"Haber-İlan"Ların Kime Yararı Var Acaba?
15 EKİM 2012
Bizim muhabirlik yıllarımızda ben basın toplantılarında reklam departmanlarından katılanlara rastladığımı hiç hatırlamıyorum. Oysa bugün bazen salonun yarısından fazlası, reklam satış ve pazarlamacılarından oluşabiliyor. Bir ‘haber toplantısında’ hangi mesajı vermek için bulunuyor bu arkadaşlar?
Advertorial deniyor. Karşılığı yaklaşık “Haber-ilan” galiba. Türk Dil Kurumu “Tanıtıcı reklam” demiş… (Tanıtıcı olmayan reklam nasıl oluyormuş acaba) Sesli Sözlük hayli ‘politically correct’ (siyasi doğrucu) bir tavır sergilemiş. Demiş ki: “Tanıtılacak ürünün kullanımını ve etkilerini değişik öğeler yardımıyla ayrıntılı bir biçimde anlatmak amacıyla haber biçiminde hazırlanıp sunulan reklam, tanıtıcı reklam”…
En iyi açıklama Yeminli Sözlük’te: “Advertisement” (reklam) ve “Editorial” (yazı işleri) kelimelerinden türetilen, reklamın sanki o yayın organının normal sayfalarından biri gibi sunulmasıdır”.
En küçüğü dörtte bir gazete sayfası ebadında oluyor.
Yarım, hatta tam sayfa olanları da var. Her sektörden ürün ve hizmet reklamlarında rastlanıyor da, ne hikmetse benim daha çok gayri menkul reklamlarında, sitelerin, rezidansların, yaşam alanlarının vb. tanıtımlarda dikkatimi çeker oldu.
Sordum kendime: Acaba etkisi ölçülüyor mu? Sonra bu işin şöyle ya da böyle bir ucundan tutmuş olan eşe dosta sordum. Ölçenine rastlamadım. “A şirketi veriyor biz de verelim, görülelim medyada…” Genel yaklaşım bu.
Peki nerede ROI? Yani İletişim harcamalarının geri dönüşü hesaplaması.
Ben de ölçmedim. Ancak eğer Türk milletini sadece kendi yaşam ve mesleki deneyimimden değil, başta Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in “Türkiye Değerler Araştırması” olmak üzer pek çok ölçümlemeden yola çıkarak iddia ediyorum ki, bırakın olumlu etkiyi, tam tersine hedef kitleyi tercihlerinde olumsuz yönde etkiliyor.
Reklam tamam, dilediğiniz kadar verin. En çarpıcısını yapın. En büyüğünü hazırlayın… Hedeften saptırmaz hiç değilse sizi. Kurum sözcünüz çıkıp açık ve şeffaf iletişimle yaptıklarınızı ve yapacaklarınızı anlatsın. Varsa verecek mesajı, medya zaten kullanacaktır. Yoksa zaten ‘şişer’…
Fakat siz gidi gazetelerden yarım sayfa yer satın alın. O yarım sayfayı da (haber hüviyeti taşıdığı zaman daha inandırıcı olacağını, okurun da bunu yiyeceğini sanarak) o gazetenin sayfası imiş (!) gibi tasarlayın. Sonra da bunun satın alma davranışını sizden yana etkilemesini ve size rekabetçi avantaj sağlayacağını düşünün. Allahtan bazı ciddi gazeteler “Haber-İlan”ın köşesine bir yere (bazen kuş pisliği kadar da olsa) “Bu bir ilandır” notunu koyuyorlar. Koymasalar, onlara da size de daha büyük hasar yaratır.
Olacak iş değil…
1. Bizim millet naiftir. Kolay kandırılır sanılır, ancak aldatılmaya ve kandırılmaya hiç tahammülü yoktur; reaksiyonu çok ağır olur…
2. En iyi tasarlanmış “Haber-İlan”, yayınlandığı gazetenin içerik ve biçimine en yakın olarak hazırlanmış çalışmadır, değil mi? Yani, kandırma işini en iyi şekilde yapmak üzere tasarlanmış. O halde ne kadar iyi hazırlanırsa, okur üzerinde olumsuz etkisi de o kadar fazla olacaktır. İkircikli de olsa, sonuç değişmez: “Haber-İlan”ın iyisi daha da kötüdür.
3. “Haber-İlan” medyanın yazı işleri kadroları üzerinde de olumsuz etki yaratır. Özellikle genç kuşak gazeteci arkadaşlar etik konularına çok özen göstermekte, bir basın gezisine giderken de bir basın toplantısına katılırken de kılı kırk yarmaktalar. Bir konunun haber değeri varsa, görev bilinçleri gereği o haberi hak ettiği mürekkep payında ve hak edilen başlık ve içerikle vereceklerdir. O zaman “Haber ilan” şu anlama da gelmektedir: “Bizim olayın haber değeri yok. Herhangi bir mürekkep payı alma şansı da yok. O halde bastırırız parayı koyarız haberimizi. Paramız yeterliyse de rekabete karşı avantaj sağlarız!” Böyle bir durumda ben olsam, adam gibi reklam ve PR çalışması yapan rekabete daha çok saygı duyardım.
Bizim muhabirlik yıllarımızda ben basın toplantılarında reklam departmanlarından katılanlara rastladığımı hiç hatırlamıyorum. Oysa bugün bazen salonun yarısından fazlası, reklam satış ve pazarlamacılarından oluşabiliyor. Bir ‘haber toplantısında’ hangi mesajı vermek için bulunuyor bu arkadaşlar? Açıkça da söylüyorlar zaten: “1. Reklamlarınızı bize verirseniz, size haber desteği veririz. 2. Haber-İlan’ınızın tasarım ve içeriği dahil her şeyini hazırlar en güzel yerde çıkartırız.”
Bu mesaj hem medyamızın yazı işlerini rencide etmekte aslında, hem de medyanın itibarını bir hayli sarsmaktadır.
Yani sonuç olarak “Haber-İlan” ile ne Musa’ya yaranabilmek mümkündür ne de İsa’ya… Onun için ne işe yaradığı da ölçümlenmemiş böyle bir aracı kullanmadan önce iki kereden fazla kez düşünmekte yarar var.
İş Bankası ‘duramaz’…
Son aylardaki en başarılı reklamları saymaya kalksanız her halde ilk 5’e THY’nin İstiklal Marşı ‘tabanlı’ filmini, Abdi İbrahim’in Bruno’sunu (O burun tıkanacak arkadaş!) ve tabii ki İş Bankası’nın Cem Yılmaz’lı (Servet Bey) 88’inci yıl reklam filmini dahil edersiniz.
Filmi ilk kez izlediğimizde de ne kadar başarılı bulduğumuzu belirtmişiz. Demişiz ki: “Pek çok Hollywood örneğinde sık sık rastladığımızın tersine, kullanılan teknoloji ve harcanmış olan prodüksiyon giderlerinin altı deliler gibi çizilmemiş. Bu tür işlerde “teknolojinin şehvetine” kapılmamak çok zordur. Bu filmde aşk-şehvet dengesi mükemmel kurulmuş. Hayatta da öyle olması gerekmez mi? Aksi taktirde o duygusal mesaj katiyen geçmez karşı tarafa. Konu çok yalın... Bundan 88 yıl önce İş Bankası ilk kurulduğunda, henüz 4 şubesi varken bir reklam filmi çekse nasıl olurdu, diye düşünmüşler. Ona göre bir senaryo oluşturmuşlar. Hem akıl var içinde hem de gönül. Öyle olunca da Cem Yılmaz coşmuş zaten…”
Marketing Türkiye’deki yazı, bir sonraki filmin nasıl olması gerektiği konusunda ettiğimiz küçük bir ukalalıkla bitmiş. Ez cümle bu filmin devamının gelmesi gerektiğini düşünmüşüz. Hafif yollu İş Bankası’nın soluğunu yetmeyebileceği, tık nefes olabileceği endişesi de duymuşuz açıkçası…
O gün bugün İş Bankası’ndan ses yok. Yanılmıyorsam, hiç de fena olmayan “Satranç” filmleri yayınlandı. Ancak kesmez. Vaat Cem Yılmaz… Türkiye’nin kendi alanında en büyük starı… Duramazsınız. Herhalde tek filmlik anlaşma yapmadınız. O halde devam. İşin kötü yanı hem de 88’inci yılı aşarak devam etmek durumundasınız. Yoksa yaratacağınız düş kırıklığı, hedefinizden bir nebze de olsa uzaklaştırabilir sizi. Yani “durmak yok”… Devam…
İletişimsiz sosyal sorumluluk düş kırıklığı yaratır
Şimdi size hepsinin arkasında muazzam emek ve zahmetin bulunduğuna inandığım, hepsini başlatanlarının iyi niyetinden bir an bile şüphe etmediğim bazı sosyal sorumluluk projelerinden söz edeceğim. Sayfada biraz daha yerimiz olsa, 100’lük bir liste sunabilirdim. Şimdilik bunlarla idare edelim. Önce başlıklara ve içeriklere dikkat:
· “Bir Kap Su”, Hayvan Hakları Federasyonu’nun (HAYTAP) yaz sıcaklarında sokak ve yaban hayvanlarının susuzluk çekmemesi için başlattığı çalışma…
· “Sen Benim Babamsın” Kampanyası, AÇEV Baba Destek Programı kapsamında, Babalar Günü itibariyle başlayan yeni bir kampanya...
· “Tekhnelogos Türkiye’yi Ağaçlandırıyor”, Tekhnelogos Yazılım her ilde bir “Tekhnelogos Ormanı” oluşturarak Türkiye’nin ağaç florasını geliştirmek istiyormuş.
· “Haçiko”, Haçiko’nun (Hayvanları Çaresizlik ve İlgisizlikten Koruma Derneği) amacı, toplumda hayvan sevgisi bilincini geliştirmekmiş.
· “Bir Silgi Bir Kalem”, Türkiye’deki ihtiyaç sahibi ilk ve orta öğretim kurumlarını, Türkiye’deki eğitime katkıda bulunmak isteyen bağışçılarla buluşturmayı amaçlayan bir sosyal sorumluluk projesiymiş.
· “El Bebek Gül Bebek”, Bu, derneğin adıymış. El Bebek Gül Bebek Derneği, anne karnında gelişimini tamamlamadan önce doğan bütün bebeklerin; sağlıklı bir geleceğe kavuşmaları için gerekli çalışmaları yürütmek amacıyla, bu konuda deneyim sahibi ve uzman kişiler tarafından kurulmuş ve çalışmalarını bu yönde yürütüyormuş.
· KAÇUV “Aile Evi”, KAÇUV, Kanserli Çocuklara Umut Vakfı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tedavi gören, maddi durumu iyi olmayan kanser hastası çocuklara, tedavileri boyunca aile ve yakınlarıyla ücretsiz kalabilecekleri bir ‘Aile Evi’ kampanyası başlatmış.
· “Sıfır Yok Oluş”, Konuyla ilgili not aynen şöyle: Bazı Önemli Doğa Alanları, yeryüzünde başka hiçbir noktada yaşamayan ve burada da kırmızı liste kriterlerine göre nesli CR veya EN kategorilerinde tehlike altında olan bir ya da daha çok canlı türünü içermektedir. Özetle bu alanlar, hem çok hassas, hem de benzersiz alanlardır. Bu son derece önemli alanların altını çizebilmek için dünyanın farklı bölgelerinde faaliyet gösteren ulusal ve uluslar arası kurum tarafından “Sıfır Yok Oluş” kavramı geliştirilmiştir ve bu kurumlar “Sıfır Yok Oluş İttifakı – Alliance for Zero Extinction” (http://www.zeroextinction.org/) altında bir araya gelmiştir.
· “Bez Torba”, Benim en ilgimi çeken projelerden biri. Bunun da bilgi notu şöyle: “Plastik torba yerine bez torba kullanın. Neden mi? Pervasızca kullandığımız plastik torbalar kuşların, balıkların, kaplumbağaların hayatlarını tehdit ediyor. Toprakta, suda birikiyor. Bir yılda, bir birey olarak ortalama 500 plastik torba kullanıyoruz. Bu tüketime bir dur demenin plastik torbalar yerine bez torbaları kullanmanın artık tam zamanı. Tüm dünyada yaygın bir şekilde kullanılan bez torbalar, artık Türkiye’de de kullanılmalı.”
Bunlar, dediğimiz gibi bir tutam, tadımlık… Hangi birini ne kadar tanıyorsunuz? Siz ve/veya tanıdıklarınızdan biri bu projelerden herhangi biri ile hiç temasa geçtiniz mi?
Daha yüzlercesi var. www.sosyal sorumluluk.org sitesine bir uzanın bakın daha neler göreceksiniz. Sadece kategorileri vermekle yetinelim dilerseniz: Toplumsal Projeler, Eğitim Projeleri, Sağlık Projeleri, Çevre Projeleri, E-Projeler…
Peki, bunca Kurumsal Sosyal Sorumluluk projesinden kaç tanesi amacına anlamlı bir şekilde ulaşabiliyor, dersiniz? Hemen söyleyelim: İletişime yeterli yatırımı yapabilen, kaynak ayırabilen ve etkin bir iletişim stratejisi olanlar. Bunlar hem katılımı tetikleyebiliyorlar hem de yayılmayı sağlayabiliyorlar.
Ötekilere ise yazık oluyor… Emeğe yazık oluyor, insan ve zaman kaynağına yazık oluyor. Bu nedenle iletişimine kaynak ayrılmayan bir sosyal sorumluk çalışmasını başlatmadan önce uzun boylu düşünmekte yarar var.
Ha bu arada bir haber: www.sosyal sorumluluk.org sitesi satılıyormuş. Girin sayfaya, orada yazıyor.
Advertorial deniyor. Karşılığı yaklaşık “Haber-ilan” galiba. Türk Dil Kurumu “Tanıtıcı reklam” demiş… (Tanıtıcı olmayan reklam nasıl oluyormuş acaba) Sesli Sözlük hayli ‘politically correct’ (siyasi doğrucu) bir tavır sergilemiş. Demiş ki: “Tanıtılacak ürünün kullanımını ve etkilerini değişik öğeler yardımıyla ayrıntılı bir biçimde anlatmak amacıyla haber biçiminde hazırlanıp sunulan reklam, tanıtıcı reklam”…
En iyi açıklama Yeminli Sözlük’te: “Advertisement” (reklam) ve “Editorial” (yazı işleri) kelimelerinden türetilen, reklamın sanki o yayın organının normal sayfalarından biri gibi sunulmasıdır”.
En küçüğü dörtte bir gazete sayfası ebadında oluyor.
Yarım, hatta tam sayfa olanları da var. Her sektörden ürün ve hizmet reklamlarında rastlanıyor da, ne hikmetse benim daha çok gayri menkul reklamlarında, sitelerin, rezidansların, yaşam alanlarının vb. tanıtımlarda dikkatimi çeker oldu.
Sordum kendime: Acaba etkisi ölçülüyor mu? Sonra bu işin şöyle ya da böyle bir ucundan tutmuş olan eşe dosta sordum. Ölçenine rastlamadım. “A şirketi veriyor biz de verelim, görülelim medyada…” Genel yaklaşım bu.
Peki nerede ROI? Yani İletişim harcamalarının geri dönüşü hesaplaması.
Ben de ölçmedim. Ancak eğer Türk milletini sadece kendi yaşam ve mesleki deneyimimden değil, başta Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in “Türkiye Değerler Araştırması” olmak üzer pek çok ölçümlemeden yola çıkarak iddia ediyorum ki, bırakın olumlu etkiyi, tam tersine hedef kitleyi tercihlerinde olumsuz yönde etkiliyor.
Reklam tamam, dilediğiniz kadar verin. En çarpıcısını yapın. En büyüğünü hazırlayın… Hedeften saptırmaz hiç değilse sizi. Kurum sözcünüz çıkıp açık ve şeffaf iletişimle yaptıklarınızı ve yapacaklarınızı anlatsın. Varsa verecek mesajı, medya zaten kullanacaktır. Yoksa zaten ‘şişer’…
Fakat siz gidi gazetelerden yarım sayfa yer satın alın. O yarım sayfayı da (haber hüviyeti taşıdığı zaman daha inandırıcı olacağını, okurun da bunu yiyeceğini sanarak) o gazetenin sayfası imiş (!) gibi tasarlayın. Sonra da bunun satın alma davranışını sizden yana etkilemesini ve size rekabetçi avantaj sağlayacağını düşünün. Allahtan bazı ciddi gazeteler “Haber-İlan”ın köşesine bir yere (bazen kuş pisliği kadar da olsa) “Bu bir ilandır” notunu koyuyorlar. Koymasalar, onlara da size de daha büyük hasar yaratır.
Olacak iş değil…
1. Bizim millet naiftir. Kolay kandırılır sanılır, ancak aldatılmaya ve kandırılmaya hiç tahammülü yoktur; reaksiyonu çok ağır olur…
2. En iyi tasarlanmış “Haber-İlan”, yayınlandığı gazetenin içerik ve biçimine en yakın olarak hazırlanmış çalışmadır, değil mi? Yani, kandırma işini en iyi şekilde yapmak üzere tasarlanmış. O halde ne kadar iyi hazırlanırsa, okur üzerinde olumsuz etkisi de o kadar fazla olacaktır. İkircikli de olsa, sonuç değişmez: “Haber-İlan”ın iyisi daha da kötüdür.
3. “Haber-İlan” medyanın yazı işleri kadroları üzerinde de olumsuz etki yaratır. Özellikle genç kuşak gazeteci arkadaşlar etik konularına çok özen göstermekte, bir basın gezisine giderken de bir basın toplantısına katılırken de kılı kırk yarmaktalar. Bir konunun haber değeri varsa, görev bilinçleri gereği o haberi hak ettiği mürekkep payında ve hak edilen başlık ve içerikle vereceklerdir. O zaman “Haber ilan” şu anlama da gelmektedir: “Bizim olayın haber değeri yok. Herhangi bir mürekkep payı alma şansı da yok. O halde bastırırız parayı koyarız haberimizi. Paramız yeterliyse de rekabete karşı avantaj sağlarız!” Böyle bir durumda ben olsam, adam gibi reklam ve PR çalışması yapan rekabete daha çok saygı duyardım.
Bizim muhabirlik yıllarımızda ben basın toplantılarında reklam departmanlarından katılanlara rastladığımı hiç hatırlamıyorum. Oysa bugün bazen salonun yarısından fazlası, reklam satış ve pazarlamacılarından oluşabiliyor. Bir ‘haber toplantısında’ hangi mesajı vermek için bulunuyor bu arkadaşlar? Açıkça da söylüyorlar zaten: “1. Reklamlarınızı bize verirseniz, size haber desteği veririz. 2. Haber-İlan’ınızın tasarım ve içeriği dahil her şeyini hazırlar en güzel yerde çıkartırız.”
Bu mesaj hem medyamızın yazı işlerini rencide etmekte aslında, hem de medyanın itibarını bir hayli sarsmaktadır.
Yani sonuç olarak “Haber-İlan” ile ne Musa’ya yaranabilmek mümkündür ne de İsa’ya… Onun için ne işe yaradığı da ölçümlenmemiş böyle bir aracı kullanmadan önce iki kereden fazla kez düşünmekte yarar var.
İş Bankası ‘duramaz’…
Son aylardaki en başarılı reklamları saymaya kalksanız her halde ilk 5’e THY’nin İstiklal Marşı ‘tabanlı’ filmini, Abdi İbrahim’in Bruno’sunu (O burun tıkanacak arkadaş!) ve tabii ki İş Bankası’nın Cem Yılmaz’lı (Servet Bey) 88’inci yıl reklam filmini dahil edersiniz.
Filmi ilk kez izlediğimizde de ne kadar başarılı bulduğumuzu belirtmişiz. Demişiz ki: “Pek çok Hollywood örneğinde sık sık rastladığımızın tersine, kullanılan teknoloji ve harcanmış olan prodüksiyon giderlerinin altı deliler gibi çizilmemiş. Bu tür işlerde “teknolojinin şehvetine” kapılmamak çok zordur. Bu filmde aşk-şehvet dengesi mükemmel kurulmuş. Hayatta da öyle olması gerekmez mi? Aksi taktirde o duygusal mesaj katiyen geçmez karşı tarafa. Konu çok yalın... Bundan 88 yıl önce İş Bankası ilk kurulduğunda, henüz 4 şubesi varken bir reklam filmi çekse nasıl olurdu, diye düşünmüşler. Ona göre bir senaryo oluşturmuşlar. Hem akıl var içinde hem de gönül. Öyle olunca da Cem Yılmaz coşmuş zaten…”
Marketing Türkiye’deki yazı, bir sonraki filmin nasıl olması gerektiği konusunda ettiğimiz küçük bir ukalalıkla bitmiş. Ez cümle bu filmin devamının gelmesi gerektiğini düşünmüşüz. Hafif yollu İş Bankası’nın soluğunu yetmeyebileceği, tık nefes olabileceği endişesi de duymuşuz açıkçası…
O gün bugün İş Bankası’ndan ses yok. Yanılmıyorsam, hiç de fena olmayan “Satranç” filmleri yayınlandı. Ancak kesmez. Vaat Cem Yılmaz… Türkiye’nin kendi alanında en büyük starı… Duramazsınız. Herhalde tek filmlik anlaşma yapmadınız. O halde devam. İşin kötü yanı hem de 88’inci yılı aşarak devam etmek durumundasınız. Yoksa yaratacağınız düş kırıklığı, hedefinizden bir nebze de olsa uzaklaştırabilir sizi. Yani “durmak yok”… Devam…
İletişimsiz sosyal sorumluluk düş kırıklığı yaratır
Şimdi size hepsinin arkasında muazzam emek ve zahmetin bulunduğuna inandığım, hepsini başlatanlarının iyi niyetinden bir an bile şüphe etmediğim bazı sosyal sorumluluk projelerinden söz edeceğim. Sayfada biraz daha yerimiz olsa, 100’lük bir liste sunabilirdim. Şimdilik bunlarla idare edelim. Önce başlıklara ve içeriklere dikkat:
· “Bir Kap Su”, Hayvan Hakları Federasyonu’nun (HAYTAP) yaz sıcaklarında sokak ve yaban hayvanlarının susuzluk çekmemesi için başlattığı çalışma…
· “Sen Benim Babamsın” Kampanyası, AÇEV Baba Destek Programı kapsamında, Babalar Günü itibariyle başlayan yeni bir kampanya...
· “Tekhnelogos Türkiye’yi Ağaçlandırıyor”, Tekhnelogos Yazılım her ilde bir “Tekhnelogos Ormanı” oluşturarak Türkiye’nin ağaç florasını geliştirmek istiyormuş.
· “Haçiko”, Haçiko’nun (Hayvanları Çaresizlik ve İlgisizlikten Koruma Derneği) amacı, toplumda hayvan sevgisi bilincini geliştirmekmiş.
· “Bir Silgi Bir Kalem”, Türkiye’deki ihtiyaç sahibi ilk ve orta öğretim kurumlarını, Türkiye’deki eğitime katkıda bulunmak isteyen bağışçılarla buluşturmayı amaçlayan bir sosyal sorumluluk projesiymiş.
· “El Bebek Gül Bebek”, Bu, derneğin adıymış. El Bebek Gül Bebek Derneği, anne karnında gelişimini tamamlamadan önce doğan bütün bebeklerin; sağlıklı bir geleceğe kavuşmaları için gerekli çalışmaları yürütmek amacıyla, bu konuda deneyim sahibi ve uzman kişiler tarafından kurulmuş ve çalışmalarını bu yönde yürütüyormuş.
· KAÇUV “Aile Evi”, KAÇUV, Kanserli Çocuklara Umut Vakfı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tedavi gören, maddi durumu iyi olmayan kanser hastası çocuklara, tedavileri boyunca aile ve yakınlarıyla ücretsiz kalabilecekleri bir ‘Aile Evi’ kampanyası başlatmış.
· “Sıfır Yok Oluş”, Konuyla ilgili not aynen şöyle: Bazı Önemli Doğa Alanları, yeryüzünde başka hiçbir noktada yaşamayan ve burada da kırmızı liste kriterlerine göre nesli CR veya EN kategorilerinde tehlike altında olan bir ya da daha çok canlı türünü içermektedir. Özetle bu alanlar, hem çok hassas, hem de benzersiz alanlardır. Bu son derece önemli alanların altını çizebilmek için dünyanın farklı bölgelerinde faaliyet gösteren ulusal ve uluslar arası kurum tarafından “Sıfır Yok Oluş” kavramı geliştirilmiştir ve bu kurumlar “Sıfır Yok Oluş İttifakı – Alliance for Zero Extinction” (http://www.zeroextinction.org/) altında bir araya gelmiştir.
· “Bez Torba”, Benim en ilgimi çeken projelerden biri. Bunun da bilgi notu şöyle: “Plastik torba yerine bez torba kullanın. Neden mi? Pervasızca kullandığımız plastik torbalar kuşların, balıkların, kaplumbağaların hayatlarını tehdit ediyor. Toprakta, suda birikiyor. Bir yılda, bir birey olarak ortalama 500 plastik torba kullanıyoruz. Bu tüketime bir dur demenin plastik torbalar yerine bez torbaları kullanmanın artık tam zamanı. Tüm dünyada yaygın bir şekilde kullanılan bez torbalar, artık Türkiye’de de kullanılmalı.”
Bunlar, dediğimiz gibi bir tutam, tadımlık… Hangi birini ne kadar tanıyorsunuz? Siz ve/veya tanıdıklarınızdan biri bu projelerden herhangi biri ile hiç temasa geçtiniz mi?
Daha yüzlercesi var. www.sosyal sorumluluk.org sitesine bir uzanın bakın daha neler göreceksiniz. Sadece kategorileri vermekle yetinelim dilerseniz: Toplumsal Projeler, Eğitim Projeleri, Sağlık Projeleri, Çevre Projeleri, E-Projeler…
Peki, bunca Kurumsal Sosyal Sorumluluk projesinden kaç tanesi amacına anlamlı bir şekilde ulaşabiliyor, dersiniz? Hemen söyleyelim: İletişime yeterli yatırımı yapabilen, kaynak ayırabilen ve etkin bir iletişim stratejisi olanlar. Bunlar hem katılımı tetikleyebiliyorlar hem de yayılmayı sağlayabiliyorlar.
Ötekilere ise yazık oluyor… Emeğe yazık oluyor, insan ve zaman kaynağına yazık oluyor. Bu nedenle iletişimine kaynak ayrılmayan bir sosyal sorumluk çalışmasını başlatmadan önce uzun boylu düşünmekte yarar var.
Ha bu arada bir haber: www.sosyal sorumluluk.org sitesi satılıyormuş. Girin sayfaya, orada yazıyor.