ve tam da bu nedenle Başbakan özür dilediğinde "seçilmiş davranış" sergilemiş olmayacaktır. Kamu vicdanı ve insandaki Hazret zedelendiğinde özürle onarılabilir mi?
Hangi gerçek öz, söze gelmiş ki?
Üstelik sözün bittiği yerde, Başbakan'ın özrü başlatması İskandinav ikliminde yaşayan arkadaşlarımızı da memnun etmeyecektir. Bu talebi abartarak düşlediklerinde, arzularının reel karşılığı olmadığının farkına varacaklardır.
Netice!...
Siyasi iletişim zor zanaattır... Kesinlikle evrensel kalıplara gelmez. Sadece "yerel" falan değil basbayağı "milli"dir de. Bu kadar çok değişkeni olan başka hangi iletişim alanı var? Varsa da en azından ben bilmiyorum... Yerel seçimlere üç yıldan az kaldı. Sizce hangi siyasi parti(ler) şimdiden hazırlanıyor bu zor zanaata dersiniz?
Sektörünüzün itibarı sizi etkiler
Bizde kız verirken de alırken de eskiden sorulan klasik soru neydi? "Kimlerdenmiş acaba?"
Özetle şu demek: Sizin kişisel menkıbeniz, itibarınız, ailenizle çok yakından alâkalıdır. Ailenizin menkıbesi ve itibarı sizin menkıbenizi ve itibarınızı da sınırlar. Onu aşmanız zordur...
Sizin markanız, içinde bulunduğunuz "ülkenin markası" ile de, sektörün itibarıyla da çok yakından bağlantılıdır. Örneğin, bir temizlik ürünü reklamında "İsviçreli bilim adamları" referansının yaratacağı "intiba" (izlenim) ile "Romen bilim adamları" referansının ağırlığı aynı olabilir mi?
Aynı şey sektörler için de geçerlidir. "Taahhüt işleri yapıyor" referansı ile "Üniversite hocasıdır" referansının ağırlıkları elbette farklılaşır.
Araştırma şirketi GFK sektörlerin itibarlarını araştırmış. Durum şu: Holdingler 67, Telekomünikasyon 66, Hızlı Tüketim 65, Ulaşım (otobüs) 63, Otomotiv 59, Ulaşım (havayolları) 58, Akaryakıt 57, Bankacılık 50... Ortalama 60'mış. Altındakiler endişe duymalı herhalde.
Ben bu tablo içinde hani tüm araştırmalarda en altlarda çıkan siyaset ve medyanın nerede durduğunu merak ederdim. Keşke ölçselermiş... Bu arada küçük bir not: Türkiye'de köşe yazarları hakkında en ufak bir bilgisi olmadığını söyleyenlerin oranı yüzde 65... Siz bizim "köşe kadılarının" afur tafuruna bakmayın yani...
Sosyal sorumluluk başka işlerle karıştırılmamalı
Assos Kuyumculuk'un Kurumsal iletişim Sorumlusu olarak çalışan Gözde Akman Hanım kızımızdan bir e-posta aldım. Gözde söze şöyle başlamış:
Ben, Galatasaray Üniversitesi Stratejik İletişim Yönetimi bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İnci Çınarlı'nın öğrencisi Gözde Akman. Geçtiğimiz sene okulumuza gelerek ve bizi Bersay İletişim Ajansı'nda misafir ederek bilgi ve tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim.
Bizlere hediye ettiğiniz kitabınız ve görüşlerinizle bana ve tüm arkadaşlarıma "dünya görüşü"nün ne olduğunu izah ederek hayata bakış açımızı yönlendirdiğiniz ve farkındalığımızın artmasını sağladığınız için minnettarım. Benim için halkla ilişkiler sektörünün duayeni olan, doğal, samimi sohbetiyle bu yolda bana ışık tutan bir kişiden böylesine güzel bir ortamda fikir alışverişinde bulunmak unutamayacağım bir hatıra oldu. Yeni kitabınız "Eş ve Müşteri Nasıl kaybedilir" i de okudum. Yine çok başarılı bulduğum bir eser ortaya koymuşsunuz."
Hemen bir ders çıkaralım: Gözde kardeşimizin iletişimde ne kadar başarılı olduğunu kestirmek kolay değil henüz ancak "İlişki Yönetimi"nde süper olduğu "Giriş"ten belli... Beni bir iki dakikada teslim alıverdi... Pür dikkat kesilip yolladığı bilgi notunun devamını okumamı sağladı.
Gözde Hanım Assos Pırlanta'nın büyük bir "kurumsal sosyal sorumluluk" projesinden söz ediyordu. Ben bu tür sosyal sorumluluk konularını anlamakta zorluk çektiğim için kendisinden olayı biraz "açmasını" rica ettim.
O da sağ olsun bir mesaj ve ekinde bir basın bülten ile bana döndü.
"Assos'tan Dev Bir Sosyal Sorumluluk Projesi Daha "Gönülden Bağlıyım" diye lanse edilen olayı özü şu.
Assoa Pırlanta bir Facebook hesabı açıyor. www.facebook.com/assosonlineadresine gittiğinizde karşınıza "Gönülden Bağlıyım" diye bir kutu açılıyor. "STK'lara destek" verebileceğiniz belirtiliyor. İlerlemek için Assos Facebook sayfasını "beğenmeniz" gerekiyor; beğenmezseniz ilerleyemiyorsunuz. (Bkz. Aşağıda: Problem 2).
Ben de beğen'i tıkladım. Facebook'a üye olduğum için mail adresimi kabul etti. Sonra yüzlerce STK'lık bir liste çıktı karşıma. Bir tanesine "destek ver" diyen butonu tıklayarak destek verdim. Sonra destek verilme durumuna baktım. Durum vahim. Destek çok düşük. En çoğu 114'le Türkiye Aile Sağlığı Ve Planlaması Vakfı... Yanında bir not... Kalan destek: 2 bin 886... Geri kalan STK'larda bir iki tanesi dışında hepsinin desteği 10'lar seviyesinde... Yani o güzelim benzetme olduğu gibi, bir nal bulmuşlar, iş üç nalla bir ata kalmış gibi...
Firma basın bülteninde diyordu ki, "3 bin destek alan 30 sivil toplum kuruluşunun teknik ofis malzemeleri (bilgisayar ve yazıcı) Assos Pırlanta'dan"...
Problem 1: Demek ki kimseye veremeyecekler. ... (Keşke Gözde Hanım'ın mail'inde söylediği gibi "En çok destek alan 30 STK'ya" diye düzeltselermiş)...
Problem 2: Karşılığında herhangi bir, dolaylı ya da doğrudan, "Çıkar" (Interest) kokusu alınacak bir iş, iletişim kültüründe "Sosyal Sorumluluk" değil, "Sebep yönelimli pazarlama" (cause-related marketing) ve /veya "Sponsorluk" olarak anılır. Bunların üçü de son derece önemli iletişim enstrümanlarıdır; yalnız birbirleriyle karıştırılmaları doğru olmaz... Hatta olay tersine çalışabilir (Bkz. OnurAir'in hemen durdurmak durumda kaldığı Facebook kampanyası)
Ben Gözde Hanıma katılıyorum. Bu, hiç şüphesiz zekice yapılmış bir iletişim çalışması. Yalnız konumlandırma sorunu var ve bir iki ufak teknik düzeltme yapmak şart. Son olarak da "Dev Sosyal Sorumluluk" tanımından hemen vazgeçmek gerek tabii ki...
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı 12 Eylül iddianamesiyle Kenan Evren yargılansın ve sonuçta da ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilsin.
Başbakan Tayyip Erdoğan, muhalefet partisinin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ısrarla ileri sürdüğü (ne işe yarayacaksa) dileğini yerine getirsin ve Uludere özrü dilesin.
"Canım kadının dediklerinde doğruluk payı yok mu?" diyenleri aydınlatması için Fransa'da 1915 olaylarının inkârını suç sayan yasa tasarısını meclise sunan iktidar partisi UMP'nin milletvekili Valerie Boyer hanımı Türkiye'ye davet edip ağırlayalım, konferans verdirelim.
İlker Başbuğ Paşa'yı birkaç hafta içinde yargılayıp, "adalet"i anında tecelli ettirelim...
Listeyi çoğaltmak mümkün...
İskandinav ülkelerinden birinde yaşadığını zanneden ve her sorunla birlikte canı demokrasi çeken arkadaşlarımızın teselli bulabilmeleri ya da hayallerinin gerçek olabilmesi için sorunların hayatımızda reel bir karşılığının olması gerekmez mi?
Sadece siyasette değil, gündelik hayatımızda da tüm taleplerimizi bir an için de olsa, gerçeğe dönüşmüş haliyle ve üstüne üstlük abartarak hayal etmemizde yarar var. Gerçekçi yerlere o yöntemle daha hızlı gidilir...
Çok ama çok, deliler gibi istediğimiz ne varsa her birini, olabileceğinin kat kat fazlasıyla gerçekleştiğini hayal ettiğinizi varsayın. Bir koşulla... Sınırsız sorumsuz taleplerin neye veya nelere mal olarak, hangi bedeller karşılığında gerçek olup olamayacağını tartabilecek izan duygusuna sahip olarak yola çıkacağız...
Yok eğer bir sosyal şımarık gibi "vermeden" her daim "isteyen"lerdenseniz bir hatırlatmada bulunmanın tam sırasıdır: Ara vermeden, duraklamaksızın talebi olanların, adil olmayı beceremeyen her bencil gibi öncelikle duygusal anlamda yoksullaşacağını hayat defalarca, çeşitli örneklerle kanıtlıyor.
Unutmayalım her talep, uzun vadede adalet sınırlarının içinde kaldığı sürece gerçekleşme ihtimali taşır. Bu sınırı aşan talepleri hayat, zaman içinde kendine has mecralarda akarak, un gibi öğütüp size yutulması zor bir sorun lokması halinde takdim ediyor.
Sevgili Dostum Dücane Cündioğlu, dolu dolu bir TV sohbetini noktalarken, "İnsandaki Hazreti zedelemedik değil mi?" diye sormuştu karşısındaki sunucuya...
İletişim süreçlerinin olmazsa olmazlarından biri addettiğimiz "seçilmiş davranış sergileyebilme" maharetini "içinden geldiği gibi davranma" arzusunun önünde ciddi bir engel sayanlarla sık sık karşılaşır olduğumu itiraf etmeliyim. "Seçilmiş davranış" sergilemesi gerekip de böyle yapmayıp, içinden ne geliyorsa dışarıya boca eden ve "keskin sirke küpüne zarar" durumlarla iç içe yaşayanlar için tam 400 yıl önce söylenmiş muhteşem bir cümle varmış. Ben yeni keşfettim...
Remzi Kitabevi'nin 1967 yılında yayımladığı "Günlük Yaşantımızda Saygı Kuralları" başlıklı bir kitabın önsözünde Bacon'ın "nezakete dair" ettiği şu cümleye bir bakın. Belki sizin hayatınıza da bir anlam katabilir. "Nezaket" kelimesi yerine "seçilmiş davranış" ifadesini kullanarak cümleyi anlamlandırdığınızda her şey daha iyi anlaşılacakmış gibi sanki. Cümle şöyle:
"Nezaket, manevi kılığımızdır; rahat, özentisiz günlük giysiler nasıl vücudun kusurlarını örter, insanı davranışlarında serbest bırakırsa, o da zihnin serbestçe hareketine engel olmamalıdır."
Önsöz'deki devam cümlelerine de dikkat:
"Karşılıklı hak ve ödevler, köklerini kişi vicdanından alırlar. Yüreğiniz ve kafanızla nazik olduğunuz zaman gerçekten nazik sayılırsınız."
Vicdan denildiğinde akan sular duruyor. Ne kadar farkındayız acaba?
Kamu vicdanının ve insandaki Hazret'in...
Uludere'de suçu da suçluyu da fersah fersah aşan bir trajedi söz konusudur ve tam da bu nedenle Başbakan özür dilediğinde "seçilmiş davranış" sergilemiş olmayacaktır. Kamu vicdanı ve insandaki Hazret zedelendiğinde özürle onarılabilir mi?
Hangi gerçek öz, söze gelmiş ki?
Üstelik sözün bittiği yerde, Başbakan'ın özrü başlatması İskandinav ikliminde yaşayan arkadaşlarımızı da memnun etmeyecektir. Bu talebi abartarak düşlediklerinde, arzularının reel karşılığı olmadığının farkına varacaklardır.
Netice!...
Siyasi iletişim zor zanaattır... Kesinlikle evrensel kalıplara gelmez. Sadece "yerel" falan değil basbayağı "milli"dir de. Bu kadar çok değişkeni olan başka hangi iletişim alanı var? Varsa da en azından ben bilmiyorum... Yerel seçimlere üç yıldan az kaldı. Sizce hangi siyasi parti(ler) şimdiden hazırlanıyor bu zor zanaata dersiniz?
Sektörünüzün itibarı sizi etkiler
Bizde kız verirken de alırken de eskiden sorulan klasik soru neydi? "Kimlerdenmiş acaba?"
Özetle şu demek: Sizin kişisel menkıbeniz, itibarınız, ailenizle çok yakından alâkalıdır. Ailenizin menkıbesi ve itibarı sizin menkıbenizi ve itibarınızı da sınırlar. Onu aşmanız zordur...
Sizin markanız, içinde bulunduğunuz "ülkenin markası" ile de, sektörün itibarıyla da çok yakından bağlantılıdır. Örneğin, bir temizlik ürünü reklamında "İsviçreli bilim adamları" referansının yaratacağı "intiba" (izlenim) ile "Romen bilim adamları" referansının ağırlığı aynı olabilir mi?
Aynı şey sektörler için de geçerlidir. "Taahhüt işleri yapıyor" referansı ile "Üniversite hocasıdır" referansının ağırlıkları elbette farklılaşır.
Araştırma şirketi GFK sektörlerin itibarlarını araştırmış. Durum şu: Holdingler 67, Telekomünikasyon 66, Hızlı Tüketim 65, Ulaşım (otobüs) 63, Otomotiv 59, Ulaşım (havayolları) 58, Akaryakıt 57, Bankacılık 50... Ortalama 60'mış. Altındakiler endişe duymalı herhalde.
Ben bu tablo içinde hani tüm araştırmalarda en altlarda çıkan siyaset ve medyanın nerede durduğunu merak ederdim. Keşke ölçselermiş... Bu arada küçük bir not: Türkiye'de köşe yazarları hakkında en ufak bir bilgisi olmadığını söyleyenlerin oranı yüzde 65... Siz bizim "köşe kadılarının" afur tafuruna bakmayın yani...
Sosyal sorumluluk başka işlerle karıştırılmamalı
Assos Kuyumculuk'un Kurumsal iletişim Sorumlusu olarak çalışan Gözde Akman Hanım kızımızdan bir e-posta aldım. Gözde söze şöyle başlamış:
Ben, Galatasaray Üniversitesi Stratejik İletişim Yönetimi bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İnci Çınarlı'nın öğrencisi Gözde Akman. Geçtiğimiz sene okulumuza gelerek ve bizi Bersay İletişim Ajansı'nda misafir ederek bilgi ve tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim.
Bizlere hediye ettiğiniz kitabınız ve görüşlerinizle bana ve tüm arkadaşlarıma "dünya görüşü"nün ne olduğunu izah ederek hayata bakış açımızı yönlendirdiğiniz ve farkındalığımızın artmasını sağladığınız için minnettarım. Benim için halkla ilişkiler sektörünün duayeni olan, doğal, samimi sohbetiyle bu yolda bana ışık tutan bir kişiden böylesine güzel bir ortamda fikir alışverişinde bulunmak unutamayacağım bir hatıra oldu. Yeni kitabınız "Eş ve Müşteri Nasıl kaybedilir" i de okudum. Yine çok başarılı bulduğum bir eser ortaya koymuşsunuz."
Hemen bir ders çıkaralım: Gözde kardeşimizin iletişimde ne kadar başarılı olduğunu kestirmek kolay değil henüz ancak "İlişki Yönetimi"nde süper olduğu "Giriş"ten belli... Beni bir iki dakikada teslim alıverdi... Pür dikkat kesilip yolladığı bilgi notunun devamını okumamı sağladı.
Gözde Hanım Assos Pırlanta'nın büyük bir "kurumsal sosyal sorumluluk" projesinden söz ediyordu. Ben bu tür sosyal sorumluluk konularını anlamakta zorluk çektiğim için kendisinden olayı biraz "açmasını" rica ettim.
O da sağ olsun bir mesaj ve ekinde bir basın bülten ile bana döndü.
"Assos'tan Dev Bir Sosyal Sorumluluk Projesi Daha "Gönülden Bağlıyım" diye lanse edilen olayı özü şu.
Assoa Pırlanta bir Facebook hesabı açıyor. www.facebook.com/assosonlineadresine gittiğinizde karşınıza "Gönülden Bağlıyım" diye bir kutu açılıyor. "STK'lara destek" verebileceğiniz belirtiliyor. İlerlemek için Assos Facebook sayfasını "beğenmeniz" gerekiyor; beğenmezseniz ilerleyemiyorsunuz. (Bkz. Aşağıda: Problem 2).
Ben de beğen'i tıkladım. Facebook'a üye olduğum için mail adresimi kabul etti. Sonra yüzlerce STK'lık bir liste çıktı karşıma. Bir tanesine "destek ver" diyen butonu tıklayarak destek verdim. Sonra destek verilme durumuna baktım. Durum vahim. Destek çok düşük. En çoğu 114'le Türkiye Aile Sağlığı Ve Planlaması Vakfı... Yanında bir not... Kalan destek: 2 bin 886... Geri kalan STK'larda bir iki tanesi dışında hepsinin desteği 10'lar seviyesinde... Yani o güzelim benzetme olduğu gibi, bir nal bulmuşlar, iş üç nalla bir ata kalmış gibi...
Firma basın bülteninde diyordu ki, "3 bin destek alan 30 sivil toplum kuruluşunun teknik ofis malzemeleri (bilgisayar ve yazıcı) Assos Pırlanta'dan"...
Problem 1: Demek ki kimseye veremeyecekler. ... (Keşke Gözde Hanım'ın mail'inde söylediği gibi "En çok destek alan 30 STK'ya" diye düzeltselermiş)...
Problem 2: Karşılığında herhangi bir, dolaylı ya da doğrudan, "Çıkar" (Interest) kokusu alınacak bir iş, iletişim kültüründe "Sosyal Sorumluluk" değil, "Sebep yönelimli pazarlama" (cause-related marketing) ve /veya "Sponsorluk" olarak anılır. Bunların üçü de son derece önemli iletişim enstrümanlarıdır; yalnız birbirleriyle karıştırılmaları doğru olmaz... Hatta olay tersine çalışabilir (Bkz. OnurAir'in hemen durdurmak durumda kaldığı Facebook kampanyası)
Ben Gözde Hanıma katılıyorum. Bu, hiç şüphesiz zekice yapılmış bir iletişim çalışması. Yalnız konumlandırma sorunu var ve bir iki ufak teknik düzeltme yapmak şart. Son olarak da "Dev Sosyal Sorumluluk" tanımından hemen vazgeçmek gerek tabii ki...