Polemiğin de bir adabı vardır
25 EYLÜL 2006
Dün Hakkı Devrim üstadın yazısını okurken, içim burkuldu; mesleğim adına hicap duydum.
Bir şair-yazardan söz ediyor Üstat. “Hakkı Devrim de kim?” demiş... Bir de akademisyen yazar varmış, ondan “İmla puantörü” diye söz eden... Her ne kadar “Alt tarafı bir metafor (istiare)” dense de, bir de Okan Bayülgen’in programındaki rolüne atfen söylenen ‘kralın soytarısı’ konusu vardı...
Bunlar birikmiş.. Hakkı Devrim kısmen öfkelenmiş, kısmen kırılmış, alınmış, üzülmüş... Yazısını okuyunca benzer duyguları ben de yaşadım...
Üstat diyor ki: “Ben, bu köşeden köşeye atışmaları boks maçlarına benzetirim. Sporun gereği olarak vuruşuyoruz. Hiç yumruk almadan bu spora devam edemezsiniz. Öfkelenip, ringde dayak yediğiniz hasmı, spor salonunun dışında kural dışı dövüşmek üzere bekleyemezsiniz. Biraz tuhaf olur.”
İşte size metafor... Polemikle ilgili meslek adabı bundan daha iyi anlatılamazdı. Üstat bir de şu internette, mesleki edep sınırı tanımayan, medya dedikodusu yapma ve isnatsız çamur atma sitelerine bir tanım getirse... Hepsi için değil. Yeri yurdu belli, yazanı çizeni bilinenlerin başımızın üstünde yeri var. Zaten onlar ne idüğü belirsiz, imzasız ‘hakaretnamelere’ yer vermiyorlar... Site sahibinin farklı rumuzlar kullanarak kendi yayınladığı saldırgan haberle (!) ilgili yine kendisinin yorumlar yazdığı, edepsizlikle yeteneksiz muhterisliğin, kıskançlıkla kesiştiği noktada bireysel nefretin kusulduğu sitelerden söz ediyoruz... Üstadın bu konuda da bir kelamı mutlaka vardır...
Roche’un bu sorunları atlatması gerek
Kurumsal ve sosyal sorumluluk çalışmalarının altında sağlam bir kurumsal vatandaşlık duruşu yoksa, itibar binası sallanabilir. Şimdi bu cümleyi biraz açalım ve Roche örneğini bu çerçevede anlamaya çalışalım...
Ondan da önce bir küçük tavsiye. Dünkü Akşam’ın dördüncü sayfasında Dr. Murat Kınıkoğlu’nun yazısını okuyun. Başlık şöyle: İki yüzlü kampanyalar... Konu, Roche’un Türkiye Bisiklet Federasyonu ile, İstanbul’da başlayıp Antalya’da biten 12’den fazla yerleşim bölgesini kapsayan, 2000 km’lik bir güzergâhta, halkın da katılımını teşvik ettiği, her katılan için bir ödeme yaptığı, meme kanserinde erken tanı merkezlerini destekleme kampanyası... Adı Mavi Bisiklet... Biz bu kampanyayı son derece olumlu bulmuştuk. Hâlâ da öyle buluyoruz. Ama Kınıkoğlu, haklı. Demek istediği şu: Sen eğer fahiş fiyat politikaları ile insan sağlığı üzerinden hakim durumunu suistimal ediyor algısını yaratıyorsan; sen eğer SSK’daki şaibeli durumu bir türlü düzeltemiyorsan; bir de kendi websitende bile bu kadar önem verdiğin kampanyadan tek satır yoksa (sitede son haber 18.04.06 tarihinde verilmiş); inandırıcılığını tesis etmek zorlaşır. İşin ilginç yanı Federasyonun sitesinde de tek sözün bulunmaması... Sadece mavibisiklet.com adresinde çok güzel bir sayfa yapmışlar. Bir de dün verdikleri teşekkür ilanı son derece iyi tasarlanmış.
Roche olayını yakından izliyoruz. Biraz da kurumsal vatandaşlık ile kurumsal sosyal sorumluluk arasındaki ilişki ve dengeyi yönetmenin ne kadar kritik olduğunu anlamak adına... Onca yıllık tecrübe ve becerikli danışmanlık kuruluşlarıyla Roche’un bu iletişim sorunlarının üstesinden gelmesi beklenir.
Orkid doğru yolda
Gazetelerden öğrendim. Orkid A Milli Bayan Voleybol Takımına sponsor olmaya devam etme kararı almış ve taraflar geçen hafta üç yıllık sözleşme imzalamışlar.
Hemen belirtelim: Karar son derece yerinde. Bu işlerde süreklilik işin özüdür. Orkid de bu işi en az üç yıl daha sürdürmeye karar vermiş. Alkışlamak lazım. Bu gibi işlerde ne hikmetse şıpsevdi bir halimiz vardır. “Yahu sponsor olduk da ne oldu?” diye ‘acullük’ eder, işi yarıda keser, bir çuval inciri berbat ederiz.
Orkid’in buradaki iş planını bilmiyorum; ama umarım File’nin Sultanları ile ilişkiyi – sadece ticari olarak anlaşılmaya müsait- sponsorluk düzeyinde tutmazlar. Voleybol sporunun, örneğin lise düzeyinde gelişmesine katkı sağlayacak yan projelerle kurumsal sosyal sorumluluk ve itibara yönelik çalışmalara start verirler de; biz de buradan onları alkışlamayı sürdürürüz. Her ne kadar sitelerinde “Orkid, bu spora verdiği destekle sadece File’nin Sultanlarının başarısında pay sahibi olmayı değil, tüm bayanların voleybol aracılığıyla kendilerini spor yoluyla ifade etmelerini hedefliyor...” denmişse de, ortada somut bir şey yok... Oysa bu alanda onlar için büyük fırsat var...
Farkın farkı...
Bu yılki Marketingist’in pazarlama konusunda düzenlediği Think Marketing yarışmasının jürisi boşuna IKEA’yı finale bırakmamış. Sonunda o kategoride ödülü kim aldı hatırlamıyorum. 28 Eylül günü açılışta açıklanacak. Hep beraber öğreneceğiz. Fakat IKEA’nın bir pazarlama fenomeni olduğundan kimsenin şüphesi yok. Cumartesi günü eşim Kadıköy tarafından geçerken Kızıltoprak – Kalamış arasında Konak durağında bir reklam görmüş. Arabayı durdurup resmini çekmiş. Gerçekten de ilginç. Rakette bir poster. Durağın ortasında bir kanepe...
Deneysel Pazarlamayı yıllardır biliriz. Turkcell’in billboardlara çıkardığı orijinal halı sahaları, Pınar’ın panoların tepesine diktiği üç boyutlu ‘organları’, Mudo’nun raketlere koyduğu paltolar, havalanındaki sesli billboard’lar ilginç örneklerdi. Ancak IKEA’nın duraklara koyduğu kırmızı koltuk, bence hepsini sollamış. Gerçekten de “Bu farkın hikayesi, farklı”... Yakında o koltuğu bizim ofiste görürsem hiç şaşmam...
Bir şair-yazardan söz ediyor Üstat. “Hakkı Devrim de kim?” demiş... Bir de akademisyen yazar varmış, ondan “İmla puantörü” diye söz eden... Her ne kadar “Alt tarafı bir metafor (istiare)” dense de, bir de Okan Bayülgen’in programındaki rolüne atfen söylenen ‘kralın soytarısı’ konusu vardı...
Bunlar birikmiş.. Hakkı Devrim kısmen öfkelenmiş, kısmen kırılmış, alınmış, üzülmüş... Yazısını okuyunca benzer duyguları ben de yaşadım...
Üstat diyor ki: “Ben, bu köşeden köşeye atışmaları boks maçlarına benzetirim. Sporun gereği olarak vuruşuyoruz. Hiç yumruk almadan bu spora devam edemezsiniz. Öfkelenip, ringde dayak yediğiniz hasmı, spor salonunun dışında kural dışı dövüşmek üzere bekleyemezsiniz. Biraz tuhaf olur.”
İşte size metafor... Polemikle ilgili meslek adabı bundan daha iyi anlatılamazdı. Üstat bir de şu internette, mesleki edep sınırı tanımayan, medya dedikodusu yapma ve isnatsız çamur atma sitelerine bir tanım getirse... Hepsi için değil. Yeri yurdu belli, yazanı çizeni bilinenlerin başımızın üstünde yeri var. Zaten onlar ne idüğü belirsiz, imzasız ‘hakaretnamelere’ yer vermiyorlar... Site sahibinin farklı rumuzlar kullanarak kendi yayınladığı saldırgan haberle (!) ilgili yine kendisinin yorumlar yazdığı, edepsizlikle yeteneksiz muhterisliğin, kıskançlıkla kesiştiği noktada bireysel nefretin kusulduğu sitelerden söz ediyoruz... Üstadın bu konuda da bir kelamı mutlaka vardır...
Roche’un bu sorunları atlatması gerek
Kurumsal ve sosyal sorumluluk çalışmalarının altında sağlam bir kurumsal vatandaşlık duruşu yoksa, itibar binası sallanabilir. Şimdi bu cümleyi biraz açalım ve Roche örneğini bu çerçevede anlamaya çalışalım...
Ondan da önce bir küçük tavsiye. Dünkü Akşam’ın dördüncü sayfasında Dr. Murat Kınıkoğlu’nun yazısını okuyun. Başlık şöyle: İki yüzlü kampanyalar... Konu, Roche’un Türkiye Bisiklet Federasyonu ile, İstanbul’da başlayıp Antalya’da biten 12’den fazla yerleşim bölgesini kapsayan, 2000 km’lik bir güzergâhta, halkın da katılımını teşvik ettiği, her katılan için bir ödeme yaptığı, meme kanserinde erken tanı merkezlerini destekleme kampanyası... Adı Mavi Bisiklet... Biz bu kampanyayı son derece olumlu bulmuştuk. Hâlâ da öyle buluyoruz. Ama Kınıkoğlu, haklı. Demek istediği şu: Sen eğer fahiş fiyat politikaları ile insan sağlığı üzerinden hakim durumunu suistimal ediyor algısını yaratıyorsan; sen eğer SSK’daki şaibeli durumu bir türlü düzeltemiyorsan; bir de kendi websitende bile bu kadar önem verdiğin kampanyadan tek satır yoksa (sitede son haber 18.04.06 tarihinde verilmiş); inandırıcılığını tesis etmek zorlaşır. İşin ilginç yanı Federasyonun sitesinde de tek sözün bulunmaması... Sadece mavibisiklet.com adresinde çok güzel bir sayfa yapmışlar. Bir de dün verdikleri teşekkür ilanı son derece iyi tasarlanmış.
Roche olayını yakından izliyoruz. Biraz da kurumsal vatandaşlık ile kurumsal sosyal sorumluluk arasındaki ilişki ve dengeyi yönetmenin ne kadar kritik olduğunu anlamak adına... Onca yıllık tecrübe ve becerikli danışmanlık kuruluşlarıyla Roche’un bu iletişim sorunlarının üstesinden gelmesi beklenir.
Orkid doğru yolda
Gazetelerden öğrendim. Orkid A Milli Bayan Voleybol Takımına sponsor olmaya devam etme kararı almış ve taraflar geçen hafta üç yıllık sözleşme imzalamışlar.
Hemen belirtelim: Karar son derece yerinde. Bu işlerde süreklilik işin özüdür. Orkid de bu işi en az üç yıl daha sürdürmeye karar vermiş. Alkışlamak lazım. Bu gibi işlerde ne hikmetse şıpsevdi bir halimiz vardır. “Yahu sponsor olduk da ne oldu?” diye ‘acullük’ eder, işi yarıda keser, bir çuval inciri berbat ederiz.
Orkid’in buradaki iş planını bilmiyorum; ama umarım File’nin Sultanları ile ilişkiyi – sadece ticari olarak anlaşılmaya müsait- sponsorluk düzeyinde tutmazlar. Voleybol sporunun, örneğin lise düzeyinde gelişmesine katkı sağlayacak yan projelerle kurumsal sosyal sorumluluk ve itibara yönelik çalışmalara start verirler de; biz de buradan onları alkışlamayı sürdürürüz. Her ne kadar sitelerinde “Orkid, bu spora verdiği destekle sadece File’nin Sultanlarının başarısında pay sahibi olmayı değil, tüm bayanların voleybol aracılığıyla kendilerini spor yoluyla ifade etmelerini hedefliyor...” denmişse de, ortada somut bir şey yok... Oysa bu alanda onlar için büyük fırsat var...
Farkın farkı...
Bu yılki Marketingist’in pazarlama konusunda düzenlediği Think Marketing yarışmasının jürisi boşuna IKEA’yı finale bırakmamış. Sonunda o kategoride ödülü kim aldı hatırlamıyorum. 28 Eylül günü açılışta açıklanacak. Hep beraber öğreneceğiz. Fakat IKEA’nın bir pazarlama fenomeni olduğundan kimsenin şüphesi yok. Cumartesi günü eşim Kadıköy tarafından geçerken Kızıltoprak – Kalamış arasında Konak durağında bir reklam görmüş. Arabayı durdurup resmini çekmiş. Gerçekten de ilginç. Rakette bir poster. Durağın ortasında bir kanepe...
Deneysel Pazarlamayı yıllardır biliriz. Turkcell’in billboardlara çıkardığı orijinal halı sahaları, Pınar’ın panoların tepesine diktiği üç boyutlu ‘organları’, Mudo’nun raketlere koyduğu paltolar, havalanındaki sesli billboard’lar ilginç örneklerdi. Ancak IKEA’nın duraklara koyduğu kırmızı koltuk, bence hepsini sollamış. Gerçekten de “Bu farkın hikayesi, farklı”... Yakında o koltuğu bizim ofiste görürsem hiç şaşmam...