Biz bizi umursarsak her şey olur
27 EYLÜL 2010
Hafta sonu Adana’daydık… Malum, Altın Koza…
THY ile uçtuk. Giderken de (15 dakika erken vardık) dönerken de, uçaklar tam zamanında kalktı. Birinde Business’ta uçtuk. Diğerinde Economy’de. İkisinin arasında hiçbir ‘servis kalitesi’ farkı yoktu. Yurt dışında pek çok havayolu şirketi ile uçmuş biri olarak açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, THY uzunca süredir hem servis hem de ikram konusunda dünya standartlarının üzerine çıkmayı başarmıştır. Rekabet ortamında sürdürülebilir sağlamlık elde etmiş, devlet himayeciliği refleksinin üstesinde gelmiştir.
Bu arada son aylarda ‘hızlı büyümeden ve pist yetersizliğinden’ dolayı rötarlar ‘akut’ hale gelmek üzereyken, anlaşılan medyanın ‘feryadı’ etkili olmuş. Belli ki, hemen müdahale etmişler ve rötarları azaltmışlar…
Genelde THY gibi ‘bizim’ olan kurumların eleştirilmesi, onlar yüzünden eziklik ve utanç duyulması noktasında ‘zihnimiz hazırlanmış’ olduğu için; böyle kurumların övülmesi alışılagelmişin dışına çıkma olarak algılanabilmektedir.
Bazılarına göre ‘muhalif aydın olmak’, hükümette olan partiye omurilikten karşı çıkmayı ve onun yaptığı hiçbir işi takdir etmemeyi; muhalefetin ise her yaptığı işi göklere çıkarmayı gerektirir.
Benzer bir konuda dün bu sayfada yazdığımız bir iki cümleyi bir kez daha hatırlatalım mı?
“Yıllarca ezik birer kompleks kumkuması olarak kendi kendimizi de birbirimizi de öylesine etkilemişiz ki başarı bizim için ya lüks ya da tesadüfen elde edilmiş, sanki büyük dağlar arasında sıkışmış bir tepecik olarak kalıvermiş. Bir iki tane kahraman çıkmadıkça da başarısızlığı kader gibi yaşamış durmuşuz… …’Biz adam olmayız'ın tüm bahaneleri genlerimize işlenmiş.”
“Bu nasıl oluyor?” diye sordum hosteslerden birine. “Biraz da kaptanın duruşuna bağlıdır” dedi, “Kaptan isterse, kendisine verilen talimatı uygular ve kim direnirse dirensin kapatır kapıyı gider…”
İşin o kadar kolay olmadığını, o da ben de biliyorduk, ancak o uçuşun kaptanları Ahmet Acar ile İlker Özgenç’in ve de kabin amiri Zümrüt Pekoğlu’nun tutumları onu da beni de etkilemişti işte…
‘Omurilikten muhaliflere’ inat THY’yi kutlamak geldi içimizden…
***
Adana bir haftadır çok hareketliymiş. Biz son iki güne tanık olduk. Adanalılarla konuştum. Geçen yıllara oranla düzenlemeyi çok başarılı buluyorlar. Hele de Belediye’de Başkanlık kısa sürede o kadar sık el değiştirmişken, Belediye’nin bu kadar büyük bir işin üstesinden gelmesi, dikkat çekici bulunmuş.
Festivalin içerik ve özü itibariyle eskilerden çok da farklı olduğu söylenemez; sanat filmleri yarışması ile popüler piyasa filmlerini ayrı kategorilerde yarıştırmadıkça bu garip durum devam edecektir. Bir taraf sanat sinemasını, bir başka taraf da popüler ticari sinemayı ödüllendirmek için yarışacaktır. Büyük çaba ve emek harcayan Belediye ise iki arada bir derede kalabilmekte, yukarıdaki çelişkiden kaynaklanan eleştirilere maruz kalabilmektedir.
Halk jürisi milyonlarca insanın hayran kaldığı Nefes’i seçer; Festival Jürisi ise Bal’ı… Jüri üyesi, sanat filmleri festivali olsa hiç yadırganmayacak bir eda ile parmak arası terliklerini giyip sahneye çıkabilmekte; bu davranışı ise, “Ben sizi pek de umursamıyorum” olarak seyirciye geçmektedir. Pek çok ödül sahibini sahnede göremedik, kendi yerlerine birilerini görevlendirmişlerdi. Seyirci ise sunucular hariç, sahnedeki ödül alanlardan daha şıktı.
Bu durum Antalya Film Festivali için de aynıdır. Her iki festival de büyük emeklerle ve özenle hazırlanmaktadır. Ancak bu durum olaya maddi ve manevi tüm desteğini veren belediyeleri eleştiri oklarına hedef olmaktan koruyamamaktadır.
THY ile uçtuk. Giderken de (15 dakika erken vardık) dönerken de, uçaklar tam zamanında kalktı. Birinde Business’ta uçtuk. Diğerinde Economy’de. İkisinin arasında hiçbir ‘servis kalitesi’ farkı yoktu. Yurt dışında pek çok havayolu şirketi ile uçmuş biri olarak açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, THY uzunca süredir hem servis hem de ikram konusunda dünya standartlarının üzerine çıkmayı başarmıştır. Rekabet ortamında sürdürülebilir sağlamlık elde etmiş, devlet himayeciliği refleksinin üstesinde gelmiştir.
Bu arada son aylarda ‘hızlı büyümeden ve pist yetersizliğinden’ dolayı rötarlar ‘akut’ hale gelmek üzereyken, anlaşılan medyanın ‘feryadı’ etkili olmuş. Belli ki, hemen müdahale etmişler ve rötarları azaltmışlar…
Genelde THY gibi ‘bizim’ olan kurumların eleştirilmesi, onlar yüzünden eziklik ve utanç duyulması noktasında ‘zihnimiz hazırlanmış’ olduğu için; böyle kurumların övülmesi alışılagelmişin dışına çıkma olarak algılanabilmektedir.
Bazılarına göre ‘muhalif aydın olmak’, hükümette olan partiye omurilikten karşı çıkmayı ve onun yaptığı hiçbir işi takdir etmemeyi; muhalefetin ise her yaptığı işi göklere çıkarmayı gerektirir.
Benzer bir konuda dün bu sayfada yazdığımız bir iki cümleyi bir kez daha hatırlatalım mı?
“Yıllarca ezik birer kompleks kumkuması olarak kendi kendimizi de birbirimizi de öylesine etkilemişiz ki başarı bizim için ya lüks ya da tesadüfen elde edilmiş, sanki büyük dağlar arasında sıkışmış bir tepecik olarak kalıvermiş. Bir iki tane kahraman çıkmadıkça da başarısızlığı kader gibi yaşamış durmuşuz… …’Biz adam olmayız'ın tüm bahaneleri genlerimize işlenmiş.”
“Bu nasıl oluyor?” diye sordum hosteslerden birine. “Biraz da kaptanın duruşuna bağlıdır” dedi, “Kaptan isterse, kendisine verilen talimatı uygular ve kim direnirse dirensin kapatır kapıyı gider…”
İşin o kadar kolay olmadığını, o da ben de biliyorduk, ancak o uçuşun kaptanları Ahmet Acar ile İlker Özgenç’in ve de kabin amiri Zümrüt Pekoğlu’nun tutumları onu da beni de etkilemişti işte…
‘Omurilikten muhaliflere’ inat THY’yi kutlamak geldi içimizden…
***
Adana bir haftadır çok hareketliymiş. Biz son iki güne tanık olduk. Adanalılarla konuştum. Geçen yıllara oranla düzenlemeyi çok başarılı buluyorlar. Hele de Belediye’de Başkanlık kısa sürede o kadar sık el değiştirmişken, Belediye’nin bu kadar büyük bir işin üstesinden gelmesi, dikkat çekici bulunmuş.
Festivalin içerik ve özü itibariyle eskilerden çok da farklı olduğu söylenemez; sanat filmleri yarışması ile popüler piyasa filmlerini ayrı kategorilerde yarıştırmadıkça bu garip durum devam edecektir. Bir taraf sanat sinemasını, bir başka taraf da popüler ticari sinemayı ödüllendirmek için yarışacaktır. Büyük çaba ve emek harcayan Belediye ise iki arada bir derede kalabilmekte, yukarıdaki çelişkiden kaynaklanan eleştirilere maruz kalabilmektedir.
Halk jürisi milyonlarca insanın hayran kaldığı Nefes’i seçer; Festival Jürisi ise Bal’ı… Jüri üyesi, sanat filmleri festivali olsa hiç yadırganmayacak bir eda ile parmak arası terliklerini giyip sahneye çıkabilmekte; bu davranışı ise, “Ben sizi pek de umursamıyorum” olarak seyirciye geçmektedir. Pek çok ödül sahibini sahnede göremedik, kendi yerlerine birilerini görevlendirmişlerdi. Seyirci ise sunucular hariç, sahnedeki ödül alanlardan daha şıktı.
Bu durum Antalya Film Festivali için de aynıdır. Her iki festival de büyük emeklerle ve özenle hazırlanmaktadır. Ancak bu durum olaya maddi ve manevi tüm desteğini veren belediyeleri eleştiri oklarına hedef olmaktan koruyamamaktadır.