‘Koyverme, Oy ver!’
15 temmuz 2007
İşi gücü bırakın! Gidin şu web sitesine bir bakın: www.koyvermeoyver.com! Sonra da ilk iş olarak, çıkan sayfanın altındaki “Koyverme, oy ver – Rap” satırına tıklayın.
Müthiş... Parça şahane!.. Hele sözleri... Üstün Barışta dostum, “Herkes bir ‘Pırıl pırıl gençler’ teranesi tutturmuş gidiyor; Nerede yahu şu pırıl pırıl gençler!” diye hayıflanır dururdu... İşte bir iki tanesi bu harekette bir araya gelmişler belli ki!..
Yeditepe Üniversitesi Reklâm Tasarımı ve İletişimi öğrencileri, amaçlarını çok net ifade ediyorlar: Genç seçmenlere oy verme bilincini aşılayabilmek!..
“Bu proje kesinlikle ve yalnızca bir sosyal sorumluluk projesidir. Hiçbir siyasi partinin ya da sosyal grubun lehine çalışmak amacı güdülmemektedir” diye de kendilerini ifade ediyorlar...
Gazete reklamlarını çok beğendim: Metin Uca, Muazzez İlmiye Çığ, Engin Günaydın kampanyaya destek vermişler. Belli ki bazı gazeteler de reklamı ücretsiz basmışlar... Bu minik kampanya ile büyük davranış değişikliği elde etmeleri belki mümkün değil... Ama Afrika’da kanatlarını çırptığı zaman Amerika’da kasırgaya neden olan bir kelebek gibi de görülebilir bu olay. Helal olsun Yeditepeli gençlere...
Operasyon başarılı ama hasta ölmüş
İletişim danışmanlığında bir süre birlikte çalıştığımız, daha sonra da hepimizin rızası ile Doğuş Otomotiv’e transfer ettiğimiz sevgili arkadaşımız Ahu Parlar bir e-posta göndermiş. İçindeki görüşlere katılmam mümkün değil. Fakat o kadar tartışma götürür bir konu ki, sizlerle paylaşmadan edemedim.
Önce Ahu’ya kulak verelim: “Bir arkadaşım aşağıda görebileceğiniz reklamları iletmiş. Hiç bu kadar çarpıcı bir çalışmaya rastlamamıştım. Kara mizah, ironi nasıl da ‘görünür’ kılıyor bazı şeyleri. Karelere bakarken başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ayn Rand’ı düşündüm sonra... Ve reklamlarda görüp almak istediğimiz gözlükleri, biraları, çantaları, parfümleri düşündüm. Afrika ya da iki sokak ötedeki yiyecek yemek bulamayan insanları... Reklam hakikaten çarpıcı! Ama o da ‘reklam’! O yüzden Ayn Rand’ı düşündüm. Gerçeküstü bir ironi var burada, ikirciklilik. Bayıldım bu düşünceye, bu reklamın çarpıcılığına ve olayın ironikliğine, ikircikliliğine. Sizinle paylaşmak istedim...”
Bu tür ‘çarpıcı’ yaklaşımlar genelde reklamı yapanı şöhrete ulaştırır; reklamı yapılanı amacına ulaştırmaz. Yani bu reklamı görenler parfüm almayıp, bira içmeyip, alış veriş yapmayıp Afrikalılara yardım etmez... Çok üzülür Afrikalılara. Reklamı tasarlayanı merak eder ve beğenir... Ama bu reklam kimselerde davranış değişikliği yaratmaz... Hani biraz “Operasyon çok başarılı geçti; ama hastayı kaybettik!” durumu oluşturmak gibi... Makaber (habis) iletişim tasarımları belki çok ilginç ve yaratıcı olabilir (Toscani – Benetton işleri gibi) ama hedefi ıskalayabilir... Sizce?...
Özel hissettirmek bayağı zor iş
Hayır dualarıyla binip hayır dualarıyla indiğim İDO’nun Bandırma Feribotu, memleket adına gurur duyduğum Opet benzinlikleri ve yemeğe doyamadığımız Ramiz (Akhisar) köfteleri ‘tarikiyle’ Foça’ya Foçantique Otel’e vasıl olduk... Bu saydığım tüm mekânların ortak özelliği, insanın kendisini bir şekilde ‘özel’ hissetmesi...
Uzatılmış hafta sonu tatilleri iyi geliyor. Israrla, bizim yönetime, “Yazarımız yıllık izninin bir kısmını...” ya da “Yazısı elimize ulaşmamıştır...” notunu yazdırmayacağım ya... Tatil matil yok bana!..
Başta eşim, yanımdaki üç bayan, yolda iki şey gördüler mi dayanamıyorlar: 1. Opet benzincisi 2. Outlet... Bu kez Opet konusunda ben de şapkamı çıkardım. İşi iyice abartmışlar. Tuvaletler, kolunu indirince otomatik değişen klozet kaplama üniteleri ile döşenmiş. Pırıl pırıl... Türkiye’de benzinci tuvaleti kültürünü değiştirmiş Opet...
Arıtma sistemine zamanında yatırım yapmayı düşündükleri ve kendi körfezlerini temiz tutabildikleri için Foça tertemiz. Foçantique Butik Oteli de bir harika. 12 odası var. 4 yıl önce dedelerden kalma büyükçe evi adam edip buraya yerleşen Alemdar ve İnci Alemdaroğlu’nu tanımak için bile buraya gelmeye değer. İnsana kendisini özel hissettirmek nasıl oluyor, görmek için... Oda sayısı az. Yer bulmak zor... Uğraşmaya değer...
Silahı ilk çeken kazanıyor
Arçelik’in dün gazetelerde gördüğüm reklamı ‘farklılaşma’ stratejisine en güzel örneklerden. Hani Omo’nun; ben ondan daha beyaz yıkarım itiş kakışı içinde, “Kirlenmek güzeldir!” diye sıyrılıvermesi gibi...
Yanılmıyorsam, The Marmara Pera Oteli’nin tepesi, Mikla restoran veya benzeri bir yerden, Haliç’e doğru çekilmiş bir fotoğraf... Oradan bakıldığında iyimserler müthiş bir ‘eski İstanbul’ manzarası; kötümserler ‘iğrenç çatılar’ görür... Bense oralarda yaşanan toplumsal ve bireysel dramlara dalar giderim...
İşte öyle bir fotoğraf... Bir farkla. Çatıların üzerinde rengârenk leğenler... Ve kilit mesaj: “Gelecekte su kaynaklarımız tükendiğinde bu ilanı hatırlayın. Ya da bugünden bir şeyler yapın... Biz yaptık: Elde yıkamaya oranla yılda 26 ton tasarruf eden dünyanın en az su harcayan bulaşık makinesi!”
Belki diğer markalar da aynı şeyi söyleyebilirler. Olsun... Arçelik kendisine buradan avantaj ve sempati notu sağlamayı başarmış... Silahı ilk o çekmiş...
Sezen işini konuşturuyor
Dünkü yazılarımızdan birinin başlığı şöyleydi: “Selülitleri değil işlerinizi yarıştırın!” Bizim popüler müzik sanatçılarının işi gücü bırakıp “Senin popon böyle, benim popom şöyle” diye didişmelerinden bir yere varılamayacağını, bu didişmenin galibinin olamayacağını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Bugün gazetelerde yer alan bir haber... Ne demek istediğimizi net olarak anlatıyor. ‘Arif’e tarif gerekmez’, diyerek haberi okuyalım: “Sezen - Shapplin düeti... Sezen Aksu ve dünyaca ünlü Fransız soprano Emma Shapplin, Folkart Yapı’nın İzmir’e yapacağı 100 milyon dolarlık yatırımın tanıtım gecesi 3 Ağustos’ta Sea Side’da sahne alacak!”
Siz hâlâ “Benim selülitim senin selülitinden daha iyidir; ya da benim vücudum ‘taşlık’ konusunda senin vücuduna on basar!” diye çingene dalaşını sürdürün...
Müthiş... Parça şahane!.. Hele sözleri... Üstün Barışta dostum, “Herkes bir ‘Pırıl pırıl gençler’ teranesi tutturmuş gidiyor; Nerede yahu şu pırıl pırıl gençler!” diye hayıflanır dururdu... İşte bir iki tanesi bu harekette bir araya gelmişler belli ki!..
Yeditepe Üniversitesi Reklâm Tasarımı ve İletişimi öğrencileri, amaçlarını çok net ifade ediyorlar: Genç seçmenlere oy verme bilincini aşılayabilmek!..
“Bu proje kesinlikle ve yalnızca bir sosyal sorumluluk projesidir. Hiçbir siyasi partinin ya da sosyal grubun lehine çalışmak amacı güdülmemektedir” diye de kendilerini ifade ediyorlar...
Gazete reklamlarını çok beğendim: Metin Uca, Muazzez İlmiye Çığ, Engin Günaydın kampanyaya destek vermişler. Belli ki bazı gazeteler de reklamı ücretsiz basmışlar... Bu minik kampanya ile büyük davranış değişikliği elde etmeleri belki mümkün değil... Ama Afrika’da kanatlarını çırptığı zaman Amerika’da kasırgaya neden olan bir kelebek gibi de görülebilir bu olay. Helal olsun Yeditepeli gençlere...
Operasyon başarılı ama hasta ölmüş
İletişim danışmanlığında bir süre birlikte çalıştığımız, daha sonra da hepimizin rızası ile Doğuş Otomotiv’e transfer ettiğimiz sevgili arkadaşımız Ahu Parlar bir e-posta göndermiş. İçindeki görüşlere katılmam mümkün değil. Fakat o kadar tartışma götürür bir konu ki, sizlerle paylaşmadan edemedim.
Önce Ahu’ya kulak verelim: “Bir arkadaşım aşağıda görebileceğiniz reklamları iletmiş. Hiç bu kadar çarpıcı bir çalışmaya rastlamamıştım. Kara mizah, ironi nasıl da ‘görünür’ kılıyor bazı şeyleri. Karelere bakarken başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ayn Rand’ı düşündüm sonra... Ve reklamlarda görüp almak istediğimiz gözlükleri, biraları, çantaları, parfümleri düşündüm. Afrika ya da iki sokak ötedeki yiyecek yemek bulamayan insanları... Reklam hakikaten çarpıcı! Ama o da ‘reklam’! O yüzden Ayn Rand’ı düşündüm. Gerçeküstü bir ironi var burada, ikirciklilik. Bayıldım bu düşünceye, bu reklamın çarpıcılığına ve olayın ironikliğine, ikircikliliğine. Sizinle paylaşmak istedim...”
Bu tür ‘çarpıcı’ yaklaşımlar genelde reklamı yapanı şöhrete ulaştırır; reklamı yapılanı amacına ulaştırmaz. Yani bu reklamı görenler parfüm almayıp, bira içmeyip, alış veriş yapmayıp Afrikalılara yardım etmez... Çok üzülür Afrikalılara. Reklamı tasarlayanı merak eder ve beğenir... Ama bu reklam kimselerde davranış değişikliği yaratmaz... Hani biraz “Operasyon çok başarılı geçti; ama hastayı kaybettik!” durumu oluşturmak gibi... Makaber (habis) iletişim tasarımları belki çok ilginç ve yaratıcı olabilir (Toscani – Benetton işleri gibi) ama hedefi ıskalayabilir... Sizce?...
Özel hissettirmek bayağı zor iş
Hayır dualarıyla binip hayır dualarıyla indiğim İDO’nun Bandırma Feribotu, memleket adına gurur duyduğum Opet benzinlikleri ve yemeğe doyamadığımız Ramiz (Akhisar) köfteleri ‘tarikiyle’ Foça’ya Foçantique Otel’e vasıl olduk... Bu saydığım tüm mekânların ortak özelliği, insanın kendisini bir şekilde ‘özel’ hissetmesi...
Uzatılmış hafta sonu tatilleri iyi geliyor. Israrla, bizim yönetime, “Yazarımız yıllık izninin bir kısmını...” ya da “Yazısı elimize ulaşmamıştır...” notunu yazdırmayacağım ya... Tatil matil yok bana!..
Başta eşim, yanımdaki üç bayan, yolda iki şey gördüler mi dayanamıyorlar: 1. Opet benzincisi 2. Outlet... Bu kez Opet konusunda ben de şapkamı çıkardım. İşi iyice abartmışlar. Tuvaletler, kolunu indirince otomatik değişen klozet kaplama üniteleri ile döşenmiş. Pırıl pırıl... Türkiye’de benzinci tuvaleti kültürünü değiştirmiş Opet...
Arıtma sistemine zamanında yatırım yapmayı düşündükleri ve kendi körfezlerini temiz tutabildikleri için Foça tertemiz. Foçantique Butik Oteli de bir harika. 12 odası var. 4 yıl önce dedelerden kalma büyükçe evi adam edip buraya yerleşen Alemdar ve İnci Alemdaroğlu’nu tanımak için bile buraya gelmeye değer. İnsana kendisini özel hissettirmek nasıl oluyor, görmek için... Oda sayısı az. Yer bulmak zor... Uğraşmaya değer...
Silahı ilk çeken kazanıyor
Arçelik’in dün gazetelerde gördüğüm reklamı ‘farklılaşma’ stratejisine en güzel örneklerden. Hani Omo’nun; ben ondan daha beyaz yıkarım itiş kakışı içinde, “Kirlenmek güzeldir!” diye sıyrılıvermesi gibi...
Yanılmıyorsam, The Marmara Pera Oteli’nin tepesi, Mikla restoran veya benzeri bir yerden, Haliç’e doğru çekilmiş bir fotoğraf... Oradan bakıldığında iyimserler müthiş bir ‘eski İstanbul’ manzarası; kötümserler ‘iğrenç çatılar’ görür... Bense oralarda yaşanan toplumsal ve bireysel dramlara dalar giderim...
İşte öyle bir fotoğraf... Bir farkla. Çatıların üzerinde rengârenk leğenler... Ve kilit mesaj: “Gelecekte su kaynaklarımız tükendiğinde bu ilanı hatırlayın. Ya da bugünden bir şeyler yapın... Biz yaptık: Elde yıkamaya oranla yılda 26 ton tasarruf eden dünyanın en az su harcayan bulaşık makinesi!”
Belki diğer markalar da aynı şeyi söyleyebilirler. Olsun... Arçelik kendisine buradan avantaj ve sempati notu sağlamayı başarmış... Silahı ilk o çekmiş...
Sezen işini konuşturuyor
Dünkü yazılarımızdan birinin başlığı şöyleydi: “Selülitleri değil işlerinizi yarıştırın!” Bizim popüler müzik sanatçılarının işi gücü bırakıp “Senin popon böyle, benim popom şöyle” diye didişmelerinden bir yere varılamayacağını, bu didişmenin galibinin olamayacağını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Bugün gazetelerde yer alan bir haber... Ne demek istediğimizi net olarak anlatıyor. ‘Arif’e tarif gerekmez’, diyerek haberi okuyalım: “Sezen - Shapplin düeti... Sezen Aksu ve dünyaca ünlü Fransız soprano Emma Shapplin, Folkart Yapı’nın İzmir’e yapacağı 100 milyon dolarlık yatırımın tanıtım gecesi 3 Ağustos’ta Sea Side’da sahne alacak!”
Siz hâlâ “Benim selülitim senin selülitinden daha iyidir; ya da benim vücudum ‘taşlık’ konusunda senin vücuduna on basar!” diye çingene dalaşını sürdürün...